Yaman Demiroğlu

1085 Words
Hayatımın büyük bir çoğunluğunda belli başlı kayıplar vermiş bir genç kız olarak ilk en büyük kaybımı annemle vermiştim. Annem öylesine tatlı, iyi yürekli bir kadındı ki ona hep gıpta etmişimdir. Onun gibi olmak için çabalamış, babamı üzmemek için elimden gelen her şeyi yapmıştım. Ancak şimdi karşı karşıya kaldığım durum öylesine can sıkıcı ve içinden çıkılması ki ne yapacağımı şaşırmış vaziyetteydim. Altından bulunduğumuz ağacın bize güven sağlamayacağının bilincinde olsak da öylece yanımızdan geçen bir düzine arabaya baktık. Gözlerim hala yaşlı, hâlâ umutsuzdu. Ne yapacaktım ben? Babamı nasıl kurtaracaktır? Ya ona bir şey yaparlarsa? Kafamın içinde öyle çok soru vardı ki hangi birine yetişeceğimi şaşırdım. “Burası hiç güvenli değil Nazlı. Mekâna geçelim.” Diye bir fikir de bulunduğunda itiraz edecek durumda değildim ancak yüksek sesten nasıl konuşacaktık ki? “Orası fazla gürültülü değil mi?” dedim titreyen sesimle. Vücudum bir yaprak gibi titriyordu. “VIP bölümünde olacağız. Orada ses yalıtım oluşturan duvarları etkin hale getirebiliyorsun.” Diye açıklama yaptığında ne dediğini anlamasam da onayladım. Ardından o koluma girerek titreyen bedenime destek oldu ve beni ağaçların oradan çıkarıp yaklaşık 200 metre kadar yürüttü. Şimdi ise kocaman bir kayanın önündeydik. Buraya daha önce gelmemişti. Fazlasıyla ıssızdı. Buraya gelen arabalar nereden içeri giriyordu ki? Enteresandı. Beyza taş duvarın oraya geçip kafasını sol üst köşeye yaklaştırdıktan sonra taş duvar ikiye ayrıldı. Kayanın ikiye ayrılması elbette ki beklediğim bir şey değildi. Ağzım açık olan biteni sadece izliyordum. Beyza sarı saçlarını geriye doğru savurdu ve kapının önünde bekleyen iki izbanduta elindeki siyah kartviziti gösterdi. Korumalar iki yana açıldığında bu geçmemiz için bir işaretti. Elini bana uzattığı anda hiç düşünmeden tutup korka korka bize, öldürecek gibi bakan adamların yanından geçtim. Fazla karanlıktı. Duvar kapandığı anda ışıklar bir bir yanmaya başladı ve bizi kırmızı loş ortamlı bir koridor karşıladı. Duvarlarda meşaleler vardı. Nasıl kendiliğinden alev alıyordu merak konusu. Demir kapının önüne geldiğimizde kapıda kart okuma sistemi olduğunu gördüm. Yüksek koruma önlemleri alınmıştı belli ki. Hoş, Türkiye’nin en tehlikeli ve gözde mekanlarından biriydi ve bildiğim kadarıyla büyük illerin hepsine aynı mekandan açmıştı buranın lideri. Kapı açıldı, maskeli bir adam geçmemiz için geri çekildi. Biraz önce geçtiğimiz koridor gibi aynı yerden geçtik ve sonrasında son kapıyı da açıp geçtiğimiz anda kulak patlatacak kadar yüksek sesteki müzik ile sarsıldım ve Beyza’nın koluna daha çok sarıldım. O ise sanki her köşeyi ezbere biliyor gibi hareket ediyor, özgüvenle yürüyordu. Özgüveni aşık olunasıydı. Ürkek bakışlarla etrafta çılgınca dans eden devasa mekana baktım. İçimden bir ses buranın sadece tek kattan ibaret olmadığını söylüyordu. Öylesine iyi tasarlanmıştı ki hayran hayran bakmadan da duramadım. Beyza beni sol tarafta ki merdivenlere çekiştirdi. Yaklaşık on beş basamak çıktıktan sonra cam kapıyı tutup çekti ve içeri girip kapattığı anda dışarıdaki tüm ses kesildi. Şaşkın şaşkın camlara baktım. Buradan dans eden insanları, striptizcileri ve bar kısmını çok net görebiliyordum. İçeriye göz attığında on tane özel loca olduğunu gördüm. Her loca yaklaşık on üç on dört kişilik tasarlanmıştı. Siyah deri koltuklar ortada cam sehpa vardı. Duvarlar içeri doğru oyulmuş ve her oyuntu da kırmızı birer mum vardı. Çok nezih ve hoş bir ortamdı. Beyza etrafta birini arıyor gibi bakındı ve takım elbise giymiş, yakasında üst düzey güvenlik olduğu belli olan bir adama el salladı. Adam bizi görür görmez geldi ve hafifçe tebessüm etti. “Hoş geldiniz. Abinizin sizin için