?20.BÖLÜM: DAVETLER VE TEKLİFLER

4014 Words
Abraham, "Neden boş vermiyorsun?" diye sorunca tam aksi bir biçimde hareket ederek yeni bir makinenin çizimini yaptığım kalemi daha da kararlı bir şekilde tuttum. Sabahtan beri bu şeyin üzerinde çalışıp duruyordum ve saat gece yarısına gelirken bile durmamıştım. Bir tür modern su kaldıracı yapmak istiyordum. Çalışma odamın zemini çoktan buruşturulup atılmış kağıtlarla dolmuştu. Aklımı dağıtmayı amaçlamıştım ama pek becerememiştim sanırım çünkü hâlâ dün geceyi ve Başkan Eugine'in tehditlerini düşünüyordum. "Çünkü pes etmek için savaşmam. Boş vereceksem tüm bunların ne anlamı var?" diyerek düşüncelerimi belirttim ve sonra da derin bir nefesle göğsümü şişirdim. Dün gece aklıma gelince suratım yine asıldı. "Bu arada, tiyatrodayken Başkan Eugine ile karşılaştım." Abraham yüzünü buruşturarak ve gelen darbeden sakınmak istiyormuş gibi başını hafifçe yana çevirerek "Eyvah ki ne eyvah!" dedi. Bence de, dememek için kendimi zor tuttum. Daha sonra bana geri bakmak için başını çevirdi ve alacağı cevaptan korka korka "Damien yanında mıydı?" diye sordu endişeyle. "Evet, ne yazık ki." "Bu daha kötü işte. Sormaya korkuyorum ama bilmem lazım, Başkan Eugine nasıl bir tepki verdi?" "Tanrım... O kadar cahil ve baskıcı ki ona katlanamıyorum." Bunun üzerine Abraham suratını daha da astı. Beni böyle üzgün görmekten nefret ederdi. Omzuma dokundu ve bana ne kadar destek olduğunu göstermek için hafifçe sıktı. "Ne söyledi sana? Oldukça mutsuz görünüyorsun." derken sesi beni ikna etmek istercesine yumuşaktı ama ben hâlâ tereddütlüydüm. Söylese miydim? Sonuçta Abraham bana bu konuda akıl verebilirdi. "Bana, eğer Damien'ı kısıtlamazsam ve ona hak ettiği gibi davranmazsam onu geri alacağını söyledi. Anlamıyorum. Bunu... Bunu yapabilir mi cidden?" "Şey... İsterse eğer alır." Harika. Resmen kapana kısılmıştım. Gerçekten harika. "Ama Damien yasal olarak bana ait. Böyle bir şey yapmaya hakkı var mı?" diye itiraz ederken çaresizce bir çözüm yolu bulmaya çalışıyordum. "Ama Vanessa, unuttuğun bir şey var." derken Abraham'ın yaşlı yüz hatları buruk, babacan bir gülümsemeyle yumuşadı. "Burada devlet başkanından bahsediyoruz. Yasaları esnetmek onun için o kadar da zor bir şey değil. Bana fikrimi soracak olursan, toplum içindeyken Damien'a daha... Şey... Farklı davransan ikinizin de yararına olur." Müthiş bir hayal kırıklığı içinde, çünkü böyle bir şey önerdiğine inanamıyordum, "Ona kötü mü davranayım yani?" diye sordum. "Hayır, hayır. Elbette hayır. Kastettiğim bu değildi. Damien'a kötü davranmak zorunda değilsin. Benim demek istediğim onu o tür davetlere götürme, ona fikrini sorma, bir şey rica etmek yerine söyle ve lütfen teşekkür edip özür dileme." Haklıydı ama yine de durum öyle can sıkıcıydı ki... Ona farklı davranmak istemiyordum... Ben öyle biri değildim... Korkuyla fısıldadım. "Bunu yapmak istemiyorum." "Bu sadece gösteriş için." "Yine de yapmak istemiyorum." Masanın üzerinde duran ellerim birer yumruk halini aldı. İfadem görünmesin diye başımı öne eğerken uzun saçlarım yanaklarımdan sararak üzgün gözlerimi gizledi. İçten bir biçimde "Bu bana doğru gelmiyor." diye mırıldandım; Doğru değildi, biliyordum. "Anlıyorum, gerçekten anlıyorum ama Başkan Eugine gibi bir adamı karşına almak aptallık olur. Burada güç onun elinde. Oyunu onun istediğin gibi oynamazsan senin için oyunu bitirecek." Bunu duyunca parmaklarım gerildi, yumruklarım daha da sıkıldı. İnadım yüzünden Damien'ın o korkunç arenaya dönmesinin sebebi olmak istemiyordum. Daha bedenindeki yaralar bile doğru düzgün iyileşmemişti ve onu orada düşünmek bile iğrenç bir hissin bedenimde zehir gibi dolaşmasına neden oluyordu. Başka bir