Garry, pusuda bekleyen bir aslan gibi amansız olan gözlerini üzerime dikmişken 'Eyvah!' diye geçirdim içimden. Damien ile olanlar yüzünden öyle dikkatim dağılmıştı ki, bu korkunç adamların varlığını unutmuştum. Onları birden karşımda görmek ve daha önce olanları anımsamak beni saf bir dehşetin pençelerine düşürmüştü. Kalbim hızla atıyor, omuzlarımdan dökülen dalgalı saçlarım göğsümle birlikte hareket ediyordu. İtiraf etmekten hiç haz almasam da güvende olmama hissi beni korkutuyordu.
"S-siz..."
"Bizi hatırladınız değil mi?"
Hissettiğim paniği bastırmak için elimden geleni yapsam da başaramadım. Kapıyı işaret ederken en az parmaklarım kadar titreyen bir sesle "Hemen çıkın buradan!" dedim. Cesur görünmeye çalışıyordum ama resmen acınası bir haldeydim. "Daha önce de söyledim. Buraya girmek yasak. Kim aldı sizi odama?"
Diğer iki adam kıkırdarken Garry gözlerimdeki korkudan müthiş bir keyif alarak belindeki kemerden sarkan beylik tabancasına dokundu. "Ufak bir tehdidin açamayacağı kapı yoktur, hanımefendi." dediğinde çalışanları da tehdit ettiklerini anladım ve onlar için endişelenmeden edemedim. İyi miydiler? Güvende miydiler? Yine de kendim için daha çok endişelenmem gerektiğinin farkındaydım çünkü bu hayvan kaçakçılarına istedikleri türden silahlar üretmemiştim. Bir tane bile yapmamıştım. Bu odada silaha benzeyen tek şey Abraham'ın gözünü morartan o küçük kutuydu, ki Garry'ye onu verecek olsam benim de gözüm morarırdı ve sebebi de kutu olmazdı.
Ümitsiz bir kaçış çabasıyla "Lütfen," dedim. "Size daha önce de söyledim. Ben silah üretmiyorum."
Bu dediğimle Garry'nin keyfi bozuldu, ciddileşerek bana kaşlarını çattı. "Bunun anlamı istediğimizi hâlâ yapmamış olman mı?" diye sorarken sesindeki uyarı tüylerimi diken diken etti.
"Şey... Ben... Şey..."
Garry, "Kendi iyiliğiniz için umarım istediğimizi yapmışsındır, Bayan Born." diyerek üzerime yürümeye başlayınca yavaşça yutkundum ve zor da olsa başımı hayır anlamında iki yana salladım. Yalan söylesem bile bir faydası olmayacaktı ki! Önünde sonunda anlayacaktı. Garry bu yanıttan hiç hoşlanmadı. Öfkeyle üzerime atıldı ve parmaklarını koluma dolayıp dirseğimi kabaca tuttu. Bu temas karşısında şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. "Ah, başın büyük belada, Küçük Hanım."
Kahretsin ki, biliyordum.
Kendimi çekmeye, kolumu bu aptal, zorba serseriden kurtarmaya çalıştım ama tahmin ettiğimden bile daha güçlüydü. "Ne yapıyorsun? Bırak beni!"
"Oyun mu oynuyoruz sanıyorsun? Ya da senden bir şey rica ettiğimizi? Hayatına kaldığın yerden devam etmek istiyorsan biz ne dersek onu yapmak zorundasın!"
Hayır. Dik dur. Seni korkutmasına izin verme.
"Kafayı mı yediniz siz? Yaptığınız şey zaten suç ve bir de size yardım etmemi mi istiyorsunuz? Sizin için silah yapmadım ve asla da yapmayacağım!"
"Güzel. Hemen teslim olsan sıkıcı olurdu zaten."
