15.BÖLÜM

1659 Words
Kütüphane saat 21.30'dan sonra kapandığını için kimseye görünme derdi olmadan el fenerlerimizi açıp en az bir saray kadar büyük olan kütüphanenin sol kanadına doğru yürümeye başladık. Yolu tam olarak bilmediğim için Alvaro'nun arkasından ilerlerken Alvaro merak içinde "Acaba buraya gelmek için Patricia'ya ne yalan uydurdun, çok merak ettim." dedi. "Hiçbir şey." diye cevap verdim rahatsızlık içinde. Gözleri şaşkınlıkla bana döndüp olduğu yerde dururken "Nasıl yani? Siz aynı evde kalmıyor musunuz tanrı aşkına?" dedi. Bu sözleri iyice keyfimin kaçmasını sağladığında daha fazla sorgulamaması için "Patricia iki gündür Nancy'de kalıyor Alvaro. Anlayacağın ona hiçbir şey dememe gerek kalmadı, ayrıca bana fena halde sinirlenmiş bir durumda." diye kısa bir açıklama yaptım. "Ovv! Durum sandığımdan ciddi o zaman. Ne yapmayı düşünüyorsun peki?" "Sanırım özür dileyeceğim." Ağzımdan çıkan sözler ile biraz önceki şaşkınlığı şimdikinin yanında hiç kalırken ilk bir kaç saniye konuşmadı. Konuşabildiğinde ise ilk dediği şey koca bir "Oha!" oldu. Ne oldu der gibi ona bakarken "Ezekiel Osborne birinden özür dileyecek ha, öyle mi? Dünyanın sonu falan geldi de haberimiz mi yok?" demesi ile susması için onu kolumda hafifçe ittirdim ve "Abartma istersen. Alt tarafı bir özür dileyeceğim.' dedim. "Bu ilk olduğu gerçeğini değiştirmiyor ama. Ayrıca sen ne olursa olsun haklı bir gerekçe ortaya sürüp bunu yapmaya da bilirdin. Patricia'nın ne ayrıcalığı var." Sözleri ile içime bir sıkıntı çökerken karanlık yolda sadece fenerimin aydınlattığı kadar görebildiğim koridorda ilerlemeye devam ettim. "Sus da işimize dönelim hadi." Alvaro sanki bu cevabıma bozulmuş gibi hızla önüme geçtiğinde "Beni geçiştirmeye çalışma Ezekiel." dedi. "Öyle yapmıyorum!" İnkar etmeme rağmen fikrinin bir gram bile değişmediğini yüz ifadesinden anlayabiliyorum. Elimizdeki fenerlerin yüzümüze yaptığı yansımadan zaten çatık olan kaşlarının daha da çatıldığını görürken "Evet öyle yapıyorsun." dedi. "İkimizde bu kıza karşı daha farklı davrandığının farkındayız dostum. Sen ne kadar inkar etsen de bu böyle. Bu sebeple şimdi beni ikna etmeye çalışmakla zamanını harcama. Bir gün buna sebep olan şeyin adını koyabildiğinde gel o zaman konuşalım. O yüzden şimdi sadece işimize baksak iyi olur." Ağzından çıkan her kelime zihnime bir bıçakla kazınmış gibi yer edinip oraya yerleşirken bunları sonra düşünmeye karar verdim. Şimdi benim Patricia'ya olan davranışlarımızdan çok daha önemli işlerimiz vardı. Bu çelişkili konuşmamızla geçen yolun ardından yaklaşık 2 dakika sonra sol kanada vardığımızda karşımda Alvaro'nun bahsettiği dolabı gördüm. Gerçi bu bir dolaptan daha çok kapakları sökülüp kitap rafına döndürülmüş bir tahta parçasıydı. Duvar ile temas ettiği kısımlarında oluşan örümcek ağları ve hafifi küf kokusu bu rafın yıllardır burada olduğunu belli ediyordu. Öyle ki her an yıkılacakmış gibi duruyordu. Alvaro'ya döndüğümde bunu hissetmiş gibi o da