yol olmalıydı. Her zaman başka bir yol vardır. "Emin değilim," diye mırıldandım. "Bunu biraz düşünmem gerekiyor. Zamana ihtiyacım var." "Ne kadar verirsen ver ben yanında olacağım. Bu arada, bir şeyler atıştırmak ister misin? Mutfakta biraz meyveli kek var, en sevdiğimden ve sen de... Ahh, neredeyse unutuyordum!" diyerek bir anda konuyu değiştirdi ve ellerinden birini yeni ütülenmiş gibi duran kuyruklu, şık ceketinin cebine attı. Bir süre sonra da eldivenli elinin arasında tuttuğu bir zarfı bana uzattı. "Bunu dün akşam Başkan Eugine'nin getirdi. Galiba seni burada bulamadığı için tiyatroya geldi." "Bu nedir?" "Açmadan öğrenemeyiz değil mi?" "Doğru." Gülerek mumla kilitlenmiş, üzerinde Elit Meclisi'nin simgesi şeklinde bir damga olan zarfı Abraham'dan aldım. Şık bir tasarımı vardı ve bu da içinde ne olduğunu tahmin etmemi zorlaştırıyordu. Bir mektup? Bir davetiye? Bir bildirge? Daha da kötüsü, başka bir uyarı daha... Ama Abraham'ın da dediği gibi, açmadan öğrenemezdim. Zarfı açmak için kapağına dokunduğum esnada bir kapının açılıp kapanma sesi kulaklarıma ulaştı. Başımı refleksle kapıya doğru çevirdim. Damien gelmiş olmalıydı. O gün sabah erkenden evden çıkmıştı ve tüm gün boyunca da onu bir daha görmemiştim. Bu kadar geç bir saatte eve dönmesi beni rahatsız etmekten çok meraklandırsa da -Neredeydi acaba?- hesap sorup da ona annelik etmek istemiyordum. O yüzden başımı iki yana sallayarak önüme döndüm. Zarfı açtığımda ve parlak bir kağıt parçası masamın üzerine düştüğümde gözlerim merakla kısıldı. Kalın kağıt parçasını aldım ve üzerinde yazan satırları ağır ağır okurken bunun ne kadar tanıdık bir şey olduğunu düşündüm. Demek Başkan Eugine bunun için evime gelmişti. Şaşırmadım. Heyecanlanmadım da. İlgimi de çekmedi. Sanırım bir noktada bunu tekrar yaşamak zorunda kalacağımı biliyordum. 🔸🔸🔸 Ertesi gün Damien'ı yine göremedim çünkü amcamın ısrarları sonucunda kuzenim Elizabeth ile buluşmak için malikaneden erken çıkmak zorunda kaldım. Aslında Elizabeth'i görmektense gözlerimi bir çatalla oymayı tercih ederdim, özellikle de son olanlar yüzünden ama amcamı seviyordum ve onu kıramadığım için buradaydım; Pahalı bir restoranda, kuzenimle... Cehennem gibi bir yemek olacaktı. İnsanların uğultusu, hafif keman sesi ve çatal, bıçakların şıngırtısı arasında iyi pişmiş etimden minik bir parça alırken sevgili kuzenimin ne zaman laf sokmaya başlayacağını merak ediyordum ki beni çok bekletmedi. Elinin bir işaretiyle başımızda bekleyen garsonu gönderdi ve sonra da o kurnaz, parlak bakışlarını gözlerime çevirdi. Avına saldırmaya hazırlanan bir karadula benziyordu. "Ee, Vanessa? Damien'la işler nasıl gidiyor?" "Neden şimdi Damien'dan bahsediyorsun?" "Merak ediyorum." İrademden bağımsız bir şekilde kaşlarım çatıldı. "Etme." dedim soğuk bir şekilde. Boğazımı ıslatmak için buzlu su ile dolu olan kristal bardağa uzandım. "Damien seni ilgilendirmiyor Elizabeth. Sana daha önce söyledim, o senin oyuncaklarından biri değil. Asla da olmayacak." Elizabeth yüzüne yapışmış gibi duran pişkin bir ifadeyle sandalyesinde arkasına yaslandı. "Vay canına. Amma da korumacısın." diye alay etti benimle. Beni ne kadar bıktırdığını göstermek için gözlerimi bir an tavana diktim. "Nişanlısın, Elizabeth." "Yani? Ben bunu dert etmiyorum." Amma da... Açık sözlü. "Nişanlın da pek dert etmiyor gibi. Duyduğuma göre onu geçen gün güzel ve genç bir kadınla limanda yürürken görmüşler." Elizabeth gözlerini uyarırcasına kıstığında bu konuda masum görünmeye çalışarak dudaklarımı büzdüm. Sonra da yemeğimden bir lokma daha almak için temiz bir mendilin üzerinde duran çatala ve bıçağa uzandım. Elizabeth'e 'Hadi ama! O surat da ne? Sen başlattın!' diye çıkışmamak