İki adam yeniden güldü. Bir tanesi korkutucu bir şekilde hevesli görünürken diğeri de her an bir şeyleri devirecek kadar hırçın görünüyordu. Hepsinden de ödüm kopuyordu. Hemen bir şeyler yapmak zorundaydım çünkü bu işin sonunda bu adamlar bana ciddi bir şekilde zarar verebilirdi. Kapıya şöyle bir baktım ama epey kaslı bir adam olan Garry kolumu böylesine sıkı tutarken kaçmam mümkün değildi. O yüzden böyle bir şey yapmaya kalkmak aptallık olurdu. Başka şeyler düşünmeliydim... Fakat sonra her şey daha da kötü bir hâle geldi. Arkadaki adamlardan biri, "Bakın burada ne buldum?" diyerek Iron'u ensesinden tutup yerden alınca kendim için hissettiğim korkuyu unutuverdim. Yavru kedi bu kaba yabancıdan hiç hoşlanmayarak tısladı ve kurtulmak için patilerini havada salladı ama benim çabalarım gibi onun da çabaları yetersizdi. Küçük dostumu bu hayvan kaçakçılarından koruma isteğiyle "Hey! Bırak onu!" dedim öfkeyle.
"Neden?" diyerek benimle alay etti eşkıya. "Bu ufaklıktan bir çift eldiven iyi olurdu. Şu demir ayağı yüzünden pek fazla para etmez ama para paradır, değil mi?"
"Hayır! Dokunma ona!"
Garry, endişem karşısında acımasız bir tavırla gülümseyerek tuttuğu kolumdan beni kendine doğru çekti. Bir an tek görebildiğim adamın merhametten olabildiğince uzak olan gözleriydi. "Bu iş tahmin ettiğimden de eğlenceli oluyor. Siz hoşsohbet bir kadınsınız, Bayan Born ama dediğimi yapmazsanız canınızı çok fena yakmak zorunda kalacağım. Bilmem anlatabiliyor muyum?" derken bana zarar vermekten hiç çekinmediğini göstermek için kolumu sıktı ve tenime yayılan sızıyla birlikte şaşkın şaşkın inledim. Güvensizlik hissi bir anda daha da yoğun bir hâle gelmişti. Kahretsin! Yalnızdım ve kendimi korumam lazımdı. Bir de Iron'u...
O sırada Iron'u tutan adamın sesini yeniden duydum. "O halde bakalım kedinin derisi ne kadar kalınmış?" diyerek elini bej pantolonuna attı. Cebinden keskin bir çakı çıkarınca hissettiğim endişeden dolayı başım döndü. Iron bıçağın ucu başına yaklaşırken müthiş bir öfkeyle tısladı ve yeni kesilmiş olan pençelerini adamın parmaklarına geçirmeye çalıştı ama faydasız çabalardı bunlar.
Gerçekten de Iron'un derisini yüzmek istediğini algılayınca hızla konuştum. "Dur, dur! Lütfen!" Acımasız gözlerini üzerime dikmiş olan Garry'ye baktım, orada en ufak bir tereddüt yoktu. Sonraki dediklerimden tüm benliğimle tiksinerek konuşmaya başladım. "Tamam, tamam! Yapacağım! Ona zarar vermeyin!" derken sesim hissettiğim çaresizlik yüzünden titriyordu.
"Gördün mü? Her şey bu kadar basitti aslında."
Garry'nin alayını görmezden gelmeyi tercih ettim. "Çalışmak için koluma ihtiyacım var." derken kaçmayayım diye hâlâ sıkı sıkı tutuyor olduğu koluma baktım ama bırakmadı. Ben de tekrar ettim. "Bak. Gerçekten koluma ihtiyacım var."
"Bize oyun oynayacak kadar aptal olmadığını umuyorum."
Kendimi zorladım ve kuru bir sesle "Hayır," diye cevap verdim. "Değilim."
Kalbim hâlâ deliler gibi atıyordu. O an hissettiğim endişeyi hayatımın hiçbir evresinde hissetmemiştim. Bu eşkıyalara güvenmek kırılgan bir camın üzerinde yürümekten farksızdı. Onların istediklerini yapsam bile bu işten zarar görmeden çıkabileceğimi zannetmiyordum ama inat edip sularına gitmezsem daha çabuk zarar görürdüm. Elle tutulabilir bir plan bulana kadar dediklerini yapıyormuş gibi davransam iyi olacaktı. Belki de kaçmama imkân veren bir anlarını yakalayabilir ve bu belayı başımdan def edebilirdim. Ah, lütfen, lütfen öyle bir imkân olsun!
