Korku bir insanı yavaş yavaş ele geçirmezdi. Korkunun bir ortası olmazdı. Ya vardır ya da yoktur. Bedenini bir anda ele geçirir ve sen hiç beklemediğin bir anda her şeyi kontrolü altına alırdı. Bu sebeptendir ki kişi korktuğunda tahmin bile edemeyeceği şeyler yapardı.
Ve bende öyle yaptım. Kendimden hiç bekleyemeyeceğim bir hızda ne ara Baş Koruyucu ile aramızdaki mesafeyi kapattım ve ne ara bütün gücümle Ezekiel'in boynuna indirmek üzere olduğu kılıcı tutan kolunu kavradım hatırlamıyorum bile.
Kolunu kavradığım gibi onu iterek Ezekiel'den uzaklaştırdığımda hepimiz şaşkınlık içindeydik. Ezekiel'de, Baş Koruyucu'da, bende. Bu bir anlık davranışımdan sonra içeriye benim arkamdan gelen muhafız girdiğinde hiçbirimiz onu umursamadık. Ortamdaki tek ses Ezekiel'in ağzından şaşkınlık içinde çıkan
"Patrica." sözüydü. Bakışlarım ona döndüğünde yanağındaki kızarıklık ve dudağının hemen kenarındaki kan hiç tahmin edemeyeceğim bir şekilde içimi sızlattı. Aramızdaki bu tuhaf bakışma Baş Koruyucunun
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye kükremesi ile bozuldu. Bu bağırış ile ne yaptığımın yeni yeni farkına varırken planın bundan sonraki kısmını hiç düşünmediğimin farkına vardım. Ezekiel'i kurtarmak için gelmiştim ama şimdi kendim de ölüm sınıfına girmiştim. Ölmek benim için sorun değildi, hatta başından beri istediğim bir şeydi ama Ezekiel'in bunu hiç istemediğine adım kadar emindim. Bir kaç saniye hiçbir şey diyemezken aklıma gelen şeyle hiç düşünmeden
"Biraz yanlız konuşabilir miyiz?" diye sordum Baş Koruyucuya hitaben. İkiside bu sözlerim ile şaşkınlık içinde kalırken Ezekiel'in ağzından güçlü bir
"Hayır!" sözü çıktı. Sanırım onun bana bir şey yapmasından korkuyordu. Ama ikimizinde buradan sapasağlam çıkmasını istiyorsa buna izin vermek zorundaydı. Bakışlarımı Baş Koruyucudan çekip Ezekiel'e döndüm ve 'sorun yok' der gibi yüzüne baktım. Bu bakışlarım onun sakinleşmesini sağlarken hala onunla yalnız kalmamı istemediği gözlerinden belliydi. Ezekiel azda olsa sakinleştiğinde gözlerimi tekrardan Baş Koruyucuya çevirdim ve cevap vermesini bekledim. Susmaya devam ederken
"Diyeceklerimin sizin açınızdan büyük bir önem teşkil edeceğine yemin edebilirim. Beni dinledikten sonra kararınızı bir daha gözden geçirmek isteyeceksiniz." diyerek onu benimle konuşmaya teşvik etmeye çalıştım. Sözlerim işe yaramış olmalı ki bana bir şey söylemeden arkasını dönüp taht odasının öbür tarafındaki kapıya doğru yürümeye başladı. Son kez Ezekiel'e bakarken onun 'gitme' diyen bakışlarına aldırmamaya çalışarak Baş Koruyucunun arkasından gitmeye başladım.
Onun arkasından açtığı kapıdan içeri girdiğimde beni Orman Baş Koruyucusunun toplantı salonundaki gibi büyük bir oda karşıladı. Burada da tıpkı Orman Baş Koruyucusunun toplantı odasındaki gibi büyük bir masa, masanın yanında ise sıra sıra dizilmiş sandalyeler vardı. Tek fark ise buranın oradan çok daha büyük olmasıydı. Gözlerim toplantı odasında gezinirken Baş Koruyucunun katı sesini duymam ile ona döndüm.
"Evet, seni dinliyorum. İznim olmadan huzuruma çıkıp verdiğim kararı engellemeni sağlayacak kadar önemli ne diyecek olabilirsin çok merak ettim doğrusu."
Biraz önce beni dinlemesi için ona sergilediğim yumuşak tavır bu sözleri ile yok olurken konuşmaya başladım.