için kendimi zor tutuyordum. Korkunç bir kuzenim vardı. Gerçekten korkunçtu. Bencil, kendini beğenmiş ve kibirliydi. Bir dağ kadar büyük olan küstahlığından bahsetmek bile istemiyordum. Nispeten öfkemi bastırdıktan sonra zorlama bir kibarlıkla "Lütfen," dedim. "Daha fazla Damien'dan bahsetme." "Neden?" diye üstüme geldi. "Seninle onun hakkında konuşmak istemiyorum." "Ama aranızda ne olduğunu bilmek istiyorum. İyi anlaşıyor musunuz? Anlaşıyor olmalısınız. Birlikte gösteriye geldiğinizi gördüm." Ne? Bizi görmüş müydü? Şaşkınlığıma rağmen gözlerimi önümdeki yemek tabağından ayırmadan "Öyle mi?" dedim ilgisizce. Yeterince umursamaz davranırsam benimle uğraşmaktan vazgeçer diye umuyordum. "Ne yazık." diyen Elizabeth, parmaklarını çenesinin altında birleştirdi. "Herkes seni çok zeki sanıyor ama o köleyi öylece asillerin arasına sokmaya cüret edecek kadar salaksın. Başkan Eugine'nin bu konuda sana ne dediğini duymak isterdim doğrusu. Canına okumuş olmalı." "Yemekten zevk aldığını görmek güzel, Elizabeth." "Seninle uğraşmak hoşuma gidiyor." "Evet, görebiliyorum." Su dolu bardağı tebrik edercesine ona doğru kaldırdığımda Elizabeth iyiden iyiye keyiflenerek bir kurt gibi sırıttı... "Başkan sana ne söyledi?" "Seni ilgilendiren bir şey söylemedi." "Hadi ama. Biz kuzeniz. Anlat bana." Soluğumu serbest bıraktım ve bir kurtuluş yolu atarken etrafa bakındım. İnsanlar kendi işlerine bakıyor, yemeklerini yiyor, gülüşüyordu. Kaçış yoktu anlaşılan. O yüzden bir yalan uydurdum. "Benden Damien'a karşı daha tedbirli olmamı rica etti, tek söylediği buydu." "Bahse varım, tek söylediği bu değildir." "Ne duymak istediğini bilmiyorum cidden." Yani, cidden, ona her şeyi açıkça anlatacağımı düşünecek kadar saf değildi, hiçbir zaman olmamıştı ama yine de canımı sıkmak için ısrar ediyordu. Tam Elizabeth'e çenesini kapamasını söylemek üzereyken valinin kızı yanımıza yanaştı. Diana'yı en son şehirde, Elizabeth'le birlikte görmüştüm. Bu mekanda olması hiç de şaşırtıcı değildi çünkü hem güzel ve genç bir kadındı hem de valinin kızı olarak toplumda iyi bir konumdaydı. Yakın dostunu görünce Elizabeth yerinden kalkarak kadına elini uzattı. İki kadının birleşen ellerine bakarken kesinlikle buraya ait olmadığımı düşündüm ama öte yandan Diana benim kurtarıcı meleğim olmuştu. Yerimden kalktım ve kadına selam vermek için ellerimden birini uzattım. Diana'nın elimi tutuşu nazik, gülümsemesi sıcak ve samimiydi. Bu kadar güzel ve tatlı bir kadın nasıl kuzenim gibi birine katlanıyordu anlamıyordum. "Seni yeniden görmek güzel Vanessa." derken samimi hitabı beni şaşırttı ama bozuntuya vermeden gülümsemeyi başardım. "Seni de Diana. Nasılsın?" "İyi hissediyorum." Evet, iyi hissettiğini görebiliyordum. Okyanus rengi gözleri parlaktı. Mutlu görünüyordu. Diana'nın gülümsemesi giderek yumuşadı. "Bu arada tiyatro gösterisini gördüm. Harikaydı. Doğal bir yeteneğin var." Elimi ateş rengi saçlara sahip olan kadının elinden koparırken hafifçe kızardım. "Teşekkür ederim. Elimden geleni yapıyorum." "Eh, elinden gelenler harika." Elizabeth'in suratı asıktı ve yeni manikürlü tırnaklarına bakıyordu. Tüm bu konuşmalardan bıkmış usanmış görünüyordu. Arkadaşının bana iltifat etmesinin onu ne kadar rahatsız ettiğini fark edebiliyordum ve ne zaman aramıza gireceğini merak etmeye başlamıştım. Fazla uzun sürmedi. "Aman be. Daha ne kadar onu övmeye devam edeceksin?" Şaşkın şaşkın "Ne?" dedi Diana. "Sıkıldım. Hadi başka bir yere gidelim." Diana bana doğru bir özür fısıldadığında buna ne kadar alışkın olduğumu belli eden bir ifadeyle "Sorun değil," dedim. Elizabeth'in tavrı uzun süre önce beni kırmayı bırakmıştı. Artık alınmıyordum bile. "Zaten benim de terziye uğramam