Trabzon Afşın ve Hazar Ağa için yeni durak yeri gibiydi. Yeni kimlik için mahkemeye iki hafta daha vardı. Üstelik Bahar’a eziyet eden ve şiddet uygulayan teyze enişte ve kuzen için açılan dava iki gün sonraydı. Bahar sabah uyandığında nerede olduğuna şöyle bir baktı ve kendini odasında görünce şaşırmadan edemedi. Nasıl geldiğini hatırlamıyordu ama genzine dolan denize karışmış çam kokusu ona hep yardım etmeye çalışan ve evleneceği adamdan başkasına ait değildi. Gelmişti. Bir an sadece tavanı izledi. Hayatının nasıl yön bulacağını düşündü. Evlenecekti. Yaşadığı şehirden başka bir yerde nefes alacak belki de ölümü dahi babasına yuva olmuş topraklarda olacaktı. Annesi onu şimdi görse ne sevinirdi. Babasına kavuşmasını ne çok isterdi. Ama yalanı hazmedememiş yüreği hep buruk olurdu.
Gözleri dolarken burnunun direği sızladı. Anne özlemi gelip sol yanına misafir olurken aldığı nefes boğazındaki düğümden ötürü tıkanıp kaldı. Çoğu zaman gizli gizli kaçıp gider annesi ile mezarı başında konuşurdu. Diplomasını aldığında, dayak yediğinde, nefes alamadığını her hissettiğinde koşacağı kucak annesinin toprağı olurdu. En sevdiği renk oluvermişti annesinin gözlerine benzer yeşiller, saçlarının rengi siyah bir de en koyu kahverengi. Toprak rengi acıydı ona göre. Siyah değildi tüm karanlığın anası, koyu kahveydi. Toprak aldığını geriye vermiyordu. O an babasının da tıpkı annesi gibi gideceğini hatırladı. Oysa ne çok unutmak istemişti. Gözlerinden süzülen birkaç damla yastığına dağılmış siyah saç telleri arasında yok oldu. Kalktığında sırtında hafif bir sızı hissetse de sol yanındaki göçük daha fazlaydı.
Kalktığında tek eliyle de olsa yüzünü yıkadı lavabo işlerini halletti. Üzerindeki pijamalar dururken odasından çıkıp merdivenlere yöneldi. Göz yaşlarının kalan son izlerini kurularken aşağıdan gelen seslerle basamaklara yöneldi. Birkaç basamak inmişti ki mutfakta çalışan kadının “Ama efendim ben yapsaydım” sözlerine karşılık “Bu sabah kahvaltıyı ben hazırlayacağım. Siz masayı kurun” cevabı adımlarını durdurdu. Kaşları havalanırken babasının sözleri ile dudakları şaşkınlıkla aralandı.
“Uzun zaman oldu senin elinden bir şey yemeyeli evlat. Şimdiden mis gibi koktu.”
Ne yani koskoca aşiret ağası kahvaltı mı hazırlıyordu. Birkaç kez gözlerini kırpıştırıp inmeye devam etti. Mutfağa girmeden önce koridorda kabından mamasını yiyen köpeğine ise gülümsedi. İlerideki kapıya doğru döndüğünde gördüğü manzara “Yok artık” demesine yetmişti. Afşın, üzerine armut ve çilek desenlerinin olduğu mutfak önlüğünü takmış elinde çırpıcı ile kase de yumurta çırpıyordu. Bahar'ın sesi ile yüzüne her zamanki gibi ifade yerleştirip “Günaydın” dedi. Hazar Ağa da kızına sevgi ile bakarken daha da solan renginden hastalığı ayan beyan okunuyordu.
“Günaydın güzel kızım. Bugün kendini daha iyi hissediyormusun?”
