16.BÖLÜM

1432 Words
Her sırrın bir gün ortaya çıkma gibi bir eğilimi vardır. Sen istersen o sırrı hayatın pahasına her şeyini feda ederek sakla. Feda edecek bir şeyin kalmadığında artık o sırrın da bir önemi kalmaz. Çünkü bu yolda uğruna feda ettiklerin aslında yola beraber çıktığın herkestir. Bunun farkına vardığında ise tek başına kalırsın. Ben Ezekiel Osborne. Bir Koruyucuyum. Bu zamana kadar bütün hayatımı, işimi en iyi şekilde yapmaya adadım. Adaletten hiç vazgeçmedim ve bana da adil davranılmasını bekledim. Bu uğurda bir çok şeyi göze aldım ve sonunda başardım. Şimdiyse bir kez daha adalet yerini bulsun istiyordum. Bir liderin halkından sakladığı her gerçek için bir bedel, haksızlık yapılan herkes için bir başlangıç istiyordum. Gözlerimin önünde duran bu kitapta yazan her kelime için bir açıklama istiyordum ama buna yetecek gücüm olmadığının bilincindeyim. Bunu yapabilecek tek bir kişi vardı ve o da şuan her şeyden habersizdi. Kendisine söylenen her yalandan, hayatının baştan aşağı bir kurmaca olduğundan habersizdi. Gördüğüm Leila Black yazısı beynimin durmasını ve damarlarımdaki bütün kanın öfkeyle dolmasını sağlarken Alvaro'nun "Hassiktir!" dediğini duydum. Gözlerim tekrar tekrar sayfada gezinirken hareket edemez bir haldeydim. Beni kendime getiren şeyse kütüphanenin baskın yapılır gibi açılmadan bir kaç saniye önce duyduğum ayak sesleriydi. O bir kaç saniye bana fırtınadan önceki ölüm sessizliği gibi gelirken yapabileceğim tek şeyi yapıp Alvaro'yu geldiğimiz yöndeki demir kapıya doğru ittim ve kapı açılıp içeri muhafızlar girmeden önce görünmesini engelledim. Muhafızları karşı karşıya kalmadan önceki o saliselik zamanda ise diyebildiğim tek şey "Git!" oldu. Kalbim dehşete kapılmış bir şekilde kulaklarımda atmaya başladığında tek düşünebildiğim şey artık her şey için çok geç olduğuydu. Alvaro neler olduğunu anlamazken yapabileceği en iyi şeyi yapıp sözümü dinledi ve muhafızların dikkati bende iken hemen burayı terk etti. Bundan sonraki her şey ise anlayamadığım bir hızda gelişti. Önce iki muhafız kollarımı tutarken üstümü başatan aşağı aradılar. Tehlike barındırmadığımı fark ettiklerinde ise kütüphaneye dönüp bütün kitapları tek tek kontrol ettiler. Bir eksik olmadığını anladıklarında üst rütbeye sahip olan muhafızın emriyle beni Baş Koruycu'nun yanına götürmeye başladılar. Ardındanse kaçma ihitmalime karşılık ellerimi sıkı bir şekilde kelepçelemişlerdi. Bütün bu olanlar nutkumun tutulmasını sağlarken hâlâ tam olarak neler olduğunun farkına varamamıştım. Şuan bir suçlu gibi elimde kelepçeler başımda onlarca muhafız, sorguya çekilmek için Baş Koruyucunun yanına götürülüyordum. Bir nevi suçluda sayılırdım ama bu Seth Owen'ın ve onu ailesinin halktan sakladıkalarının yanında bir hiç kalırdı. Kalbim bir maratonda gibi atarken aklıma Alvaro geldi. Acaba şuan ne yapıyordu? Beni kurtarmak için bir yol bulmuş muydu yoksa hâlâ düşünme aşamasında mıydı? Saat gece yarısına gelmek üzereydi ve şuanda kimsenin beni böyle görmemiş olması tek tesellimdi. Baş Koruyucunun sarayına geldiğimizde beni hiç beklemeden taht odasına götürdüler. İçeri girdiğimde tahtının hemen önünde sinir küpüne dönmüş bir şekilde volta atan Seth Owen'ı gördüm. Adım sesleri ile bize döndüğünde beni gördüğüne bir hayli şaşırmış gibiydi. Muhafızlar beni ona iyice yaklaştırıp önüne attıklarında el mecbur dizlerimin üstüne çöktüm. Baş Koruyucunun şaşkınlık içinde "Osborne?" diyen sesine karşılık ağzımı açıp tek kelime edemedim. Şükür ki buna gerek kalmadan muhafızlardan biri konuşmaya başladı. "Özel kütüphaneye izni olmadan giriş yapan Koruyucu buymuş efendim. Onu kütüphanenin içinde yakaladık." "Tek miydi?" Bir buz kütlesi gibi otoriter çıkan sesiyle sorduğu soru soğuk terler dökmeme neden olurken muhafızın "Tekti efendim. Kütüphaneyi aradık ama başka kimse yoktu." demesi endişemi anında alıp götürdü. Seth Owen'ın o soğuk, delici bakışları altında durabildiğim kadar dik dururken diğerlerine "Çıkın dışarı." diye emir verdiğini duydum. Hemen başımda duran muhafız "Ama efendim..." diye karşı çıkacak oldu ama karşımda gözlerini bana kilitlemiş bir şekilde duran adamın sözünü keserek "Size ne diyorsam onu yapın!" demesi ile herkes itiraz etmeden taht salonundan çıktı. İçerisi boşalıp sadece ikimiz kaldığında bir iki adım önüme gelip yüzüme bir kaç saniye tiksinircesine baktıktan sonra etrafımda dolaşmaya başladı. Ağır adımları zeminle her buluştuğunda odada yankılanan ses tam bir psikolojik işkenceye benziyordu. Etrafımda dönmeyi bırakıp yeniden önüme geldiğinde "Açıkçası kütüphaneme gizlice giren bu yürek yemiş kişinin sen olduğu aklımın ucundan bile geçmemişti Osborne." diyerek söze başladı. "7 sene önce 18'ine yeni bastığında dilediğin dilek hâlâ aklımda. O zamanlar bile vatanına olan bağlılığın gözlerinden belli oluyordu. Her zaman, her şeyi, herkes için iyi yapmaya çalışmak gibi bir çaban var. İtiraf etmek gerekirse bu göz kamaştırıcıydı. Ama vatanına ne kadar bağlıysan bana da bir o kadar bağlı olmadığının farkındayım. " Hiç acele etmeden kurduğu cümleler her seferinde büyük ve boş olan bu odada yankılanırken sesi kulak tırmalayıcıydı. "Ne demek istiyorsun?" diye sordum kısa kesmesini istediğimi belirterek. Sözlerimdeki bu cesaretin onun hiç hoşuna gitmediğinin bilincindeyim ve bu onu tekrar konuşmaya itti. "Demek istediğim şu Osborne. Ne kadar o zamanlar dilediğin dilek ile sana olan tutumum karşısında elimi kolumu bağladıysan şimdi yaptığın bu hainlik karşısında sana istediğimi yapabilirim." Bütün bedenim sinirle kasılırken kendimden emin ve keskin bir tonda "Ben sizden sadece adil olmanızı istedim." dedim. Bana büyük bir kibirle sırtını dönüp tahtına oturduğunda "Belki." dedi ve devam etti. "Ama bazen iplerin benim elimde olduğunu unutuyorsun. O yüzden hatırlatmaktan zarar gelmez. Unutma seneler önce dilediğin dilek artık önemini yitirdi. Bu sebeple birazdan soracağım sorulara dikkatli cevap versen iyi edersin." Karşımda doğuştan gelen bir avantaj ile bana zorbalık yaparak üstünlüğünü kabul ettirmeye çalışan bu adam benim için türümüzün yüz karasıydı. Her şeyin onun elinde olduğunu düşünüyordu ama şuan oturduğu tahtaki yerinin sallantıda olduğundan habersizdi. Karşımdaki bir lider değil istediği her şeyi elde edebileceğini zanneden bir zorbaydı. Ve bu zorba bu şartlar altında yüksek ihtimalle benim sonum olacaktı. Eğer öyle olacaksa da üzüleceğim tek şey Patricia'dan dileyemediğim özür olurdu. Beni derin düşüncelerimden ayıran Seth Owen'ın sesi ile dikkatimi ona vermeye çalıştım. "Özel kütüphaneye nasıl girdin?" "Genel Kütüphanenin sol kanadından" diyerek net bir cep verdiğimde bunu beklemiyor olmalı ki bir kaç saniye durakladı ama hemen ardından sorusuna yeni bir tanesini ekledi. "Peki orada aradığın şey neydi?" İşte bu soru cevaplayamayacağım bir soruydu. Bu sorunun cevabını karşımdaki kendini beğenmiş adamdan önce bu bilgiyi öğrenmeyi hak eden kişi öğrenmeliydi. Bu yüzden bende bu soruya sessizlik ile cevap verdim. Benim konuşmayacağımı