"Öncelikle sana neler olacağını söyleyeyim. Bir anlaşma yapacağız ve bu anlaşma karşısında ben de Ezekiel de buradan sapasağlam çıkacak ve hiç bir cezaya tabî tutulamayacağız. Bunu karşılığında şuan sana söyleyeceğim şeyi kimse bilmeyecek."
Sözlerim karşısında her saniye gözlerindeki öfke büyüyüp bütün bedenini ele geçirirken
"Bu ne cürret!" diye bağırdı. Bu bağrışından bir gram bile etkilenmemem onu bozguna uğratırken bozuntuya vermemeye çalışarak sözlerine sert bir şekilde devam etti.
"Bu sözlerinden sonra bırak Ezekiel'i seni bile buradan sapasağlam çıkaracağımı düşünüyor musun gerçekten? Sen kim oluyorsun da bana emir veriyor ve benimle böyle konuşabiliyorsun?"
İkimizde kızgın bir boğadan farksız bir şekilde birbirimize bakarken bu savaşı kazanacağımı biliyordum. Bu konuda içimde küçücük bir şüphe bile yoktu çünkü karşımdaki bu adamın bildiğimi aklından bile geçiremeyeceği çok önemli bir şeyden haberdardım ve bu bilgi bizim buradan sapasağlam çıkışımızın biletiydi.
"Bizi bırakıp bırakmayacağını söylediklerimden sonra düşünmelisin bence."
Ona hâlâ karşı çıkıyor olabilmem onu her seferinde büyük bir şaşkınlığa iterken
"Buna izin verebileceğim ihtimalini sana düşündürebilecek kadar ne biliyor olabilirsin ki? Ayrıca buraya geleli daha bir kaç hafta anca olmasına rağmen o adamı neden bu kadar çok savunuyorsun?" dedi. Son cümlesi benimde sinirlerimin gerilmesini sağlarken
"Şuan tek derdin bu mu? Neden onu savunduğum mu? Buraya geleli sadece bir kaç hafta olmuş olabilir ama senin yapacağın haksızlığı savunacağıma bunu engellerim daha iyi." diye sinirle soludum. Bu Baş kaldırışıma karşılık
"Sana bu cesaret nereden geliyor? Baş Koruyucunla nasıl böyle konuşmaya cürret edebiliyorsun?" dedi hayret içinde.
"Sen buradaki herkesin yöneticisi,kralı, Baş Koruyucusu ya da her ne deniyorsa o olabilirsin ama benim değilsin. Ben senin parmağında oynattığın o adamlardan değilim. O yüzden bu saçma tartışmayı sürdürerek boşuna vakit kaybetmeyelim de anlaşmamı kabul edeceğin kısma gelelim."
Bana verecek bir cevap bulamadığında sinirli bir soluk aldı ve
"Eğer diyeceğin şey benim için önem teşkil etmiyorsa ikinizinde ölümü benim elimden olacak bunu biliyorsun değil mi?" dedi.
Bu ihtimal dahilinde bile değildi ama o henüz bunu bilmiyordu. Cevap vermediğimde sinirinin aksine küçük bir merak içinde sözlerine devam etti.
"Beni bu kararımdan vazgeçirecek o çok önemli şey neymiş söyle bakalım da bu iş daha fazla uzamasın."
Onun dediğinin olacağı konusunda kendine güveniyordu. Hatta sandığımdan da fazla ama bilmiyordu ki bende kendime en az onun kadar güveniyordum. Bu yüzden kelimeleri kafamda toplamaya gerek bile duymadan doğrudan yüzünde söyledim söyleyeceklerimi.
"Kızının bir melez olduğunu biliyorum."
Ağzımdan çıkan sözcüklerin hemen ardından toplantı odası bir kaç saniye öncesine tezatla büyük bir sessizliğe gömüldü. Karşımda duran ve daha bir kaç saniye önce kendinden çok emin olan bu adamın söylediklerimden sonraki yüz ifadesini görmek her şeye değerdi. Güveni bir çığ gibi küçücük bir fısıltımla yok olurken gözlerinde gördüğüm bir anlık korku bana doğru yolda olduğumu kanıtladı. İlk bir kaç saniye konuşamazken bir miktar kendine geldiğinde ilk dediği şey
"Ne dedin sen?" oldu.
"Dediğimi duydun." dedim kendimden emin ve korkusuz bir şekilde.
"Kızının bir melez olduğunu biliyorum ve halkının melezlerden nefret ettiğinde. Ayrıca bir melezin tahta geçemeyeceğinide."
Büyük bir hırsla bana doğru yürüyüp üstüme gelirken elimi kaldırıp durmasını sağladım.