gerekiyordu. Size iyi eğlenceler hanımlar." Ve yalan söylemiyordum, gerçekten de terziye uğramam gerekiyordu... Elizabeth ve Diana'nın yanından ayrıldığımda şehrin en ünlü terzisinin bulunduğu caddeye doğru yürüdüm. Yedi yirmi dört açık olan terzinin kapısını ittirip içeri girdiğimde burnuma kumaş kokusu çarptı, ki bu hiç şaşırtıcı değildi, dükkanın içi her renkten kumaşlarla bezenmişti. Bilinen en hafif ve en yumuşak kumaş olan Azraqi kumaşlarına dokunurken ünlü bir modacı ve tasarımcı olan Madam Citty yüzüklerle dolu olan ellerini iki yana açarak içeri girdi. Beni öyle sıkı kucakladı ki, bir an nefes almakta zorlandığımı hissettim. "Vanessa!" Bir ara bu kadınla da iş yapmıştım. "Madam Citty," diyerek kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Her zamanki gibi çok hoş görünüyorsunuz." "Ah, teşekkür ederim canım. Her zaman bakımlı olduğumu bilirsin. Ne istemiştin? Çekinmeden söyle lütfen. Sana yardım etmekten büyük bir onur duyarım. Izabella, bize birer çay getir lütfen!" Madam Citty ile birer fincan çay eşliğinde yaptığım kısa ve net bir görüşmeden sonra dükkandan çıktım. Kuklacı Serge o sırada caddedeydi, yine o meşhur gösterilerinden birini yapıyordu. Hikayesini dinlemeyi ne kadar istesem de Abraham'la öğleden sonra için sözleşmiştim. Bu yüzden hızlıca malikaneye döndüm ve Abraham'ı beklerken çalışma odamdaki masanın üzerinde duran kağıdı parmaklarımın alıp bir kere daha inceledim. Gözlerim kocaman harflerle yazılmış olan 'BALO' kelimesinde takılı kaldı. Başkan Eugine, benimkinden üç kat büyük ve sinir bozacak kadar gösterişli olan malikanesinde her yıl düzenlediği o baloyu veriyordu. Genelde Elit Meclisi üyelerini ve sayılı asilleri davet ederdi ama ben de birkaç yıldır bu meşhur balo için davet alıyordum. Garip ama bunu hiç de sıkıcı bulmuyordum, hatta eğlenceli bir tarafı bile vardı. O yüzden katılmak istiyordum ama bir sorun vardı... Abraham çalışma odamın kapısını tıklatıp içeri girince davetiyeyi masanın üzerine geri bıraktım. Şık takımıyla ve düzgünce tarayıp ensesinde at kuyruğu yaptığı gri saçlarıyla odama girerken Abraham'ın yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. "Kuzeninin yanından sandığımdan erken döndün." "Evet. Beni bilirsin, kaçabildiğim kadar hızlı bir şekilde kaçtım. Açıkçası şans da benden yana oldu." Bundan memnun olarak kıkır kıkır güldüğümde Abraham'ın tebessümü usulca büyüdü, kuzenimle görüşmekten ne kadar haz etmediğimi bilirdi. "Ee? Her şey hazır mı?" "Evet, elbette. Merak etme, her şeyi hallettim ben." "Harika." Uzun uzun iç geçirdim. Balo yarın akşamdı ve yaklaşmakta olan işkenceyi daha fazla bekletemeyeceğimin farkındaydım. "Hadi, gidelim o zaman." Birlikte oturma odasına geçtiğimizde Abraham'ın dediğini yaptığını ve koltukları, sehpaları, vazoları ve kırılabilecek her şeyi ortadan kaldırdığını fark ettim. İçeride sadece bir masa, masanın üzerine konmuş eski plak çalar, açık pencereler, balkon kapıları yüzünden uçuşan perdeler ve duvara yerleştirilmiş tablolar vardı. Geçen günkü açık artırmada satın aldığım tablo da duvarda asılıydı. Hoş görünüyordu. Gerçekten hoştu. Yine de salonumu bu kadar boş ve ruhsuz görmek benim için biraz tuhaftı; Ve can sıkıcı... Ah, çok gergindim! Hatta neredeyse titrediğimi hissedebiliyordum. Çoğu insanın yapabildiği basit bir şeyin beni neden bu kadar korkuttuğunu bilmiyordum. Hayır, bekle. Biliyordum. Bu işte berbattım çünkü. Evet. Serçe parmağım boyunda bir füzyon pili yapabilirdim ama dans edemezdim. Olduğum yerde huzursuz bir biçimde kıpırdanıp durarak "Sadece gidemez miyim?" diye yakındım. Abraham o sırada ceketinin kol düğmelerini gevşetiyordu, hiç üslubunu bozmadan bana çok ciddi bir bakış fırlattı. "Hayır." "Ama