Bir an duraksadım. Babamdı. Bilinçli bir şekilde böyle bir şey yapmazdı, biliyordum ama sarhoş olduğunda kendini kaybediyordu. Sarhoşken içindeki en kötü yanları ortaya çıkaran biriydi. İnsanın kendi babası hakkında böyle şeyler düşünmesi ne kadar acı, bir bilseniz... Ama ben artık acıyı bir kenara bırakmayı öğrenmiştim. Kuyruğu dik tuttum, çünkü başka türlüsü beni daha da küçültürdü.
"Dene bakalım ne oluyor." dedim, gözlerimi onunkilere dikerek. "Seni öyle bir hale getiririm ki midesiz erkeklerin var olması bile seni kurtaramaz. Yüzüne bir daha kimse bakamaz."
Sözlerimin ona işlediğini fark ettim. Kaşlarının arasındaki kırışıklık, gözlerindeki ani korku... Güzel yüzüne bir şey olacak diye deli gibi korkuyordu. Elinde güzelliğinden başka hiçbir şeyi olmadığını düşünüyordu, bu çok açıktı. Aslında ona acıyorum, evet, çünkü bir insanın hayatta tek dayanağının dış görünüşü olması kadar trajik bir şey yok. Ama bu, beni tehdit ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. Ağır tehditlerle üstüme geldikten sonra altında kalacak değildim.
Tam o sırada bir garson kolumu tuttu, sanki beni susturmak ya da dışarı çıkarmak ister gibi. Daha ne olduğunu anlayamadan, bir başka el onun bileğine yapıştı. Garson bir anda sersemledi, o kadar ki refleksle beni bıraktı.
Arkasında bir adam belirdi. Yüzünü tam göremedim, çünkü karanlık ışıklarla dolu mekanda gözlerine odaklanmamıştım bile. Ama sesini hatırlıyorum. Derindi, biraz buyruk verici ama bir şekilde yumuşak. "Kız benim misafirim." dedi sadece. Garson hiç tartışmadı, başını eğip hemen çekildi. O an garsona neyin bu kadar korkutucu geldiğini anlayamadım.
Adam beni bileğimden tuttuğu gibi arkasına çekti. Sürüklenmekten nefret ediyorum. Kontrolü elimde tutmayı seven biriyimdir, hele ki birinin beni bir yere sürüklemesi? Buna katlanamam. Ama o an ne itiraz ettim ne bağırdım. Daha çok merak içindeydim, kim olduğunu çözmeye çalışıyordum.
Beni mekandan biraz uzağa götürdü, gürültüden uzaklaşıp sokağın sessiz bir köşesine geldiğimizde nihayet durdu. Elimi bırakınca derin bir nefes aldım ve sert bir şekilde kolumu çektim. Sinirliydim.
"Sen aklını mı kaçırdın? Pavyon basmak ne?" diye sordu, beni tepeden tırnağa süzerek.
"Sanane." dedim, bakışlarımı onunkilere dikerek.
Kaşlarını çattı, belli ki sabrının sonuna gelmişti. "Bak kızım, kimsin, derdin ne, bilmiyorum ama öldürürler seni. Anlıyor musun? Pavyona böylece girip racon kesemezsin."
"Ben kestim ama." dedim omuz silkerek.
Adam sinirli bir şekilde başını salladı, alaycı bir gülümseme belirdi yüzünde. "Evet, kestin kestin. Bir daha dene de gör bakalım ne oluyor. Neyse, niye uğraşıyorsam? Ben insanlık vazifemi yaptım sonuçta. Benden bu kadar." dedi ve arkasını dönüp çıktığımız pavyona doğru yürümeye başladı.
Arkasından bakakaldım. Kim olduğunu, neden beni koruduğunu bilmiyordum. O sırada bunun hayatımı kurtardığını da anlamamıştım. Geri dönüp eve yürüdüm, kafam karmakarışıktı. Ama bir şeyden emindim; o adamın bakışlarında bir şey vardı. Bana kızgın gibi görünüyordu ama aynı zamanda bir şeyleri anladığını hissediyordum.
O gün kimin pavyonunda ahkam kestiğimi, kimlerin ayağına bastığımı bilmiyordum. Eğer bilseydim, böyle bir şey yapabilir miydim, emin değilim. Çünkü o dünyanın kurallarını bilmiyordum, henüz öğrenmemiştim. Ama bir gün öğrendiğimde, o gece beni sürükleyerek dışarı çıkaran adamın aslında hayatımı kurtardığını anladım. Eğer o gün beni dışarı çıkarmasaydı, belki de bugün bir mezarım bile olmayacaktı.
....
Uraz' la her şey gerçekten harika gidiyordu. Aşk sarhoşu derler ya, işte bendim o. Her buluşmamızda kalbim daha hızlı atıyor, onunla geçirdiğim her saniye daha kıymetli geliyordu. Gözlerinde kaybolmak, kahkahasını duyup dünyayı unutmak... Bütün bunlar hayatımın en güzel yanıydı. Eğer bir zaman makinesi olsaydı ve o zamanki bana dönebilseydim, "Çok mutlu olmaktan her zaman kork, Yasemin." derdim. Çünkü mutluluk bazen öyle büyüktü ki, ardından gelecek acıyı görmeni engeller.
Babam ise hala eskisi gibiydi. Çok içiyordu. O kadar ki, artık işleri doğru düzgün yürütemiyordu. Günleri sarhoşluk içinde geçiyor, geceleri de kendini bilmez bir halde evde sürükleniyordu. Onun bu hali, annemin gidişiyle içimde açılan yarayı daha da büyütüyordu. Ben ise bu hayattan kaçmak için her fırsatı değerlendiriyordum. Ve o fırsat da Uraz 'dı.
Uraz 'la ders çalışmaya devam ediyorduk. Üniversite sınavına hazırlanıyordu, askerde olacaktı ama yine de sınava girmeye söz vermişti. Askere gitmesine çok az bir zaman kalmıştı, bu yüzden daha sık görüşüyorduk. Ama içimde bir kaygı vardı, nedensiz bir korku. Önce bu duyguyu önemsemedim. "Geçer." dedim kendi kendime. Ama geçmedi, aksine her geçen gün daha da büyüdü.
O sabah yine birlikteydik. Uraz 'la aynı odada uyuyorduk. Gece, ondan önce uyandım. Hafif bir loşluk vardı odada, perde aralığından gelen sokak lambasının ışığı yüzüne vuruyordu. Altında sadece bir boxer vardı, bende ise iç çamaşırlarım ve onun giydirdiği o kocaman tişört. Ne kadar huzurlu göründüğüne baktım bir süre. Yüzündeki sakinlik, derin uykusundan çıkan düzenli nefes alışverişleri... Onu böyle izlemek bile mutluluk vericiydi.
Sonra içimdeki kaygıyı unutmaya çalışarak bir şeyler yapma ihtiyacı hissettim. Sessizce yanına yaklaştım ve üzerine oturdum. Ellerimle yüzüne dokundum, alnına küçük bir öpücük kondurdum. Hafifçe mırıldandı ama uyanmadı. Dudaklarımdan yanağına, oradan çenesine doğru bir dizi öpücük bırakmaya başladım. Uyandırmayı kafaya koymuştum.
"Uraz." diye fısıldadım. "Hadi, uyan artık."
Biraz homurdandı, gözlerini hafifçe araladı. O uykulu haliyle yüzündeki şaşkınlık ve gülümseme karışımı ifadeye bayıldım. "Ne yapıyorsun, Yasemin?" dedi, sesi hala uykulu ama tatlı bir yumuşaklıkla.
"Uyandırıyorum." dedim, gülerek. "Bir an önce uyan da yüzünü göreyim."
O an gözleri bana daha dikkatlice bakmaya başladı. Ellerini belime koydu, beni biraz daha kendine çekti. "Sen hep böyle mi tatlı olacaksın?" diye sordu, alaycı bir gülümsemeyle.
"Bilmiyorum." dedim, yüzümü eğip ona biraz daha yaklaştım. "Ama sen hep böyle sabah uykulu ve çekici olacaksan, olabilir."
İkimiz de gülmeye başladık. O anın verdiği mutluluk tarifsizdi. Ama yine de içimdeki o kaygıdan kurtulamıyordum. Aklımda sürekli "Askerlikten sonra ne olacak? Uraz dönecek mi? Her şey böyle güzel kalacak mı?" gibi sorular dolanıyordu.
Uraz’ a pat diye, "Seninle birlikte olmak istiyorum." dedim. Sözler ağzımdan dökülürken, bunu neden ve nasıl söylediğimi bile anlamamıştım. Ama içimde bir yerden, derinlerden gelen bir dürtüydü bu. O an doğru zamanda doğru şeyi söylediğime inanıyordum.
Uraz önce şaşırmış bir ifadeyle yüzüme baktı, sonra gülümseyerek, "Zaten birlikteyiz ya sevgilim. Daha ne yapayım? Seni içime mi sokayım?" dedi.
"Öyle değil, Uraz." dedim, biraz mahcup ama bir o kadar kararlı bir şekilde. "Cinsel anlamda birlikte olmak istiyorum."
Uraz’ ın gözleri kısacık bir an büyüdü. Bu kadar açık olmam onu şaşırtmıştı, ama hemen ardından ciddileşti. "O nereden çıktı Yasemin?" diye sordu. Sesi ne yargılayıcı ne de sinirliydi, sadece meraklıydı.
Cevap vermek yerine, düşünmeden hareket ettim. Ellerimi yüzüne götürdüm ve dudaklarımı onun dudaklarına bastırdım. Şaşkınlığı kısa sürdü, çünkü hemen karşılık verdi. Dudaklarımı hakimiyeti altına alması bir saniye bile sürmedi. Öyle tutkuyla öpüyordu ki, kalbim hızla çarpıyor, nefesim kesiliyordu.
Ellerini belime yerleştirip beni kendine daha sıkı çekti. O an, ikimizin dışında dünya tamamen yok olmuştu. Onun kokusu, sıcaklığı, dudaklarının hareketleri... Hepsi birden bana sarhoş edici bir his veriyordu. Kalbim hızlanırken aynı zamanda duruyormuş gibi hissediyordum.
Öpüşmemiz derinleşirken, parmakları belimden sırtıma doğru yavaşça hareket etti. Elleri bir an duraksadı, sanki bir şey söylemek ister gibi. Ama o anı bozacak tek bir kelime bile etmedi. Onun kollarında güvende hissediyordum, her ne kadar içimde çırpınan kelebekler heyecanımı ele geçirmiş olsa da.
Uraz beni öyle bir tutkuyla öpüyordu ki, her şeyden kopmuştum. Dünyada sadece ikimiz varmışız gibi hissettiriyordu. Ellerim istemsizce saçlarına gitti, dudaklarım onun dudaklarına cevap verirken kalbim göğsümden çıkacakmış gibi çarpıyordu. Belime yerleştirdiği elleri beni daha da sıkı kendine çektiğinde, vücudumdaki tüm kaslar gerilmişti; hem heyecan hem de bir tür istekle.
Birden, Uraz beni yavaşça altına aldı. Hareketleri nazikti, sanki beni kırmaktan korkuyordu. Beni dikkatlice yatağa yatırırken, gözlerindeki ifade, içindeki karışıklığı hissettiriyordu. Dudaklarını boynuma doğru kaydırdığında nefesim hızlandı. Elleri tişörtümün altına usulca dokundu, sonra o tişörtü yukarı doğru sıyırıp çıkardı.
Sıcak elleri çıplak tenime dokunduğunda, bir an ürperdim ama korku değil, tam anlamıyla hayranlık ve heyecan vardı içimde. Dudakları boynumdan omuzuma, oradan da göğsümün hemen üstüne doğru ilerlediğinde, her nefeste içimde bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. Parmaklarının, dudaklarının beni sarmalayan dokunuşları beni o an her şeyden daha çok etkiliyordu.
Tam daha ileri gidecek diye düşünürken, Uraz birden durdu. Ellerini geri çekti, nefes nefese bir şekilde doğruldu. Gözlerindeki karışık ifade, onun aklındaki savaşı ortaya koyuyordu.
"Yasemin." dedi, sesi hem yumuşak hem de kararlıydı. "Çok küçüksün."
Sözleri bir anda içimdeki sıcaklığı söndürdü. Ama hemen toparlanarak, "Yakında 18 olacağım." diye cevap verdim. Sesim biraz kırılgan çıkmıştı, çünkü bana olan hislerinden şüphe etmesini istemiyordum.
Uraz, bu kez yüzüme daha ciddi bir şekilde bakarak başını iki yana salladı. "Yine de küçüksün, Yasemin," dedi. "Ve üstelik askerlik var önümde. Gidip de dönmemek var. Seni böyle bir belirsizliğe bağlayamam."
Sözleri beni hem anlamaya hem de bir şekilde üzmeye itmişti. Ona bağlanmıştım, bunu hissediyordum. Ama onun korkularını da anlamaya çalışıyordum. "Ben seninle olmak istiyorum." dedim yavaşça, gözlerime dolan yaşları saklamaya çalışarak.
Uraz derin bir nefes alıp elini yüzüme koydu. "Ben de seni istiyorum, Yasemin. " dedi usulca. "Ama şimdi değil. Sana ve bize zaman vermek istiyorum. Sen her şeyden daha değerlisin ve bu değerini asla küçümsemeni istemem. Bugün olmazsa yarın olur. Ama şimdi seni hayal kırıklığına uğratacak bir şey yapmak istemiyorum."
Bu sözleri, tüm hayal kırıklığıma rağmen, içimde garip bir huzur yarattı. Uraz beni gerçekten önemsiyordu. Uraz beni gerçekten seviyordu. Alnımdan öptü.
" Kızdın mı sevgilim?" diye sordu.
" Biraz. " dedim.
" Kızma. Bir ömür var önümüzde bizim. "
Sevgili olmadan önce Uraz' a bir iki kes onu sevdiğimi söylemiştim. Sevgili olduktan sonra ne o " Seni seviyorum. " dedi ne de ben. Öyle çok sevdik ki biz bunu söylemeye gerek bile duymadık. Ama askerlik kapıya dayandığı için öyle hissettiğimi sandığım o anlar aslında altıncı hissimdi. O an bunu bilmiyordum.