bana döndü. Bir kaç saniye kararsızlık içinde bakıştıktan sonra bunun böyle devam edeceğini anlayıp elimdeki çantayı yere bıraktım ve el fenerini üstünü koyarak önümüzü görebileceğimiz bir şekilde sabitledim. Kollarımı sıyırmaya başladığımda ise Alvaro'da boş durmayı bırakıp el fenerini aynı benimki gibi sabitledi. Onun el feneri ile görüşümüz bir miktar daha rahatladığında ikimizde rafa yaklaştık. Elimin birini duvar ile raf arasındaki küçük boşuğa koyup diğer ile de rafı tuttum. Alvaro da benim yaptığımın aynısını rafın alt tarafını hareket ettirecek şekilde yaptığında rafı aynı anda kendimize doğru çekmeye başladık. Dolap büyük bir gıcırtıyla sanki yerinden hareket etmek istemiyormuş gibi bize karşı koysada bir kaç santim de olsa duvar ile arasında boşluk yaratabilmiştik. Kendimize bir kaç saniye izin verip kuvvetin etkisi ile kızaran ellerimi ovuştururken göz ucuyla Alvaro'ya baktım. "Bir kaç santim daha çekebilirsek geçebiliriz." diye bir durum değerlendirmesi yaptığında onu başımı sallayarak onayladım. İkimizde rafa yeniden yaklaşıp onu çekmek için hazırlanırken bu sefer elimi biraz önce yarattığımız boşluğa uzatıp dolabın arkasından tuttum. İkimizde rafı tekrar kendimize doğru çekmeye başladığımızda biraz öncesinin aksine rafı çok daha kolay bir şekilde hareket ettirebildik. İlkine göre neredeyse iki kat daha çok kendimize çekebildiğimiz rafın ardından görünen paslı demir kapı ile hızla Alvaro'ya döndüğümde kilitlenmiş bir şekilde kapıya bakıyordu. Doğrulup birbirimize baktığımızda "Hâlâ devam etmek istediğine emin misin?" diye sordum. Şuan yapacağımız şey Koruyucu kurallarına aykırı bir şeydi ve oldukça da tehlikeliydi. Bu yüzden bunu yapmak istemezse onu eleştirmezdim. Ama o benim düşüncelerimin aksine gülümseyerek "Korkuyorsan sen dönebilirsin." dedi. Bu sözleri benimde gülümsememi sağlarken "E hadi o zaman." dedim. Sözlerim üzerine İkimizde yerdeki çantalarımızı sırtımıza aldık ve ikimizinde sığacağı kadar büyük olan aralığa girip kapının önüne geldik. Kolu kavrayıp indirdikten sonra kapıyı ileri doğru ittirdiğimde paslı kapı tahmin ettiğimin aksine karşı koymadan açıldı. Kapının ardında gördüğüm görüntü tahminimin aksine gayet sıradandı. Buranın normal kütüphaneden tek farkı çok daha büyük bir özenle dizilmiş kitaplar ve son model raflardı. Her kitap tek bir toz tanesi bile taşımadan olduğu yerde parlarken buranın bu kadar özenli bakılmış olması beni şaşırttı. Sırada ne olduğunu bilemeyerek Alvaro'ya döndüğümde onun çoktan raflardaki kitaplara bakmaya başlamış olduğunu gördüm. "Hangi kitabı arıyorsun?" diye sordum birinin bizi duyması ihtimaline karşı kısık bir sesle. "Antenati diye bir kitap." "Bu kitap bizim istediğimizi bize nasıl verecek ki? Ne yazıyor o kitabın içinde?" "Bütün Baş Koruyucuların hayatları yazıyor. Zamanında şimdinin yöneticileri eskilerin hatalarını yapmasın ve eskiden ders alarak halkını iyi bir şekilde yönetsin diye Baş Koruyucuların ve onların çocuklarının bütün