Bahar babasına dönmek istese de gözleri Afşın da takılı kalmıştı. Kulakları bir şeyleri duymak için çabalıyordu ama gördükleri tüm duyu organlarını etkiliyordu. Şu an yaşadığı evin mutfağında bir çok kişinin koskoca ağa olarak gördüğü ve otorite sahibi bir adam yumurta çırpıyordu. Ve bu adam onun kocası olacaktı. Hazar Ağa kızının hayran bakışlarına karşılık kıskançlık hissetse de en azından sevgi bakımından mutlu olacağını düşünmeye başlıyordu.
Sonunda biraz olsun kendine gelen kız sessizce babasının yanına otururken kolundaki alçıya dikkat etmişti. Kahvaltı masası kurulduğunda ise gözleri bir kez daha gördükleri konusunda onunla dalga geçiyor gibiydi. İki adamın gündelik sohbeti arada ona bir şeyler sormasıyla kahvaltı işi bitirirken ona arkadaşlık eden köpeği en az onun kadar Afşın’la oynamak istiyor etrafında fır dönüyordu.
Akşama doğru giden adamın ardından yorulduğunu anlayan genç kız oturduğu koltukta hafifçe uzanıp uykuya dalarken çekildiği rüya alemi başka kapılar açmış öylece onu bekliyordu. Büyük bir ırmağın kıyısında oturuyor etrafa yayılan çiçek kokusu ruhuna işliyordu. Oturduğu masa örtüsünü hatırlamıştı. Annesi ile evin kasvetinden kaçıp köyün deresinin kıyısında oturdukları eski yatak örtüsüydü. Yüzünde beliren gülümseme başını kaldırması ile daha da arttı. Annesi hemen karşısında ona elinde bir tabak meyve ile bakıyordu. Ağaçtan yeni toplandığı belli olan erik elma tazeliğini gösterirken yanına gelip oturmasını izledi. Nasıl da özlemişti.
“Annem.”
“Bahar’ım. Güzel yüzlüm.”
Annesinin bir eli ona uzanırken nereye gittiğini baktığında hala alçılı koluna dokunduğunu anladı. Dolan gözleriyle “Canım hiç acımadı anne.” dedi. Hep öyle derdi zaten. Anne kız eziyetin her türlüsüne selam verir ama kızılcık şerbeti dökülürdü dudaklarından.
Sonra yüzüne yayılan tebessüm ile “Kurtuldum ama biliyormusun? Babam gelip beni aldı.” diyerek sağlam elini kalbine götürdü. Annesinin acıyla kasılan yüzü kaşlarını çatmasına yetmişti.
“Onu seviyorum anne.”
“Tüm çilemizin nedeni o.”
“Olsun. Geldi ya. Beni aldı ya ben hepsini unuttum.”
Zehir tonunda bir gülümseme annesine anlık misafir olurken kolundaki eli kalbine dokundurdu.
“Unutmadın ömrümün mevsimi. Görüyorum burayı kan revan içinde. Şu an ruhunda gece göz gözü görmüyor ama güneş doğup gün aydınlandığında ona karşı isyan edeceksin. Suçlayacak hesap sormak için yakasına yapışacaksın.”
Başını sağa sola sallayan Bahar buna inanmak istemiyordu ama sanki bugünün de geleceğini adı gibi biliyordu. Nefesini tutup gözlerini kapadı ve içinden saymaya başladı. İstemiyordu. Uyanmak ve bir kez daha babasına sığınmak istedi. Annesini çok özlemişti ama şu an sarılıp sıcaklığını hissedeceği babasına düşman olmayacaktı.
1 AY SONRA...
Elindeki kırmızı kapaklı deftere bakan kız heyecanını gizlemeye çalışıyor ama ellerinin de titremesine engel olamıyordu. Nikah memurunun “Gelini öpebilirsiniz” sözü ile nefesini tutmaya yetti. Afşın geçen bu sürede ona öyle şefkatli ve iyi davranmıştı ki şimdi onun eşi olmak ve ne kadar süreceğini bilmediği zaman zarfında yanında kalmak değişik hissettiriyordu.
