?15.BÖLÜM: KARANLIK ŞEYLER

3451 Words
Abraham, birkaç gün sonra, "Vanessa?" derken kaşlarının arasında endişeli bir çizgi oluşmuştu. "Neyin var?" "Bir şeyim yok," diye yalan söyledim ve asık bir suratla çatalımı tabağımdaki peynir parçasına batırdım. Sesim bile yılgındı. "Sadece... Bunaldım biraz." "Neden?" "Şey, biliyorsun..." Okyanustan esen su kokusu burnuma ulaşırken gözlerimi kapattım ve iç geçirdim. Günler, günler, günler sonra kendini göstermeye karar veren güneşin tadını çıkarmak için o günkü kahvaltıyı dışarıda etmeye karar vermiştim. Güzel bir fikirdi çünkü temiz hava ve berrak gökyüzü içimdeki sıkıntıyı neredeyse unutmama neden olmuştu. Abraham ise her zamanki gibi karşımdaki sandalyede oturuyordu. Gazetesini okuyor ve zehir gibi şekersiz olan kahvesini yudumluyordu. Abraham, ilgiyle, "Geçen olanlar yüzünden mi?" diye sordu. Geçen olanlar gerçekten de korkunçtu ama canımı sıkan şey bu değildi. Her zamanki gibi Damien'dı. Ona dışarı çıkabileceğini söylediğim günden sonra ara sıra dışarı çıktığını görmüştüm. Ne komiktir ki, bir şekilde aynı evin içinde karşılaşmamayı başarıyorduk. Gerçi bunun ana sebebi uyanık olduğum her anı çalışma odamda geçiriyor olmamdı. Bir keresinde koridorda karşılaşmıştık ama Damien'ın sert, lacivert sayılacak kadar koyu bir tona sahip olan o mavi gözleri karşısında ürkmüş ve sessizce yanından geçip gitmiştim. Özetle, hâlâ benden nefret ediyordu. Bu durumu daha da kötüleştirecek bir şey varsa o da beni o eşkıyaların elinden kurtardıktan sonra istesem de ona kızgın kalamıyor olmamdı; mantığım bana sürekli 'Kalbini kırdı senin, unuttun mu?' diye hatırlatıyor olsa da öfkemi sürdürmeye devam edemiyordum. Oof, amma da saftım! O benden böylesine nefret ederken ben neden ona öfkeli kalmaya devam edemiyordum? Beni o pisliklerden kurtarmış olsa da bunu bana güvendiği, beni korumak istediği ya da beni düşündüğü için yapmamıştı ki! Tek düşündüğü benim onun sahibi olduğum ve beni korumak zorunda olduğu gerçeğiydi. Başka bir şey değil. Hâlâ bana güvenmiyor, benden nefret ediyordu. O yüzden umuda kapılmamalıydım. Abraham'a karşı dürüst davranmaya karar vererek, "Hayır," dedim. "O zaman Damien yüzünden." Nefesimi üfledim. "Evet." Kolayca gerçeği kabul etmem karşısında kahvesine uzanırken Abraham'ın yüz hatlarını buruk bir tebessüm süslüyordu. İmalı bir biçimde, "Üstelik yorgun da görünüyorsun," diye eklediği sırada esnememi kapatmak için elimi kaldırmıştım. Abraham onaylamaz bir ifadeyle tek kaşını kaldırınca şirin şirin gülümsedim. "Evet, biliyorum. Uykusuz bir gece daha." "Biraz dinlenmelisin. Yoksa hasta olacaksın." Çalışma odam tamamen temizlenip yenilendiği için kendimi iyice yaklaşmakta olan tiyatro gösterisinin dekor işine vermiştim. Çok fazla çalışıyordum ve bunun hiç de sağlıklı bir şey olmadığını biliyordum ama aksi halde gösteriye kadar dekorları yetiştirmem mümkün olmazdı. Bu yüzden de son birkaç gündür çok az uyuyordum. Abraham'a mahcup bir şekilde baktım ama aslında çalışmak falan umurumda değildi. Damien konusunda onunla konuşmaya, tavsiyelerine ihtiyacım vardı çünkü buna daha fazla devam edemeyecektim. "Hiç tanımadığım bir adamın tavırlarının beni