ayarladığı loca şurası.” Dedi ve eliyle boş olan sondan ikinci gösterdi. Zaten diğerleri doluydu ve herkes kendi halindeydi. Sanki buraya gelen özel şeyler konuşmak için geliyor gibi havası vardı ortamın. Son loca ile aramızda daha fazla mesafe olması da dikkatinden kaçmadı desem yalan olur. Ayrıca son locanın etrafı kırmızı perdeyle kapatılmıştı, içeride olanı görmüyorduk. Bizim locamıza geldiğimizde sehpaya dizilmiş çeşit çeşit alkole ağzım açık baktım. Daha önce hiç alkol almamıştım. Beyza da hiç ısrarda bulunmamıştı ama onun içtiğini biliyordum. Tam ortadaki koltuklara oturduk ve hızla bana döndü. “Şimdi dökül bakalım Nazlı, neler oluyor ne bu halin?” dedi endişeyle. Buraya gelene kadar öyle güzel maske takmıştı ki bir an unuttu sandım. Dudaklarım yeniden titremeye, gözlerim de dolmaya başladı. “Babamı rehin aldılar.” Dediğimde gözleri irice açıldı ve yüksek sesle “Ne?” diye bağırdı. Herkesin gözü bize döndüğü anda utançla elini sıktım. “Lütfen bağırma, bize bakıyorlar.” Diyince alt dudağını ısırıp endişeyle başını aşağı yukarı salladı. “Düzgünce anlat şunu kızım, ne demek babamı rehin aldılar?” Elimde gözümden akan bir damla yaşı sildim. “Babam beni okutmak için okula başladığım yıl tefecilerden borç almış. Borç aldığı kişi arkadaşıymış ve onu çok zorlamamış bunca yıl ama babam düzenli olarak aldığı maaşı hep oraya ödemiş. Fakat geçtiğimiz günlerde arkadaşı vefat edince yeni lider babamın yakasına yapışmış. Bugün eve geldiğimde onu hırpalanmış bir şekilde üzerine silah doğrulturken buldum. Adamlar babamı alıp gitmeden önce bana bir haftam olduğunu, bir hafta içinde parayı bulmazsam babamın ölüsünü kapıma getireceklerini söylediler.” Dedikten sonra elimi yüzüme kapayıp hıçkırarak ağlamaya başladı. Benim söylediğim her kelimeden sonra onun da beti benzi attı. “Ne olur bana yardım et Beyza.” Dedim çaresizce. Beyza sertçe yutkundu. “Ne kadar istediler?” Elimi yüzümden çektim. Ağlamaya devam ediyordum. “Üç milyon.” Gözleri fal taşı gibi açıldı, ağzı hayretle aralandı. Birkaç kez konuşmak için ağzını açıp kapasa da kendine gelene kadar konuşmadı. “Bu çok fazla.” Dedi nihayet konuşmayı başardığında. Onun bu hali beni daha çok umutsuzluğa sürükledi. Ağlamam çoğaldı. “Ben bizimkilere ısrarda bulunacağım ama benim için tırnaklarını bile oynatmaz onlar. Takılarımı falan satsak ancak bir milyon eder.” Diyerek çözüm üretmek için uğraştığında içim sıcacık oldu. İyi ki arkadaşımdı. “Ne yapacağımı inan bilmiyorum.” Çaresizlik akıyordu sesimden. Hayatımda hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. “Eğer hızlı bir çözüm bulmazsam babamı öldürecekler Beyza, ne yapacağım ben?” Gözlerimden yaşlar süzülürken elimi yüzüme koyup içli içli ağlamaya başladım. Kollarını etrafına sarıp bana destek olmaya çalışsa da ikimizin de bildiği tek bir şey vardı. O da her şeyin benim için bittiği ve Soma geldiğim. Üç milyon gibi bir tutarı bir hafta da bulmam imkansızdı. Eğer bulabilecek kapasitede olsaydım en başından bunu yapar kendi kendimi okuturdum ancak ben sıradan bir kızdım. Orta gelirli bile sayılmazdım. Babamız bir hayat istemiyordum. Ailemsiz bir hayat istemiyordum. Zaten annemi kaybetmişken babamın da yokluğu ile sarsılmaz istemiyordum. Hem beni de öldürmeyecekleri ne malumdu? Ya babamın gözü önünde beni de öldürürlerse? Allah’ım sen yardım et. Bu esnada yan taraftaki kırmızı locadan çıkan kulağında siyah kulaklık olan iri kıyım bir adam bize doğru geldi ve doğrudan gözlerini bana dikti. “Patronumuz Yaman Demiroğlu sizi bekliyor.” Diyerek ellerini yana doğru uzatıp geçmem için beklediğinde sertçe yutkundum. İçimden bir ses itiraz etsem de zorla götürüleceğimi söylüyordu. Neden beni çağırıyordu ki? Bana ne yapacaktı?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD