O gün geldiğinde her şey bir rüya gibi bulanıktı. Ama hiç keyifli bir rüya değildi bu. Kabus diyemedim çünkü içinde Uraz vardı. Uraz askere gidiyordu, ama bana göre bu sadece bir ayrılık değildi; bu, onun gidişiyle benim bir yanımın eksilmesi anlamına geliyordu. Babam kendi dünyasında kaybolmuştu; ne yaptığımla, nasıl hissettiğimle hiç ilgilenmiyordu. Son zamanlarda Uraz’ la o kadar çok vakit geçirmiştik ki, onsuz olmayı neredeyse unutmuştum. O, benim dünyamdı, nefes aldığım havaydı.
O gün ev, kalabalıktan adeta uğulduyordu. Uraz ’ın arkadaşları, akrabaları, komşular… Herkes uğurlamaya gelmişti. Annesi, her misafir geldiğinde Uraz ’ı çağırıyor, ayakta karşılayıp hoş geldin demesini istiyordu. Ancak Uraz, bu fasıl biter bitmez odasına, yanıma dönüyordu. Annesi “Ayıp oluyor misafirlere.” diye sitem etse de Uraz aldırmıyordu. O, beni yalnız bırakmamaya kararlıydı. Çocukluk aklımla annesinin söylediklerini anlamam pek mümkün değildi. O anda dünya sadece Uraz ve bendim. Başka her şey silik, bulanıktı. Kibarlık umrumda değildi.
Uraz’ ın omzuna yaslanmış, hıçkırıklarımı bastırmaya çalışıyordum. Ama ağlamalarım duracak gibi değildi. Sanki içimde bir yer yavaşça kırılıyor, yerini keskin bir acıya bırakıyordu. Uraz saçlarımı usulca okşarken o her zamanki sakin sesiyle konuştu.
“Ben sana en başından söylemiştim.” dedi. “Seninle sevgili olmam dedim çünkü sana zarar gelsin istemedim. Hayatında acı olacak hiçbir şeye sebep olmak istememiştim.”
Sözleri içime bir bıçak gibi saplandı. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. O gözler ki, bana her zaman güven veren, beni her şeyden koruyacak kadar güçlü olduğunu hissettiren bir derinlik taşıyordu.
“Ben seninle mutluyum.” dedim usulca. “Benim derdim sensizlik. O kadar uzun süre yok olacaksın ki… Nasıl dayanırım?”
Uraz hafifçe gülümsedi. “Sayılı gün çabuk geçer derler. Bir bakmışsın, geri dönmüşüm.” dedi.
Bu kez daha da sinirle başımı salladım. “Küfür ettirme şimdi bana.” diye homurdandım. “Sayınca azalıyor mu o günler? Bana bunu söyleme!”
Gülümsemesi biraz daha büyüdü, beni sakinleştirmeye çalışıyordu. “Tamam, bir şey demedim. Ama şöyle düşün...” dedi. “Döndüğümde sen artık 18 olmuş olacaksın. Evleniriz o zaman. Bir daha da hiç ayrılmayız.”
Sözleri içimde tuhaf bir korku ve mutluluk dalgası yarattı. Uraz ’ın gözlerinin içine baktım, yüzümü toparlayarak hafifçe kaşlarımı kaldırdım. “Belki seninle evlenmeyeceğim.” dedim alaycı bir ses tonuyla.
Uraz ’ın yüzü değişti. “Beni terk mi edeceksin yani?” diye sordu.
“Yok, öyle değil.” dedim gülümseyerek. “Nikahsız tutacağım seni. Kapatma yapacağım. Evlenince erkekler değişiyor. Bunu herkes söylüyor.”
Uraz ’ın kahkahası odayı doldurdu. Bir an için kalabalık dışarıda değilmiş gibi, sadece ikimiz varmışız gibi hissettim. Gözlerini kısarak bana baktı. “Nasıl istersen öyle olsun.” dedi. “Sen ne dersen o.”
Evlilikle ilgili korkularım hep vardı. Babamın anneme yaptıkları, onun gamsızlığı, annemin yaşadığı hayal kırıklıkları… Hepsi zihnimde küçük birer yara gibiydi. Ama Uraz ’la evlilik fikri… Bunu düşünmek bile içimi başka türlü ısıtıyordu. Yine de, o an bu sözleri yalnızca şaka olsun diye söylemiştim.
Onun saçlarımı okşayan ellerine, gözlerindeki sakinliğe baktıkça başka bir şey düşündüm: Eğer Uraz ’la bir hayat kurmak mümkünse, korkuların hiçbir önemi yoktu. Ama o gün vedalaşmak, hayallerimizi bir süreliğine askıya almak, bana en zor gelen şeydi.
Ama o saat gelip çattı. O anın hiç gelmeyeceğini, zamanın bir şekilde duracağını ummuştum ama yanılmıştım. Uraz, kimsenin – özellikle de benim – otogara gelmemi istememişti. "Zor olur." demişti. "Hem sana, hem bana." Bunu söylerken güçlü durmaya çalışsa da gözlerinde sakladığı o hüzün her şeyden daha gerçekti. Manisa ’ya gidecekti. İzmir ’den sadece 45 dakika uzaklıkta olsa da, oradan nereye gönderileceği belli değildi. "Acemi birliği işte." diyordu basit bir açıklamayla. Ama bu yakınlık hiçbir şeyi kolaylaştırmıyordu. Onun yanımda olmayacağını bilmek bile içimde kopan fırtınaları dindiremiyordu.
Ev, ayrılık acısıyla sarmalanmış gibiydi. Uraz, herkesle vedalaştı. Sonunda sıra bana geldiğinde zaman sanki yavaşladı. Bana sarıldı, öyle sıkı, öyle güçlü ki, dünyada başka hiçbir şeyin bizi ayıramayacağı hissine kapıldım. Ama gerçek, içimde bir soğukluk gibi kendini hissettiriyordu. Merdivenlerden inerken, çevremizde akrabalar olmasına aldırmadan birbirimize sımsıkı sarıldık. O anın sonsuz olmasını diledim.
Aşağıda, annesinin elini bir kez daha öptü. Ama en son bana sarıldı. Sanki kokum onunla kalsın ister gibi. Herkes gibi ben de arkasından el salladım. Ama sonra bana döndü. Gözlerinin derinliğinde bir hüzün vardı, ama o güçlü duruşunu bozmuyordu. Bana sarıldığında kulağıma fısıldadı:
"Ağlama." dedi yavaşça. "Seni ağlarken hatırlamak istemiyorum. Bu beni mahveder. "
O an içim titredi. Kalbim parçalanıyordu, ama onu dinlemek istedim. Gözyaşlarımı hızla silip güçlü görünmeye çalıştım. İçimdeki fırtınayı bastırıp yüzümde sahte bir sakinlik oluşturdum. O bunu hak ediyordu. Ama her şey öylesine sahteydi ki…
Uraz taksiye bindiğinde el sallamaktan başka bir şey yapamadım. Taksinin penceresinden bana bir kez daha baktı, dudaklarında hafif bir gülümseme vardı, ama bu gülümseme onun da zorlandığını saklamak için kullandığı bir maskeden ibaretti. Annesi, ardından su döktü, "Gittiği yerden su gibi dönsün." diyerek. Ama suyun yere dökülüşüyle benim dünyam da karardı.
Taksi uzaklaşırken içimde bir şey koptu. Bacaklarım bir anda beni taşıyamaz oldu. Yavaşça yere çöktüm. Herkes etrafımda bir şeyler söylüyor, beni ayağa kaldırmaya çalışıyordu, ama duymuyordum. Dünya bir anda sessizleşmişti, kalbimin kırılan parçalarının gürültüsü dışında. Uraz’ ın uzaklaşan silueti, gözlerimin önünden gitmiyordu. O taksi, sadece onu değil, benim bir parçamı da götürüyordu.
O an, her şeyin değiştiğini hissettim. Uraz yoktu artık yanımda ve bu yokluk, dünyanın ağırlığını tek başıma sırtlamam gerektiğini hissettirdi. Ama ben buna hazır değildim. Hazır olduğumu hiç sanmıyordum. Dünya tamamen karardı.
Gözümü açtığımda yoğun kolonya kokusu burnuma dolmuştu. Bir an için neler olduğunu anlayamadım. Başım dönüyor, dünya sanki hafifçe sallanıyordu. Karşımda Uraz’ ı gördüğümde bunun bir rüya olduğunu düşündüm. O, gitmişti… Gitmesi gerekiyordu, değil mi? Ama oradaydı, tam karşımdaydı. Gözleri endişeyle doluydu, saçları dağılmıştı.
“Aklımı kaçıracaktım Yasemin. İyi misin?” dedi. Sesi titriyordu. Bu kadar endişelendiğini daha önce hiç görmemiştim.
“Sen gitmedin mi?” diye fısıldadım, sesi çıkmayan bir boğuklukla.
“Dönüp arkama baktığımda seni düşerken gördüm.” dedi. “Taksiden nasıl indim, nasıl koştum, inan hatırlamıyorum. Taksici getirdi valizimi.”
Gözlerimdeki şaşkınlık ve boşluk ona bir şey ifade etmiş olmalıydı. Elimi tuttu, parmaklarımı hafifçe sıktı.
“Gitmeyecek misin?” diye sordum, hem korku hem de umut arasında bir yerde asılı kalarak.
“Şu an bunu düşünme Yasemin.” dedi yumuşak ama kesin bir tonla.
Uraz beni odasına götürdü ve birlikte odaya kapandık. Akşama kadar yanımdaydı. Hiçbir şey konuşmadık, yalnızca zaman geçirdik. Gözlerim her an onun yüzünde, ellerinde, saçında dolaşıyordu. Onun yanımda olduğunu bilmek bile yeterliydi. Belki dışarıdan bakan biri için benim bu kadar büyük tepki vermem mantıksız görünüyordu. “Askere gidiyor işte, milyonlarca kişi gidiyor.” diyebilirlerdi. Ama o an içimde başka bir his vardı. Daha sonra anlayacaktım ki o gün aslında altıncı hissim kuvvetli bir şekilde beni uyarıyordu.
Gece olduğunda Uraz, beni eve götürdü. Sanki sıradan bir akşamdı. Beni eve bırakırken her şeyin normal olduğunu hissettirmeye çalışıyordu. Yolculuk öncesi bana bir veda havası yaşatmak istemiyordu. “Sabah gideceğim.” dedi. “Ama sen gelme. Yolcu etmeye gelmeni istemiyorum. Sessiz sedasız gitmek daha kolay olur. Diğer türlü ikimiz için de zorlaşıyor.”
Gözlerime baktı bir an. Orada hem vedalaşmanın burukluğunu hem de beni koruma isteğini gördüm. Ona karşı çıkmadım. Onun istediği gibi olacaktı. Ama içim bir türlü rahat etmiyordu. Sanki bu vedalaşma gerçek bir son gibi hissettiriyordu. Ama o an ne diyebilirdim ki? O sadece bir sabah diyordu. Sıradan sabahlar gibi bir sabah. Ve sabah, o gidince her şey değişecekti.
...
Üç gün boyunca içimden hiçbir şey yapmak gelmedi. Yemek yemedim, uyuyamadım, sürekli ağladım. Uraz' ın gidişiyle hayatımdaki renkler solmuş gibiydi. Her şey boş ve anlamsızdı. Ama en çok, onu bir daha ne zaman göreceğimi bilmemek içimi kemiriyordu. Gözlerimi kapattığımda bile son vedamızı yeniden ve yeniden yaşar gibi oluyordum.
Ortak bir arkadaşımızın da askere gideceğini duyduğumda, beni dışarı çıkmam için ikna etmeye uğraştılar. Başta gitmek istemedim. “Dışarıda olmak hiçbir şeyi değiştirmez.” dedim. Ama ısrarları bitmek bilmedi. "Biraz hava al, sana iyi gelecek." dediler. Sonunda pes ettim. Uraz 'la ilgili anılarımı zihnimde biraz susturabileceğim bir an bulurum belki, diye düşündüm.
Önce asker eğlencesine gittik. Herkes gülüp eğleniyordu, ama ben sadece olanları izlemekle yetindim. Ortamın coşkusu, benim içimdeki sessizliği bozmuyordu. Arkadaşımızın neşeli yüzüne bakarken, onun da birkaç saat sonra bir otobüse bineceğini ve geride sevdiklerini bırakacağını düşündüm. Kendimi o an Uraz ’ın yanında hissettim. Gözlerim dolmaya başlamıştı bile.
Otogara gittiğimizdeyse her şey daha da karmaşıklaştı. Otobüsleri görür görmez içimde bastırmaya çalıştığım tüm duygular patladı. Bir anda kendimi Manisa otobüslerinin önünde buldum. Sanki bir tanesine binersem, Uraz’ a ulaşabilirmişim gibi. O an için bu düşünce mantıksız gelmedi. Onu götüren otobüsü bulmak istiyordum. Nerede durdu, kimlerle konuştu, hangi koltukta oturdu… O kadar çaresizdim ki bu ayrıntılar bile bana bir teselli olabilirdi.
Beni otobüslerin arasında bulmaları zor olmadı. Yüzümdeki kaybolmuş ifade, içimdekileri ele veriyordu. Arkadaşlarımızdan biri elinde iki biletle yanıma geldi. Hafif bir gülümsemeyle, ama ciddiyetini koruyarak, “Kendini onun için bu kadar hırpalamanı anlamıyorum.” dedi. “Uraz ’ı göremezsin, biliyorsun. Ama seni askeriyeye götüreceğim. En azından nasıl bir yerde olduğunu görmek belki sana iyi gelir.”
O an ona sarılmak istedim. Çünkü söyledikleri kulağa mantıklı geliyordu. Uraz ’ın nasıl bir yerde olduğunu bilmek, onu gözlerimle göremesem de içimi biraz olsun rahatlatabilirdi. Bileti elimde tutarken içimde garip bir huzur belirdi. En azından onun olduğu yere biraz daha yakın olacaktım. Belki rüzgar kokusunu getirirdi bana. Belki hissederdi beni ve güç alırdı. Ne yapıyordu orada? Nasıl yaşıyordu? Hiçbir şey bilmiyordum. Belki bir fikrim olurdu böylece. Bilmiyorum işte bir şey olurdu. Belki de yolda ayak izlerine basardım. Çok aşıktım.