Bu düşüncelerime tanıdık bir erkeğin sesi karışana dek dikkatimi toparlayamadım. Dikkatimi toparladığımda ise bana söylediği korkunç şeyler ruhuma işlediği için bu sesin kime ait olduğunu çok iyi biliyordum. Kulakta hoş bir tını bırakan derin, erkeksi ve rahatsız edici anıları uyandıracak kadar tanıdık bir ses... Damien. O olduğundan hiçbir şeyden emin olmadığım kadar emindim. Ama onun burada, çalışma odamda ne işi vardı? Buraya yeniden geleceğini asla düşünmezdim.
"Meşgul müsün, Usta?" diyordu.
Yoğun bir tedirginlikle dolu olan bakışlarımı aceleyle Garry'nin suratından ayırdım ve sesin geldiği yöne, kapıya çevirdim. Damein'ın görüntüsüne aşina olmaya başlayan gözlerim onu anında buldu. Tam oradaydı. Omzunu kapının pervazına yaslamış, kollarını göğsünde kavuşturmuş bir halde bana bakıyordu. Onun için aldığım o beyaz gömleği ve kumaş pantolonlardan birini giyiyordu. Saçları dağınık, ifadesi sakin, bakışları ise her zamanki gibi güzel duygulardan yoksundu. Belli belirsiz bir an içinde Damien'ın gözleri Garry'nin dirseğimi sertçe tutan eline değdi. Hiç kıpırdamadan bakışlarını yeniden yüzüme çıkarırken kalemle çizilmiş gibi düzgün ve köşeli olan hatlarında karanlık bir ilginin belirdiğini gördüm. Kendime engel olamayarak iç geçirdim. Keşke ne düşündüğünü okuyabilseydim. Onun hakkındaki her şey o kadar belirsizdi ki... Aslında Damien'a hâlâ kızgın ve kırgındım. Bana dediklerini bir türlü unutamıyordum ama aramızda ne yaşanmış olursa olsun onu bu belaya bulaştırmak da istemiyordum. Bu doğru olmazdı. Hem adamların silahı vardı. Yaralanabilir, ölebilirdi. O yüzden bu meseleyi kendi başıma halletmek zorundaydım, ki zaten bana yardım etmek istediğini de zannetmiyordum.
Bakışlarımı yeniden Garry'nin korkutucu bir zevkle dolu olan gözlerine çevirirken, beklediğimden daha kesin çıkan bir sesle, "Sen bu işe karışma, Damien." dedim.
Garry, pis pis sırıtarak "Evet." diye yineledi. "Sen bu işe karışma, Damien."
Tanrım, nasıl da eğleniyordu!
Yeniden ona bakarken Damien'ın gitmek için sırtını dönmesini bekledim ama beni dinlemedi. Aksine, içeriye doğru bir adım attı. İlk kez dediğim bir şeyi yapmadığını görüyordum. "Neden? Rahatsız mı ediyorlar seni?" diye sorunca şaşkın şaşkın ona bakmaktan başka bir şey yapamadım. Anlamıyordum. Neden bunu yapıyordu? Sanki umurundaydı.
"Damien, karışma." dedim güçlükle. "Sorun yok. Garry benim müşterilerimden biri. İş konuşuyorduk."
Buna inanmak için aptalın teki olmak gerekirdi çünkü yüzümden bile ne kadar korktuğum okunabilirdi.
Tam da o esnada adamlardan biri araya girdi. Çenesini ovarak, "Hey! Seni bir yerlerden tanıyor olabilir miyim? Yüzün çok tanıdık geliyor. Daha önce gördüğüme eminim." diye sorunca daha da tedirgin oldum. Arena, diye düşündüm. Damien'ı tanımaları durumu daha da kötü bir hâle getirirdi. Damien ise onu tanıyor gibi olan adama soğuk, ilgisiz bir bakış attı. Ardından gözlerini yeniden Garry'ye çevirdi ve sonrasında dediği şey odaya bir sessizliğin hâkim olmasına neden oldu...
"Ustamın kolunu bırak."
Garry, anlamayarak "Ne?" dediğinde Damien aynı şeyi aynı sakinlikle yeniden söyledi.
"Ustamın kolunu bırak."
Garry, hışımla yüzüme baktı. Beni "Gönder şu adamı!" diye tehdit edince dediğini yapmaktan başka çarem olmadığı için titrek bir sesle konuştum.
"Damien... Git." Lütfen git.