böyle mutsuz etmesine izin verdiğim için bana acıyor musun?" "Sen kendine acıyor musun?" Evet. Hem de çok. Utana sıkıla gözlerimi kaçırdım, bahçenin yeni biçilmiş çimlerine baktım. "Ben bundan daha güçlüyüm, o umursamıyorsa benim de umurumda olmamalı ama..." Abraham, tamamladı; "Onun yüzünden inciniyorsun, anlıyorum." Ona geri bakarken "Evet," dedim üzgün üzgün ve sakinleşmek için elimden geleni yaparken parmaklarımı sıkıntıyla yüzümde gezdirdim. İtiraf etmek hiç hoşuma gitmiyor olsa da Damien beni gerçekten incitiyordu. Yeniden konuşmadan önce nefesimi üfledim. "İki yabancı bile değiliz. Benden nefret ediyor ve hakkımda korkunç şeyler düşünüyor, Abraham. Bunları bana söylemeye de cesaret ediyor." "Neden bunu umursuyorsun? Bırak ne düşünmek istiyorsa düşünsün." "Bu kolay değil, yapamıyorum." Yapabilsem yapardım zaten. Abraham, grileşmiş kaşlarından birini kaldırırken "Hmm, anlıyorum." dedi bilmiş bir edayla. Gerçekten de anladığını biliyordum. Beni bu dünyada en iyi tanıyan insanlardan biriydi o. "Peki ne hissediyorsun?" "Artık bunu sürdürmek istemiyorum. Denedim, olmadı. Damien burada çok mutsuz ve sebebi de benmişim gibi hissediyorum. Nefreti bana ağır geliyor, kaldıramıyorum. Belki de onu arenadan uzak tuttuğum içindir? Bence... Bence onu geri göndermeliyim Abraham." "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun? Onu göndermek mi istiyorsun? Bu konuda anlaştığımızı sanıyordum. Üstelik bu hiç senlik bir şey değil." Bakışlarımı yine kaçırdım ve bunu ciddi ciddi düşündüm. Arthur ve adamlarının Damien'a nasıl kötü davrandığını anımsayınca karnıma kramplar girdi ve onu göndermeyi düşündüğüm için kendimi tokatlamak istedim. "Hayır. Tam olarak değil." diye itiraf ettim utana sıkıla. "Öyleyse sorun tam olarak ne?" "Ben sadece... Birinin benim yüzümden mutsuz olduğunu düşünmeye katlanamıyorum. Aslında bir parçam Damien'a hâlâ kızgın. Bana söylediklerini bir türlü unutamıyorum ama... Mutsuz olmasını da istemiyorum." Başımı ellerimin arasına aldım ve kendime karşı duyduğum o öfkeyle inledim. "Oof. Çok safım, değil mi? Benden nefret ediyor ve ben de burada durmuş benden nefret ettiği için üzülüyor ve sana dert yanıp başını ağrıtıyorum!" Abraham, kendimden şüphe etmem karşısında gözlerini kapatıp iç çektikten sonra gazetesini düzgünce katladı ve masanın üzerine bıraktı. Yüzünde ciddi bir ifade vardı ama bana bakan gözleri hâlâ yumuşaktı. Onu dinlemeye her zaman hazırdım çünkü yılların getirdiği bir bilgeliği ve olgunluğu vardı. Üstelik beni nasıl sakinleştireceğini bilirdi ve nasıl oluyorsa, her zaman en doğru şeyi söylerdi. "Hayır, saf değilsin. Sadece iyi bir insansın ama hâlâ çok toysun, Vanessa. Tek düşündüğün Damien'ın ne hissettiği ama neden böyle hissettiğini hiç düşünmüyorsun." "Nasıl bir neden hiç tanımadığı bir kadından nefret etmesine neden olabilir? Onu haklı çıkarabilir?" "Bilmiyorum ama bunların çok sığ düşünceler olduğunu biliyorum. Hiç tanımadığın, bilmediğin bir insan hakkında, hiç tanımadığın hayatını hesaba katmadan sonuca ulaşıyorsun. Benden neden nefret ediyor? Neden bana kötü davranıyor? Ben ne yaptım? Hayır, kızım. Sen hiçbir şey yapmadın. Senden nefret etmesi senin suçun değil. Evet, kesinlikle sana haksızlık ediyor, bana kalırsa sen bu dünyadaki en iyi insan olabilirsin ve söylemem gerekir ki sana öyle kötü davrandığı için Damien'ı iyice bir azarlamak istiyorum, ama bundan daha normal bir şey olamaz, değil mi? Damien çok zor bir hayat geçirmiş. Onun gibi bir adamın birine güvenmesi çok zordur, sen de dahil olmak üzere." Hızla itiraz ederken sesim biraz yükseldi. "Ama ben öyle değilim! Bunu ona da söyledim!" "Ve hiç umursamadı, değil mi? İnsanlar artık o kadar basit bir şekilde yalan söylüyorlar ki, sözlerin kıymeti kalmadı. Farklı olduğunu biliyorum Vanessa ama üzgünüm, Damien için diğer ustalarından farklı değilsin. Onunla samimi ve açık bir ilişki kurmaya çalışırsan sana istediğin şekilde karşılık vermez. Duygularını hiçe sayar. Varlığını umursamaz ve iyi niyetin ise sadece senden şüphelenmesine neden olur." Vay canına. Konuşma ve öğüt vermek konusunda gerçekten de çok iyi bir kahyam vardı. Artık kendimi az önceki kadar kasvetli ve üzgün hissetmiyordum ve tam olarak değilse de Damien'ı anlıyordum. Bir nebzeye kadar tabii. Hiçbir sebep yüzüme karşı söylediği o çirkin sözlere hoşgörü göstermeme neden olamazdı. "Ne yapmamı önerirsin?" "Deneyeceksin, sonra tekrar deneyeceksin, sonra bir kere daha deneyeceksin ve olmazsa yeniden deneyeceksin... Bazı insanlar emek isterler, Vanessa." Abraham sandalyesinde arkaya yaslandı ve düşünürken çenesini ovuşturdu. "Öncelikli olarak Damien'a tüm bu durum hakkında ne hissettiğini, gerçekten ne hissettiğini söyleyebilirsin." "Hayır!" diye haykırdığımda çimlerin arasındaki bir tavşan yavrusunu ürküttüm, zavallı hayvan sıçrayarak kurumuş yaprak yığınlarının arasına kaçtı. Sonra da içmek için su birikintisine yaklaştı. Her ne kadar hava güneşli olsa da dünkü yağmurun izleri hâlâ yeryüzündeydi. "Hemen pes mi ediyorsun? Beni gerçekten hayal kırıklığına uğrattın, kızım." "Sen ciddi misin? O adam benden nefret ediyor! Büyük konuşmak gibi olmasın ama konuşacağım, Damien'a tavırlarının beni ne kadar incittiğini söylemektense gider kendimi toprağa gömerim daha iyi. Ona karşı elimden geldiğince iyi ve anlayışlı bir insan olmaya çalışıyorum ama özür bile dilememişken, pişman bile değilken bana söylediklerini yok sayamam." "Sen çok güçlü, kendinden emin bir kadınsın. O inatçı herifin cesaretini kırmasına izin verme. Aksi halde ömrün boyunca onunla kedi - fare oyunu oynamak zorunda kalırsın. Ondan kaçmaya çalıştığını fark etmedim mi sanıyorsun? Buna daha ne kadar devam edeceksin?" Öfkelendim ama öfkemin tek sebebi aşırı utanmamdı. Abraham'ın Damien'ın beni ne kadar sindirdiğini fark etmesi karşısında yumruğumu masaya vururken "Onu göndereceğim! Görürsün, yapacağım!" diye meydan okudum. Abraham, tepkimi hiç mi hiç umursamadan pişmiş kelle gibi sırıttı. "Hayır, yapmayacaksın." "Evet, yapacağım!" "Yapmayacaksın." "Neden onun tarafını tutuyorsun anlamıyorum. Çok kaba ve iyilikten anlamayan biri. Ona nazik davranmak istediğimde bunu yüzüme çarptı ve bana asillerin hepsinin kendini beğenmiş, zalim pislikler olduğunu söyledi. Biliyorsun, ben de bir asilim." Abraham bundan hoşlanmayarak yüzünü buruşturdu. "Evet. Bu gerçekten de