"Sakın yaklaşmaya bile çalışma!"
Bu uyarım ile olduğu yerde kalırken sözlerime devam ettim.
"Eğer Ezekeil'in de benimde buradan sapasağlam çıkmamıza izin verirsen bunu kimse öğrenmez. Lakin sen aksini iddia edersen bunu halkına yaymaktan çekinmem."
Tehdidim karşısında sakin kalmaya çalışırken sanki ipler hâlâ onun elindeymiş gibi davranmaya çalıştığı herhalinden belliydi.
"Seni daha bir adım atmadan burada öldürebilecekken neden bu anlaşmayı kabul edeyim ki?"
İşte bu ihtimali hiç düşünmemiştim ama içeride Ezekiel varken bunu yapması mümkün değildi. Tek çığlığımla buraya geleceğinden o kadar emindim ki. Ona ne zaman bu kadar güvenmiştim bir fikrim yoktu ama şuan bunu sorgulayacak zamanımda yoktu. Aklıma gelen fikir ile sözlerime devam ettim. Onu olabildiğince sıkıştırmam gerekti.
"Bunu yapman biraz zor işte. Bu bilgiyi sadece benim bildiğimi mi düşünüyorsun? Tabi ki önlemimi alıp da geldim. Beni ve Ezekiel'i öldürdüğün an arkadaşım daha sen ne olduğunu anlamadan herkese kızının bir melez olduğunu yayar. Sence halkın nefret ettiği bir türün kendilerini yönetmesine izin verir mi? Ya da bunu bile bile göz yuman o sevgili krallarını tahtta bırakırlar mı?"
Son çaresi de tükendiğinde tamam demekten başka bir şansı olmadığını o da biliyordu. Gözleri bana dönerken
"Sence senin o arkadaşına mı güvenirler yoksa bana mı? Ayrıca bu istediğini istesemde yapamam. Ezekiel'in suçlu olduğunu herkes biliyor eğer onu serbest bırakırsam halk başına buyruk davranmaya başlar." dedi. Çaresizce bana karşı çıkarken sert bir şekilde cevap verdim.
"İnanmasalar da olur. İçlerine bir şüphe tohumu eksek yeter. Herkesin kafasında kızın hakkında bir 'acaba' varken halkını nasıl yönetmeyi düşünüyorsun. Ayrıca kimse Ezekiel'in suçlu olduğunu bilmiyor. Gecenin bir vakti herkes evindeyken bunu bilen kişiler sadece muhafızların ve sen istersen onları susturabilirsin. Ayrıca kararların sorgulanıyorsa eğer sandığımdan daha da güçsüz bir yöneticisin demektir."
Kurduğum cümleler ile kalan son umut kırıntısını da yok ettiğimde gözleri sinirle bana döndü. Bir saniye bile gözlerimi gözlerinden çekmezken en sonunda
"Buradan gitmenize izin veririm ama eğer birinden bile bunun hakkında bir şey duyarsam ikinizde mahvederim." diyerek durumu kabullendi. Rahat bir nefes almamak için kendimi zor tutarken diyecek bir şey kalmadığı için hızla odadan çıktım.
Bu hareketim ile yerde elleri kelepçeli bir şekilde etrafı izleyen Ezekiel'in endişeli gözleri anında beni buldu ve rahatlamışcasına derin bir nefes aldı. Onun yanına vardığımda Baş Koruyucu da karşımıza geçip tahtına oturmuştu. Kapının önünde bekleyen muhafıza Ezekiel'in kelepçelerini çıkartması için bir emir verirken öfkeyle bana bakıyordu.
"Gitmenize şimdilik izin veriyorum ama ikinizinde bundan sonra benden çekeceği var. Size tavsiyem uyurken bile arkanızı kollamanız."
Hâlâ bizi tehdit etmeye yüzü olan Baş Koruyucuyu takmamaya çalışırken sabırla muhafızın Ezekiel'in kelepçelerini çıkarmasını bekledim. Bu karar karşısında Ezekiel şaşkınlıkla olduğu yerde kalırken muhafız bir şey demeye cesareti olmadığı için verilen emri yerine getirmekle yetindi. Ezekiel'in kelepçeleri çözüldüğünde hareket edemeyecek kadar şaşkınlık içinde olduğunu anlayıp elinden tuttum ve onu çıkışa doğru sürükledim. Bana karşı koymazken ikimizde sessizlik içinde binbir türlü oyunlar dönen bu saraydan ayrıldık.
