Nimbars güneşin yakıcı sıcaklığıyla uyandığında nerede olduğunu anlayamadan etrafına bakındı. Uykusu dağıldıkça zihni berraklaştı ve dünyada olduğunu hatırladı. Dün gece dışarıda uyuyakalmıştı. Yavaşça doğruldu ve kendi vücuduna dikkatle bakındı. Gecenin karanlığında fark etmemişti ama şuan ten rengi insanlarla aynıydı. Bu onun için çok garipti.
Ayağa kalkıp etrafına bakındı birilerinin olmadığına emin olduğunda kanatlarını sırtından çıkarıp gerdi ve tekrar sırtına geri çekti. Kanatlarını hiç bu kadar uzun süre saklamamıştı ve bu durum onu fazlasıyla rahatsız ediyordu.
Adımlarını çadıra yönlendirdi ve sessizce çadırın fermuarını açıp içeri girdi. Güneş henüz uyanmamıştı. Yanına oturarak sessizce izlemeye başladı. 'Seni farklı kılan ne Güneş? Neden seni yönlendiremiyorum?' diye geçirdi içinden. 'Sana her baktığımda kalbim tarifsiz duygularla doluyor. Daha önce bilmediğim bir duygu ve ne olduğunu anlayamıyorum. Ama içimde garip bir his var. Gelecekte bizi bekleyen bir şeyler var ve o zaman geldiğinde sen hiç üzülmediğin kadar üzüleceksin. Bunu hissedebiliyorum çünkü sana bağlıyım.' iç sesi sustuğunda Güneş gözlerini yavaşça açtı.
''Günaydın'' diyen Güneş gözlerini ovuşturarak doğruldu.
''Günaydın. Ben çıkayım sen rahatsız olma.'' Nimbars çadırdan çıkıp Güneş'i yalnız bıraktı.
Herkes birer birer uyanıp toplanmaya başladı. Ahmet Bey uyanan herkese birer sandviç ve meyve suyu dağıtıyordu. Günlük kahvaltıları sadece bu kadardı.
Güneş çadırdan çıktığında Ahmet Bey'in verdiği sandviç ve meyve suyunu alıp yere oturdu ve yavaşça yemeye başladı. Nimbars yanına yaklaşıp kendine verilen sandviç ve içeceği Güneş'e uzattı. ''Sandviçler çok küçük bir taneyle doyabileceğini düşünmüyorum.''
Güneş ağzındaki lokmasını yutup gülümsedi. ''Teşekkür ederim ama sende yemelisin. Çalışmak gerçekten yorucu ihtiyacın olacak.''
''Ben pek yemek yemem. Yani benimkini de alabilirsin.'' Nimbars yemek yemeden yaşayabildiğini söyleyemezdi. ''Lütfen Güneş al hadi.''
Güneş Nimbars'ın uzattığı sandviçi alıp yanına koydu. ''Sonra açıktım dersen karışmam.''
Nimbars gülerek başını salladı. Güneş'in bu doğallığı çok hoşuna gidiyordu.
''Günaydın,'' Çağlar gelip Güneş'in karşısına oturdu ve sandviçini sarılı paketten açıp yemeye başladı.
Güneş'de ''Günaydın,'' diyerek karşılık verdi.
Nimbars cevap vermemeyi seçmişti. Çağlar'da sevemediği bir şeyler vardı. Her hareketini dikkatle incelemeye başladı.
Çağlar Nimbars hiç yokmuş gibi konuşmaya devam etti. ''Öğleden sonra seni bir yere götüreceğim.''
Güneş meraklı gözlerle baktı. ''Nereye?''
Çağlar göz kırparak gülümsedi. ''Gidince görürsün.''
***
Kahvaltı sonrası çalışmak için tekrar piramitin içine girmişlerdi. Nimbars Güneş'e yakın bir yerde çalışıyormuş gibi yaparak dikkat çekmemeye çalışıyordu. Yaptığı iş hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Uzun yıllar önce yaşamış birini bu şekilde rahatsız etmenin mantığını çözemiyordu.
Gözü sürekli Güneş ve Çağlar'ın üzerindeydi. Çağlar durmadan Güneş'e kaçamak bakışlar atıyordu ve Güneş'de bunun farkındaydı.
Sıkıcı geçen saatler sonunda çalışmaları bitmiş ve dışarı çıkmışlardı. Çağlar Güneş'le birlikte gelen arabaya binip yola çıktılar. ''Nereye gideceğimizi artık söyleyecek misin?''
''Her zaman bu kadar sabırsız mısın Güneş?'' Çağlar oturduğu yerden gülerek baktı.
Araba durunca bir otelin önünde indiler ve Çağlar otele doğru yürümeye başladı. Güneş Çağlar'a dikkatle bakıyordu. Çağlar Güneş'in gelmediğini fark edince geri dönüp yürümesi için elinden tuttu ve çekti. ''Gel hadi.''
Güneş Çağlar'ın adımlarına ayak uydurdu ve yanında yürümeye başladı. Çağlar elini o kadar sıkı tutuyordu ki canı yanmıştı. ''Elimi acıtıyorsun.''
