Odayı dolduran güneş ışığı ile gözlerini açtığında Güneş'in henüz uyanmadığını biliyordu. Yataktan doğrulup kanatlarını gerdi ve ayağa kalkarak banyoya yöneldi. Sıcak bir duş aldıktan sonra tekrar odaya gelerek kıyafet dolabına yöneldi. Gri pantolonunu ve beyaz kazağını alarak üstüne geçirdi. Hava gittikçe soğumaya başlamıştı ve Nimbars soğuğa alışık değildi. Dağılmış saçlarını siyah tokası ile ensesinde atkuyruğu yaptıktan sonra odadan çıkıp salona indi.
Masanın üzerindeki kutuyu alıp evden çıkarak arabasına yöneldi. Normalde yemek yememesine rağmen bu sabah Güneş'le kahvaltı yapmak istiyordu. Arabaya binip Güneş'in evine doğru yola çıktığında sırtındaki saklı kanatların titreşimi ile Güneş'in uyandığını anladı. Duymayacağını bilse de ''Günaydın Mutluluk Peri'm,'' diyerek gülümsedi.
Evin önüne geldiğinde Güneş'i nasıl çağıracağını bilemeden öylece kaldı. Her şeyi düşünmüştü ama telefon almayı akıl edememişti. Avucunu açtığında oluşan görüntüden Güneş'i izlemeye başladı. Mutfakta annesi ile birlikte kahvaltı hazırlıyordu. Kalbine sessizce fısıldadı ''Çöpleri atman gerekiyor.'' Güneş fısıltısına tereddütsüz uyarak çöp poşetini alıp evden çıktı.
Nimbars arabadan inip Güneş'in olduğu tarafa doğru hızlı adımlarla yürüdü. ''Mutluluk Perisi,'' diyerek arkasından seslendi. Sesini duyan Güneş durup arkasını döndüğünde yüzünde oluşan gülümsemeye engel olamadı. ''Günaydın,'' diyerek karşılık verdi.
Nimbars, Güneş'in elindeki çöp poşetini uzanıp aldı. ''Bir periye çöp taşıtmak mı? Ah, hayır bu olamaz.''
Güneş bu sözler karşısında küçük bir kahkaha attı. ''Evet, pijamalı bir peri,'' diyerek kıyafetlerini gösterdi.
Nimbars ''Bence sen her halinle güzelsin.'' diyerek göz kırptı. İleride duran çöp kutusuna giderek çöpü atıp tekrar geri geldi. ''Kahvaltıyı birlikte yaparız diye düşünmüştüm.''
''Olur, ama önce üzerimi değiştirmem gerekiyor.''
Nimbars tamam anlamında başını salladığında Güneş koşarak eve gitti. Üzerine en sevdiği mor tulumunu giyip evden çıktı. Makyaj yapmamıştı doğallığı seviyordu. Kıvırcık saçlarının yüzüne düşmemesi için iki tarafına küçük siyah bir toka takmıştı.
Arabaya bindiğinde Nimbars'ın yanağına küçük bir buse kondurdu. Nimbars, Güneş'in elini tutup öptü ve arabayı çalıştırdı. ''Tercih ettiğin özel bir yer var mı?'' diyerek Güneş'e baktı.
Güneş bir süre düşünüp cevap verdi. ''Evet, bildiğim çok güzel bir yer var oraya gidebiliriz.''
Nimbars, Güneş'in yol tarifine göre ilerlemeye başladı. Yarım saat sonra arabayı durduğunda güzel bir bahçenin önündeydiler. Arabadan inip bahçenin içine girdiklerinde güler yüzlü bir garson karşıladı. ''Hoş geldiniz efendim.''
Güneş, ''Hoş bulduk. Kamelyalarınızda boş yer var mı acaba?'' diye sorduğunda gözleriyle bahçeyi inceliyordu.
''Evet, şöyle buyurun.'' Garson eliyle yön göstererek boş olan bir kamelyayı gösterdi. Nimbars etrafı dikkatle inceledi çok güzel bir yerdi. Yeşil çimlerin üzerinde kurulmuş küçük kamelyalar vardı. Çimler soğuk havanın etkisi ile rengini kaybetse de hala güzeldi.
Kamelyanın içinde oturacak bir sandalye ya da koltuk yoktu. Kamelyanın tahta zeminine yerleştirilmiş minderler ve ortada bir yer sofrası vardı. Güneş hiç düşünmeden kırmızı minderin üzerine oturduğunda Nimbars'da garsona kahvaltı yapmak istediklerini söyleyip aynı şekilde Güneş'in yanına oturdu.