ben..." "Hayır." "Belki de biz..." "Hayır." Sustum. En azından şansımı denemiştim. Bunu daha fazla geciktiremeyeceğimi anlayınca Abraham'a ne zaman başlayacağımızı sormak için dudaklarımı araladım fakat bize doğru yaklaşan adım seslerini duyunca konuşmaktan vazgeçerek omzumun üzerinden kapıya doğru baktım. Birini beklemiyordum. Özellikle de onu. Damien'ın güzel, yoğun gözleri görüş alanıma girince hissettiğim panik yüzünden başım döndü. Tutunacak bir şeyler arayıp sendelerken gözlerimi bir anlığına kapattım. Lanet olsun! Lanet olsun! Lanet olsun! Onun burada ne işi vardı? Kafam karışmıştı ve kendimi kontrol edemediğim için yüz ifadem her şeyi ele veriyordu. Gözlerimi açtım ve cılız bir sesle "B-burada ne işin var, Damien?" diye sordum. Doğrusu alacağım cevaptan ödüm kopuyordu. Duymak istemiyordum ama bilmeliydim. Damien'ın sonrasında söylediği şey hissettiğim paniği daha da depreştirdi. "Gelmemi Abraham istedi." Bir açıklama beklediğimi göstermek için Abraham'a kaşlarımı kaldırarak baktım ama hâlâ umursamaz bir şekilde kol düğmelerini gevşetiyordu. Bakışlarımı hissetmiş olmalı ki, umursamaz bir biçimde "Bir dans eşine ihtiyacın olacaktı." diye açıkladı. Kaşlarımı çattım ve sanki kelimenin anlamını bilmiyormuş, sanki yeni bir dil öğreniyormuş gibi mırıldandım; "Dans... Eşi..." Söylemek birden fark etmeme neden oldu. Ah, hayır! Hayır, hayır, hayır... Binlerce, milyonlarca kere hayır! Damien'la dans edemem! Ona o kadar yakın duramam! Yapamam! Düşüncesi bile kulak uçlarımın ısınmasına neden oluyor! "Abraham, neden Damien'ı böyle şeyler için rahatsız ediyorsun? Bunu seninle de halledebilirdik." "Evet ama ben dans etmek için fazla yaşlıyım. Tüm gece ayak ağrısı çekmemeyi yeğlerim." YALANCI! Damien hemen orada dururken bunu sesli söyleyemedim tabii ki. Kahretsin ki, Abraham durumu kurtarmama bile izin vermiyordu. Damien'dan çekindiğimi anlamıyor muydu cidden? Ama o gün şans hiç olmadığı kadar benden yanaydı... Damien, "Dans etmeyi bilmiyorum." dedi. Şükürler olsun! "Her insan hayatında en az bir kere dans etmelidir, değil mi?" diye alay eden Abraham bana hafifçe sırıttı. Ona çatık kaşlarla ve kızgın gözlerle bakıyordum. "İyi bir eş olmanız için bir sebep daha. Böylece ikiniz de öğrenebilirsiniz." "Ne gerek var? Hayatım boyunca dans etmem gereken bir yere gitmeyeceğimden eminim." Ne soğuk bir cevap, diye düşündüm kendi kendime. Mesele dans etmemesinden ziyade söylediği şeydi. Hayata dair hiçbir güzel beklentisi yokmuş gibi söylemişti bunu. Düşünceli bir şekilde yerdeki karolara baktım ve cesaretimi toplamak için derin bir nefes aldıktan sonra ağzımı açtım. "Bunun iyi bir fikir olduğundan emin misin, Abraham?" diye sordum dans etme, daha doğrusu, Damien'la dans etme fikrini artık onayladığımı belli eden bir ses tonuyla. Berbat bir fikir olsa da denemek istiyordum. "Dans etmek her zaman iyi bir fikirdir, garanti veriyorum." Yani, öyleyse... "Damien? " dedim biraz ötemde duran uzun boylu, genç adama beklentiyle bakarak. Damien anlamlandıramadığım bir süre boyunca gözlerimin içine baktı. Sonra başını yana çevirdi ve kararını verdiğini göstermek için yüksek sesle iç çekti. "Başkanın dediğini duydun." derken sesinin altında bir yergi vardı ama hiç de kızgın görünmüyordu. "Sana hayır deme lüksüm yok." Abraham onda absürt duran bir neşeyle ellerini çırptı. "Öyleyse başlayalım mı?" "Hı-hı." diye mırıldandım. "İkiniz de ortaya gelin, lütfen." İkimiz de dediğini yaptık. Ben önde Damien arkamda boş olan orta alana doğru yürürken kulaklarımda yankılanan adım seslerim bana her zamankinden daha yüksek geldi. Topuklarımın üzerinde geri döndüğümde Damien'ın tam karşısında duruyordum ama ne gözlerine bakabiliyor ne de bir şey diyebiliyordum. Bakışlarım yerdeydi. Neyse ki o gün rahat giyinmiştim. Karnımı sıkıca saran yüksek bel, bej pantolonumun bir sürü cebi ve düğmesi vardı. V yaka dekoltesi olan, salaş, dökümlü, beyaz gömleğim ile uyumluydu. Gerçi ne giyersem giyeyim dans etmeyi beceremeyeceğim için önemi yoktu ya. Ah, kesinlikle biraz gevşemem gerekiyordu. Parmaklarımı birkaç kere sıkıp açtım ve içimden yavaş yavaş saymaya başladım. Bu biraz işe yaradı, taa ki Abraham konuşana kadar.... "Ellerinden birini Damien'ın omzuna koyar mısın, Vanessa?" 'Bana. Sakın. Dokunma.' Bu kelimeler zihnimde dalgalanırken yüzüm daha da kızardı. Abraham'ı dinlemeden ellerim iki yanımda kıpırdamadan durdum. Bu berbat bir fikirdi. Bunu yapmama, ona dokunmama imkân yoktu. Abraham, adımı yineledi. "Vanessa?" Damien hareket etmeye niyetim olmadığını anlayınca ellerinden birini kolumun altından geçirip belimin arkasına bastırdı. Ben ne olduğunu anlamadan beni tek koluyla kaldırıp kendine çekti. Sendeledim ve göğsüne sertçe çarparken parmaklarımı kıyafetinin üzerinden karın kaslarının üzerine bastırdım. Ne yaptığımı fark edince ellerimi üzerinden hemen çektim. Kendimi bir duvara çarpmış gibi hissetmiştim. Sersem bir halde "Hey!" diye haykırdım. "Dövüşmeyeceğiz, Damien. Dans edeceğiz." "Affedersin, alışkanlık." Bu noktada başımı kaldırdım ve yüzüne bakmaya cesaret ettim. Vay be, yakından daha da yakışıklı. "Bu sadece vals." dedim titrek bir sesle. "Arenada değilsin. Ben de seninle dövüşecek değilim. Daha nazik olman gerekiyor." Ellerimden birini kaldırdım ve tereddüt etsem de Damien'ın omzuna bıraktım. Damien anladığını göstermek için başını salladıktan sonra diğer elimi tutmak için parmaklarını uzattı. Elimi eline bırakırken istemsizce ürperdim. Galiba ilk defa elimi tutuyordu. Elim elinin içindeyken fazla zarif kalmıştı. Damien'ın elleri ise kendinden emin, güçlü ve biraz sertti ki bunun normal olduğunu düşündüm; Bir savaşçının elleriydi bunlar. Parmak uçlarımı tenine bastırırken aynı şeyleri hissetmeye devam ettim ve konuşmadan önce derin bir nefes aldım çünkü kahretsin, yüzü yüzümün hemen önündeydi. Gür, dalgalı saçlarından çıkan bir tutam kaşlarından birinin üzerine düşmüştü. Koyu kirpiklerinin çevrelediği gözleri öyle yoğundu ki, içlerindeki parlak mavi benekleri görebiliyordum. Benim yüzümse şaşkın olmalıydı. "Ah, bu..." Ne? Devam ettim. "Garip." "Neden?" "Seninle dans edeceğimi asla düşünmezdim. Bu arada, dans etmek istememene rağmen denediğin için teşekkür ederim." derken sesim bana yabancıydı. Damien sadece benim kulaklarımın duyacağı bir biçimde homurdandı. "Yine teşekkür ediyorsun. Hayır deme lüksümün olmadığını söyledim sana. Bana teşekkür etmene gerek yok. Özür dilemene de gerek yok. Sadece devam et." derken gerçekten teşekkür etmemin, özür dilememin onu sinir etmekten çok rahatsız ettiğini anladım. O kadar yakındık ki, cümleleri hemen dibimden geliyordu. Güzel bir sesi vardı. Erkeksi, derin ama bir şekilde yumuşak ve kulağa hoş gelen. Onu duyuyor olmak güzeldi. "Sadece bunu taktir ettiğimi bilmeni istiyorum." Damien kaşlarını çattı. "Bu dünya için fazla iyisin." diye karşılık verdiğinde ben de kaşlarımı çattım, beklediğim cevap kesinlikle bu değildi. Hayal kırıklığına uğramıştım. İfademi görünce Damien soğuk ama kibar bir biçimde gülümsedi. "Başlayalım mı?" diye sorduğunda kesik bir nefes çektim ciğerlerime. Tamam. Bunu gerçekten yapıyoruz. Abraham plak çaları açınca ve tatlı bir dans melodisi odayı sarınca neredeyse gülecektim çünkü çalan şarkı öyle tanıdıktı ki, gözlerimi kapatsam bu şarkıyı dinlediğim zamana dönebilirdim... Umursamıyorum, çünkü kimsenin ne olduğumuzu bilmesine gerek yok. Zaten seninleyken yeryüzü cennet. Gözler yalan söylemez, derdin. Gözlerim sadece seni sevdiğimi söylüyor. Kendi Küçük Gezegenimiz, şarkısıydı bu. Bir dans şarkısı seçecek olsaydım ben de bunu seçerdim. Ellerini çırparak "Tamam," dedi Abraham. "Adımlarla başlayalım, olur mu?" Damien'la dans etmek her saniye yüzümün daha da yanmasına neden olan bir aktiviteydi. Birbirimize o kadar yakın duruyorduk ki, karın kaslarını karnımın üzerinde rahatlıkla hissedebiliyordum. Yakın, çok yakın; Tek düşündüğüm buydu. Yanaklarım pembeye dönmüş olmalıydı. Damien beni tek kolunun üzerine, geri yatırınca saçlarım omuzlarımdan kayıp sarktı. Endişeyle nefesimi tuttum. Beni düşüreceğini düşünmüyordum ama tüm ağırlığım kolunun üzerindeydi ve tek görebildiğim de yüzüydü. Tutunmak için ellerimden birini pazılarına bastırırken, birini de göğsünün sağına koyarken kadife yumuşaklığında bir gülüş duydum. Bir an inanamadım çünkü Damien gülüyordu. Yüzü yüzümün hemen önündeydi ve gözlerindeki sertlik yumuşamış, beyaz dişleri açığa çıkmıştı. "Ah, Tanrım. Kendine bir bak. Kızarıyorsun." "H-Hayır! Kızarmıyorum!" Hâlâ gülüyordu. Gülüşü ne kadar hoşuma gitse de gözlerimi sertçe kısarak "Bunda bu kadar komik olan ne var?" diye homurdandım. "Bilmiyorum, ben sadece..." Damien beni tek hamlede yukarı çekti. Yeniden ayaklarımın üzerine basarken savrulan saçlarım yanağıma çarpıp omuzlarıma düştü. Abraham'ın varlığını tamamen unutmuştum. Sadece konuşmamıza, adımlarıma ve düşmemeye odaklanmıştım. "Daha önce bir asille dans etmek zorunda kalmamıştım." "Dans etmek o kadar da eğlenceli bir şey değil zaten. Bu işte berbatsan daha da beter. Şu ana kadar ayağına basmadığım için kendini şanslı saymalısın." "Gerçekten o kadar kötü müsün?" O kadar kötüyüm, demek üzereyken bir köşede duran ve sessizce dans etmemizi seyreden Abraham konuşmamıza katıldı. O sırada Iron kucağındaydı ve Abraham'da mayışmaya başlamış yavru kedinin tüylerini okşuyordu. "Fena değilsin, Vanessa. En azından düşmedin. Bu da bir şey sayılır." Düşmememin tek sebebi Damien'ın her seferinde beni tutuyor olmasıydı ama bunu ona söylemedim elbette. Abraham, eseriyle gurur duyan bir sanatçı gibi usulca gülümsedi. "Bu kadar prova yeter. Düşmedin, tökezlemedin ya da bileğini burkmadın. Bence iyi olacaksın." Damien usulca beni bırakıp geri çekildi. O gece geniş yatağımda dönüp durdum, tavanı izledim ama bir türlü uyuyamadım. Şimdi de saat gece yarısına gelmek üzereydi. Sırt üstü yatıyordum ve parmaklarım karnımın üzerinde 'Kendi Küçük Gezegenimiz' şarkısının ritmini tutuyordu. Alt dudağımı ısırırken 'Bu kocaman bir saçmalık!' diye düşündüm çünkü aklımdan geçen fikir gerçekten deliceydi. Özellikle de balonun Damien'dan açıkça nefret eden ve nefret ettiğini gizleme gereği bile duymayan Başkan Eugine'nin malikanesinde olduğunu düşünürsek. Bu riski göze alabilir miydim? Buna cesaretim var mıydı çünkü Başkan Eugine bu sefer sadece uyarmakla kalmazdı. Daha kötüsünü yapardı. Kendim için korkmuyordum. Bana hiçbir şey yapamazdı ama keşke aynısını Damien için de söyleyebilseydim. Ona değer veriyordum ve benim sorumsuzluğum yüzünden incinmesini istemiyordum fakat tadabildiği her şeyi tatmasını da istiyordum. Bu meseleyi halletmeden gözüme uyku girmeyeceğini anlayınca başımı yastıklardan kaldırdım ve parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim. Sonra da yataktan kalktım. Üzerimde iki katmandan oluşan ve dizimin üzerinde biten ip askılı, beyaz geceliğim vardı. Kimonomu üzerime geçirerek iplerini bağladım ve acele ederek çekmecelerimden en altta olanını açmak için eğildim. Pencerelerden vuran ay ışığı sayesinde aradığım şeyi hemen buldum. Ses yapmamak için çıplak ayaklarımın ucuna basa basa merdivenleri çıktım ve sonunda Damien'ın çatı katındaki odasının kapısında buldum kendimi. Daha önce buraya hiç gelmemiştim. Bunu yaptığıma inanamayarak kapıyı tıklattım. Uyuyup uyumadığından emin olamadığım için "Damien?" diye fısıldadım ve beklediğimden çok daha hızlı bir şekilde kapı açıldı. Damien'ı süzdüm. Saçları dağınıktı ve beni bu saatte odasının kapısında gördüğü için afallamış gibiydi. Elimdeki şeyi arkamda saklarken çekinerek "Affedersin. Uyandırdım mı?" diye sordum. "Hayır." Olayı anlamlandırmaya çalışırken kapının pervazına parmaklarını yasladı. "Burada ne yapıyorsun?" "Sana bir şey sormak istiyordum." "Bu saatte mi?" Yüksek sesle yutkundum. Saatin kaç olduğunu düşününce garipti, evet. Oof. Bu durum iyice garip bir hâle geliyordu. En iyisi doğrudan konuya girmekti. Kalan cesaret kırıntılarını toplayarak derin bir nefes aldım ve ellerimi arkamdan çektim. Üzerinde altın sarısı işlemeler olan siyah, şık maskeyi Damien'a uzattım. Damien hiç kıpırdamadan ona uzattığım maskeye düz bir bakış attı. Amacımı anlamamış gibiydi. Sevecen bir biçimde "Hadi, birlikte gidelim." dediğimde gözleri hafifçe irileşti. Başını hızla kaldırdı ve bana sanki ona çok korkunç bir şey önermişim gibi baktı. İnanamayarak "Ne?" diye fısıldadı. "Baloya birlikte gidelim." "Neden? Son olanları unuttun mu?" "Şey... Hayır ama... Oraya tek başıma gitmek istemiyorum. Aklıma sen geldin." 'Sen' dediğimde Damien şakağını kapının pervazına yaslayarak ay ışığının aydınlattığı yüzüme dikkatle baktı. Gözleri parlak ve derindi. Biraz şaşkın, biraz da küçümseyici bir tavırla "O halde başkan seni yeterince tehdit edememiş olmalı." diye alay ettiğinde bozularak dudaklarımı büzdüm. Aslında etmişti ama ne o ne de tehditleri umurumda değildi. "Başkan Eugine'nin dediklerinin benim için bir önemi yok." dedim dürüst bir biçimde. "Senin için var mı?" Düz bir sesle ve net bir şekilde "Hayır." diye yanıt verdi. "O zaman gelecek misin?" "Davetli olduğumu sanmıyorum." Elbette davetli değildi. "Eğer bunu takarsan sorun olmaz." İyice göstermek için siyah maskeyi ona biraz daha uzattım. "Bu bir maskeli balo, Damien. Kimse kim olduğunu bilmeyecek. Orada statü ya da üstünlük yok." "Herkes eşitmiş gibi mi olacak?" Küçümseyici tavrı devam ediyordu. Çok daha yumuşak bir sesle "Evet," dedim ve bu düşünce içimi kıpır kıpır ederken "Bir geceliğine aynı olabiliriz." dedim ona. "Ama öyle bir şey yok. Burası gerçek dünya. Sen ve ben aynı değiliz ve asla olmayacağız." Gerçekler yüzüme bir tokat gibi çarparken Damien başını olumsuz anlamda iki yana salladı. Sonra geri çekildi ve ben bir şey demek için -Muhtemelen itiraz etmek için- hızla ona doğru bir adım atarken tek kelime etmeme izin vermeden kapıyı yüzüme kapattı. Ah, evet! Bunu cidden yaptı! İrkildim ve şaşkın bir halde gerileyerek kapalı kapıya uzun uzun baktım. Sonra da kapıya doğru "En azından bir cevap verseydin!" diye söylendim ve tamamen hayal kırıklığına uğramış bir halde gözlerimi ellerimin arasında tuttuğum maskeye çevirdim. Saf mıydım aptal mıydım? Neden kabul edeceğini düşünmüştüm sanki? Bu çok gereksiz bir beklentiydi. Tiyatroda iyi vakit geçiren sadece ben olmalıydım... O sırada çok garip bir şey oldu ve kapı bir kere daha açıldı. Damien uzanıp elimdeki maskeyi alırken daha da şaşırdım. Başımı hızla kaldırdım. Şaşkın şaşkın "Damien-" dediğimde "Bir şey söyleme." diyerek odasına geri döndü. Kapıyı bu sefer çok daha yumuşak bir şekilde kapattı. Kafam karışmıştı; Bu, benimle baloya geleceği anlamına mı geliyordu? Yoksa sadece maskeyi mi beğenmişti? Damien bunu asla görmeyecek olsa da yatak odama dönerken dudaklarım mutlu bir tebessümle şekillendi.

Read on the App

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD