Birini yolda ayak izlerini hissetmeye çalışacak kadar sevmek… Benim başıma bu gelmişti. Bir yerde okumuştum: “Hiçbir zaman 17 yaşında aşık olduğunuz kadar güçlü aşık olamazsınız.” Çünkü vücut bunu kaldırmazmış, o yaşta hissettiğiniz duyguların yoğunluğu, bir ömre yetebilecek kadar büyükmüş. Ben de 17 yaşındaydım ve o kadar derinden aşık olmuştum ki, bunu kaldırmak neredeyse imkansız hale gelmişti. Uraz ’a öylesine aşıktım ki… Her anını düşünmek, her gülüşünü, her bakışını hatırlamak, her hareketini gözlerimde yaşamak… O yaşta insanın ruhu bu kadar büyük duyguları kaldırmaya ne kadar yetenekli olabilir ki? Oluyordu işte.
Erkan beni askeriyenin önüne götürdü. Kafam karışıktı. Ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu ama içimde bir his vardı, bir şeyler oluyordu. Ama ben sadece Uraz ’ı görmek istiyordum. Onunla bir an bile olsa daha yakın olmak, hislerimi biraz daha derinlere taşıyabilmek. O an, her şeyin değeri vardı. Birlikte olmayı, birlikte hissetmeyi, bir arada olmayı hayal ediyordum. Hızlıca adımlarımı attım, ama Erkan durdurdu beni.
"Burada işte." dedi, sakin ama katı bir sesle. Benim için hiçbir şeyin anlamı yoktu, sadece o anı yaşamak istiyordum. O yüzden hiçbir şeyi görmedim, sadece önümüze bakarak adım attım.
Önümdeki kalabalığı izlemeye başladım. İnsanlar içeri giriyorlardı. Onlar içeri giriyordu ve ben de onlarla olmak istiyordum. O anda ne kadar çaresiz olduğumu hissettim. Erkan’ ın ne dediği beni pek ilgilendirmedi, tek düşündüğüm şey, sadece Uraz’ a bir adım daha yakın olmak.
Hemen kapıya yöneldim, içeri girmek için. O an her şeyin çok doğru olduğunu düşündüm. İçeri girip, onu bir şekilde görmek… Sadece görmek değil, belki de biraz daha yakın olmak, o anı onunla paylaşabilmek. Bu düşünceler içinde kaybolmuşken, Erkan kolumdan tuttu. Gözlerim, içeri giren insanlara takılıp kalmıştı. Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı.
"Ne yapıyorsun?" dedi Erkan, sesi kaygılı ama bir yandan da uyarıcıydı.
"Bak, onlar giriyor." diye söyledim, gözlerim hala kapının arkasındaki, askerlere yönelmişti. "Bende gireceğim."
Erkan bir an duraksadı, bana baktı, yüzündeki endişe belirginleşti. Gözleri bana bakarken, sanki bir şeyleri düzeltmeye çalışıyordu. “Yasemin, yemin töreni yapılmadan gösterilmez.”
Ama ben kararımı vermiştim. İçimden geçen her şey, her his, bana o an her şeyin doğru olduğunu söylüyordu. “Ama onlar gidiyor.” dedim, sanki bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi. İçim kıpır kıpır, hızla çarpan kalbimle, ona daha yakın olmak istiyordum.
Erkan beni durdurmaya çalıştı. "Burada sadece acemi askerler yok. Onların askerleri yemin törenini yapmıştır. "
“Lütfen,” dedim, sesimde yalvaran bir ton vardı. “İçeri girelim. Tamam, göremem ama biraz daha yakın olurum. En azından… biraz daha yakın olurum,” dedim, bu sefer gözlerim biraz daha parlak bir şekilde bakıyordu.
Erkan’ ın suratı daha da ciddileşti. “Uraz gibi bir serseriyi nasıl böyle seviyorsun, aklım almıyor.” dedi. Her kelimesi, bir eleştiri gibi geldi ama ben ona odaklanmadım. Onun söyledikleri beni sarsmadı. O an içimdeki duyguların gücü her şeyin önündeydi. Erkan ’ın söylediklerini sadece duyuyordum, ama içimde hissettiğim şey bambaşkaydı.
"Öyle deme." dedim, sesimde biraz hüzün ve biraz da kızgınlık vardı. “O senin arkadaşın.”
Erkan bir an sessiz kaldı. Sonra biraz daha sakinleşti, ama hala o eleştirisini gizlemedi. “Yüzüne de söylüyorum,” dedi.
Bunlar, belki de Uraz’la yaşadığım her şeyin üzerine bir damla daha eklenmişti. Onun için hissettiğim her şey, her sözcükten daha derindi. O kadar derin ki, kimse tam olarak anlamıyordu. O kadar güçlüydü ki, bazen dünyadan her şeyi silip atmak istiyordum, sadece onunla kalmak. Onunla olmak… Yakın olmak, her anını solumak… Ama o an, sadece Uraz ’a bir adım daha yakın olmak istiyordum. Yalnızca bir adım…
Sonunda Erkan pes etti. Nöbetçi askerler bizi arama noktasında durdurdu. Üzerimizi aradı. Erkan ’ın uyarılarına rağmen, bir şekilde içeri girmeyi başardım. Diğerlerinin peşinden sıraya girdim, her şeyin nasıl gittiğini anlamaya çalışıyordum. Erkan "Olmaz." diyordu ama ben dinlemedim. İçimdeki istek, o kadar güçlüydü ki… sadece Uraz’ ı görmek, ona bir adım daha yakın olmak istiyordum. Diğerlerinin peşinden sıraya girdim.
Sıra bana geldiğinde kalbim hızla çarpmaya başladı. Gözlerim hala kapıdaydı, her anı, her detayı kaybetmek istemiyordum.
"Uraz Yılmaz." dedim, adını söylerken biraz heyecanım belli olmuştu.
Asker gözlerini bana dikip, sordu: “Hangi birlikte?”
"Bilmiyorum ki. Daha arayamadı. Üç gün oldu geleli." dedim, sesim titremek üzereydi.
Asker bana bir an şaşkın bakıp gülümsedi. “Üç günde ne birliği, ne koğuşu belli olmamıştır. Ulaşamayız.” dedi, ama bu söz beni daha da çok meraklandırmıştı.
"Ne!" dedim, sesim biraz yükseldi. "Uraz nerede yatıyor üç gündür?"
Asker tekrar gülümsedi. "Yerde yatırmıyoruz herhalde. Rahat ol."
"Rahat mı?" diye sordum, biraz da hüsranla. "Lütfen, adını falan anons edemez misiniz? İzmir’ den onu görmek için geldim. Tamam, İzmir yakın biliyorum ama çok merak ediyorum. Sadece iyi mi, bileyim."
Asker biraz düşündü, başını sallayarak cevap verdi: "Olabilecek en güvenli yerde."
"Ben de bunu biliyorum." dedim, biraz sinirli bir şekilde. "Bakın, ben terörist falan değilim. Size yalan söylemiyorum. Gerçekten böyle bir asker var burada. Anons etseniz, anlayacaksınız."
Erkan bir adım daha öne atıldı, kolumu tuttu. "Yasemin, terörist olsan teröristim diyecek halin yok ya. İnsanlar sıra bekliyor, oyalama." dedi, biraz sinirli ama bir o kadar da yumuşak. Gözleri bana “Bırak artık” diyordu.
Ama ben duramadım. Çantamı açtım, kimliğimi çıkardım. “Bakın.” dedim, uzatarak, “Hepsi sizde kalsın. Bana güvenmiyorsanız, her şeyim burada.” Çantamı ve kimliğimi askerin önüne koydum, onlara güveniyordum. Ama içimdeki istek, hala büyüyordu.
Asker bana bakarak kimliği aldı ama yine de kararlıydı: "Hanımefendi, anons yapmıyoruz ki. Birliğine göre arama yapıyoruz. Zaten ziyaretçisi gelecek olanlar, genelde biliyor oluyor. Onlar da orada isimlerini bekliyorlar telefonda. Dediğiniz asker, kimbilir nerede." Sesinde yorgunluk vardı ama kararlılığını koruyordu.
"Ne olur, sadece on saniye göreyim." dedim, gözlerim bir yudum umut arayarak ona bakıyordu. Cevapsız kalan bir sorunun cevabını istiyordum. Yavaşça, acele etmeden, o anı yaşayabilmeyi…
Erkan ’ın gözlerinde karışan endişe ve sabırsızlık daha da belirginleşti. "Yasemin." dedi, bu sefer daha sert bir şekilde. "Bunlar prosedürler. Herkes sırada, bekliyor." Ama gözleri, o kadar sert ve ikna edici değildi. İçinde bir yumuşama vardı ama yine de karşı duruyordu.
Ama ben, o askerlerin cevaplarına takılmadan, sadece tek bir şeyin peşindeydim: Uraz. Gözlerim onu arıyordu, ruhum onu hissediyordu. Bir şekilde, bir an olsun yanımda olmasını istiyordum.
Bir anlık sessizlikte asker, hala kararını vermemişken, bir başka asker yanlarına geldi ve kısa bir konuşma yaptı. Ben ise o birkaç saniye içinde, en derin hislerimi içimde hissettim. Bu kadar yakındım ve içimdeki istek o kadar büyüktü ki… Bir şekilde, Uraz ’ı görmek… O an bile, kimseye kendimi anlatmaya çalışmadan sadece o anı, o duyguyu yaşamak istiyordum.
"Tamam. Sen kantine git. Ben şansımı deneyeceğim ama sakın sonra deme bana neden olmadı diye. Samanlıkta iğne aramak gibi bir şey çünkü dediğin," demişti asker.
"Tamam. Beklerim," diye cevap verdim. Erkan, bana son bir bakış attıktan sonra kantine gitmek üzere hareket etti.
Kantine girmeden önce, sadece birkaç adım kaldığında, içim titredi. O kadar eminim ki… Uraz, buradaydı. O an, gerçekten burada olduğunu hissettim.
Erkan ’la bir masaya oturduk. Kısa süre sonra oturduğum sandalyeden kalktım. Hipnoz olmuş gibiydim, bedenim sadece onu hissetmeye odaklanmıştı.
Gittim, Uraz’ ın en sevdiği browniyi aldım. Erkan, o sırada biraz daha alaycı bir şekilde "İnsan bana da alır." dedi. Ama ben ona bakmadım bile. O kadar kendimi kaptırmıştım ki, dış dünya sadece bir bulanıklık gibiydi. Browniyi açmadan masama koydum.
Yaklaşık on dakika kadar öylece oturduk. Erkan sabırsız bir şekilde; "Adam seni başından savdı. Uraz gelmeyecek biliyorsun değil mi?" dedi.
"Uraz buradaydı," dedim.
Bir süre daha oturduk. Erkan'ın şaşkın bakışları beni daha da tetikledi. Gözleri kocaman oldu, bir şey fark etti ama ne olduğunu ben de anlamadım. Sonra birden kalktım, arkama döndüm. Uraz ’ı gördüm. Gözlerim ondan başkasını göremedi, etrafımdaki her şey bulanıklaştı. O an, hissettiğim tüm o boşluk, tüm o bekleyiş sona erdi. Uraz gelmişti.
Koşarak Uraz ’ın boynuna atladım, her şeyin sonunda, kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, sanki yer çekimi bile bana karşıydı. Uraz, biraz şaşkın ama her zamanki gibi sakin bir şekilde sarıldı. Gözlerimdeki o yoğun hissi fark ettiğini biliyordum.
"Dur deli kız dur. Burası komutan dolu." dedi, hafifçe gülümseyerek. O an, heyecanımın ve mutluluğumun içinde biraz sakinleşmem gerektiğini fark ettim. Mecburen ayrıldım, ama içimde bir huzur vardı. O buradaydı. Gözlerimden hala o güveni görebiliyordum.
Masaya geçtik, Uraz gözlerini browniye dikmişti.
"Geldiğimde ben de almıştım." dedi. Cevap vermedim, çünkü aslında biliyordum. O söylemese de, içimde bir yerlerde bu küçük ayrıntıyı hissetmiştim. O kadar özlemiştim ki, her hareketini, her sözünü.
"Nasılsın?" dedim, sorum o kadar basitti ama içimde binlerce soru vardı.
"İyiyim." dedi Uraz. Ama biraz önceki gerginliği hala sesiyle hissediliyordu. "Gerçi az önce korktum."
"Neden?" diye sordum, biraz daha dikkatli dinleyerek.
"Bir komutan geldi koğuşa." dedi. "Adımı söyledi. Ne oluyor dedim. Öyle koğuşa girince büyük bir hata yaptım kesin dedim."
"Koğuşun var yani?" dedim, gözlerim Uraz 'ın yüzüne odaklanmıştı. Her kelimesi, her hareketi birer hazine gibiydi.
"Henüz tam olarak değil." dedi Uraz. "Boş yerlere yerleştirdiler. Terhis olacak askerler var. O zaman kesinleşecek. Komutan, ziyaretçin var, kim olduğunu bilirsen gidebilirsin dedi."
Erkan ’ın sesi, konuşmalarımıza hızlıca karıştı.
"Sende tabii hemen Yasemin dedin." dedi Erkan biraz alaycı bir şekilde, gülümsedi. "Bende buradayım. Selam bile vermedin."
Uraz, hafifçe başını çevirdi ve Erkan ’a bakarak cevap verdi:
"Sende hoş geldin." dedi Uraz, elimi tutarak bana döndü. Gözlerinde, o eski Uraz vardı. Gözlerimdeki tüm korkuyu, tüm çaresizliği görebiliyordu. Ama aynı zamanda onun da içinde bir rahatlama vardı. Her şeyin biraz daha sakinleştiği anı hissedebiliyordum.
"Fazla vaktim yok yalnız Yasemin." dedi Uraz, hafifçe üzgün bir şekilde. "Normalde ziyaretçi iznim yok henüz."
Bunu duymak, içimi biraz sıktı. Ama yine de bir şeyler hissettim. Uraz buradaydı. Bu anı, her şeyin üstünde tutmak, her şeyin olabileceğini bilmek güzel bir duyguydu. O an belki zaman durdu, belki de ben sadece onu görmek istedim. Ama Uraz buradaydı, ve bu bana yeterdi.