Baş başa kaldıklarında Nimbars hediyeyi arabada unuttuğunu hatırlayıp hemen ayağa kalktı. ''Hemen geliyorum.'' diyerek arabanın olduğu yere gitti. Arabadan kutuyu alıp tekrar geri döndüğünde masanın üzerine yerleştirilmiş çeşitli yiyecekler vardı. Çoğunun ne olduğunu bilmese de hepsi çok güzel görünüyordu.
Güneş'in yanına oturduğunda kutuyu Güneş'e uzattı. ''Bunu senin için aldım. Umarım beğenirsin.''
Güneş kutuyu eline alıp kapağını açtı. İçinden çıkan kar küresi ile gözlerinde oluşan mutluluk Nimbars'ın kalbine ulaştı. Kar küresini kutudan çıkarıp kurma kolunu çevirdi ve çalan müzikle birlikte karların kürenin içinde uçuşunu seyretti. ''Bu çok güzel Kıraç, ben çok teşekkür ederim.''
Nimbars, Güneş'in mutluluğu ile mutlu olmuştu. ''Beğenmene sevindim Güneş.''
Güneş küreyi dikkatle inceledi. ''İçindeki taş çok değişik daha önce hiç görmemiştim. Çok doğal duruyor belki bir özelliği vardı.''
Nimbars ''Kim bilir, belki vardır.'' diyerek cevap verdi.
Güneş küreyi masanın boş kısmına koyup Nimbars'ın ellerini tuttu. ''Çok teşekkür ederim Kıraç. Sen benim başıma gelen en güzel şeysin. Senin yanındayken kalbimde hüznü, mutluluğu, huzuru aynı anda hissediyorum ve bunlar benim için çok güzel duygular.''
Nimbars, Güneş'e sıkıca sarıldı. ''Sen benim eksik yarımsın Mutluluk Peri'm. Benim hayatım sensiz karanlık. Sen varsan yolumu aydınlatacak bir ışığım var ama eğer sen olmazsan ben karanlıkta yolumu kaybederim.''
Sarılmayı bıraktıklarında ikisi de birbirine aşkla bakıyordu. İki kayıp yürek uzak diyarlardan gelip birbirlerini bulmuştu.
Güneş, ekmeğe çilek reçeli sürüp Nimbars'a uzattı. Nimbars, uzanan reçelli ekmeği ağzına alıp çiğnediğinde oluşan tat hoşuna gitmişti. ''Bu çok güzelmiş ama umarım yine bir hayvanı yedirmemişsindir.'' diyerek gülmeye başladı.
Güneş ''Hayır, bu sefer sadece çilek reçeli,'' diyerek Nimbars'ın gülmesine eşlik etti.
Gülerek geçen dakikalar sonunda kahvaltıları bitmişti ve sıcak kahvelerini yudumluyorlardı. Yağmaya başlayan yağmur rüzgârın etkisiyle ara ara üzerlerine geliyor ve kıyafetlerini ıslatıyordu. Diğer kamelyada oturan insanlar yağmur başlayınca gitmişlerdi. Geriye sadece Güneş ve Nimbars kalmıştı. Kar küresinden çalan müzik ve yağmurun sesi hoş bir bütünlük oluşturuyor ve aşk odununda yanmaya başlayan bu iki yüreğe yoldaş oluyordu.
Güneş sıcak kahvesiyle dolu bardağı eliyle sardı. ''Kıraç bana biraz kendinden bahsetsene. Yani ailen kim? Şuan nerede? Kaç kardeşsiniz?''
Nimbars beklemediği bu soru karşısında afallamıştı. ''Ailem şuan çok uzaktalar yani onları yılda sadece bir defa görüyorum. Kardeşim de yok.'' dediğinde aslında yalan söylememişti.
''Neredeler peki?''
''Onlar,'' diyerek bir süre düşündü ''Dünyayı dolaşıyorlar. Yani sabit kaldıkları bir yer yok.'' diyerek yalan söyledi.
Güneş kahvesinden bir yudum aldı. ''Çok güzel. Belki bir gün bizde birlikte dünyayı dolaşırız.''
''Biz seninle evreni dolaşacağız Güneş.''
Güneş gülen gözlerle Nimbars'a baktı. Gerçekleşmeyecek bir hayali kurmak bile güzeldi. ''Ah, söylemeyi unuttum. Dün gece Sıla mesaj attı. Bugün doğum günü akşam evinde parti verecekmiş. Seni de davet etti.''
Nimbars ''Sen istiyorsan gidebiliriz.'' diyerek Güneş'in yanağını okşadı.
''Sıkılmayacaksan gidebiliriz.''
''Sen yanımdayken hiçbir şey sıkıcı olamaz.'' Nimbars, Güneş'in saçlarına küçük bir öpücük kondurdu.
Yağmur dindiğinde saat öğleni geçmişti, hesabı ödeyip tekrar yola koyuldular. Güneş, önce eve uğrayıp Nimbars'ın hediyesini odasına bıraktı ve annesine arkadaşları ile olduğunu akşam doğum günü partisi olduğu için geç geleceğini söyleyip tekrar evden çıktı.
Nimbars ile hediye almak için bir alışveriş merkezine gittiler. Güneş, Sıla'nın ojeleri çok sevdiğini biliyordu ve küçük yuvarlak çiçek desenli bir kutu satın alıp içini rengârenk ojelerle doldurdu.
Nimbars gülerek Güneş'i izliyordu. ''Siz kadınları anlamak çok zor, evrenin neresinden olursanız olun makyaj ve kıyafet hep önceliğiniz.''
Güneş gülerek başını salladı ve kasiyere hazırladığı kutuyu uzatıp hediye paketi yapması için bekledi. Hesabı ödeyip dışarı çıktıklarında hava kararmaya başlamıştı. Arabaya binip Sıla'nın evine doğru yola çıktılar.
Evin önüne geldiklerinde Güneş üç katlı eve baktı çalan müziğin sesi dışarı taşıyordu. Duyurabilmek için zile birkaç kez üst üste basmak zorunda kaldılar. Sıla kapıyı açtığında nefesinden yayılan içki kokusuyla Güneş yüzünü buruşturdu. ''Sıla, içki olmayacak demiştin.''
''Ah, hadi ama Güneş bir kez olsun söylenme bugün benim günüm.'' diyerek Güneş ve Nimbars'ı kolundan tutup eve doğru çekti.
Sıla özünde iyi biriydi ama bazen sınırları aşıyordu. İçeri girdiklerinde salon kalabalıktı. Herkes kendini müziğe kaptırmıştı. Güneş getirdiği hediyeyi kenarda birikmiş hediyelerin yanına bırakıp boş bir koltuğa oturdu. Nimbars'da yanına oturup elini tuttu. ''İstersen gidebiliriz.''
''Birkaç saat idare edebilirim.'' diyerek Nimbars'a gülümsedi. Çalan müzik yerini yavaş bir parçaya bıraktığında herkes boş bulduğu bir yere oturup sohbet etmeye başlamıştı. Küçük fısıldaşmalar birleşerek büyük bir gürültü oluşturuyordu. Güneş kalabalık ortamları hiçbir zaman sevmemişti ama arkadaşları için katlanıyordu.
Tam o sırada önlerinden geçen Tuna ayağı halıya takılınca elindeki vişne suyunu Güneş'in üzerine döktü. Güneş ayağa kalkıp masanın üzerindeki peçeteyi alarak üzerini silmeye çalıştı ama leke geçmiyordu.
Sıla yanına gelerek kıyafette oluşan lekeye baktı. ''Haydi, gel benim kıyafetlerimden bir şeyler ayarlayalım.'' diyerek Güneş'i kendi odasına götürdü. Kıyafet dolabındaki asılı elbiselere tek tek bakmaya başladı. Bir süre sonra beyaz puantiyeli siyah bir elbiseyi Güneş'e uzattı. ''Bu muhtemelen olur. Ben salona geçiyorum sen rahatça değiş üzerini.''
Güneş, Sıla gidince üzerindeki tulumunu çıkardı. Elbiseyi üzerine geçirdiğinde bedeni olmuştu ama boyu Güneş için kısaydı. Bu da aralarındaki boy farkından kaynaklanıyordu. Salondan yükselen müzik sesi ile gitmek için kapıya yöneldi. Kapıyı açmaya çalıştığında kapı kolu yerinden çıkıp yere düştü.
Güneş düşen kolu alarak yerine takmaya çalışsa da başarılı olamadı. Kapıyı içeriden açmasının yolu yoktu bağırsa da müzik sesinden kimse onu duymazdı, mecbur birinin gelmesini bekleyecekti.
Odadaki yatağın üzerine oturup beklemeye başladı. Çok geçmeden salondan çığlıklar gelmeye başlamıştı. Güneş ne olduğunu anlamak için oturduğu yerden kakıp kulağını kapıya dayadı. Çığlık seslerinden başka hiçbir şey anlayamamıştı. Odanın altından gelmeye başlayan duman ile birkaç adım geriledi.
Pencereye gidip camı açtığında dumanın içeri dolma hızı artınca hava akımını kesmek için tekrar pencereyi kapadı. Kapalı camdan görebildiği kadar dışarı baktı. Üçüncü kattaydı ve buradan atlaması imkânsızdı. Kapıya gidip yumruklamaya başladı. ''Yardım edin. Buradayım. Biri yardım etsin.''
Dolan dumandan öksürmeye başlamıştı. Dışarıdan gelen çığlıklar hala devam ediyordu. Ne yapacağını bilemez halde odanın içinde öylece kalmıştı.