çok... Uygunsuz olmuş." Dayanamadım ve şaşkın şaşkın kaşlarımı kaldırdım. Uygunsuz mu? Diyeceği tek şey bu muydu gerçekten? Birkaç kelime daha düşünüyordum ve hiçbiri de bu kadar yumuşatılmış değildi. Rüzgarın yanağıma savurduğu siyah, dalgalı saç tutamını kulağımın ardına sıkıştırırken huysuz bir çocuk gibi "Beni çok utandırdı ve kendimi kötü hissetmeme neden oldu!" diye itiraf ettim... "Onu ilk gördüğünde kötü bir durumdaydı, değil mi? Merak ettiğim için soruyorum, o zaman Arthur'u durdurmak için bir şey yaptın mı? Çünkü oraya Başkan Eugine ile gittin ve o adam oldukça sinir bozucu olabiliyor." "Teknik olarak hayır ama bunun tek sebebi ne yaparsam yapayım Başkan Eugine ve Arthur'un kabul etmeyeceğini bilmemdi. O ikisi çok inatçılar ve tüm bu hediye meselesi yüzünden zaten yeterince şaşkındım. Ben... Ah, peki!" Gözlerimi yumdum ve durumun nasıl göründüğünü ilk kez o an fark ettim. Damien, gerçekten de çok zor bir hayat geçirmiş olmalıydı ve bana güvenmek için hiçbir sebebi yoktu - Özellikle de Başkan Eugine'nden hediye alacak kadar ona yakın olduğumu düşünüyorsa! Pek gönüllü olmasa da pes ettim. "Belki de haklısın. Belki de hayatta hiç iyilik görmemiş bir adamın üzerine fazla gittim. Tamam, sadece bir kere daha deneyeceğim. Tavsiye için sağ ol." "Ne demek. İyi şanslar." "Teşekkürler." Cılız bir biçimde gülümsedim. "Şansa kesinlikle ihtiyacım olacak." Bunlar haricinde havadan sudan konuştuğumuz bir kahvaltıdan sonra çalışma odama çekilmek için izin istedim. Abraham, kendimi çok fazla yormayacağıma dair bir söz istedikten sonra gitmeme müsaade etti. Malikaneye girerken bahçe kapısının orada Damien'ın sırtını gördüm ve istemsiz bir biçimde verandada duraksadım. Malikaneden çıkıyordu. Dayanamadım ve biraz ürkek bir şekilde ismini seslendim ama beni duymamış olmalı ki, sokağa çıktı. Kararımı değiştirip Damien'ın peşinden giderken aslında amacım onu durdurmak ve Abraham'a yapacağımı söylediğim gibi dürüst bir konuşma yapmaktı. Aramızı gerçekten düzeltmek istiyordum ama sonra mantığımın yerini bir merak aldı ve sırf nereye gittiğini merak ettiğim için onu gizli saklı bir şekilde takip etmeye başladım. Bir binanın arkasına saklanıp Damien'ın sokağın sonundan dönmesini izlerken endişeyle alt dudağımı ısırdım. Yaptığım şey çok yanlıştı ve yakalanacak olursam utançtan yerin dibine girerdim ama kendime engel olamıyordum; İçimde Damien ile ilgili her şeyi merak eden bir parça vardı çünkü ben aptalın tekiydim! Damien'ın tam olarak nereye gittiğini anlayınca kusacak gibi olsam da eski, izbe mahallenin içinde koştum ve asansör sistemi kapanmadan önce -İçeri girmek için ne kartım ne de şifrem vardı!- boş kabinin içine atlamayı başardım. Ceza odasına gidecek hâli olmadığı için diğer seçeneğe ihtimal verdim ve düğmelerin eksi iki yazanına bastım. Asansör korkunç bir gıcırtı çıkararak hareket etti. En alt kata, Yeraltı Şehri'ne inerken daha önce hiç görmediğim bu yeri göreceğim için içimde garip bir heyecanın filizlendiğini hissedebiliyordum. Her ne kadar bir asilin her yere girmeye izni olsa da fark edilmemek için kahverengi paltomun kapüşonunu başıma çektim ve kolunu çekiştirerek üzerinde herhangi bir