Damien, omzunu kapının pervazından ayırdı ve bize doğru yürüdü. Adımları sakin olsa da ben hiç öyle değildim. Ne yapıyordu bu? Bir adım ötemizde durduğunda Damien'ın kolumu tutan pislikten bir karış daha uzun olduğunu gördüm. Garry huysuzlanarak kolumu daha da kuvvetli bir şekilde tutmaya başladı. Bu şekilde bölünmekten hiç hoşlanmamıştı. Kendimi kolundan kurtarmaya çalıştım ve şaşırtıcı bir şekilde bu sefer başardım. Kolumu ovarken endişeyle Damien'a baktım. Açıkçası ne yapacağını hiç kestiremiyordum. Onu, "Damien," diye uyardım ama gözleri Garry'deydi, beni yine dinlemedi ki bu hiç şaşırtıcı değildi.
"Neden kendi ayarında biriyle uğraşmıyorsun, Garry?"
Damien'ın Garry'nin ismini söyleme şekli karanlık bir uyarıyla doluydu. Garry, elbette geri adım atmadı. "Tamam," diyerek meydan okudu ve tamamen Damien'a döndü. "Ve ne? Sen misin o kişi?"
Damien ipeksi bir gülümsemeyle başını yana yatırdı ancak gözlerindeki ifade öldürücüydü. Onu tam olarak tanımasam da bunun korkulması gereken bir şey olması gerektiğini biliyordum. Sesi kulaklarımda hoş bir tını bırakırken bu hoşluğa uymayacak kadar tehlikeli bir tavırla "Evet." diye kabul etti. "Sen ve adamların buradan hemen gitmelisiniz."
"Nedenmiş o?"
"Çünkü sizden hoşlanmadım. Özellikle de senden." Sen kimseden hoşlanmıyorsun, diye bağırmamak için kendimi zor tuttum, hatta diyecek gibi de oldum ama sonrasında dediği beni dumura uğrattığı için yapamadım. "Hem kimse benim ustamı tehdit edemez."
"Edersem ne olur? Beni korkutabileceğini mi zannediyorsun? Üçe karşılık birsin. Yüzünün ortasında bir morluk taşımak istemiyorsan..."
Damien, adamın lafını bitirmesine bile izin vermedi. Garry'nin saçlarını tutup tüm gücüyle geriye çekerken bir anda çalıştıkları için omzundaki, kolundaki ve karnındaki kasların tümü gömleğinin altından bile fark edebileceğim şekilde gerildi. Hafifçe gülümsedi; Küçük, soğuk bir tebessümdü bu, tehlikeliydi. Sonra da Garry'nin yüzünü çalışma masamın tam ortasına çarptı. Çıkan tok ses irkilmeme ve bir an için gözlerimi sıkı sıkı kapatmama neden olurken 'Kesin kafatası çatlamıştır!' diye düşündüm. Damien adamın kafasını geri çekti ve boşta kalan elini yumruk yapıp kaldırdı. Garry'nin yüzünün tam ortasına yumruğunu geçirirken çıkan kemik kırılma sesi midemi alıp ağzıma kadar getirdi. Hıncını alamadı ve çenesi gerilirken aynı yere bir tane daha vurdu. Sonra da onu bıraktı. Garry kendisine çarpan acıyla inleyerek sırt üstü düştü. Burnundan oluk oluk kan akarken akan kırmızı sıvıyı görmek midemin çalkalanmasına neden oldu. Elimi sıkıca ağzıma bastırdım. Daha önce Damien'ı dövüşürken görmemiştim. Bunun bir nevi mesleği olduğunu bilsem de kulaktan kulağa yayılan bir şeyi görmek kadar etkili değildi. Damien'ın kanlı ustalığı ve vahşiliği karşısında tamamen şaşkına dönmüştüm. Gerçekten de çok güçlüydü. Hiç uğraşmadan Garry'i alt etmişti. Üstelik tüm bunlar sadece saniyeler içinde olmuştu. Ama hâlâ devam ediyordu... Diğer adamlardan biri iğrenç bir küfür savurdu ve hiç vakit kaybetmeden Damien'a saldırdı. Büyük hataydı çünkü Damien bir panter kadar çevik bir şekilde dövüşüyordu. Üstelik bu işi yıllardır yapıyordu. Refleksleri inanılmaz gelişmiş olmalıydı ki, ona yumruk atmaya çalışan adamın darbesini kendisine çarpmadan önce avcunun içine aldı. "Bu biraz canını acıtacak." Acı çığlığını umursamadan kırılma sesi gelene kadar bileğini geri büktü. Sonra boşta kalan elini yumruk haline getirip adamın çenesine kuvvetli bir yumruk attı. Adam darbenin etkisiyle dengesini yitirip sertçe masaya çarptı. Masanın üzerindeki her şeyi devirip yere geri düşerken ağzından kan ve kırık dişler dökülerek temiz zemini kirletti. Galiba çenesini kırmıştı. Ya da daha kötü bir şeyi, bilmiyorum ama onun için üzülmedim çünkü az önce Iron'un derisini yüzmek isteyen adamdı o...