hayatı bu kitaba yazılırdı. Hâlâ daha yazılıyor. Bu kitapta bir Baş Koruyucunun doğumundan tut ölümüne kadar yaşadığı her şey yazılır. Savaştaki kayıpları, zaferleri , çıkardığı kanunlar, evlendikleri kadın veya adamlar ya da çocukları. Hepsi tek tek kaydedilir. Sırf olası bir durumda geriye dönüp bakabilsinler ve atalarından yardım alabilsinler diye uzun yıllardır bu tutuluyor. Herkes bu kitabın varlığından haberdar ama kimse bir Baş Koruyucu olmadan içinde ne yazdığını öğrenemez. Hatta gelcekte Baş Koruycumuz olacak olan Aida bile bu kitabın içindekilerden haberdar değil ama bu demek olmuyor ki istediğinde ulaşamaz." Alvaro'nun ağzından çıkan her kelime ağzımın daha da aralanmasını sağlarken bana yaptığı uzun açıklama karşısında verebildiğim tek tepki "Yok artık!" oldu. "Sen bunları nereden biliyorsun ayrıca?" Alvaro hem benimle konuşup hem de hızla raflardaki kitapları incelerken bıkkınca nefes aldı. "Size boşuna kitap okuyun demiyorum abi. Şimdi aval aval etrafa bakmayı bırakıp bana yardım etmeye başlar mısın? Yoksa istediğimizi bırak bir saate yarına bile bulamayız." Sözleri ile bende harekete geçerken onun hemen arkasındaki rafta duran kitaplara bakmaya başladım. Çok şükür ki kitaplar alfabe sırası ile dizilmişti ve kitabı bulmak için bakabileceğimiz yerleri sınırlayabiliyorduk. Yaklaşık 10 dakika boyunca A ile başlayan bütün kitaplara tek tek baktığımda aradığımı bulamayarak umutsuz bir şekilde Alvaro'ya döndüm. "Bu tarafta yok. Sende bir şeyler var mı?" Başını hayır der gibi sallayıp sıkıntı içinde etrafına bakmaya başladığında ikimizde ne yapacağımız bilmiyor gibiydik. Bir umut gözlerimi kütüphanede gezdirmeye devam ettiğimde yüzüme çarpan beyaz ciltli, başında ve ucunda altın sarısı işlemleri olan bir kitap gördüm. Merak içinde kitaba gidip kendime çektiğimde üstünde gördüğüm "Antenati" yazısı ile büyük bir rahatlama ile Alvaro'ya döndüm. "Alvaro! Çabuk buraya gel, buldum." Sözlerim ile Alvaro ışın hızıyla yanıma gelip kitabı daha ben bakamdan elimden aldı. Sayfaları açıp teker teker içine bakmaya başladığında bende kitabı aldığım rafa döndüm. Neden olması gerken yerde değilde buradaydı anlamamıştım doğrusu. Bunu sonra düşünmeye karar vererek Alvaro'nun elindeki kitaba odaklandığımda Alvaro sayfaları hızlı hızlı geçiyordu. Özellikle aradığı bir şey var gibiydi. Bir kaç dakika boyunca sayfaları çevirip durdu ama sonra birden elini bir sayfanın üstüne koydu ve heyecan içinde "İşte buldum." dedi. Büyük bir merakla kitaba baktığımda sayfanın başında Elvis Owen yazısını gördüm. Neden özellikle bu ismi aradığını anlamazken "Niye bu adama bakıyoruz biz?" diye sordum. Alvaro okumasına ara verirken büyük bir dikkatle bana açıklamaya başladı. "Bu adam Seth Owen'in abisi. Aralarında yaklaşık 10 yaş vardı. Bu adam tam 26 yaşındayken veliaht Baş Koruyucu olduğu ilan edildi. Açıkçası Baş Koruyucu olacağı en erken belirlenen Owen olarak tarihe geçmiş. Ama 1998 yılında ona verilen bir görevden sonra daha Baş