Başını kaldırdığında ona dikkatle bakan adamın gözlerinde kayboldu. Üzerine eğilen adam yanaklarına büyük ellerini koyup dudaklarını alnına bastırdı. Birkaç saniye bekledikten sonra geri çekilirken “Hayatıma hoş geldin Bahar Acarbulut.” Dediğinde genç kız gülümsemekle yetindi. Konuşsa sesinin titreyeceğini biliyordu.
Babası, hemen yanındaydı ve “Tebrik ederim ay parçam” diyerek sıkıca sarıldı. Bahadır, önce abisini tebrik etti. Ardından Bahar’a bakıp “Ailemize hoş geldin yenge” der demez sarıldı. Bu hamle genç kızın kaşlarını kaldırmasına neden olurken ona öz abilerinden daha sıcak davranan bu adama o da kollarını doladı.
“Hoş buldum abi.”
Bahadır, abisine dönüp sırıtarak “Başak’tan sonra yengem de bana abi dedi duydun dimi?” derken Hazar ve Haşmet ağa genç adamın haline gülüyor Afşın ise “Zevzek” diye söyleniyordu. Nikah dairesinden çıkmadan önce birkaç fotoğraf çektirdiler. Sonuçta öyle ya da böyle evlenmişlerdi.
Arabalara bindiklerinde artık Bahar Afşın ile yola çıkacaktı, diğerleri ise kendi aracını kullanacaktı. Yola çıktıklarında genç kız camdan dışarıyı izliyordu. Afşın aracın içinde dolan sessizliği yok etmek adına radyoya uzanıp açtığında çıkan şarkı başka frekansa dönmesine izin vermedi. Aytekin Ataş mecnunum leylamı gördüm diyordu. Genç kız başını cama yaslarken mırıltı eşliğinde eşlik etti. Doğduğu topraklara veda ediyordu. Sonra annesine gerçek anlam da veda etmediğini hatırladı. Onca şeyden sonra aklını yeni yeni topluyordu. Oturuşunu dikleştirip derince soluğunu alarak kocasına döndü.
“Şey, Afşın.”
“Efendim Bahar.”
“Şimdi biz Mardin’e gidiyoruz ya.”
“Evet gidiyoruz.”
Afşın çoktan demek istediğini anlamıştı ama açık açık söylemesini istiyordu. Bundan böyle sorumluluğu ondaydı ve kendinden çekinmesin istiyordu. Yeşillerinde kırık da olsa gülücükler görünce içinde küçük kelebekler renkleniyor gri dünyasına can geliyordu.
“Gitmeden, annemin kabrine gidebilir miyiz? Eğer sana zorluk olmayacaksa.”
Adam yoldan gözlerini çekmeden yolun kenarına arabayı çekip durdurdu. Emniyet kemerinin izin verdiği kadarıyla kıza dönüp “Bahar, isteklerini söylerken çekinmene gerek yok. Elbette annenin kabrine gidebiliriz. Bu senin en büyük hakkın. Rica ediyorum bu ve bu tür durumları lafı dolandırmadan açık açık belirt.” dediğinde yutkunan kız adamın elalarına öyle bir bakıyordu ki sevgisiz kaldığı zamanların aksine dört bir yanından şefkatin aktığını hissediyordu. Kocası her ne kadar babasının isteği üzerine de olsa ona iyi davranacaktı anladığı kadarıyla. Zaten bu adam ona asla ters davranmazmış gibi geliyordu.
Başını sallayıp “Tamam” derken yolu köyün istikametine çeviren adam yüzü gülen kızın haliyle keyiflendi. Kırk yaşında adamdı ama yüreği belki de ilk defa ruhuna ışıklar saçıyordu. Ama bir yandan da buna hakkı olmadığını düşünüyordu. Bahar yaralı bir kuştu. Elbette uçmak istediği bir zaman olacaktı. Tüm yaraları kabuk bağlayıp silindikten sonra yaşıtı biri ile olmayı arzularsa serbest bırakmak gerektiğinin farkındaydı.