Tüm bu kan yüzünden mide bulantım giderek kötü bir hâle gelirken yüksek sesle "Aman Tanrım!" diye soludum; Bu gladyatör bir bölük askere bedeldi!
Garry, elini burnuna bastırırken "Seni piç!" diye soludu.
Damien eğildi ve koyu saçları alnına dökülürken yerde kıvranan Garry'e uzandı. Tek eliyle gömleğinin yakasından tutup sertçe yukarı çekti. Adamın gözlerine bakarken göğsü hızla inip kalkıyordu ve lacivert gözleri tehlikeli bir vaatle parlıyordu. "Ustamı bir daha rahatsız edersen seni öyle bir döverim ki, değil bu malikaneye gelmek, sokağından bile geçemezsin. Anladın mı beni? Canını çok fena yakarım." derken ifadesinde en ufak bir alay yoktu. Çok ciddiydi. Garry'nin yüzüne yayılan o korkuyu görmek öyle rahatlatıcıydı ki...
"Tamam, Damien." dedim Garry'nin mesajı aldığından emin olunca. "Bu kadarı yeterli. Bırak onu."
Bu sefer dediğimi yaptı. İki adam Garry'yi kollarından tuttular ve aceleyle odamdan çıktılar. Yerlere akmış olan kırmızı sıvıya bakarken kendimi daha da kötü hissederek masanın köşesine tutundum. Ah, galiba kusacaktım! Damien neden kötü olduğumu anlamayarak kaşlarını çattı ve bana doğru bir adım attı. Ben de panikledim ve elimi hızla kaldırdım. "Yaklaşma... Kan..." dedim güçlükle. Kanla kaplı olan parmak boğumlarına baktı ve ne yapacağını bilemeyerek ellerini ovuşturup kanı silmeye çalıştı ama o lekeyi o şekilde yok edemezdi. Kanın mekanik, iğrenç kokusu etrafa yayılıp burnuma kadar ulaşınca yüzümü buruşturdum. Başım döner gibi olunca hızlı hızlı soludum. Gözlerimi yumdum, neyse ki kendimi hapsettiğim karanlık baş dönmesini biraz yavaşlattı. Abraham'ın sesini duydum sonra. "Vanessa!" derken ben yere yığılmadan önce beni omuzlarımdan sıkı sıkı tuttu. Sesi kulağa endişeden kafayı yiyecekmiş gibi geliyordu. "İyi misin? İncindin mi?"
Başımı 'hayır' anlamında salladım ve destek almak için Abraham'ın koluna tutundum. "Odayı temizlemesi için birini gönderin. Burada hiçbir şekilde kan görmek istemiyorum."
"Tamam, ben halledeceğim. Gel, seni oturma odasına götüreyim. Orada biraz dinlen."
Bir saat sonra betim benzim atmış bir vaziyette oturma odasındaki büyük koltukta oturuyordum. Abraham omuzlarıma bir battaniye örtmüştü ve önümde de bir fincan bitki çayı vardı. Pencerelerden dışarıda yağmurun çiselediğini görebiliyor, şöminede yanan odunların sıcaklığını hissedebiliyordum. Yalnızdım ve artık güvende olduğumu bilmeme rağmen hâlâ deli gibi korkuyordum. Bir süre de böyle hissetmeye devam edecektim sanırım. Resmen o zorbalar yüzünden travmatik bir olay yaşamıştım. Bir de Damien vardı. Ödümü koparıyordu ama korkunç bir şekilde yapsa da beni korumuştu, değil mi? Teşekkür etse miydim acaba? Ah, hayır. Bunun için ödül mi verecektim ona? Kötü bir durumun içinde iyi tek bir şey yaptığı için Damien'a teşekkür borcum yoktu.