damganın olmadığı bileğimi örttüm. Dünkü yağmurun kalıntılarından korunmak için giydiğim diz üstü, siyah çizmelerim, aynı renk dar pantolonum, bedenime büyük gelen kahverengi gömleğimle ve dizimin altına kadar uzanan, önü düğmesiz paltomla dikkatleri üzerime çekmeyeceğimi umuyordum. Asansör sonunda durdu! Kapılar açılmayınca ben de daha önceki yaşlı adamın taktiğini uyguladım. Yumruğumu tüm gücümle kapıya geçirdiğimde asansörün kapıları sinir bozucu bir şekilde gıcırdayarak açıldı ve meşhur Yeraltı Şehri önüme döküldü. Şaşkın bakışlarımı ilk çeken şey aşırı yüksek tavan boyunca yerleştirilmiş olan yapay ışıklardı. Toprağın altında olduğumuz için içeri hiçbir şekilde güneş girmiyordu ve asansör aşırı yüksek, metal bir balkonun önünde durduğu için şehri tam olarak görebiliyordum. Önüne yaklaşıp avuçlarımı kalın, süssüz tırabzanlara yaslarken ve hafifçe öne eğilirken hissettiğim şaşkınlık ve heyecandan dolayı gözbebeklerim sızladı. Tüm bir şehir ayaklarımın altındaydı ve etrafta dolaşan, hayatlarına bakan insanların uğultusu kulaklarıma ulaşırken bu irili ufaklı evlerin ucu sonsuza kadar uzuyor gibiydi. Vay canına! Yeraltı Şehri o kadar büyüktü ki, Westland'ın altını tamamen kaplıyordu. Hatta daha ötesini bile... 🔸🔸🔸 "Hadi ama, lanet olası, neredesin?" Başım büyük beladaydı çünkü nasıl olduysa Damien'ı kaybetmiştim. Yüzümü kapüşonumla gizleyip güneş görmediği için zayıf ve beyaz tenli olan insanları incelerken ve içlerinde tanıdık bir yüzü görmeyi umarken bir caddenin arasına girdim ve ara sokak boyunca devam eden binaların gölgelerine sığınmaya çalıştım. Bu egzotik şehri seyretmeye o kadar dalmıştım ki, Damien'ı kalabalığın içinde gözden kaybetmiştim. Nasıl bulacağıma dair de en ufak bir fikrim yoktu. Burası o kadar büyüktü ki, onu bulmam haftalarımı, aylarımı alabilirdi. Üstelik bu şehirden nasıl çıkacağımı bile bilmiyordum! Berbat bir haldeydim. Abraham bu yaptığımdan asla hoşlanmayacaktı, özellikle de tüm paramı bir çocuk hırsıza kaptırdığımı ve bu yerde beş meteliksiz kaldığımı duyunca... İçinde olduğum dar sokaktan insanların geçtiği ana sokağa doğru başımı eğdim ve kasvetli, mutsuz insan kalabalığını bir kere daha kontrol etmeye çalıştım. Buradaki tüm yüzler bana yabancıydı. İyice umutsuzluğa düşerken endişeyle kaşlarımı çattım. Yeraltı Şehri'ne gelmek kötü bir fikirdi, kabul ediyordum. Eğer Damien'ı bulamazsam- Düşüncelerim şiddetle bölündü. Biri beni pek de kibar diyemeyeceğim bir şekilde saklandığım gölgelerden çekip aldı ve omuzlarımı tutarak sırtımı soğuk duvara sertçe sabitledi. Daha o anda onun kim olduğunu biliyordum. Kapüşonum iyice önüme düşüp gözlerimi örterken debelenip kurtulmaya çalıştım ama Damien fiziksel olarak o kadar kuvvetliydi ki, ne kadar karşı koysam da ellerinden kurtulamıyordum. Kıpırdayamıyordum bile. Damien hiç çaba sarf etmeden sırtımı iyice duvara sabitleyip beni hareketsiz bıraktı ve üzerime doğru eğilerek görmediği yüzüme dik dik baktı. Tüylerimi diken diken edecek kadar gaddar bir sesle "Bakın burada ne buldum. Küçük, meraklı bir fare." derken hemen bir şeyler demezsem eğer çok kötü şeyler olacağını anladım çünkü yüzümü görmüyor, kim olduğumu bilmiyordu! Damien'ın sesi daha da sertleşti. "Neden beni takip ediyorsun?" "Tanrım," derken sesim çatladı. "Sakin ol, Damien." Damien sesimi duyunca olduğu yerde çivilendi, bana kuşkuyla baktı. "Adımı nereden biliyorsun?" diyerek beni gölgelerin içinden ışığa doğru çekti ve ona engel olmama fırsat vermeden kapüşonumu çekip yüz hatlarımı açığa çıkardı. Artık kendimi saklamam mümkün değildi. Ben olduğumu fark edince sanki kızgın bir kora dokunduğunu fark etmiş gibi ellerini omuzlarımdan çekti. İfadesinden beni burada görmeyi beklemediğini anlayabiliyordum. Bana, "Vanessa?" dediğinde içim ürperdi. İsmimi onun, özellikle onun sesinden duymak çok garip bir şekilde güzeldi. Damien ifadem yüzünden bana ismimle seslendiğini fark ederek gözlerini kapatıp başını hafifçe iki yana salladı. Şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra çok daha sakin bir sesle kendini düzeltti. "Affedersin, ağzımdan kaçtı. Öyle demek istemedim, Usta." "Sorun değil." Saçımı kulağımın ardına iterken sevgi dolu bir gülümsemeyle "Merhaba, Damien." dedim. "Beni görmeyi beklemiyordun sanırım." Bir dakikalık bir sükunetin ardından bana karşılık verdi. "Kabul edeceğim, bu beklenmedik bir zevk." Kara kara ne diyeceğimi, ne açıklama yapacağımı düşünürken tanımadığım bir adam sokağı kaplayan gölgelerin diğer ucundan bağırdı. Bir yabancıya değil, Damien'a sesleniyordu; İsim söylemese de bunu anladım. "Bıçağa ihtiyacın var mı?" diye sorunca böyle bir soru beklemediğim için korkuyla yutkundum. Kahretsin! Ne için bıçağa ihtiyacı olacaktı ki? Yoksa başım dertte miydi? Damien'ın gözlerinde alaycı bir parıltı belirdi, beni süzerken imalı bir sesle "Hayır. Bu o tür bir tehlike değil." diye cevap verdi. "Emin misin? Bir çöl gülü kadar güzel görünüyor. Güzel kadınlar tehlikelidir." Vay canına. Daha önce kimse bana böyle açık bir biçimde iltifat etmemişti. Gerçi bu pek iltifat sayılmadı. Daha çok ukala bir cevap gibiydi; Ukala ve hadsiz... Merakıma yenik düşerek başımı yana çevirdim. Konuşan adamın yanında başka bir adam vardı ama gölgeler yüzünden ikisinin de simasını pek seçemiyordum. Buradan sadece uzun boylu iki kişi oldukları anlaşılıyordu. Damien, isteksiz bir şekilde, "O benim yeni ustam." diyerek beni adama tanıtınca ona şaşkın bir şekilde geri baktım. Bunu kabul etmesini beklemiyordum. Aksine, bir de devam etti. "Ve bir asil." derken sesinin altında yatan bir ima vardı ve o ima çok açıktı; O bir asil, başının belaya girmesini istemiyorsan herhangi biriyle konuşuyormuş gibi konuşmamalısın. İlgiyle, "Bir asil mi?" dedi aynı ses ve biraz aşağılayıcı bulduğum bir tonlamayla devam etti. "Bir asilin burada ne işi olur ki?" Damien'da bu sorunun cevabını merak ediyor olmalı ki, genç ve yakışıklı hatlarını düşünceli bir ifade süsledi. Baş başa kalmamız için "Kratas!" diye seslendiğinde diğer adam sorularla vakit kaybetmeyerek konuşan adamı kolundan tutup çekiştirdi. O iki adam gözden kaybolurken arkalarından merakla baktım. Kimdi onlar? Damien'ın arkadaşları mıydılar? Bir arkadaşı olduğunu düşünmemiştim ya da katlandığı birilerinin... Ah, hayır, düşünmem gereken şey bu değildi. Damien beni onu takip ederken yakalamıştı. Rezil olmuştum! Kaçamazdım da! Yan taraftaki sokaktan insanlar geçip gidiyor olsa da olduğumuz yer ıssızdı. Kalbim sanki kilometrelerce koşmuşum gibi hızlı atıyordu ama böyle bir durumla başa çıkmak için soğukkanlılığımı korumam gerekiyordu. Bir de hemen bir şeyler demem çünkü tam bir aptal gibi susuyordum! Ama ne diyecektim? Dilimi yutmuş gibi davrandığımdan olsa gerek, ilk konuşan Damien oldu. Gözlerini gözlerimden kaçırmadan, "Ne yapıyorsun burada? Neden evinde değilsin?" diye sordu. Seni arıyordum, diyemezdim. "Ev sıkıcıydı. Ben de biraz dolaşmak istedim. Hem yanlış hatırlamıyorsam istediğim yere istediğim zaman gitmekte özgürdüm." "Bilmediğin yerlerde tek başına dolaşmak tehlikelidir. Hem burası sana göre bir yer değil." derken kızgın görünmüyordu, sadece benimle ne yapacağını kestiremiyormuş gibiydi. "Çok titiz olduğunu ve böyle bir yere gelmeyecek kadar soyluluğunun bilincinde olduğunu düşünmüştüm." "Seni evden çıkarken gördüm. Birlikte bir şeyler yaparız diye ummuştum." Dürüst davranıyordum. Damien şaşırarak soluğunu bıraktı. Sonra başını eğerek kıkırdadı, ki bu net bir şekilde 'Hayır, şaka mı yapıyorsun sen?' demekti. Oldukça aşağılayıcı bir cevaptı aslında. İlk adımı atan ben olduğum için utanmıştım da. Aptal! Aptal! Aptal! Bir de ayaklarına kapansaydım bari! "Sadece soruyordum. Sana hiç terbiye öğretmediler mi? Neden gülüyorsun?" diye homurdanarak gözlerimi gözlerinden kaçırdım... "Çünkü beni şaşırtıyorsun." "Bunda şaşılacak ne var?" "Aynı konuşmayı yeniden mi yapmak istiyorsun? En sonkinde bana çok sinirlenmiştin." Neden bahsettiğini hatırlayınca omuzlarım iliklerime kadar hissediyor olduğum hayal kırıklığıyla düştü. Belli ki Damien'a asla ulaşamayacaktım. "Hayır," diye fısıldadım ve gitmek için can atarken bir adım geri attım. Damien kararsız bir tavırla kaşlarını çattı, gitmeme izin verip vermemekte tereddüt ediyordu. Garip ama birden Abraham'ın o sabah dediklerini anımsadım. Duraksadım. Neden kaçıyordum? Her şeyi yeni baştan başlatmak için mi? Öylece pes etmeyecektim. En azından bir kere daha deneyecektim. Kararlı bir tavırla Damien'ın gözlerinin içine bakmak için başımı hafifçe kaldırdım. "Damien, neden böyle kızgınsın?" derken sesimde sadece samimiyet bulabilirdi. "Neden bu kadar kaba davranıyorsun bana?" Konuyu yeniden buraya çekmem karşısında bir an sessiz kaldı. Sonra bana öyle sert bir bakışla baktı ki, irkildim. "Nedenini biliyorsun. Sen-" Yoo. Hayır. Bu saçmalığa daha fazla devam edemezdim. "Beni yargılamaktan hiç vazgeçmeyecek misin?" diye araya girerek yenilgiyle sözünü kestim. "Bunu hak edecek hiçbir şey yapmadım. Yapmadığımı sen de biliyorsun. Beni terslemenden, görmeye tahammül edememenden, her şeyin sorumlusu benmişim gibi davranmandan, senden kaçmak zorunda kalmaktan bıktım usandım. Bana bir şans bile vermedin, Damien. Neden? Neden bana böyle davranıyorsun? Neden benden nefret ediyorsun? En azından bana bunun cevabını ver." Sesim sonlara doğru dalgalanıp titredi. Gözlerimi aval aval kırpıştırdım. Hayır, hayır, hayır. Ağlamamalıydım. Onun karşısında değil. Olmaz. Beni ağlatmak üzere olduğunu fark edince Damien'ın yüzünde rahatsız bir ifade belirdi. "Bana kendimi suçlu hissettirmeye mi çalışıyorsun?" diye mırıldandı. Hâlâ benden şüphe etmesi karşısında daha da incindiğimi hissettim. "Hayır, amacım bu değil. Ne kadar kötü olduğumu sanıyorsun ki?" Bakışlarını hızla yana çevirirken uzattığım beyaz bayrağı kestirip atarak "Sana inanmıyorum." dedi ama sesinde tereddüt vardı. Bu yüzden Abraham'ın dediğini yaptım ve bu konu hakkında ne hissettiğimi dilime döktüm... "Özür dilerim, Damien." Özürüm karşısında Damien sertçe irkildi ve bana sanki üçüncü bir gözüm çıkmış gibi bakmak için başını çevirdi. Boğuk bir sesle, beni anlamakta zorlanıyormuş gibi, "Neden özür diliyorsun? Senin derdin ne?" diye çıkıştı. "Bana söylediklerin çok kötü olsa da sana o şekilde çıkışmamalıydım. Bunu birkaç kere düşündüm. Pek kibar değildin ama ben de değildim. O yüzden kabul etsen de etmesen de bu konu hakkında üzgün olduğumu bil. Gözümün önünde dolaşmamanı ya da çalışma odama gelmemeni söylerken ciddi değildim. Evde istediğin şekilde dolaşabilirsin. Ben olduğum için kendini gitmek zorundaymış gibi hissetmene gerek yok. Sadece... Lütfen bana bir daha duymaktan hoşlanmayacağım şeyler söyleme, öyle düşünüyor olsan bile yapma." "Bir asil kölesinden özür de dilemez." "Umurumda değil. Çok inatçısın, Damien. Ve fazla önyargılısın. Bana bir şans versen ölür müsün?" "Sanırım ölmem. Öğleden sonra boş musun? Madem beni buraya kadar takip ettin, en azından sana bir şeyler ikram edeyim." Bekle. Ne? Ne demişti o? Kulaklarıma inanamıyordum. Şaka mı yapıyordu? Yoksa ciddi miydi? Çünkü bu konuda benimle alay ediyorsa onu cidden öldürürdüm! "Sadece teyit etmek için soruyorum, cidden bunu kast ediyor musun?" "Birlikte bir şeyler yaparız diye ummamış mıydın?" Ne kadar ciddi olduğunu göstermek için üzerime uzanıp parmaklarının ucuyla çenemin altına dokundu çünkü normalde bana asla bu şekilde dokunmazdı. Sesi kulaklarımda hoş bir tınıydı. "Madem bu tatlı maskeyi takmaya kararlısın iyi olmaya ne kadar dayanabileceğini görmek istiyorum." Damien'ın parmakları tenimin üzerinden zarifçe kayıp çenemi kaldırırken ve ucundan yavaşça düşerken yüzü yüzümün hemen önündeydi. Çok yakışıklı olduğu için yüzündeki ifade kalbimin bin ton ağırlaşmasına neden oldu. Sadece alay ediyor, diye hatırlattım kendi kendime. Keşke erkekler konusunda daha fazla deneyimim olsaydı, o zaman bu kadar toy davranmazdım. Ne düşündüğümden bir haber olan Damien'ın ifadesi pes ettiğini gösterircesine değişti; Çatık kaşları gevşedi ve dudakları buruk bir tebessümle kıvrılır gibi oldu. "Cevabın ne? Geliyor musun, Usta?" Usta deyişinde hafif bir alay olsa da ilk kez zorlama değildi. Ne yaptığını anlayınca başım döner gibi oldu. Bana ilk kez bu kadar kibarca dokunması, sözleri... Vay canına! O da bana beyaz bayrak uzatıyordu! Önyargıları ve güvensizliği hâlâ orada duruyor olsa da bu bir adımdı sonuçta! Beni reddetmemiş, söylediklerimi bir tokat gibi yüzüme çarpmamıştı. Buna inanamıyordum. Şaşkınlığımı üzerimden atınca 'Hemen kabul et!' dedim kendi kendime... Derin bir nefes aldım ve fazlasıyla hevesli bir tavırla "Yolu göster o zaman." derken kalbimin aksine kendimi bir tüy kadar hafif hissettim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD