Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin!
Yürüyüş yapmak korkunç bir fikirdi!
Gemi sistemini kontrol etmek için limana indiğim gündü. Westland'ın meşhur bahar yağmurlarından birine yakalandığım için koşarak malikaneye geldiğimde sudan çıkmış bir balığa benziyordum. Titreyen parmaklarımın tersiyle kapıyı tıklattığımda her zamanki gibi Abraham'ı görmeyi bekliyordum ama bu sefer öyle olmadı ve kapıyı bana Damien açtı. Şaşkınlıkla içeri geçerken saçlarımdan damlayan damlalar zeminde lekeler bıraktı. Damien'a kısa bir bakış attıktan sonra yağmur botlarımın fermuarını indirmek için dizlerimin üzerine eğildim. Tiyatro gösterisi için bilet bulduğum geceden bu yana üç gün geçmişti ve üç gün içinde Damien'ı hiç görmemiştim. Ciddiyim. Hiç. Ya dışarıda işim oluyordu ya da o dışarı çıkıyordu. Bir yandan da Damien'ı görmenin iyi bir şey olduğunu düşünüyordum, böylece ona tiyatro gösterisine benimle gelmek isteyip istemediğini sorabilirdim. Tek ihtiyacım olan biraz cesaretti, biraz da yüzsüzlük...
Sırf sohbet başlatmak için "Bu gece seni ayakta tutan ne?" diye sordum. Saat epey geçti, neredeyse gece yarısı olmak üzereydi.
Damien açık kapıdan çamur ve su içinde kalan bahçeye bakarken "Yağmur." diye yanıt verdi. O an fark ettim, saçları hafif nemliydi. Banyo ettiğini sanmıştım ama... Ah... Yağmurun altına mı çıkmıştı o? Yağmura alışkın olmayan biri için yaşan yağmurda ıslanmak ilginç bir deneyim olsa gerekti. Bunu görmek isterdim doğrusu. Paltomu çıkardım ve yeni hizmetçilerden biri olan Marie adındaki genç kıza yıkayıp kurulaması için uzattım. Ellerimi ıslandığı için ağırlaşan ve şekilsizleşen uzun, siyah saçlarıma götürdüm. Damien'ın ilgi çekici, yakışıklı görüntüsünün aksine ıslak saçlarımla zorla banyo ettirilmiş bir kedi gibi görünüyor olmalıydım.
"Evet. Bir anda bastırdı değil mi? Bunu cidden beklemiyordum. Umarım hasta falan olmam." Çok konuştuğumu fark edince gergin gergin güldüm. Damien bir şey söylemedi. Doğrusu cesaretimi toplama konusunda hiç de yardımcı olmuyordu. Hemen bir şeyler söylemem lazımdı çünkü sessizlik yüzünden durum giderek garipleşiyordu. Damien'ın gitmek için merdivenlere doğru yöneldiğini fark ettiğimde ona doğru bir adım attım. Aceleyle "Hey," dedim. Damien sesimi duyunca durdu ve ne diyeceğimi dinlemek için geri döndü. Onun bakışları altında huzursuzca ayaklarımın üzerinde kıpırdandım. "Beş dakikan var mı? Seninle konuşmak istediğim bir şey var." diye sordum kibarca. Damien gözlerini orada durup bizi dinleyen Marie'ye çevirdi, ben de hemen "Marie?" dedim.
Hizmetçi kız "Buyrun efendim?" dediğinde imalı bir biçimde kaşlarımı kaldırdım.
"Bize biraz izin verir misin?"
Marie saniyesinde kıpkırmızı kesilerek ellerini önünde birleştirip başını öne eğdi. "Evet. Tabii. Elbette. Affedersiniz, hemen gidiyorum."
Marie koşar adımlarla yanımızdan ayrılınca başımı çevirip holün ortasında, tam karşımda duran Damien'a baktım ve kara kara lafa nasıl gireceğimi düşünürken onu baştan aşağı süzdüm. İtiraf etmem gerekirse Damien'la işleri nasıl ağırdan alırım bilmiyordum. Aceleyle cebimde taşıdığım iki bileti görmesi için çıkardım. Damien'ı davet etme fikrine daha sıcak bakmamın bir diğer sebebi de tiyatro gösterisi için çalıştığım süre boyunca bana yardım etmiş olmasıydı.
Tamam, sakin ol.
Derin bir nefes al ve söyle gitsin.
"Biraz son dakika olacak ama benimle tiyatroya gelmek ister misin?"
Güzel bir başlangıç... Ah, lütfen bir şey söyle. Evet de. Yoksa utançtan ve gerginlikten şuracıkta bayılacağım.
Düşüncelerimden bir haber olan Damien sanki aklımdan geçenleri okumak istiyormuş gibi yüzüme bakıyordu. "Tiyatro mu?" Sonra bakışlarını ellerimde tuttuğum biletlere indirdi. Siyah kaşlarını memnunsuz bir tavırla çattığını görünce berbat bekleme hissi yüzünden midem kasıldı. Biletlere sanki tiyatro kavramını anlamıyormuş gibi bakıyordu... Bekle, bir dakika... Damien bir şey demeyince kalbimdeki cesaret kırıntılarını toplayıp "Daha önce hiç tiyatroya gittin mi?" diye sordum. Daha sorarken cevabı biliyordum aslında. Zaten o da basitçe "Hayır." dedi ve lacivert gözlerini siyah denecek kadar koyu bir tona sahip olan gözlerime çıkarırken derin, daha da çekinmeme neden olan bir sesle "Seçeneği bana mı bırakıyorsun?" diye sordu.
"Şey... Evet."
"O halde hayır."
Ne kadar çabalasam da Damien'ın karşısında ifademi ifadesiz tutmayı beceremeyerek müthiş bir hayal kırıklığı içinde "İlk tepkin reddetmek mi cidden?" diye sordum. Sesim kulağa üzgün geliyordu ve bu çok saçmaydı, teklifimi kestirip atmasını bekliyordum aslında.
"Pek sayılmaz."
"Pek sayılmaz derken?"
"Buna ben karar veremem."
Bu da ne demekti şimdi?
"Ne? Neden? Sana soruyorum ya zaten."
Fakat Damien şaşkınlığımı ve dediklerimi tamamen duymazdan geldi. "Zaten insan içine çıkmak istemiyorum." derken bu düşünce onu rahatsız etmiş gibi yüzünü hafifçe buruşturdu. Onu ikna etmek için ne diyebileceğimi düşündüm. Tatlı tatlı konuştum sonra...
"Anlıyorum ama bunlar vip biletler. Bizim olduğumuz yerde o kadar çok insan olmayacak. Yirmi kişi falan. Eğer Başkan Eugine için reddediyorsan, emin ol, orada olmayacaktır. Böyle davetleri bayık bulur ve asla katılmaz."
Damien küçümseyici bir şekilde "Öyle mi dersin?" dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım. Tamam, tamam. Kesinlikle Başkan Eugine'den falan çekinmiyordu. Öyleyse sorun neydi? Sorsam bile söylemeyeceğini bildiğim için dalgın bir şekilde holdeki ayaklı askılığa dokunarak açıklamaya devam ettim.
"Evet. Tek giderdim ama elimde iki bilet var. Abraham'a sordum ama böyle şeyler için çok yaşlı olduğunu söyledi ve benden sana sormamı istedi ve... Ve..." Yavaşça yutkundum ve bir nefesle devam ettim. "Ve açıkçası gelmeni çok isterim."
Zor da olsa söylemiştim işte!
Damien, başını iki yana salladı ve sert bir şekilde "Bu çok anlamsız." diye homurdandı.
"Anlamsız mı? Neden?"
"Çünkü ben bir köleyim, üstelik yüzümü herkes biliyor. Beni asla asiller için düzenlenmiş bir gösteriye sokmazlar. Normal insanlar için düzenlenmiş bir gösteriye bile sokmazlar."
Tüm kaslarımın kaskatı kesildiğini hissedebiliyordum. Bunları duymak hoşuma gitmemiş, dahası beni sinirlendirmişti. Bu adamın hayatı boyunca böyle dışlanmış, bastırılmış, dövüşmeye zorlanmış bir biçimde yaşadığını düşünmek bile beni çok üzüyordu. Yine beni reddedeceğini anlayınca tüm içtenliğimle konuştum onunla. "Benimle gelirsen alırlar. Ne de olsa o tiyatronun her şeyiyle ben ilgilendim ve bunun için bana minnettarlar. Baksana, bir çift vip bileti bile verdiler Bunların ne kadara mâl olduğu hakkında bir fikrin var mı? Gerçekten gelmeni istiyorum, Damien. Artık aramız kötü değil... Değil mi?"
Yoksa bu yüzden mi reddediyordu beni? Artık benden nefret etmediğini sanarak kendimi mi kandırıyorum?
"Hayır." dedi yavaşça. "Değil."
Bu büyük bir rahatlamaydı.
"O halde sorun ne? Gel benimle. Hem bir sorun olursa ben ilgileneceğim, söz veriyorum."
Damien bana bakmamak için başını yana çevirdi ve kendi kendine "Görmeden vazgeçmeyeceksin değil mi?" diye homurdandı. Bunun ne anlama geldiğini sorma fırsatı bulamadan tekrardan bana baktı ve gök gürleyip doğal, mavi bir ışıkla yüz hatlarını aydınlatırken gözlerinin içine kararlı bir ifade yerleşti. Sonrasında basitçe "Peki, tamam." dediğini duydum ve uzun bir süre onu ikna etmenin bu kadar kolay olduğuna inanamadım... Ama ikna etmiştim, değil mi? Başarmıştım! Ardından kekeleyerek Damien'a iyi geceler dileyip yatak odama geçtim. Islak saçlarımı kurutmak için temiz bir havlu alırken aynadaki yansımamla göz göze geldim. Lüle lüle olup birbirine yapışmış saçlarım, iri koyu gözlerim, su damlalarıyla kaplı suratım ve heyecanla kıvrılan dudaklarım. Neredeyse gülümsüyordum.
Uykuya dalmak için başımı sabun kokan yastığıma yerleştirirken ve ipek nevresime sarınırken balkon camından arada sırada şimşeklerle aydınlanan gökyüzüne baktım. Görünüşe göre bu hava tüm gece devam edecekti. Şimşekleri duymazdan gelmeye çalışıp gözlerimi kapatırken yarının nasıl olacağını merak etmeden edemedim.
🔸🔸🔸
Gösteriye Damien ile gideceğimi söylediğimde Abraham'ın yüzünde bir kere daha o küçük, hesaplı gülümseme belirdi. Bunu bilerek yaptığını çoktan fark etmiş olsam da sonuçtan en az onun kadar memnun olduğum için bir şey söylemedim. Bunun yerine kış bahçesindeki çiçeklere hayran hayran bakmaya devam ettim. İtiraf edeyim, bahçıvanım oldukça iyi iş çıkarıyordu. Dışarıyı kaplayan soğuk, kasvetli sonbahara rağmen burası adeta bahar bahçelerini andırıyordu. Öyle de kokuyordu. Çiçeklerin tatlı kokusu burnuma dolup beni gülümsetirken Abraham yanı başımda, kocaman püskülü olan bir el fırçasıyla dekoratiflerin üzerindeki tozları temizlemeye devam etti. Bugün ona eşlik etmek istemiştim ve bunun tek sebebi de onunla konuşmaya ihtiyacım olmasıydı.
En sonunda "Bu arada," diye lafa girerek Abraham'a döndüm. "O kadar da yaşlı olmadığını biliyorum."
"Öyle mi?" Gözlerini tozunu aldığı çiçek saksısından ayırmadan muzipçe gülümsedi, itiraz bile etmemişti.
"Neden yalan söylüyorsun, Abraham?"
"Şey... Çünkü Damien'la gitmek seni benimle gitmekten daha mutlu edecekti. Onunla yakın olmak istiyorsun, değil mi? Arkadaş olmak? İşte sana fırsat. Gerçi onu ikna etmeyi başarmana şaşırdım."
İtiraf etmem gerekir ki ben de kendimi en az Abraham'ın hissettiği kadar şaşkın hissediyordum.
Mor çan çiçeklerinin yapraklarına parmak uçlarımla dokundum. Düşünceli bir şekilde içimdekileri dökerken hislerimi toparlamak için gözlerimi bir an kapattım. "Artık benden nefret etmiyor ama tam olarak güvenmiyor da. Sanırım asla da güvenmeyecek. Birlikte vakit geçirmenin fikrini değiştireceğini düşünmek aptallık, biliyorum ama elimden başka bir şey de gelmiyor."
"Evet. Güven, kolay kazanılan bir şey değil."
"Yine de neden bana güvenmiyor anlamıyorum. Onu incitecek, güvenini kıracak hiçbir şey yapmadım. Aksine, ona karşı her zaman anlayışlı ve kibar olmaya çalışıyorum."
Abraham beni dikkatle dinliyordu ama konudan tamamen bağımsız bir şekilde "Geç kalacaksın." dediğinde dediğinden hiçbir şey anlamayarak aptal aptal gözlerimi kırpıştırdım. Açıkçası bana tavsiye falan vereceğini sanmıştım.
"Ne?" diye fısıldadığımda yineledi.
"Gösteriye geç kalacaksın. Neredeyse akşam oldu. Bir an önce çıksanız iyi olur."
Doğru.
Başımı tamam anlamında salladım ve hazırlanmak için malikaneye girerken acele ettim. Alt kata indiğimde Damien çoktan oradaydı. Onu görünce şaşırdım çünkü daha önce onun için aldığım o mavi, uzun kollu tişörtü giyiyordu. Tahmin ettiğim gibi bu renk tenine çok yakışmış, gözlerini ve saçlarının siyahlığına karışan o hafif lacivertliği ortaya çıkarmıştı. Kendimi olabilecek en fazla şekilde gergin hissederken merdivenlerin son basamağını da indim. "Çıkalım mı?" dedim cılız bir sesle. Damien bir şey demeden döndü. Uzun uzun iç çekerek peşine takıldım ben de. Onunla arabada yolculuk etmek, hele ki arka koltukta ve yan yana -Gerçi birbirimizden olabildiğince uzakta oturuyorduk- biraz... Garipti. Özellikle de ikimiz de konuşmak için bir hamle yapmadığımız için. Gözlerimi akıp giden binalara dikmiştim ama bunun tek sebebi Damien'a bakmak için can atmamdı. Ne düşünüyordu acaba? Keşke onunla rahatça sohbet edebilseydim ama bunun yerine sessizliğe gömülmüş bir halde yanında oturuyordum. Elimi yanağıma yasladım ve bir gün Damien ile gerçekten konuşabilmeyi dilerken buldum kendimi...
O da böyle hissediyor muydu? Yoksa umurunda bile değil miydi?
Gösteri alanı olarak seçtikleri yer tarihi bir tiyatroydu. Buranın tam olarak ne zaman ve nasıl yapıldığını kimse bilmese de eski uygarlıklarımızın izini taşıyan bu yer halk arasında oldukça meşhurdu. Arabadan indiğimde alanın olabildiğince kalabalık olduğunu fark ettim. Bakışlarımı etrafta ilgiyle gezdirirken Gulliver adındaki adam bir anda önümde bitti. Adamı görmek beni şaşırtırken o da bana kibarca gülümsedi. "Bayan Born," dedi selam verircesine önümde eğilerek.
"Ah, merhaba." Ve lütfen önümde eğilme. Lütfen. Bu çok rahatsız edici bir şey. "Nasılsınız?"