Hazır şeytanı anmışken...
Oturma odasına giren Damien'ı fark edince olanları bir kere daha anımsadım ve gözlerim fal taşı gibi açılırken bakışlarımı ondan ayıramadım. İfademdeki tedirginlik yüzünden olsa gerek, Damien ellerini kaldırdı. "Artık temizler." diyerek artık tek bir damla bile kanın olmadığı parmaklarını gösterdi bana ama beni geren şey elleri değildi, ta kendisiydi. Hiç uğraşmadan iki tane adamı alt etmişti. Onun için birini savunmasız hâle getirecek kadar dövmek ne kadar da kolaydı! Sadece çıkıştığı için kendimi şanslı saysam iyi olacaktı. Hislerimi bastırmak için etrafımdaki battaniyeye daha da sıkı sarındım. Sonunda da "Neden yaptın bunu?" diyerek aklımda dolanıp duran soruyu dile getirdim. Kendimi Garry'nin karşısında olduğumdan bile daha savunmasız hissediyordum, bu nasıl mümkün olabilirdi? "Neden korudun beni? Seni anlamıyorum. Benden nefret ediyorsun. Bundan eminim. Yine de orada... Garry'yi durdurdun. Neden?"
"Benim ne hissettiğimin önemi yok. Sonuçta öyle ya da böyle bana sahipsin. Hem sana borçlu kalmak istemedim."
Dedikleri kırıcıydı. Çok saçma bir düşünce olsa da beni korumak istediği için koruduğunu sanmıştım, kendini mecbur hissettiği için değil. Yine de son dediğine takılı kaldım. Anlamayarak, "Ne?" diye fısıldadım. "Ne borcu?"
"Dün geceden bahsediyorum."
Elizabeth'i ve o sinir bozucu, ısrarcı tavırlarını düşünürken sesli cevap verecek gücü içimde bulamadım ve başımı 'anladım' dercesine salladım. Böyle düşününce mantıklıydı aslında; Ve sinir bozucu. Ne yani, benden o kadar çok nefret ediyordu ki benden gelecek bir iyiliği bile istemiyor muydu? İçimden bir ses 'Belki de karşılıksız iyilik ne demek bilmiyordur.' dediğinde kalbimi bir hüznün kapladığını hissettim ve bu konu hakkında bir tartışma çıkarmamak için derin bir nefes aldım. Ilımlı davranmalıydım, her ne kadar öyle hissetmiyor olsam da...
"Yine de adamın elini kırmana gerek yoktu... Ya da çenesini..." Düşündükçe bile kötü oluyordum. Damien, küçümseyici bir edayla dudağının kenarını kıvırdı. İliklerime kadar bozulduğumu hissederken huysuz bir çocuk gibi homurdandım. "Ne var?"
"Kötü insanlar konusunda pek deneyimin yok, değil mi?"
"Ne demek istiyorsun?"
"Fazla kibarsın." dedi sanki bu çok korkutucu bir şeymiş gibi...
"Hey! Senden yardım isteyen olmadı!" Utancı yanaklarımda hissederken bakışlarımı kaçırdım. Doğrusu, o pisliklerin boylarının ölçüsünü vermişti ama bunu ona itiraf edecek değildim. Fakat söylemem gereken bir şey daha vardı. "Yine de teşekkürler."
Garip bir sessizlik oldu. Ne düşünüyordu acaba? Bunu bilmek için her şeyi yapabilirdim cidden.
Damien, ne hissettiğini anlamama imkân vermeyen bir sesle "Bir asil kölesine teşekkür etmez." diye fısıldadı.
Kahretsin!
"Ben... Bilmiyordum... Üzgünüm..."
Yorum yapmadı. Biraz dalgın görünüyordu. Yumuşak bir sesle "Ne istiyordu senden?" diye sorarak konuyu yeniden Garry'ye çevirince rahatladığımı hissettim ve olduğu kadar durumu açıklarken dalgın bir tavırla ellerimin içine baktım.