Saraydan çıktığımızda muhafızlar bizi gördüğüne şaşırsada bir şey demediler. Bizim çıktığımızı gören Alvaro ise koşarak yanımıza geldi ve Ezekiel'e sarıldı.
"Seni öldüreceğim, şu son 1-2 saatte yaşadığım korkuyu,endişeyi 25 yıllık hayatımda yaşamadım ben."
Ezekiel de ona sarılırken bu görüntü ne kadar hoş bir görüntü olsa da
"Koklaşmayı sonraya bıraksanız da eve mi gitsek? Bugün olanlar için nasıl bir açıklamanız var çok merak ediyorum." diyerek araya girdim. Bu sözümle Alvaro benim de varlığımı hatırlayıp Ezekiel'den ayrıldı ve hiç beklemediğim bir şey yapıp bana da sarıldı. Ben daha ne olduğunu anlamadan beni etrafında çevirirken
"Sen varya, sen. Senden korkulur kızım. Eğer sen olmasaydın ne yapardık hiç bilmiyorum." dedi. Şaşkınlık içinde
"Tamam çok minnettarsın, gıcık arkadaşını falan kurtardım ama beni indirsen mi artık." dedim. Beni gülerek yere geri bıraktığında bende kendimi gülmemek için zor tutuyordum. Gözlerim Ezekiel'e kaydığında gülerek bizi izlediğini gördüm.
Daha yeni ölümün kıyısından dönmüştük ama bunlar hâlâ gülüyordu. Hadi benim için sıkıntı yoktu da bunlar niye böyleydi hiç anlamamıştım.
"Hadi gidelim artık. Nancy'de çok meraklanmıştır."
Sözlerimle birlikte hepimiz Nancy'nin evine doğru yöneldiğimizde az önceki mutluluk yerini sorularla dolu bir sessizliğe bırakmıştı. Bu sessizliğe ilk dayanamayıp aklındaki soruyu soran Ezekiel oldu.
"Baş Koruyucuyu nasıl bizi bırakmasına ikna ettin?"
Sıkıntılı bir nefes alırken geçiştirmekle yetindim.
"İkna gücüm iyi diyelim."
Ezekiel'e dönüp baktığımda sözlerim ile kaşlarının daha da çatıldığını gördüm. Cevabımdan hiç hoşlanmamış gibiydi.
"Bu yeterli değil. Seni tanıyorum Cia. Hiçbir şey için kimseye yalvarmazsın. Bırak yalvarmayı rica bile etmezsin. Eğer bunları yapmadıysan bizi bırakması için Baş Koruyucuyu nasıl ikna ettin çok merak ediyorum."
"Yalvarmadım zaten. Şuan bunları düşünmenin sırası değil. İkna ettim mi ettim, gerisi önemli değil. Ayrıca sen bana bunu sormak yerine neden bu hale geldiğini anlat önce. Belki o zaman sorunun cevabını alırsın."
Bizim gergin çekişmemizin üzerine Alvaro araya girdi ve
"Tamam kavga etmeyin. Birazdan Nancy'nin evine gittiğimizde her şeyi konuşuruz." dedi.
İkimizde Alvaro'nun sözlerinden sonra tek kelime edip de kavgayı sürdürmedik. Bu anlamsız kavga ile ortam iyice garip bir hâl alırken bir kaç dakika içinde Nancy'nin evinde vardık. Biz daha kapıyı çalmadan kapı bir hışımla açıldığında hepimiz öfkeli gözleri ile bize öldürecekmiş gibi bakan Nancy ile karşılaştık. Bu öfkesi beni şaşkına uğratırken sinirle konuşmaya başladı.
"Tanrı aşkına neredesiniz siz? Aklımı kaybetmek üzereydim sizin yüzünüzden haberiniz var mı? Burada endişeden deliye döndüm..."
Nancy bağırarak konuşmaya başlarken susmayacağını anlayan Alvaro bir adım ileri gidip Nancy'nin ağzını eliyle kapattı ve konuşmasını engelledi.
"Bir dakika sakin ol Nancy! Herkesi uyandıracaksın şimdi. İçeri geçelim her şeyi konuşuruz."
Alvaro'nun bu hareketi ile Nancy onun elini ağzından çekip kötü kötü bize bakmaya başladı ama hiçbir şey demedi. Her birimiz sırayla içeri girerken hepimiz ayrı bir kafadaydık. Teker teker salona dizilirken Nancy ayakta kalmayı tercih etti ve gözlerini çocuklarını azarlayan bir anne edasıyla bize çevirdi.
"Dökülün bakalım!"
Bölüm Sonu