"İyiyim. Geldiğinizi görmek çok güzel. Sizi hemen gösteri alanına alalım mı? Yoksa öncesinde içecek bir şeyler ikram edelim mi?"
Bir cevap vermeden önce "Aslında buraya bir arkadaşımla geldim." diyerek açıkladım kendimi. Gerçi Damien ve kendim için 'arkadaş' demek garipti. En tatlı halime bürünerek "O da benimle gelebilir mi?" diye sordum.
"Evet. Elbette. Sorun değil."
Zamanlama tek kelimeyle mükemmeldi çünkü tam da o sırada arkamdaki arabanın kapısı yüksek sesle açıldı ve Damien tüm heybetiyle arabadan indi. Gölgesi üstüme düşerken derin bir nefes aldım. Varlığı ateşten bir rüzgar gibiydi, fark etmemek imkansızdı. Heyecanla yerimde kıpırdandım. Gulliver'in dudakları birkaç kere açılıp kapandı ama sesi çıkmadı. Ünlü gladyatör Damien'ı bir anda karşısında görmek onu afallatmıştı. Damien'a bakmak için başımı hafifçe kaldırıp ilgili bir sesle "İçecek bir şeyler ister misin? Yoksa gösteri alanına geçelim mi?" diye sorduğumda Gulliver boğuluyormuş gibi bir ses çıkardı. Hızla ona baktım. Yüzünün rengi birkaç ton atmıştı.
"Hanımefendi... Böldüğüm için özür dilerim ama size eşlik edecek kişi... Gladyatör Damien mi?"
Bunda hiçbir sakınca görmediğimi belirten bir umursamazlıkla "Evet," dedim.
"Üzgünüm ama onu içeri alamam."
Damien yanımda keyifsizce kıkırdadı; Ben demiştim. Bir şey diyecek olsaydı bunu derdi, eminim. Durumdan rahatsız olduğum için ondan tarafa bakmadım ve doğrudan Gulliver ile konuştum.
"Neden? Az önce izin vermiştiniz."
"E-evet ama arkadaşınızın o olduğunu bilmiyordum. O bir köle. Onu içeri alırsam bu mutlaka Başkan Eugine'nin kulağına gider ve ben... Yapamam. Üzgünüm. İsterseniz siz girebilirsiniz ama."
Kaşlarımı sertçe çattım. Hayır. Öylece yürüyüp gitmeyecektim.
"Sorun mu bu yani? Başkan Eugine mi? Onunla ben konuşurum ama şimdi geçmemize izin vermezseniz ona bana karşı büyük bir saygısızlık yaptığınızı söyleyeceğim."
Başkan Eugine ile küçük, sinir bozucu muhabbetlerimizle ilgili sevdiğim tek şey bunu çoğu insanın biliyor olmasıydı. Öyle olmasa da insanlar bizim iyi anlaştığımızı düşünürdü. Bu da beni ayrıcalıklı bir konuma sokuyordu. Gulliver kararsızlıkla boğuştuğu bir andan sonra pes etti. Omuzları düştü. Cılız bir sesle "Peki, tamam." diyerek döndü ve hızlı adımlarla tiyatro binasına doğru yürürdü. Ben de Damien'a bakmadan Gulliver'in arkasından yürüdüm, onun peşimden geleceğinden emindim. İkinci kata çıktık. Sonra Gulliver kırmızı perdeyi kenara çekti ve bizi tüm gösteriyi görebileceğimiz özel bir balkona aldı. İki kırmızı koltuğa ve masanın üzerinde duran ikramlıklara baktım. Vay canına. Yok yoktu. Soğuk şerbetler, tatlı atıştırmalıklar ve egzotik meyvelerle dolu kocaman bir tabak. Hurma bile vardı...
Gulliver, pek halinden memnun olmayan bir suratla "İyi eğlenceler." diyerek yanımızdan ayrılınca tahmin ettiğimden bile daha yumuşak olan kırmızı koltuklardan birine oturdum. Damien yanımdaki koltuğa geçip otururken de onu süzdüm. Bir şey demese de biraz gergin görünüyordu. Aslında fazlasıyla gergin görünüyordu. Parmaklarını ritmik bir şekilde koltuğun koluna vuruyordu ve kaşları çatıktı. Kendime hâkim olamadım, "Neden gerginsin Damien?" diye sordum. Damien bana karanlık bir bakış atınca midem gerginlikle kasıldı. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve konuşmaya cesaret bulduğumda kendimi açıkladım çünkü neye kızdığını çok biliyordum. "Yalan söylemiyordum. Gerçekten Başkan Eugine ile ilgileneceğim."
"Yine de bu çok düşüncesizceydi."
Ağzını nadiren açıyordu ve açtığında da beni azarlıyor muydu yani?
"Başkan Eugine'in hayatıma karışmaya hakkı yok. Öyle olsa bile bana seninle ne istersem yapabileceğimi söyleyen oydu."
Damien belirgin bir biçimde duraksadı. Bakışları yüzümde gezindi. Sonra sadece benim kulaklarım için fısıldadı. "İyi anlaştığınızı sanıyordum." dediğinde kirpiklerimi aval aval kırpıştırdım. Sonra da hafif bir sesle güldüm.
"Başkan Eugine ile mi? Ah, lütfen. Ondan resmen nefret ediyorum."
"O halde neden beni sana hediye etti?"
"Bilmiyorum. Hayır, bekle. Biliyorum. Nedenini asla anlamasam da Başkan Eugine benimle alay etmeyi hayatının amacı haline getirmiş."
Gözleri bir an ihtiyatla doldu ama sonra dudaklarının köşeleri yukarı kıvrıldı. Çok hoş görünüyordu. Ciddiyim. Daha sık gülümsemeliydi. Gerçi bu tam bir gülümseme değildi. Acaba bir gün gerçekten gülümser miydi? Ardından gözlerini sahneye çevirdi çünkü dev kırmızı perdeler aralanmaya başlanmıştı. İç çekerek ben de sahneye baktım. Sahnenin arkasında iyi bir ressam tarafından muhteşem bir manzara çizilmişti ve sahne yer yer üzerlerinde biraz oynadığım ağaçlarla, çiçeklerle bezenmişti. Tamamen dekoratif olsalar da o kadar gerçekçi görünüyorlardı ki, insana gerçekten bir ormandaymış hissi veriyordu. Gösteri başladığında akıl almayacak güzellikte bir müzik başladı. Daha sonra sahneye omuzlarını açıkta bırakan beyaz bir elbise giymiş genç bir kadın çıktı. Şarkı söylüyordu. Sesi öyle berrak ve güzeldi ki doğaüstü bir varlık olduğu hemen fark ediliyordu. Bu orman perisiydi ve bir oduncunun oğluna aşık oluyordu... İki aşık kavuştuğunda ve ilk kez öpüştüklerinde bunun eşsiz bir şey olması gerekiyordu. Ben de bunun için çalışmıştım. İçindeki kimyasallar yüzünden yeşil rengini alan bir sis tabakası sahneyi yavaş yavaş kaplamaya başladı. Çiçekler açıyor, kuşlar uçuyor, tavana yerleştirdiğim ışık makinesinin etkisiyle bir sürü mavi kelebek etrafta uçuşuyordu... Dekor o kadar güzeldi ki, bir an kimseden çıt çıkmadı. Ciddiyim. Herkes suspus oldu. Oyuncular bile. Sonra uğultular başladı. İnsanların "Vay canına." "İnanılmaz." "Harikulade." "Bravo." "Bu gerçek mi?" dediklerini duyabiliyordum... Seyircilerin gösteriden memnun olduğunu duymak gerçekten güzeldi ama asıl merak ettiğim yanımda oturan adamın tepkisiydi. Bu makineyi yaparken bana yardım etmişti ama asla çalışırken görmediği için bu durum onun için de yeniydi...
Damien etrafımızda uçuşan mavi kelebeğe parmak uçlarıyla dokunduğunda makinedeki kristallerin hassaslığı yüzünden ışık dağılarak kırıldı, elini çektiğinde kelebek yeniden görünür hâle geldi. "Çok güzeller." dediğini duyduğumda ondan böyle bir şey duymaya alışkın olmadığım için utanarak saçlarımın uçlarına dokundum.
"Evet. Onlar için çok uğraştım."
"Bu tam olarak nasıl oluyor?"
"Şey... Bilirsin, her şey ışığın yayılma ve kırılma şekliyle ilgili. Fizik, matematiksel hesaplamalar, kimya ve ilham birleşince böyle oluyor."
Bakışlarım Damien'ın bileğinin üzerindeki damgaya kısacık bir an dokundu. Mideme yumruk yemiş gibi oldum. Ne düşündüğümü anlamasın diye hemen bakışlarımı sahnedeki oyuna çevirirken alt dudağımı ısırdım. Gergin bir enerji kanımda dolanıyordu. İlhamı ondan aldığımı söylese miydim acaba? Ah, hayır. Belki de çoktan anlamıştır ama ben bunu itiraf edemeyecek kadar utangaçtım.
En iyisi sessizliğimi korumaktı.
Gözlerimi Damien'dan ayırıp etrafımızda uçuşan parıltılı, mavi kelebeklere çevirirken bu gecenin hiç de fena olmadığını düşündüm, hatta düşündüğümden bile daha iyiydi; Üstelik daha da iyi olmak üzereydi. Gösteri sona erdiğinde ve oyun hakkında konuşan insanların arasından geçip tiyatro binasından ayrıldığımızda Gulliver koşarak bizim olduğumuz tarafa doğru geldi. Adam öyle mutlu görünüyordu ki, gülerken tüm dişlerini görebilirdim. Nedenini anlamam için birkaç saniye yetti de arttı.
"Bayan Born, neyse ki sizi ayrılmadan önce yakalayabildim! Teşekkür etmek istiyordum."
Hmm...
Damien'a göz ucuyla baktım, sessizce orada duruyor, bizi dinliyordu.
"Ne için?" diye sordum.
"Bu akşamki gösteriden sonra tiyatromuz için rekor bağış toplandı. Üstelik terfi de aldım! İnanabiliyor musunuz?"
Bu iyi bir şey olsa gerekti.
"Sizin adınıza sevindim." dedim gerçekten içten bir şekilde.
"Evet. Hepsi sizin sayenizde. Her şeyi size borçluyum. Orada gerçekten harikalar yarattınız."
Alçakgönüllülük iyidir.
"Ben sadece işimi yaptım."
"Eh, işinizi iyi yapıyorsunuz öyleyse. Bir gösterinin bu kadar bağış toplaması görülmüş şey değil. Bu yüzden tiyatro başkanımız bağışın bir kısmını size önerdiğimiz ücreti artırmak için kullanmamı söyledi."
Ben dediği şeyi algılamaya çalışırken Gulliver elini cebine attı ve biraz yokladıktan sonra bir çek kağıdını çıkarıp bana uzattı. Şaşkın bir halde kağıda baktım ve almak için elimi kaldırdım. Fiyatı görünce afallamadım desem yalan olur. Bu bana önerdikleri fiyatın on katıydı neredeyse.
Ne diyeceğimi bilemeyerek "T-teşekkür ederim." diye kekeledim. Kabul edeceğim, bu geceden bu kadar para kazanmayı beklemiyordum.
"Asıl ben teşekkür ederim." diye itiraz eden Gulliver şapkasını çıkardı ve veda edercesine göğsüne bastırarak eğildi. "Umarım bir gün yeniden çalışma fırsatı buluruz Bayan Born. Hakkınızda dolanan tüm o söylentilerin hakkını veriyorsunuz. Siz gerçekten de gelmiş geçmiş en iyi mucitsiniz."
Hakkımda böyle bir söylenti mi vardı?
Cevap olarak sadece gülümsedim.
Gulliver ayrılırken tanımadığım bir adam tarafından, muhtemelen tiyatronun başkanıydı, imzalı çeke bir kere daha bakıp cebime soktum. Damien'a paranın bir kısmını önersem kabul eder miydi acaba? Sonuçta bu parayı tek başıma kazandığımı söylesem yalan olurdu... Ama bekle, kölelerin para harcamasına izin var mıydı ki? Ah, hiç sanmıyordum. Birlikte harcamayı önermek için "Damien-" diyordum ki Damien'ın gözlerini bir yere diktiğini fark ettim. Yakışıklı yüzü derin bir öfkeyle kaplıydı. O yüzden neye baktığını görmek için başımı çevirdim ve başka birisinin daha karanlıktan bize doğru yürüdüğünü fark ettim; Sadece kendini düşünen, dar görüşlü ve kötü kalpli birisinin...
Ah, kahretsin!
Başkan Eugine.
Bir bu eksikti sahiden, diye yakındı içimden bir ses.
İlk içgüdüm kaçmayı düşünmekti, ki bu çok gülünç olurdu. O yüzden kaderime razı bir biçimde olduğum yerde durdum. Bize yaklaştıkça başkanın yüz hatlarının ne kadar kaba ve memnunsuz olduğunu fark ettim. Neden olduğu hakkında da bir fikrim vardı ama bunu düşünmek bile istemiyordum. Tam karşımıza gelince her zamanki kibritlerinden birini kullanarak kendine bir puro yaktı. Yüzündeki sertliğe rağmen insanı huzursuz edecek kadar sakin bir biçimde "Neden buradasınız, Vanessa?" diye sorduğunda gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Aslında konuyu hemen Damien'a getirmediği için memnun olmam gerekirdi. Ondan tarafa bakmıyordu bile. Gözleri doğruca benim üzerimdeydi. Sanki 'Tüm bunların senin başının altından çıktığını biliyorum, küçük hanım!' diyordu. Ya da Damien'ı konuşmaya değer olarak bile görmüyordu. İkisi birden bile olabilirdi.
"Herkes gibi biz de tiyatroyu izlemeye geldik."
Başkan Eugine keyiften yoksun bir biçimde güldü, ki bunu hiç hayra alamet bulmuyordum. "Tiyatroya geldiniz demek." dedi tehlikeli bir sakinlikle.
"Evet." diye yanıt verdim; Konu bu değil. Başka?
Başkan Eugine ne düşündüğümü duymuş gibiydi, gözlerini sertçe kıstı ve bana kötü kötü baktı. "Biraz konuşabilir miyiz, Vanessa? Baş başa? Rica ediyorum."
Bir süre konuşmadım. Kesinlikle rica etmiyordu. Ses tonu başımın üzerinde sallanan bir bıçak varmış hissi veriyordu. Ama bu adamı geri çevirme gibi bir seçeneğim var mıydı ki? Hem benimle konuşmak istediği çok önemli bir şey olduğunu anlamıştım.
Nihayet Damien'a bakmak için başımı çevirdiğimde onun bana değil de karşımızdaki adama baktığını fark ettim. Yüz hatları duygudan yoksundu ve gözlerini bile kırpmıyordu. Başkan Eugine'ni yeniden yumruklamak istiyormuş gibi bir hâli vardı, ki bunun olduğunu düşünmek bile muazzam bir baş ağrısına neden oluyordu. Panik yaratmak istemiyordum. O yüzden "Sen git, Damien. Benim halletmem gereken bir iş var." derken ses tonumda belirgin bir ısrar vardı.
Damien kıpırdamadı. Bunun yerine "Eve gitmiyor muyduk?" diye sordu ve ben bu konuşmanın nereye doğru gittiğinden endişe ederek "Belki sonra." dedim. "Git." Lütfen.
Fakat yüzüme bakmadan konuştu, "Hayır." dedi Başkan Eugine'ne kaşlarını çatarak. "Kalmak istiyorum."
Derdi neydi bunun? Niye gitmemek için ısrar ediyordu? Hem de Başkan Eugine'nin gözleri önünde?
Başkan Eugine daha fazla dilini tutamayarak araya girdi. "Bu konuyu açıklığa kavuşturduğumuzu sanıyordum, Damien." dediğinde 'sürüngen' demediği için şaşırmıştım aslında. Bu kadar gergin olmasaydım eğer ismiyle hitap etmesini bir ilerleme olarak görebilirdim. "Vanessa sana bir şey yapmanı söylediyse, o konu tartışmaya açık değildir. Bir kere daha söylemeyeceğim. Ne isterse istesin, ona hayır deme hakkın yok."
Damien bunun üzerine hafifçe güldü, bu küçümseme dolu bir sesti. "Ya dersem? Ne olur?"
"Beni kötü şeyler yapmaya teşvik edeceksin, çok kötü şeyler."
Hemen bir şeyler yapmalıydım yoksa Başkan Eugine bu ufak sorunu halletmek için şiddete başvuracaktı.
Acele ederek birbirlerine müthiş bir nefretle bakan Başkan Eugine ile Damien'ın arasına girdim. Hiç düşünmeden konuştum ve Başkan Eugine'ne "Aslında bu tamamen benim hatamdı. Damien'dan gelmesini ben istedim. O yüzden burada." diyerek açıkladım durumu. Durumu üstlenmek yapabileceğim en mantıklı şeydi çünkü başkanın bana yapabileceği en fazla şey kızmak ve söylenmekti. Sonra Damien'a bakmak için döndüm. Gözleri yıldızlar kadar uzak ve soğuk görünüyordu. Sözümü dinlemesi için dualar ederek konuştum onunla. "Buna gerek yok ama başkan haklı. Bana karşı gelmek istediğine emin misin, Damien? Git buradan." derken sesimde emreden bir ton vardı. Ona durumun ne kadar ciddi olduğunu anlaması için yalvaran bir bakış attım. Başkan Eugine'ne biraz daha böyle davranırsa başını cidden belaya sokacaktı ve ben bir kere daha o ceza odasına gitmesini istemiyordum. Damien dişlerini birbirine bastırdı ve şükürler olsun ki, itiraz etmek yerine başını tamam anlamında salladı. Sonra da döndü ve öfkeli olduğunu belli eden adımlarla bizden biraz uzaklaşıp sırtını tiyatro binasının duvarına yasladı. Kollarını kaslı göğsünde kavuşturdu ve bakışlarını zemine döşenmiş gri taşlara dikerek konuşmamızın bitmesini beklemeye başladı...
Başkan Eugine'ne geri baktığımda son derece keyifli göründüğünü fark ettim. Kahretsin ki keyifli olduğunda daha da çekilmez olurdu. Zaten sonrasında diyebileceği en çirkin şeyi dedi.
"Senin eğitemeyeceğin hayvan yok, değil mi?"
"Ne konuşmak istediğini söyleyecek misin? Acelem var da." Damien'dan 'hayvan' diye bahsetmesi sinirlerimi bozmuştu. Bu yüzden sinirlerini bozmak istiyordum. Gerçeğin ne olduğunu ikimiz de biliyor olsak da "Yoksa gösteriyi beğenmediniz mi?" diye sorarak onunla alay ettiğimde Başkan Eugine gergin bir tavırla gülerek elini havada salladı.
"Hayır. Oldukça iyi iş çıkarmışsın. Tebrikler... Ama Damien burada ne arıyor Vanessa?"
Çabuk! Bir bahane bul!
"Yalnız gelmek istemedim, bu yüzden ondan bana eşlik etmesini istedim. Ne var bunda?"
"Netleştirmek için soruyorum, yani sırf yalnız kalmak istemediğin için mi o pis köle parçasını tamamen asillere özel olan bir gösteriye getirdin?"
"E-evet." dedim kekeleyerek çünkü Başkan Eugine giderek daha da sinirleniyor gibi görünüyordu. Tehlikeli bir tebessümle ve bir o kadar da tehlikeli bir sakinlikle "Daha öncesinde benim iznimi almayı düşünmedin mi?" diye sorduğunda ne diyeceğimi bilerek ama hiçbir şey yapamayarak durdum. Damien'ı her şeyden korumak istiyordum, özellikle de bu adamdan...
"Böyle şeyler için sizden izin almam gerektiğini bilmiyordum. Hem meşgul bir insansınız. Böyle basit konularla sizi rahatsız etmek istemem. Ayrıca görebildiğim kadarıyla bir sakıncası yoktu. Neden böyle hoşnutsuzluklar yaratıyorsunuz ki? Bana 'Onunla ne istersen yap' demiştiniz."
"Evet ama bunun içine onunla toplum içine çıkmak dahil değildi."
"Ah, öyle mi?" dedim masum masum. "Özür dilerim. Bunu bilmiyordum."
"Çok kurnazsın güzelim ama ben yemem. Saf numarası yapmayı kesecek misin? Neden bahsettiğimi bildiğinden eminim." Suratım düştü. Oof. Kahretsin. Başkan Eugine düşündüğüm kadar kolay kaldırılacak biri değildi demek ki. Ellerinden birini sıkıntıyla yüzünde gezdirdi. "Riskli bir oyun oynuyorsun, Vanessa. Çok riskli. Damien'ın geldiği yeri unutuyorsun. Sana bir önceki sahibine ne yaptığını söyledim, değil mi? Öyle olmasa bile Damien konusunda talimatlarım çok kesin. O bir köle. Bunun ne olduğunu bir an önce kavrasan ve evinde, daha da önemlisi toplum içinde, ona hak ettiği gibi davransan iyi olur."
Tabii, fikrini sakınmadan söyle.
İtiraz etmek için dudaklarımı araladım ama konuşamıyordum. Sonunda konuştuğumda ise sesim öfke ve üzüntü dolu bir fısıltıdan ibaretti.
"Ona zaten hak ettiği gibi davranıyorum."
"Bana hiç de öyle gelmedi. Bak. Buraya seninle tartışmaya gelmedim, seni uyarmaya geldim. Bu senin iyiliğin için. Her toplum gibi bizim toplumumuzun da gelenekleri ve yazılmamış kuralları var. O kahrolası sürüngeni özgür biri gibi etrafta dolaştırmaya devam edersen ayrıcalıklı durumun bile seni kurtaramaz. Üstelik bu diğer köleleri de akıl almaz bir fikre sürükleyebilir. Damien'ı senden geri almak istemiyorum çünkü o senin ama zorunda kalırsam yaparım. Neyse. Pek aptal biri değilsin sen. Beni anladığını umuyorum." diyerek cep saatine baktı. Bir yere geç kalıyor olmalı ki, yanımdan aceleyle çekip gittiğinde hiç kıpırdamadan durdum. Kalbim daha önce hiç tatmadığım bir hisle kavruluyordu. Neydi bu? Hüzün mü? Acı mı? Devlet başkanının beni tehdit etmesi bir yana olanlara anlam veremiyordum. En çok canımı sıkansa böyle düşünen tek kişinin Başkan Eugine olmamasıydı. Toplumumuz çok köklü bir yapıya sahipti ve o yapıyı yıkmak hiç de kolay değildi. Canımı sıkan bir diğer şey ise Damien'dı. Beni uyarmıştı. 'Görmeden vazgeçmeyeceksin, değil mi?' demişti. Bunun olacağını biliyordu. Gerçekten bu muameleye alışkın mıydı? Peki ya ben? Ben buna alışabilir miydim? Yavaş yavaş varlığına alışmaya başladığım bu adamın yaşam boyunca her şeyiyle önemsizliğine...
Damien'ın olduğu tarafa yürürken adımlarım yavaştı ve olmam gerekenden kat kat daha durgun bir ruh hâlindeydim. Galiba o yüzden tek bir şey bile söylemeden Damien'ın karşısında durdum. Damien "Endişelenmeye başlamıştım." derken sırtını yaslandığı duvardan ayırdı. Yüzüme baktı. "İyi misin?"
"Evet." Sanırım. Emin değilim.
"Peki, şey..." Boğazını temizledi. "Ne söyledi sana?"
Gerçekten merak mı ediyordu yoksa öylesine mi soruyordu? Elimi rasgele havada salladım ve kendimi adeta gülmeye zorladım. Ona asla söyleyemezdim. "Ah, boş ver. Takma kafana bunları. Her zamanki hâlleri işte."
"Sana ne söylediğini tahmin edemem mi sanıyorsun?"
Başımı iki yana sallayarak "Özür dilerim." dedim ve bir an sonra başkası adına ondan özür dilediğimi fark ederek alt dudağımı ısırdım. Bu çok aptalcaydı. Neyse ki Damien bu konuda bir şey demedi. Birlikte sessizce yan yana yürümeye başladık. Hava her zamankinden daha serindi ve karanlık gökyüzü de bir sürü yıldızla kaplıydı. Aramızdan ilk konuşan Damien oldu ve bunu yaptığında biraz umursamaz ve alaycı görünüyordu. Sanırım dediği şey yüzündendi.
"Başkan Eugine en büyük hayranım değil, değil mi?"
"Ona yumruk attın, Damien."
"Hak etmişti."
Evet. Belki biraz, ama bunu ona asla söylemem.
"Yine de şiddete başvurmak doğru bir şey değil." diye itiraz ederek ona bilmiş bir bakış attım. Damien bunu düşünürken başını yukarı kaldırdı ve gökyüzünü süsleyen ufak, parlak yıldız parçalarına baktı. Ben de aynısını yaptım. Saçlarım omuzlarımdan aşağı dökülürken gözlerim anında diğerlerinin yanında bile daha parlak görünen Sirius'u yakaladı...
"Yıldızlar güzel görünüyor." dedi Damien.
"Öyle mi?" dedim ilgiyle ve katılıyordum, gerçekten de güzeldiler.
Daha sonra yumuşak bir merakla "Her zaman böyle miydiler?" diye sorduğunu duydum. "Çok garip. Daha önce bu kadar güzel olduklarını fark etmemiştim."
Düşünür gibi yaparak başımı yana eğdim ve belli belirsizce gülümsedim. Her şeye rağmen... Başkan Eugine'ne rağmen... Hâlâ güzel bir geceydi.