"Şehir dışındaki yaratıkları avlıyorlar. Benden onlar için silah üretmemi istediler. Aslında daha önce de gelmişlerdi ama pek ciddiye almamıştım. Sanırım almam gerekiyordu. Neyse. Bir daha buraya gelmeye cesaret edemezler herhalde."
Damien en ufak bir yorum yapmadan başını salladı ve bakışlarını camın ardına çevirdi. Yağan yağmura uzun uzun baktı. Duygusuz gözlerinin derinliklerinde başka bir şey fark ettim, bir özlemdi sanki... Dışarı çıkmak mı istiyordu? Bir anda buraya geldiği günden beri hiç dışarı çıkmadığını anımsadım. Ben de bunu düşünmeyecek kadar kızgındım ona. Kahretsin! Derdim neydi benim? Adama resmen hapis hayatı yaşatıyordum.
Önünü arkasını hiç düşünmeden "İstersen çıkabilirsin." deyiverdim.
Damien'ın gözleri yağmurda takılı kalsa da ifadesi her şeyi ele veriyordu. Kendine gelmesi birkaç saniye sürdü. Bana bakarken bunu öyle hızlı bir şekilde yaptı ki bir an boynu kırılacak falan sandım. Benimle konuştuğundan emin olamıyormuş gibi "Ne?" diye fısıldadı.
Tatlı olduğunu ümit ettiğim bir tavırla "İstediğin zaman dışarı çıkabilirsin, Damien." diye yineledim...
"Bekle. Bana izin mi veriyorsun?"
İzin mi? Ne garip bir tabir. "Kölelerin dışarı çıkmasına izin yok mu?" diye sordum merakla ama daha sorduğum anda cevabın ne olduğunu biliyordum. Aptal mıydım neydim. O zincirler hâlâ onun bileklerindeydi. Bunu nasıl görmedim?
"Elbette yok."
"Şey... Peki. Benden izin almana gerek yok." diye açıkladım ve bir yudum almak için fincana uzanırken özgürlüğün kısıtlanmasının birine yapılabilecek en büyük kötülük olduğunu düşündüm. Ne büyük haksızlık. "Sadece çok geç olmadan buraya dön, tamam mı? Ve lütfen hiçbir olaya karışma. Başkan Eugine'i kızdırmak istemeyiz."
"Sen gerçekten de böyle..." Kapı açıldı. Abraham hiç beklemediğim bir anda odaya girince Damien konuşmaktan vazgeçerek dudaklarını birbirine bastırdı. Birden ciddileşmiş, eski hâline dönmüştü. Ne diyeceğini deli gibi merak etsem de gidebileceğini göstermek için elimi salladım. Damien odadan çıkarken Abraham yanıma oturdu ve belirgin bir endişeyle yüzüme bakmaya başladı. Bir şeyler soruyordu ama aklımın büyük bir kısmı Damien'daydı. Bu yüzden sorduğu sorulara kısa cevaplar vermekle yetindim ve durumun ne olduğunu anlattım. Elbette çok endişelendi ve malikanenin güvenliği için hemen bir şeyler düşüneceğini söyledi. Çalışma odam temizlendiği için o gün daha fazla işime odaklanamadım. Ben de kendime vakit ayırdım; Abraham'la sohbet ettim, biraz kitap okudum, kış bahçesine çiçekler ektim... Akşama doğru yağmur dinip yerini bulutlu bir havaya bıraktı. Sıcak, uzun bir banyonun ardından yatak odama çekildim. Nemli saçlarımı tararken pencerenin kenarına geçtim ve dalgın bir tavırla geçmişi düşündüm. Saçlarımın uçlarına dokundum, onları babamın taradığı zamanları özlemiştim sanırım. Camın ardından bahçeye tanıdık bir siluetin çıktığını görünce anılarımdan hızla sıyrıldım ve şaşkınlıkla duraksadım. Damien? İyice görmek için gözlerimi kıstım. Evet, gerçekten O'ydu! Tarağı camın kenarındaki boşluğa bıraktım ve merakla başımı yana yatırdım. Damien malikanenin bahçe kapısından çıkarken bugün olanları düşündüm ve benden nefret ettiğini bilmeme rağmen içimde yeşeren umut parçasına engel olamadım. Ah, umut... Umut, güzel şeydi.