Koruycu olamadan bu görevde hayatını kaybetti. Böylece tahta küçük kardeşi Seth Owen geçti." Sözünü hiç kesmeden onu dinlerken konumuz ile ilgili bağlantısını anlamayarak "Bunun bizimle ne alakası var peki? Adam görevde ölmüş zaten." dedim. Gözleri bilmiş bir ifade ile bana döndüğünde "Kayıtlara şüpheli ölüm olarak geçti." dedi ve daha ben aklımdaki soruyu sormadan konuşmaya devam etti. "Herkes onun gidişini gördü ama buraya tekrar hiç gelmedi. Ne ölüsü ne de dirisi... Anlayacağın adam bir anda ortadan kayboldu ve ölümü hiç bir zaman kesin olarak kanıtlanamadı. Yani eğer düşündüğümüz şey doğruysa aradığımız o adam, bu adam olabilir dostum." Alvaro'nun anlattıkları bir yandan çılgınca bir yandan en mantıklı seçenek gibi gelirken ne diyeceğimi bilemedim. Bende yapabileceğim en iyi şeyi yaparak önümdeki kitapta yazanları okumaya başladım. İsim: Elvis Owen Doğum Tarihi:1970 Ölüm Tarihi: 2002 Tam olarak 32 yaşında ölmüş görünüyordu ve bu göreve gittiği zamandan tam 4 yıl sonrası idi. Alvaro'nun dediğine göre ise bu adam 1998'de değil 2002' de ölmüştü ve bu kitaba bakıldığında ortalıkta bir şeyler döndüğü belliydi. Büyük bir ilgi ile daha yalan olan neler öğreneceğimizi düşünerek geriye kalan satırları okumaya başladım. "12 yaşında kanatlarına sahip olmuş 18 yaşında ilk görevine çıkmıştır." diye başlayan cümleden sonra bir kaç önemsiz bilgi daha ardından geldi. Hızlıca geçtiğim satırlardan sonra 1998 senesine geldiğimde gözlerim yavaşladı ve dikkatle okumaya başladı. "1998 yılında yeryüzüne gittiği görevden sonra yaklaşık 2 ay boyunca geri dönmedi. Bu süre zarfında bilekliğinden sadece babası Axel Owen ile görüştü. Görevin bitmesine rağmen uzun süre geri dönmeyen Elvis Owen 1998 senesinin sonlarında gökyüzüne son kez geri döndü ve babasına bir daha gelmeyeceğini yeryüzünde aşık olduğu bir kadınla evlendiğini söyleyerek bütün itirazları umursamadan yeryüzüne döndü. Bu olay üstüne aile içinde büyük bir karışıklık olsa da hiç bir şey halka yansıtılmadı ve Axel Owen herkese oğlunu yeni bir göreve yolladığını bundan bir kaç gün sonra ise oğlunun bu görevde vefat ettiğini duyurdu. Böylece Elvis Owen gökyüzü için 1998'de ölmüş oldu. Fakat Axel Owen oğlunu yeryüzündeyken de izlemeye devam etti ve her adımını takip etti. Evlendiği kadın hakkında her bilgiyi edindi ve onlar fark etmese de Axel Owen hep onların arkasını kolladı. Elvis Owen ise gerçek anlamda 2002 yılında vefat etti. Axel Owen uzun bir süre bunun nedenini araştırsa da ömrü bunu yapanı bulmaya yetmedi ve vefat etti. Ölümünden sonra ise 25 yaşındaki oğlu Seth Owen tahta geçti. " Bu yazılar karşısında sanki nutkum tutulmamış gibi altındaki son ve kısa bilgileri okuduğumda ise bedenimi bir şok dalgası ele geçirdi. Çocukları: 2002 yılında ölümünden hemen önce bir kızı olduğu biliniyor. İsim: Belirsiz. Evlendiği Kadınlar: Ömrü boyunca sadece tek bir kadınla evli kalmıştır. İsim: Leila Black. Bölüm Sonu
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD