Dört kişilik akşam yemeğiyle dolu olan masayı süzerken bu gecenin bir an önce bitmesini diliyordum. Hizmetçi kızlar masanın son hazırlıklarını yaparken Juno oturduğum sandalyenin yanı başına geldi. "İstediğiniz bir şey var mı, hanımefendi?" diye sorunca oturduğum sandalyede avucumu yanağıma yaslayarak gözlerimi oldukça iştah açıcı görünen ziyafet sofrasında gezdirdim; Yemekler, tatlılar, içecekler, çorbalar, meyveler...
"Her şey harika görünüyor, Juno." dedim aşçı kadına kibarca gülümseyerek. "Çok teşekkürler."
"Rica ederim."
Ardından iç çekerek - Sadece emin olmak için - "Damien'a yemek götürdünüz mü?" diye sordum.
"İstediğiniz gibi her şeyden götürdüm. Eğer daha fazlasını isterse de söylemesinin yeterli olacağını söyledim. Neden bunu yaptığınızı anlamasam da."
Son cümleyi demesini beklemiyordum. Kaşlarımı kaldırdım ve şaşırarak "Neyi anlamıyorsun?" diye sordum.
"Damien size pek iyi davranmıyor değil mi? Aksi halde masada onun için de bir sandalye ayırırdınız. Yine de rahat etmesi için her şeyi yapıyorsunuz."
"İnsanlar olaylara farklı tepki verirler, Juno." diyerek gözlerimi yeniden yemeklere çevirdim, hepsi de nefis kokuyordu. Ağzıma bir çikolata topu attım. Aslında yemekten önce tatlı yemezdim ama birazdan bu şekere ihtiyacım olacaktı. "Damien'ın tepkisi oydu. Benim tepkim de bu."
"Gerçekten çok iyisiniz."
"Ah, abartmayalım. Sadece içimden geldiği gibi davranıyorum."
O sırada kapı zili tüm malikanede yankılandı.
Misafirlerim gelmişti.
Juno hareketlendi ama ondan önce davrandım ve omzuna dokunarak "Sen dur. Ben bakarım." dedim. Sonuçta gelenler benim akrabalarımdı. Kapıyı açtığımda amcamın ilk tepkisi beni sıkıca kucaklamak oldu. Ben de gülerek ona sarıldım. Kırklı yaşlarının ortalarında olmasına rağmen oldukça dinç olan amcamın gençliğini ve babamı anımsadım. Aslında babamla birbirlerine pek benzemezlerdi. Amcam Felix oldukça uzun boylu ve hâlâ bile dikkat çekecek kadar yakışıklı bir adamken babam zayıf ve görünüş açısından pek de dikkat çekmeyen bir adamdı. İkisinin tek ortak yönü sarıya çalan o kehribar rengi gözlerdi. Küçükken onları sık sık gülerken görürdüm.
Amcam, geri çekilirken "Kilo mı verdin sen?" diyerek şakalaştı benimle. Bakışları muzipti. "Zaten zayıftın, şimdi iyice ufalmışsın."
Gülerek "Hayır, sana öyle gelmiş olmalı," diye inkar ettim ama son zamanlarda doğru düzgün yemek yemediğimin ben de farkındaydım.
Amcam içeri girerken Gaston elimi tuttu ve dudaklarına götürüp öptü. Adamın bu flörtöz hareketi karşısında -Nişanlısı hemen arkasında duruyordu!- öfkeyle kaşlarımı çattım ve Gaston yanımdan geçip amcamın arkasından eve girerken tiksinerek elimi elbisemin eteğine sildim. "Bu pislikle evlenmek istediğinden emin misin?" diye sorduğumda Elizabeth bana sevimsiz bir bakış attı. Onun çiçek özlü tatlı parfüm kokusunu alırken kuzenimi süzdüm. Yine de Gaston'un kuzenimle neden evlenmek istediği açıktı. Elizabeth çok güzel bir kadındı ve müthiş bir dişil aurası vardı. Üstelik varlıklı bir adamın tek kızıydı. Ona hoş davranmaya çalışmanın faydasız olduğunu bilsem de sarılmak için kollarımı açtım ama Elizabeth elini kaldırarak beni durdurdu. "Hâlâ makine yağı kokuyorsun, Vanessa." Oysaki biraz önce banyo etmiştim. Benden alacağı tek koku sabun ve duş jeli olurdu, ki bilerek böyle yaptığından emindim...
"Ne kadar da kabasın."
Elizabeth, yapmacık bir şekilde gülümseyerek çenemin ucunu okşadı. "Sen daha kabalık görmemişsin, küçük kuzen." dediğinde çenemi elinden çekmek için başımı yana çevirerek homurdandım.
"Buraya misafirliğe geldiğinin farkındasın değil mi? Biraz kibar ol."
"Babamın gelmem için beni zorladığının farkındasın, değil mi? Yoksa sana çok da meraklı değilim."
Hâlâ çok kabaydı ama bu durumla ilgili garip olan bir şey varsa o da bir süre sonra Elizabeth'in iğnelemelerine alıştığınız gerçeğiydi.
Yemek genel olarak derin bir sessizlik içinde geçti. Sadece amcam bir ara Elizabeth ile Gaston'un düğünlerini erkene aldıklarını söyledi. İkisi de bunu pek umursuyor gibi görünmüyorlardı ama yine de neşeli bir tavırla "Bu harika, Elizabeth! Senin adına çok sevindim!" dedim; Sonra da ister istemez düğün çalışanlarına acıdığımı hissettim. Elizabeth her ne kadar Gaston'la o kadar ilgilenmiyor olsa da bir düğün fikri her kadını gererdi. Elizabeth'in ise gergin olduğunda sinirlerini çalışanlardan çıkarmak gibi kötü bir huyu vardı.
Amcam ve Gaston yemekten sonra tatlı istemedikleri için kış bahçesine çıkınca Elizabeth ile baş başa kaldık. Bir süre sessizlik içinde kabak tatlılarımızın tadını çıkardım ama sonra Elizabeth sırf beni gıcık etmek için ağzını açtı. "Neden bize biraz su getirmiyorsun?" diye sordu Abraham'a. Oysa masada zaten su vardı. "Belki böylece gerçekten işe yararsın. Bir kahya gibi."
"Abraham, ona hiçbir şey getirmek zorunda değilsin." derken tatlı çatalımı kabak tatlısın sertçe batırdım, gözlerim kuzenimin üzerindeydi. "Evime gelip de çalışanlarıma saygısızlık yapamazsın, Elizabeth."
"Sadece su istedim."
"Sorun isteme şeklin. Hem masada yeterince su var. Uzanmayı dene."
"Öyle sıkıcısın ki, midemi bulandırıyorsun." Elizabeth, kırmızı şarapla dolu bardağı dudaklarına götürmeden önce dudaklarını büzdü. Sonra konu her nasılsa benim makinist olmama geldi. Uzun boynuna birkaç kere dolanan göz alıcı, inci kolyenin ucuyla oynarken "Gerçekten ilginç bir kariyer seçimi." diye alay etti benimle. Bir kere daha makine yağı kokmamdan bahsedecek olursa çığlık atacaktım!
"Ne demek istiyorsun?"
"Bilirsin, çoğu kadın böyle bir meslek seçmezdi."
Omuzlarımı silktim. "Bu benim seçimim."
"Zor olmuyor mu?"
İmmmdaaattt!
"Evet ama neyse ki kendi faturalarımı kendim ödeyebiliyorum." Kaşlarımı imayla kaldırdım, sonra da yılgın bir tavırla iç geçirdim. "Bu çocukça tartışmaları bıraktık sanıyordum."
Elizabeth, "Öyle mi?" dediği anda Iron masanın beyaz örtüsünü çekiştirdi ve şarap kadehini kuzenimin üzerine döktü. Elizabeth şaşkınlıkla soludu. Tiz bir çığlık atarak ayağa fırladı. Krem renk elbisesinin ön tarafı şimdi kırmızı bir lekeyle kaplıydı. Dünyanın sonu değildi, sadece bir elbiseydi sonuçta ama Elizabeth'in ifadesi dünyanın sonuymuş gibi düşündüğünü gösteriyordu. Gülmemeliyim, diye düşünürken sanki endişelenmiş gibi yaparak kuzenime yardım etmeye çalıştım. Elbette ki yardımımı kabul etmedi. Elimi elinin tersiyle ittirdi ve öfkeli bir suratla Iron'a söylene söylene üst kattaki banyoya gitti...
"Seni küçük yaramaz şey," derken Iron'u tutup yerden aldım. Karnı mamayla tıka basa dolu olan yavru kedi mavi gözlerini irileştirerek bana miyavladı. "Neden yaptın bunu? Elizabeth senden nefret etsin mi istiyorsun?"
"Tam bir cadaloz, değil mi?"
Abraham, cadaloz derken Iron'dan bahsetmiyordu herhalde. Elizabeth'in yemek masasındaki tüm bu ukala tavırlarını düşündüm. Onun adına özür dilercesine "Amcam o kızı fazla şımartıyor." derken burnumu Iron'un küçük, siyah burnuna sürttüm; Yavru kedi bu hareketimden çok hoşlanarak yumuşak patilerini yanaklarımın iki yanına dokundurdu. Yine miyavladı. Amcam oturma odasına girip de "Elizabeth nereye kayboldu?" diye sorunca Iron'u yere geri bıraktım. Kedi bana arkasını döndü ve Abraham'ın yeni cilalanmış, klasik ayakkabısının siyah bağcığıyla oynamaya başladı.
"Bir aksilik oldu da..."
"Ne oldu? İncindi mi yoksa?"
"Ah, hayır. Endişelenme. Öyle bir şey değil. Sadece üzerine biraz şarap döküldü."
Abraham, Iron'u yerden aldı ve kediye onunla gurur duyan bir bakış attı. "Ben galiba bu ufaklığa biraz ödül maması vereceğim."
Bu dediği beni güldürdü. Sonra da sırf kibarlık olsun diye "Ben de gidip Elizabeth'i bir kontrol edeyim. Çok kızgındır şimdi." dedim. Amcam hiçbir şey anlamıyor olsa da başını tamam anlamında salladı. Oraya gittiğini tahmin ettiğim için büyük banyonun olduğu üst kata çıktım. Aslında kuzenime kıyafetlerimden birini ödünç verebilirdim ama benim kıyafetlerimi asla giymeyeceğini bilecek kadar iyi tanıyordum onu. Belki o lekeyi çıkartmanın bir yolunu bulabilirdik? Galiba biraz şey olacaktı-
Banyonun olduğu koridora yaklaştıkça Elizabeth'in sesi kulağıma ulaştı. Biriyle konuşuyordu. Merakıma yenik düştüm ve merdiven ile koridorun birleştiği kısımda durarak kiminle konuştuğunu anlamaya çalıştım. Daha net görmek için başımı öne eğdiğimde ise kelimenin tam anlamıyla dondum kaldım. Damien? Damien ile konuşuyordu! Buna inanamıyordum! Elizabeth'in ne dediğini duyacak kadar yakındım ona.
"Duyduğuma göre Başkan Eugine seni Vanessa'ya vermiş. Sen şu ünlü gladyatör değil misin? Ne ironik. Kuzenim bu tarz şeylerden hiç hoşlanmaz." Ne kadar konuşkan olursa olsun, tam da tahmin ettiğim gibi, Elizabeth Damien'dan hiçbir şekilde karşılık alamadı. Yine de pes etmedi. "Birkaç kere arenaya gelmiştim." diyerek sürdürdü konuşmasını. "Seni daha önce de gördüm."
Sessizlik.
Tavrı kesinlikle bana özel değildi.
"Damien... Adın buydu değil mi?"
Buz sarkıtı, şaşırtıcı bir şekilde dudaklarını aralamaya karar verdi. "Bu konuşmaya devam etmek zorunda mıyım?" derken 'Herhalde kimse bunu Elizabeth'e dememiştir,' diye düşündüm.
"Gitmek mi istiyorsun?"
"Evet."
Vay... Çok net.
Elizabeth bile hafifçe şaşırarak "Neden?" diye sordu.
"Bununla ilgilenmiyorum."
Kendi kendime gülümsedim çünkü açıkça bu konuşmayla ilgilenmediğini söylese de Elizabeth'i tanımıyor, ne kadar inatçı bir kadın olduğunu bilmiyordu. Ondan bu şekilde kurtulamazdı. Tek yaptığı onu daha da kışkırtmaktı. "Evet, aslında zorundasın." diyen Elizabeth birden Damien'ın omzuna dokununca bu beklenmedik ilgi karşısında ben bile şaşırdım. Yüzümden bir merak geçti. Sonra merak yerini yoğun bir huzursuzluğa bıraktı. Damien'ın aksine kuzenimi bir kitap gibi okuyabilirdim. Ona inanamıyordum. İnanmıyordum. Cidden buraya gelip Damien'a asılmaya cüret mi ediyordu? Kuzenim parmak uçlarını gladyatörün kollarına kaydırdı, neredeyse zarif bir hareketle gömleğinin üzerinden kaslarını okşadı. Damien bu temas karşısında kaşlarını çatarken Elizabeth halinden memnun bir tavırla güldü. "Vay canına. Tüm bu kasları o dövüşlerde mi yaptın? Çok etkileyici." O zamana dek kuzenimin yaptıklarını genç kız saçmalığı olarak görsem de şu an gözlerimin önünde olan şey karşısında donup kalmıştım. Bir an Elizabeth'i girmek için can attığı tehlikeli sular konusunda uyarmak istedim ama aynı zamanda da neler olacağını merak ediyordum, bu yüzden sessizliğimi sürdürdüm.
Damien bir an için hiç tepki göstermedi. Bu da kalbimi kırdı. Kendimi korkunç hissettim. Ne yani? Ben kötü ve zalim biriydim ama aşağıda nişanlısı olmasına rağmen burada ona sarkıntılık eden Elizabeth hoş görülebilir miydi? Galiba nefreti ve önyargıları sadece benim içindi. Bu tavrı hak edecek ne yapmıştım acaba?
Elizabeth parmaklarını Damien'ın göğsüne kaydırınca midem tiksintiyle çalkalandı; Kuzenimin dudaklarında zehirli bir kıvrım vardı ve gladyatöre bu şekilde dokunmaktan çok hoşlanıyor gibiydi. Ne kadar güzel bir kadın olduğunun farkındaydı ve ben de bir erkeğin kolay kolay ona hayır demeyeceğinden emindim. Bu düşünceyle yüzümü buruşturdum. Kahretsin! Bu ikisinin flörtleşmesine şahit olursam eğer gözlerimi bir çatalla oyardım! O yüzden gitmek için kıpırdandım... Ama sonra Damien Elizabeth'in bileğini zarifçe tuttu ve göğsünden ittirdi. Soğuk, kesin bir sesle "Seninle de ilgilenmiyorum." diyerek onu açıkça reddetti. Sesindeki ilgisizlik neredeyse aşağılayıcıydı. Elizabeth şaşkınlıkla soluyarak bir adım geriledi ve kendine geldiğinde kaşlarını sertçe çattı, karşılık olarak daha da inat etti.
"Ben de senin ustan sayılırım, bunun farkındasın değil mi? Vanessa ve ben kuzeniz, aynı kanı taşıyoruz. Bu durumda ne dersem yapmak zorundasın."
Ne? Sinirden parmaklarım titremeye başlamıştı. Ne saçmalıyordu bu salak?
Damien, Elizabeth'i "Bu işler öyle yürümüyor." diyerek yine reddetti.
"Gayet de öyle yürüyor. Yürümese bile ne yapmalıyım? Vanessa'dan seni birkaç günlüğüne benim emrime vermesini mi rica etmeliyim? O zaman ne istersem yapmak zorunda kalırsın." Elizabeth elini kaldırdı ve bu defa Damien'ın yanağına dokundu ama Damien çenesini hızla çevirerek kadının dokunuşundan kaçtı. Yüzünde bir an rahatsız bir ifade belirdi. Cidden onu Elizabeth'in emrine vereceğimi düşünüyor olmalıydı, aslında bu konuşmaya şahit olmasaydım Elizabeth beni bu konuda kandırabilirdi de... "Gerçekten inatçısın. Pek iyi terbiye edilmemişsin. Şanslısın ki bu hoşuma gitti. Hadi, birlikte bir şeyler yapalım. Senden gerçekten hoşlandım. Söz veriyorum, bu geceyi asla unutamayacağın kadar güzelleştireceğim."
Gözlerim iri iri açıldı ve bir ateş yüzümün her bir noktasına yayıldı.
Hiç düşünmeden "Hayır." dedi Damien.
Elizabeth bu red karşısında iyice keyiflenerek güldü. "Hayır mı? Hayır da ne demek?"
"Ne demek olduğunu biliyorsun."
"Fikrini değiştirebilirim."
"Hayır."
"Beni sinirlendirmek istemezsin, Damien."
Damien kısık sesle bir lanet homurdandı. İçine düştüğü durum için mahcup olduğumu hissettim. Ne de olsa Elizabeth hem bir asildi hem de benim kuzenimdi. Ona doğruca 'Defol git başımdan!' diyemezdi. "Bak. Vanessa'nın bundan pek hoşlanacağını sanmıyorum. O benim ustam. Onu bu şekilde kızdıramam." derken gerçekten böyle mi düşündüğünü yoksa benim varlığımı kullanarak Elizabeth'i başından savmaya mı çalıştığını anlamadım.
"Ah, lütfen. Onun ne hissettiği kimin umurunda? Hem hoşlanmasa bile bir şey olmaz. Vanessa'nın bir şeye kızıp da kontrolünü kaybettiğini görmedim daha. Sinir bozacak kadar iyidir. En fazla bir köşeye çekilip surat asar."
Damien'ın yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi. Sonra bunu karanlık bakışlarının ardına sakladı ve bence Elizabeth'den çok bana karşı hissettiği bir öfkeyle "Yine de onu kızdıramam." diye karşı çıktı.
"Ama beni reddedersin, öyle mi? Kim olduğunu unuttun galiba? Senin gibi bir köle benim gibi bir asili reddedebilir mi sanıyorsun yoksa?"
Kahretsin! Bu noktada müdahale etmem gerekti çünkü Elizabeth cidden sınırlarını zorluyordu. Damien tarafından reddedilmek gururunu incittiğinden pek pes edecek gibi de görünmüyordu. Gizlendiğim yerden ortaya çıkmak için ileri doğru birkaç adım attım. "Dilimizi anlamıyor musun, Elizabeth? Sana açıkça seninle ilgilenmediğini söyledi. Onu rahat bırak." Tıpkı benim yaptığım gibi. Elizabeth ve Damien dönüp bana bakarken yüzümdeki kararlı ifadeyi bozmadan kollarımı göğsümde kavuşturdum. Gözlerim kuzenimin üzerindeydi. Damien'a bakmaya cesaretim yoktu çünkü muhtemelen benden de Elizabeth'ten olduğu kadar rahatsız oluyordu.
Elizabeth, "Vanessa," dedi ve özellikle yapmacık yapmak için uğraştığı bir sevinçle ellerini çırptı. "Biz de tam senden bahsediyorduk."
"Öyle mi?" Damien cevap vermedi. Ne onayladı ne de reddetti. Ben de devam ettim. "Bu arada, nişanlından da bahsedelim mi? Aşağıda seni bekliyor. Sevimli, sadık bir eş gibi yanına gitmeye ne dersin?"
Elizabeth, gülüşünü bozmadan, "Vanessa," dedi uyarırcasına.
"Ne? Bir nişanlın olduğunu unuttun mu yoksa?"
"Bu konudan bahsetmek zorunda mısın?"
"Evet. Sanırım."
Elizabeth bana beni öldürecek gibi baktı. Onları bu şekilde böldüğüm, bir de nişanlısından bahsettiğim için çok kızgın görünüyordu. Biraz da utanmış. Hiç yoktan iyidir, diye düşündüm. Elizabeth bana huysuz, öfkeli bir bakış daha attı ve yanımdan geçip giderken, sadece benim duyabileceğim bir şekilde, "Amma da oyunbozansın!" diye çıkıştı bana...
Damien'a hiç bakmadan -Ne olursa olsun, bana dedikleri yüzümden ona hâlâ ölesiye kızgındım!- Elizabeth'in peşinden gitmek için döndüm. Onu ilk kata inen çift kanatlı merdivenlerin orada yakaladım. Kolundan tutup durdurdum ve "Ne yapıyorsun sen?" diye fısıldadım öfkeyle. Biri duyar korkusuyla bağıramıyordum. Elizabeth bana anlamaz bir bakış atınca çocuk gibi azarladım onu. "Nişanlı olduğunun farkında mısın? Bu duyulursa hem senin hem de Damien'ın başı belaya girer!" Özellikle de Damien'ın.
"Rahatla biraz. Sadece eğleniyordum."
"Damien'ı rahatsız ederek mi?"
"Evet." dedi bunda en ufak bir sakınca görmeden. Kaşlarından birini kaldırdı. "Onu birkaç günlüğüne bana göndersene. Ciddiyim. Ondan gerçekten hoşlandım."
Elizabeth'in Damien'dan istediği şeyin tam olarak ne olduğunu bildiğim için "Hayır!" diye çıkıştım.
Elizabeth, "Onu kendin için mi istiyorsun yoksa?" diye alay edince yüzüne bir tane patlatmamak için parmaklarımı iki yanımda yumruk haline getirdim. Öyle öfkeliydim ki, tırnaklarım avucuma batıyordu. Ne olursa olsun, iması yüzünden kızarıp bozardığımı görünce Elizabeth güldü. Gülüşünde zalimce bir keyif vardı. Burnuma hafif bir fiske vurunca bu samimiyet karşısında ürpererek bir adım geriledim. "Ah, pardon. O kadar meşgul bir kadınsın ki daha önce bir erkekle birlikte olmadın, değil mi? Bir dene. Tüm gün makinelerle uğraşmaktan daha eğlenceli olduğuna eminim."
"Benimle alay etme."
"Ama çok eğlenceli."
Bu konuda ciddi şüphelerim vardı ama "Neyse ne." diyerek geçiştirdim onu, elimi şöyle bir salladım. "Damien'ı bu konuda bir daha rahatsız etme, Elizabeth."
"Neden? Yani, cidden, neden? Eminim onu bu konuda rahatsız eden tek asil ben olmazdım."
"Cidden çok kötüsün."
"Oof, Vanessa. Amma da safsın." Elizabeth tüm bu konuşmadan bıkmış usanmış görünüyordu. "Daha önce Damein'ın senden başka kadın ustaları olmadı mı sanıyorsun? O bir köle. Üstelik yakışıklı da. Gladyatör olsun ya da olmasın, genç kölelerin çoğu bu tür işler için kullanılıyor. Başkan onu neden sana hediye etti ki? Bu tamamen... Ziyan. Onunla hiçbir şey yapmazsın sen."
Sesinde neredeyse bir hasetlik, bir özenme vardı. Bunu fark etmek beni bir an şaşırttı. Abraham, Elizabeth'in beni kıskandığını söylerken haklıydı galiba.
"Elizabeth," dedim olduğu kadar yumuşak ve anlayışlı bir sesle. "Sanırım daha açık olmalıyım. Damien'a bir köle gibi davranmanı istemiyorum. O, savaşmak için yapılmış bir makine değil. Senin ya da başka bir kadının arzularını tatmin etmek için doğmuş biri de değil. Herhangi bir insandan da daha değersiz değil."
"Sen cidden..." Elizabeth, bana şüpheyle karışık bir yargılama ve aşağılamayla baktı. Kulaklarına inanamıyormuş gibi bir hâli vardı. "Yiyorsa bu düşünceni Başkan Eugine'ne de söylesene. Bak bakalım, Damien'ı senin elinden alıyor mu almıyor mu."
"Senin başkanımızdan daha sağduyulu olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden seninle dürüstçe konuşuyorum."
Bakışları sertleşirken Elizabeth gözlerini gözlerimden ayırmadan bana doğru bir adım attı. İfadesi korkutucu derecede ciddiydi. "Bir köle her zaman köledir, Vanessa. Senin ne düşündüğünü kimse umursamıyor. Damien bile yapmıyordur." derken bu dediğinin salt gerçekliği beni derinden sarstı.
"Cidden mi, Elizabeth? Sen tam bir..."
Tam da o sırada Gaston'un sesini duydum, aşağı kattan "Elizabeth!" diye sesleniyordu.
Elizabeth, başını merdiven boşluğuna eğdi. Gerçekten heyecanlı bir sevgiliymiş gibi rol keserek "Geliyorum aşkım!" dedi ve gitmeden önce bana kibirli, aşağılayan bir bakış attı. Merdivenlerde yalnız kalınca derin bir nefes aldım ve bu kadınla nasıl aynı kanı taşıdığımızı merak ettim. Elizabeth o kadar vurdumduymaz ve sorumsuzdu ki, bir gün bu yüzden başının belaya gireceğinden korkuyordum. Gaston'la birbirlerini sevmiyor olabilirlerdi ama nişanlısına ihanet ettiği, hele ki Damien'la ihanet ettiği haberi yayılırsa olacakları düşünemiyordum! Elizabeth bir şekilde paçayı kurtarırdı ama öyle bir durumda Damien'ı ne Başkan Eugine'den ne de Arthur'dan koruyabilirdim. Damien'ı Elizabeth konusunda uyarsa mıydım acaba? Bu düşünceden hemen vazgeçtim. Yoo, hayır. Yine lafı ağzıma tıkardı. Aynı konuma bir daha düşemezdim. Tek yapabildiğim Damien'ın Elizabeth'in güzelliğine ve cilvesine düşecek kadar aptal olmadığını ummaktı.
Abraham alt kattan bana seslenince düşüncelerimi başımı iki yana sallayarak dağıttım. Sonra da onu görmek için merdiven boşluğundan eğildim. Sessizce dış kapının olduğu tarafı işaret etti. Amcamlar gidiyor olmalılardı. Onları yolcu etmek için hızla merdivenleri inerken gerçekten de berbat bir gece olduğunu düşündüm. Bunun tek mimarı da laf dinlemeyen, baş belası kuzenimdi.
🔸🔸🔸
Ertesi gün olduğunda bile dün olanların etkisi altındaydım. Elizabeth istediğini elde etmeye alışkın bir kadındı ama ilk defa o kadar ileri gittiğini görmüştüm. Damien'a asılması yetmezmiş gibi sanki dediğini yapmak zorundaymış gibi davranması sinirlerimi bozuyordu. Bir de bana dedikleri vardı tabii... Haklı mıydı acaba? Başkan Eugine'ne 'köleler' hakkındaki düşüncemi söylesem Damien'ı benden alır mıydı? Ah, ne diyorum ben? Elbette alırdı! O yüzden bu konu hakkında ne düşündüğümü kendime saklasam iyi olacaktı.
Çalışma odamda, teleskobun artık çalışmaya başlayan hareket sistemi üzerinde uğraşırken ve bunları düşünürken kapım açıldı. Sırtım kapıya dönüktü ama bakmak için dönmedim. Çalışma odama Abraham'dan başka kim gelecekti zaten? Damien mi? Hakkımda ne düşündüğünü söylediği o berbat günden sonra yapmasını istediğim gibi buraya adımını atmamıştı. En azından dediklerimi uygulamakta güçlük çekmiyordu, değil mi?
"Ah, Abraham. Tripodun ayaklarını kavramak için bir şeye ihtiyacım var. Bana biraz şey getirir misin..."
Kısık, alaycı bir gülüş sesi duydum.
"Müsait misiniz, Küçük Hanım?"
Çok da yabancı olmayan bu kaba saba erkek sesini işitmemle tüm dikkatim rüzgara kapılan bir toz bulutu gibi dağıldı. Sandalyemden hızla kalktım ve aynı hızla arkamı döndüm. Garry ve yandaşlarını görünce göğsümün paniğe eş değer bir korkuyla şiştiğini hissettim çünkü bunlar geçen gün beni tehdit eden o eşkıyalardı.
Lanet olsun!
Bu iyi haber değildi.