''Özür dilerim. Fark etmedim.'' Çağlar hemen elini gevşetti ama bırakmadı. Otele girip asansöre doğru yürüdüler. Asansörle beşinci kata çıktılar ve bir odanın önünde durdular. Çağlar cebinden çıkardığı kartla kapıyı açtı ve Güneş'le birlikte içeri girdiler.
''Buraya neden geldik Çağlar?'' Güneş istemsizce korkuyordu.
''Duş almak isteyebileceğini düşündüm. Bu odayı bugünlük kiraladım.''
Güneş anlam veremiyordu. ''Böyle bir şey yapmana gerek yoktu.''
Çağlar Güneş'e yaklaşıp gözlerini gözlerine kilitledi. ''Sadece mutlu olmanı istiyorum.'' Güneş'in alnına düşen saçları geri ittiğinde Güneş hafifçe titredi. ''Ben otelin kafesindeyim. Dolapta senin için kıyafet var. Ne zaman hazır olursan o zaman bekliyorum.'' Çağlar arkasını dönüp çıktığında Güneş hareketsiz olduğu yerde bekliyordu.
Çağlar'ın yaptıklarına aklı çeşitli anlamlar yüklese de kalbi kabul etmek istemiyordu. Aklına gelen düşünceleri dağıtmak için odayı incelemeye başladı. Büyük pahalı bir odaydı. Aldıkları maaş burası için azdı. O an Çağlar hakkında hiçbir şey bilmediğini fark etti.
Banyoya girip kendini ılık suyun kollarına bıraktı. Su saçlarını okşayıp yavaşça vücudundan yere aktığında geçen günlerin yorgunluğunu da alıp götürdü.
Duştan çıkıp gülkurusu havluyu bedenine sardı ve aynanın karşısına geçip saçlarını tarayıp kurutmaya başladı. Kıvırcık olduğu için saçını taraması hep zor olmuştu. Saçlarıyla işini bitirdiğinde dolaba yönelip Çağlar'ın söylediği kıyafetlere bakmak için dolabın kapısını açtı.
Askılığa asılı beyaz bir elbise vardı. Üzerine papatyadan oluşan bir taç tutturulmuştu. Dolabın zemininde duran beyaz topuklu ayakkabılar vardı. Güneş dolabın kapısını kapayacağı esnada elbisenin eteğinden sallanan notu gördü ve uzanıp aldı.
''Bu kıyafetleri kabul etmeyeceğini biliyorum ama lütfen sadece birkaç saatliğine giymeni istiyorum. Seni bu kıyafetler içinde kafede bekliyorum.''
Güneş uzunca bir süre düşündü. Giyip giymeme konusunda kararsızdı. Sonunda dolabın kapısını kapayıp kendi kıyafetlerini giydi ve odadan çıkıp asansöre doğru yürüdü.
Asansöre binip birinci kata indi ve tabelalardaki ingilizce yönlendirmeleri takip ederek kafeye doğru yürüdü. Kafeye girdiğinde Çağlar duvar kenarındaki masada oturuyordu. Yürüyerek yaklaştığında masanın üzerindeki beyaz gül yaprakları dikkatini çekti. Göz ucuyla diğer masalara baktı ama onlarda yoktu.
Çağlar Güneş'in görünce hemen ayağa kalkıp oturması için sandalyeyi çekti. Yüzündeki hayal kırıklığı belli oluyordu. ''Elbiseyi giymemişsin.''
Güneş cevap vermeden sandalyeye oturdu. Çağlarda kendi sandalyesine oturunca garson gelip Çağlar'la konuşmaya başladı. Güneş ne konuştuklarını anlayamıyordu. Garson gittiğinde Güneş Çağlar'a meraklı gözlerle baktı. Bir şeyler dönüyordu ve ne olduğunu anlayamıyordu. ''Çağlar sen kimsin?''
Çağlar kaşlarını çattı. ''Kimsin derken?''
''Seni tam olarak tanımıyorum Çağlar. Getirdiğin bu otel, kiraladığın oda bunlar çok pahalı şeyler. Aldığımız maaş bunlar için yeterli değil. Ayrıca tüm bunları neden yapıyorsun?'' Güneş farkında olmasa da sesi sert çıkmıştı.
Çağlar uzanıp Güneş'in elini tuttu. ''Ailem varlıklı bir aile para konusunda hiç sıkıntım olmadı. Bunları yapıyorum çünkü sana değer veriyorum.''
Garsonun gelmesiyle Güneş elini çekti. Garson tabaktaki küçük kelebek şeklindeki limonlu pastayı Güneş'in önüne, diğer tabaktaki meyveli pastayı da Çağlar'ın önüne bırakıp yanlarından ayrıldı.
Çağlar Güneş'e gülümseyerek baktı. ''Ekşi sevdiğini söylemiştin bu yüzden limonlu hazırlattım.''
Güneş pastayı gördüğünde çok mutlu olmuştu. Ekşi tatlıları gerçekten seviyordu ve pastanın şekli çok güzeldi. Küçük bir kelebek şeklindeydi ve sarı kaplamasının üzerinde rengârenk minik boncuk şekerlemeler vardı. ''Teşekkür ederim gerçekten çok güzel.''
Çağlar Güneş'in pastasından çatalıyla küçük bir lokma alıp Güneş'e uzattı. Güneş tereddüt etse de sonrasında çatalın ucundaki tatlıyı ağzına aldı. Tadı tam istediği gibiydi. Tatlı ama ekşiydi. ''Çağlar tüm bunları gerçekten neden yapıyorsun?''
Çağlar kendi pastasından koca bir lokmayı ağzına aldı yavaşça çiğneyip yuttu. ''Güneş bak biliyorum henüz tanışalı çok zaman olmadı. Yani en azından sen beni tanıyalı çok olmadı. Benim seni gördüğüm ilk gün elinde bavulun ağlayarak bir apartmana girdin. Başta sevgilin sandım ama sen ağabeyin olduğunu söyleyince içimde oluşan sevinci tarif bile edemem. Aslında bu araştırmaya sen olduğun için katıldım.''
Güneş anlamadığını belli etmek için başını salladı. ''Hiçbir şey anlayamıyorum. Bu araştırmaya sadece iyi olan öğrenciler alınmıştı. Ayrıca sen bunu nasıl öğrendin?''
''Seni takip ettirdim. Araştırmaya alınmam zor olmadı. Babamın çevresi geniştir, rica ettim oda gerekli ayarlamaları yaptı.''
Güneş sinirle sandalyesini geri itti. ''Bu yaptığın! Sen beni nasıl takip ettirirsin?''
''Çağlar sandalyesini Güneş'e yaklaştırdı ve tekrar Güneş'in elini tuttu. ''Yaptığım yanlış gelebilir ama o an başka türlü düşünemedim. Güneş ben seni ilk gördüğüm anda hoşlandım. Senin için henüz erken biliyorum ama en azından tanımak için bir şans vermeni istiyorum. ''
Güneş zorlukla yutkundu. ''Çağlar lütfen bu söylediklerin imkânsız.''
''Neden ama Güneş? Her insan bir şansı hak etmez mi? Lütfen bana bir şans ver. Kendimi sana tanıtmam ve hayatına girebilmem için bir şans ver.''
Güneş Çağlar'ın yalvaran bakışlarına daha fazla dayanamayıp gülümsedi. ''Tamam, seni tanımayı deneyeceğim ama sadece bu kadar.''
Çağlar Güneş'i kendine çekip sıkıca sarıldı. ''Teşekkür ederim. Seni gerçekten mutlu edeceğim.'' Sarılmayı bırakıp cebinden küçük bir kutu çıkardı ve açıp Güneş'e uzattı. ''Bunu kabul edersen sevinirim.''
Güneş kutunun içine dikkatle baktı. Güneş şeklinde bir kolyeydi ve tam ortasında gerçek bir inci vardı. ''Ben bunu kabul edemem. Bu çok pahalı bir hediye.''
Çağlar kolyeyi kutudan çıkarıp uzandı ve tüm itirazlarına rağmen Güneş'in boynuna taktı. ''Bu senin boynunda olursa değer kazanır.''
Güneş eliyle kolyeyi okşadı. ''Teşekkür ederim.''
Uzun bir süre kafede vakit geçirdiler ve otelden çıkıp kamp alanına geldiklerinde Güneş doğruca çadırına gitti. Kıraç uyuyordu ve saat on ikiyi geçtiği için telefonunu açmaktan vazgeçip Kıraç'ın yanına kıvrıldı ve uykuya kendini teslim etti.
***
Çağlar tek kalınca telefonunu cebinden çıkarıp babasını aradı. Telefon ikinci çalışından sonra babasının sert sesi duyuldu. ''Efendim Çağlar.''
Çağlar babasının sert sesine alışkındı. ''Sana söylediğim konuyu hallettin mi?''
''Hallettim. Adam parayı duyunca hemen kabul etti. Mısır'dan dönünce gideriz.''
Çağlar gülümsedi. ''Babaların bir tanesi teşekkür ederim.''
''Çağlar bu seferde önceden olduğu gibi olmasın bozuşuruz. Bak ağabeyinde tedirgin.''
Çağlar elini cebine sokup çadırına doğru yürümeye başladı. ''Olmayacak baba.''
Telefonu kapattığında Yeliz önün kesti. ''Bu saate kadar neredeydin?''
''Sanane kızım.'' Çağlar gitmek için bir adım atınca Yeliz tekrar önüne geçti.
''Bu seferde Güneş'le mi oynuyorsun? Şimdi gidip her şeyi anlatsam ne yapar acaba?''
Çağlar sinirle Yeliz'in kolunu tuttu. ''Bana bak ağzından tek kelime çıkarsa seni öldürürüm anladın mı?''
Yeliz kolunun acısıyla inledi. ''Canımı yakıyorsun.''
''Ağzından tek kelime çıkarsa kolunun acısı sana yapacaklarımın yanında bir hiç kalır.'' Çağlar Yeliz'i iterek arkasına bakmadan çadırına gitti.