anlayınca hafifçe öne doğru eğilerek sinir bozucu bir tonla konuşmaya başladı. "Ne oldu Osborne? Verecek bir cevap mı bulamadın?" Ona sadece gözlerimi dikerek cevap verdim. Konuşmak şuan yapacağım en tehlikeli şeylerden biri olurdu ve benim ecelime susadığım falan da yoktu. İstikrarlı sessizliğimi sürdürürken arkasına yaslanarak yeniden konuşmaya başladı. "Sustuğun her saniye senin aleyhine Osborne. Benim de dünyalar kadar vaktim olmadığına göre hemen konuşsan iyi edersin. Sabretmek gibi bir çaba göstermem. " Sustuğum her saniye onun çileden çıktığını hissederken bu bana büyük bir haz verdi. Bir süre sonra yine cevap vermeyeceğimi anladığında hızla yerinden kalktı ve sol eliyle boğazıma yapıştı. Ani hareketi ile neye uğradığımı şaşırırken boğazımdaki eli nefes almamı büyük bir miktarda zorlaştırıyordu. Gözlerini gözlerime çevirdiğinde geri adım atmayarak doğrudan gözlerine bakmaya devam ettim. "Sana son kez soruyorum, orada ne yapıyordun? Neyin peşindesin?" Boğazımdaki eli bir süre sonra tamamen nefes almamı engelleyecek şekilde boynumu kavradığında ona istediğini vermeye hiç niyetim yoktu. Bunun sonu ölümüme sebep olsa bile. Sustuğum her saniye için eli boğazımı daha çok sıkarken tam bilincim kapanmaya başladığı sırada elini boğazımdan çekti ve bütün gücüyle yüzüme bir yumruk indirdikten sonra arkasını dönüp tahtına doğru yürümeye başladı. Attığı yumruğun etkisiyle birlikte olduğum yere yığılırken yanağımdaki muazzam acının yanında ağzımın kan ile dolduğunu hissettim. Aynı zamanda ciğerlerim oksijen için yalvarırken ağzımdaki kanı tükürüp nefesimi düzene sokmak için derin derin soluklar almaya başladım. Ben kendime gelmeye çalışırken bulanıklaşan görüşüm yavaş yavaş kendine geldi ve Baş Koruyucunun tahtının hemen yanındaki kılıcına uzandığını gördüm. Kılıcı eline alıp bana döndüğünde yavaş yavaş sona geldiğimi hissediyordum. Kalbim dehşet ile atarken ölüm aklıma tekrar Patricia'yı getirdi. O ölümü istekle karşılayabildiyse eğer bende aynısını yapabilirdim. En azından son anlarım korku içinde olmazdı. Ben hâlâ yere yığılmış bir şekilde nefessizliğimi gidermeye çalışırken Baş Koruyucu tam önümde durdu. "Sana fazlasıyla tahammül gösterdim Osborne ama sen sana sunduğum bir gramlık şansıda aptallığın yüzünden kaybettin. Şimdiyse bak o aptallığın ölümüne sebep olacak." Son anlarımın onun aşağılamalarını dinlemek olmasını istemediğim için ilk defa aklımdan geçenleri yalın bir gerçeklik ve yeni düzelmeye başlayan nefsimle yüzüne söyledim. "Bir gün... Bir gün bu kibrin senin sonun olacak ve küçümseyip sözlerinin altında ezdiğin her Koruyucu seni o tahttan adil bir şekilde indirecek. Senin yerineyse kim gelecek biliyor musun? O tahtı gerçekten hak eden biri ve o kişi herkes için adaleti sağladığında artık kimse kendini önemsiz biri olarak görmeyecek. O gün Seth Owen, o gün geldiğinde Koruyucu tarihi yeniden yazılacak ve senin uğursuz ismin herkes tarafından unutulacak." Sözlerimin keskinliği ve ağırlığı altında karşımda küçücük kalan bu adam artık benim için bir celladdan farksızdı. İyice gerilen yüzü ile öldürmek ister gibi bana baktı ve kılıcını kınından hiç düşünmeden çıkardı. "Sakın şunu unutma Ezekiel Osborne. Senin sonunun sebebi ben değilim, sensin." Son sözleri beynimin içinde yankılanırken kılıcını havaya kaldırdı. Bir an bile gözlerim kılıçtan ayrılmazken sakinlik içinde gözlerimi kapattım ve ölümü kabullendim. Tıpkı Patrica'nın yaptı gibi. Bölüm Sonu
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD