?17.BÖLÜM: İLK KIVILCIMLAR

4163 Words
"Ben hallederim." Damien, kendim yapsam sürüklemek zorunda kalacağım guguklu saati almak için masaya uzandığında ellerimi panikle sallayarak "Hayır, hayır! Ben hallederim!" diye itiraz ettim ama beni dinlemedi bile, saati alıp sanki çok hafif bir şeymiş gibi kaldırırken, gözlerim, gömleğinin altında gizlediği bedenine rağmen belli olan kol ve sırt adalelerin gerilişini izledi. Bir an hissettiğim şaşkınlıkla duraksadım. Vay canına, o gerçekten güçlü. Yani, evet, bir dövüşçü olduğunu biliyordum ama bunu görmek bilmekten çok farklı ve ürkütücüydü. Damien saati tam olarak istediğim yere bırakırken ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemediğim için ellerimi ovuşturdum durdum. Sonunda da ayrılık vakti geldi çattı. Normalde biraz daha çalışmaya devam ederdim ama zaten çoktan gece yarısı olmuştu ve açıkçası daha fazla çalışacak hâlim kalmamıştı. O yüzden yatağıma gitmek için Damien'ı arkasından takip ettim. İkimiz de merdivenlerin altındaki sahanlıkta durduk. Etraf ölesiye sessizdi, bizden başka kimse yoktu. Çekiniyordum, bu yüzden ağzımı açmadım ve Damien'da konuşmak için yukarı kata yönelmeyi bekledi. Benimse o anda tek düşündüğüm şey bedenindeki yaralardı. İlaçlarını kullanıp kullanmadığını bilmediğim için yaralarının ne halde olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama kullandığını ümit ediyordum. "Bugün... İlginçti." Tırabzanları sertçe sıktığını fark ettim, ifadesi sertleşti. "Gerçi seni hâlâ biraz tuhaf buluyorum." Kafamda uğuldayan seslere rağmen dudaklarım hislerimden bağımsız bir biçimde kıvrıldı. Gözlerimi gözlerine dikerek kendimi konuşmaya zorladım. "Düşüncelerimiz karşılıklı, yani sorun değil, beni istediğin kadar tuhaf bulabilirsin." diyerek şakalaştım onunla ama ılımlı tavrıma rağmen Damien'ın bakışları okuyabildiğim herhangi bir duygudan yoksundu, devam etti. "Ve sana kötü davrandığım zamanlar için özür dilerim. Hiç doğru değildi." Şaşkın şaşkın kirpiklerimi kırpıştırdım çünkü kesinlikle ondan bir özür beklemiyordum. Ah... Sonunda! Hemencecik toparlandım. Elimden geldiği kadar içten davranarak "Nedenini anlamıyordum." dedim. "Hâlâ da anlamıyorum. Yaptığım bir şey mi seni rahatsız etti?" "Hayır. Bana gerçekten harika davrandın. Buna minnettarım." Ne kadar bunları söylüyor olsa da sesindeki ve bakışlarındaki güvensizlik, tereddüt öylesine fazlaydı ki... Kendimi berbat hissettim bir anda. Damien konuşmaya devam ederken dudaklarının arasından huysuzca homurdandı. "Ben sadece çok fazla asil tanıdım ve hiçbiri de senin gibi değildi." "Benim gibi değil miydi?" "Evet. Sen biraz... Değişiksin. Anlamıyorum." Bu bir iltifat değildi ama bir hakaret de değildi, daha çok kafasını karıştıran bir şeyi bana itiraf ediyormuş gibiydi. Huzursuz olarak etrafıma bakındım. Güvensizliğinin beni incitmesi ne kadar da saçmaydı. Kendini bana asla açmayacağını, asla bana tam anlamıyla teslim olmayacağını bilerek bu adamla aynı evde yaşamaya alışmam lazımdı. Bu gerçeği ne yaparsam yapayım değiştiremezdim, sadece kabullenmeliydim. "Sanırım zamanla ikimiz de birbirimizi tanıyacağız." dedim ondan çok kendime... Damien soğuk bir şekilde gülümsedi, verdiği tek cevap buydu, bu her ne demekse artık. Garip bir sessizlik oldu. Daha fazla bir şey demeyince veda vaktinin geldiğini fark ettim. Boğazıma bir şey takılmış gibi yutkundum ve yumuşak bir sesle "İyi geceler, Damien." diye fısıldadım. "Umarım rahat bir uyku çekersin. Bir şeye ihtiyacın falan olursa beni bul ya da Abraham'ı... Sana seve seve yardımcı olacaktır." Damien bunu asla yapmayacak olsa da başını sallayarak beni onayladı ve ben ona iyi geceler dilediğimde merdivenlerin üst tarafına yönelmeden önce dudaklarının arasından "İyi geceler, Usta." diye mırıldandı. Gülümsedim ve o gece yatağımda uzanırken Damien'ın dilediği özürü düşünüp durdum. Bu gerçek bir özürdü, bundan emindim çünkü Damien istemediği halde özür dileyecek bir adama benzemiyordu. Bu hem onun için hem de benim için büyük bir adımdı, bunun farkında olarak uyuyakaldım. 🔸🔸🔸 Ertesi sabah büyük bir ticaret gemisinin kaptanından iş geldi. Adamın gemisi buz parçalarından ve su üstündeki çeşitli kalıntılardan hasar aldığı için maddi olarak birkaç trilyon zarara uğramıştı. Bunun için de dev bir gemiyi koruyan basit ama kullanılabilir bir sistem yapmam gerekiyordu. Bu iş için yumruğumu yanağıma yaslayıp boş bir kağıda taslaklar çizdiğim sırada biri kağıdı önümden alıp inceledi. Önce Abraham sandım ama değildi, Damien'dı. Gelenin 'O' olduğunu fark edince elimi yanağımdan çekerek hızla sandalyemden doğruldum. Damien'nı çalışma odamda görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Yardım etme işinin bir günlük bir şey olduğundan emindim... Ama hiç de öyle olmamıştı, buradaydı. Ben onu çalışma odamda görmenin şaşkınlığını atlatamamışken Damien "Bu nedir?" diye sordu. Hâlâ kağıda bakıyordu. Bu, bir gemi ve geminin altına yerleştirilmiş üçgen şeklinde, açılıp kapanan bıçakları olan bir tabakaydı. Henüz taslaktı ama bıçakları ısıya oldukça dayanıklı olan bir maddeden yaparak onlara yüksek derecede ısı vermeyi, böylece dev buz parçalarının bıçaklarla zarar verip parçalamasını önlemeyi düşünüyordum. Ayrıca gemiyi su üzerinde dengelemek için iç kısmına da aynı ağırlıkta başka bir tabaka yerleştirilmesi gerekiyordu ki bıçaklar açıldığında gemi yan yatmasın ya da batmasın. Elbette bu sistem birkaç trilyonluk bir sistemdi ama geminin kaptanı bana uygulama konusunda çok bonkör davranacağını söylediği için rahattım. Bir şey demek ilk başta çok güç oldu. "Geminin alt tabanına yerleştirilen bir sistem. Bir çeşit algılayıcı ve parçalama aygıtı. Böylece en büyük buz parçalarını bile sorun olmadan geçebilecek ve geminin pruvası da hiçbir şekilde zarar görmeyecek. Hem herhangi bir saldırı durumunda da mükemmel koruma sağlıyor." Damien konuşmadan önce belirgin bir şekilde sessiz kaldı, sonunda konuştuğunda da "Bunu nasıl yapıyorsun?" diye sordu bana. "Bir gemi subayı bile şu an düşündüğün şeyi hayal edemez ve yapamaz." "Bilmiyorum. Öylece... Oluyor işte." İşaret parmağımı şakağıma vurdum ve sonra da gergin gergin güldüm; Onu burada gördüğüm için şaşkındım hâlâ. Şakaya vurmak için elimi yanağıma yaslayarak "Ee? Nasıl görünüyor?" diye sordum. Damien onu kast ettiğimi bildiği için bir kere daha çizime baktı. Keskin, yargılayıcı gözleri çizimin üzerinde dolaşırken karnım merakla kasıldı. "Bir ile on arasında bir değer ver." "Bana fikrimi mi soruyorsun?" "Evet, elbette. Söyle lütfen." Gerçek anlamda fikrini soruyor, bilmek istiyordum. Damien, "Etkileyici," diye kabul ederken kağıdı yeniden önüme bıraktı. "Sen çok deneyimlisin." "O kadar da değil. Henüz çok gencim. Kat edecek daha çok yolum var ama yine de teşekkürler." "Kuşağın en ünlü mucidi olmanın yanı sıra mütevazi misin?" diyerek bana bir bakış attı, sertçe kızardım ama Damien o sırada gözlerini ilgiyle etrafta gezdirdiği için bunu fark etmedi. "İşine bu kadar takıntılı olduğunu görmek büyüleyici aslında." Şaşırdım. Sonra gülümsedim, hem de en içten şekilde. Sebebi dedikleriydi. Aynı Abraham gibi konuşuyordu ama Abraham'ın aksine Damien işime takıntılı olduğumu azarlar gibi değil de taktir edilmesi gereken bir şeymiş gibi söylemişti. Sesinde ya da ifadesinde en ufak bir onaylamazlık yoktu, bu da çok hoşuma gitmişti. O yüzden bir cesaretle ve bir umutla "Buraya bana yardım etmek için mi geldin?" diye sordum ama daha söylemeden cevabı biliyordum. "Evet." Hiç acele etmeden sandalyemde gerindim. "O halde Bayan Geneviel'in saati üzerinde çalışmaya devam edelim mi? Onu bir an önce bitirmek istiyorum." Yine cevabı biliyordum. Tekdüze bir sesle "Sen nasıl istersen." dedi. Ama kahretsin ki, bu cevap bana çok hüzünlü geliyordu. Keşke zorunda olduğu için burada olmasaydı çünkü içten içe bu anı yaşamamızın tek nedeninin bileğindeki o damga olduğunu biliyordum. Yine de itiraf edeyim, pek konuşkan olmamasına rağmen Damien'la çalışmak eğlenceliydi. Zaman su gibi akıp geçti. Öğlen yemeği için Abraham bize haber verdiğinde -Bunu yaparken yüzünde sinirlerimi darmadağın eden muzip bir sırıtış vardı- Bayan Geneviel'in saati neredeyse bitmek üzereydi. Ona birazdan geleceğimizi söyledim. Odamdan çıkıp koridorda Damien ile yan yana yürürken alt dudağımı ısırdım. Kafam karışıktı ve gergindim. Damien merdivenlere yöneldiğinde içimdeki gerginlik daha da büyüdü. Onu yemek masasına davet etse miydim? Ben davet etmediğim sürece öyle emrettiğim için odasında yiyeceğini biliyordum ama artık eskisi kadar benden nefret etmediğini umuyordum. Yani, en azından birlikte yemek yiyebilirdik, değil mi? Bunda kızacak bir şey olmamalıydı. Cesaretimi bulup "Damien?" diye seslendim. Omzunun üzerinden bana baktı. "Evet, Usta?" "Şey... Merak ediyordum da, sen ister misin..." Tam da o sırada kapı zili koridorda yankılandı. Kendi kendime "Mükemmel zamanlama," diye homurdandım. Zaten kapıya yakın olduğum için kim bilir evin neresinde olan Abraham'a "Ben bakarım!" diye seslendim. Damien'ın yanından geçip -Onun konuşmamı bitirmek için beni bekleyeceğinden emindim,- kapıya yönelirken o da beni bakışlarıyla takip etti. Kapıyı açtığımda kal gelmiş gibi dondum kaldım çünkü, şey, beklediğim şey kesinlikle bu değildi. Her yaştan on kadar çocuk kapımda duruyordu ve hepsinin de ellerinde irili ufaklı oyuncaklar vardı. İçlerinden sadece bir tanesi tanıdıktı. Saçlarını iki yandan topuz yapmış olan sarışın kız çocuğu sıçrayarak bacaklarıma sarıldı, küçük ve güçsüz bedenine rağmen beni sendeletmeyi başardı. Göz ucuyla Damien'a baktığımda sessiz bakışlarla kapıdaki çocuklara baktığını gördüm. Sonra gözleri gözlerimi buldu. Kaşlarını hafifçe kaldırdı ama bir cevap bulamadım. Ne olduğuna dair benim de en ufak bir fikrim yoktu. Çok şaşkındım. Bu kadar çocuğu hayatımda bir arada görmemiştim... Bacaklarıma sarılan kız çocuğu çenesini kaldırıp o ipiri gözleriyle yüzüme baktı, kocaman gülümsediğinde gözlerinde bir sevinç parıldadı. "Vanessa!" diye adımı söyledi. Ben de "Jennie?" dedim şaşkın şaşkın. Bu o gün oyuncak bebeğini tamir ettiğim kız çocuğuydu. "Beni hatırladın!" Çocuğun onu hatırlamam karşısındaki sevinci başımı iki yana sallamama neden oldu. Evimi nereden bulmuştu acaba? Hayır. Önemli olan bu değildi. "Neler oluyor? Neden buradasın? Kim bu çocuklar?" "Arkadaşlarım." "Öyle mi? Ne güzel." Gerçekten ne diyeceğimi bilmiyordum. "Evet! Sen oyuncağımı tamir ettikten sonra bir sürü, bir sürü arkadaşım oldu! Onlara senin ne kadar harika bir oyuncak tamircisi olduğundan bahsettim ve şimdi onların da oyuncaklarını tamir etmeni istiyorlar! Üstelik sana istediğin kadar gülümseyecekler! Ne kadar harika, değil mi?" Jennie'den aldığım ödeme... Bir gülümseme... Bunun olacağını tahmin etmemiştim, hem de hiç... On kadar çocuğun üzerinde gözlerimi gezdirirken hâlâ bacaklarıma sarılıyor olan Jennie'nin saçlarını okşamak için eğildim. Jennie'nin umutla güzelleşen gözlerine bakarken elimde olmadan kocaman gülümsedim ve parmaklarımı kız çocuğunun yanağında nazikçe gezdirdim. Ben meşgul bir kadındım ama ona nasıl kızabilirdim? "Gerçekten de harika. Senin sayende bir sürü müşterim ve gülümsemem olacak Jennie, çok teşekkür ederim." dedim aynı neşeyle. Sonra da başımı eğdim ve Jennie'nin omzunun üzerinden diğer çocuklara baktım, hepsinin de elinde birer tane oyuncak vardı. "Peki, önce hanginiz başlamak ister?" En fazla beş yaşlarında gösteren ve sarı bir tulum giyen erkek çocuğu içlerinden en atılgan olanıydı. Birbirine geçmeli vagonlardan oluşan oyuncak trenini bana uzatmak için bir adım öne çıktı. Peltek bir sesle "Trenlere bayılırım." derken çocuğun tombul yanakları kızardı ve saçlarıyla aynı rengi aldı, çok şirindi. "Öyle mi?" Tek dizimin üzerine eğilip Jennie'nin beline kolumu dolarken treni elime almak için uzandım ve bir tarafı kırılmış olan maketi şöyle bir inceledim. "O halde bir bakalım neler yapabiliriz?" Kızıl saçlı tombul çocuk sevinçle ellerini çırptı. "Harika! Sen bir tanesin, Bayan Born!" "Neden içeri geçmiyorsunuz çocuklar? Hava bugün oldukça soğuk." Çocukları oturma odasına alırken Damien'ın arkasında duran Abraham'ı gördüm. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, omzunu duvara yaslamış, dudaklarındaki o tatlı gülümsemeyle bana bakıyordu. Ona çocuklar için biraz kurabiye ve süt getirmesini işaret ettikten sonra çocuklarla birlikte oturma odasına doğru yürüdüm. Jennie kucağımdaydı, kollarını boynuma dolamış bir halde bana bir şeyler anlatıyordu. Bir ara, arkamdan, belli belirsiz, Damien'ın "Her zaman böyle midir?" diye sorduğunu duydum. İlgimi çektiği için kulak kabarttım, ne de olsa Damien Abraham'la pek sık konuşmazdı, özellikle de benim hakkımda. Abraham, kıs kıs gülerek "Çoğu zaman," diye yanıt verdi ve sonra da yüksek sesle iç çekti. "Merak etme, zamanla alışacaksın." Gerisini dinlemek istemediğim için başımı iki yana salladım ve oyuncağını tamir ettiğim için ailesinin ne kadar minnettar olduğunu anlatan Jennie'ye odaklandım. Çocuğun konuşmasını nazik bir sesle böldüm. "Arkadaşlarını getirmeden önce bana fikrimi sormalıydın, Jennie." "Bana kızdın mı?" Bana kirpiklerinin altından baktı. Bir çocuk her zaman çocuktur. Jennie'den mantıklı düşünmesini beklemek saçmalık olur. "Hayır. Sana nasıl kızabilirim? Ama bir dahakine bana haber vermeni istiyorum ki bu kadar şaşırmayalım." diyerek kızı kucağımdan indirdim. Çocuklar daha şimdiden oturma odasındaki eşyaları kurcalamaya başlamışlardı. Onları çalışma odamdan uzak tutsam iyi olacaktı. Iron hayatında ilk kez bu kadar çocuğu bir arada gördüğü için başta korksa da daha sonra onu seven, tüylerini okşayan çocukların kucağında keyifle mayıştı. Peşimden gelen Abraham yanımda durdu ve ellerini beline koyarak orayı burayı kurcalayan çocuklara anaylamazcasına baktı. Düzen, temizlik ve kusursuzluk takıntısı olan yaşlı bir adam için bu kadar çocuk beladan farksızdı. "Çok hareketliler." "Çünkü onlar çocuk." diye belirttim iğneleyici bir şekilde. "Çocuklar kıpır kıpır olurlar." "Eh. Bu durumda onları zapt etmek çok zor olacak. Baksana, neredeyse bir düzineler." Omzuna dokunup sıktım. "Bu yüzden onlara göz kulak olma işini sana verdim ya. İyi şanslar." dediğimde Abraham bana 'Şaka yapıyorsun herhalde?' dercesine dik dik baktı. Doğrusu çocuk bakmak için epey yaşlanmıştı. "Ben katiyen böyle bir şey yapmak istemiyorum. Hem sana resmen hayranlar. Neden onlarla sen ilgilenmiyorsun?" dedi ama itirazlarını dinlemedim bile. Gülerek başımı salladım ve dönüp çalışma odama yönelirken elimdeki oyuncak trene uzun uzun baktım. Onunla neler yapabileceğimi düşünürken iç geçirdim. Şans bu ki koridorda Damien ile karşı karşıya geldik. Olduğu yerden hiç kıpırdamamıştı ve ben de dalgın olduğum için neredeyse ona çarpmak üzereyken durabilmiştim. Oyuncak treni parmaklarımın arasında tüm gücümle sıktım ve bir adım gerileyip Damien'ı bakmak için gözlerimi göğsünden boynuna, boynundan da yüzüne ve o lacivert gözlerine çıkarırken korkuyla yutkundum. Gözlerinde hem ondan çekinmemi hem de heyecan duymamı sağlayan bir şey vardı. "Ö-özür dillerim, seni fark etmedim." diye kekeledim o yüzden... Damien'ın gözleri elimdeki oyuncağa kısa bir an dokundu. "O oyuncakları tamir etmek oldukça uzun sürecek." derken ne sesinden ne de ifadesinden ne hissettiği anlaşılmıyordu. "Biliyorum." dedim. Cidden, bunu bilmediğimi mi sanıyordu? Şüpheyle "Bunu gerçekten yapacak mısın?" diye sorunca kendimi gülümsemek için zorladım. "Sorun değil. Ben hallederim. Sen günün geri kalanında dinlenebilirsin, Damien. Abraham odana yemek gönderecektir." Gözleri öyle derin, öyle yoğundu ki gözlerimi kaçırmak istiyordum ama yapamıyordum. Neden bana öyle bakıyordu? Sanki gerçek olduğuma inanmıyor, aklımı okumak istiyordu. Sonra başını itaatkâr bir tavırla eğdi. Yumuşacık görünen dalgalı tutamlar alnına düştü; Damien'ın saçları koyu kirpikleri ile uyumlu, beyaza yatkın olan teni ile uyumsuzdu. Dediğimi yapmak, odasına çıkmak için döndü ve arkasında ona aval aval bakan bir kadın bıraktı. 🔸🔸🔸 Bir sonraki gün oyuncak trenin iç kısmına kabloları yerleştirirken Damien'ın bana eşlik etmek için gelmesinin ne kadar beklenmedik bir şey olduğunu düşünüyordum... Ki kapım tıklandı. Gelen Abraham'dı, içeriye girdi. "Merhaba, hanımefendi. Girebilir miyim? Size yiyecek bir şeyler getirdim." derken elinde içi kurabiyeyle, keklerle ve şekerlemelerle dolu olan kocaman bir tabak tutuyordu. Kibarlıktan olsa gerek önce Damien'a uzattı ama Damien kafasını hayır anlamında salladı. O kabul etmediği için benim de iştahım kaçarken Abraham'a kurabiyeleri geri götürmesini ve bahçede oyun oynayan çocuklara vermesini söyledim. İfadem yüzünden olsa gerek, bir terslik olduğunu fark etti. "Hasta mısınız hanımefendi?" "Hayır, sadece aç değilim." Karşımdaki yemek yemezken bir şeyler yiyebilen o insanlardan olmamıştım hiç. "Yine de her şey için teşekkürler." "Ama öğle yemeğini de atladın." "Gerçekten aç değilim, tekrar teşekkürler." Abraham kaşlarını çattı ve yemek yemememin sorumlusunun o olduğunu çok iyi bildiğini göstermek için Damien'a baktı ama şükürler olsun, bir şey demedi. Bana o 'Çok şapşalsın, Vanessa. Ne önemi var cidden anlamıyorum.' bakışını attıktan sonra odadan çıkmak için döndü. Ben de yeniden trene odaklanmak için bakışlarımı önüme çevirdim. Kablolar öyle karmaşık duruyordu ki, bu durum sinirlerimi bozdu. Bir şeyler yapmak adına "Bana biraz kablo klipsi getirebilir misin, Damien?" diye sorduğumda Damien hiç tereddüt etmeden istediğim şeyi buldu. Kablo klipslerini onun avucundan alırken yüzüne bakmadan ağzımın içinde bir teşekkür geveledim. 🔸🔸🔸 Bir sonraki gün oyuncak tren için uzaktan kumandayı kontrol ederken Damien yine yanımdaydı. Sanırım bana çalışmalarımda yardım etme konusunda düşündüğümden daha ciddiydi. Eh, ben de buna alışabilirdim. Ne de olsa o kadar uzun süredir yalnız çalışıyordum ki, bu Damien bile olsa odamda birilerinin olması bana kendimi gevşemiş hissettiriyordu. Gevşemiş hissettiren diğer şey ise işimdi. Birkaç ekleme yaptığım oyuncak tren küçük bacasından rengarenk dumanlar çıkarırken hızla bir daire çizdi. İçini boşaltmış ve uzaktan kontrol edilen bir mekanizma yapmıştım, bu da çok hızlı küçük bir tren maketine sahip olmak gibi bir şeydi. Uzaktan kumandayla treni daha da hızlandırırken "Küçükken kendime bunlardan bir tane yapmıştım," dedim. Masaya oturmuştum ve ayak bileklerimi çaprazlamış bir halde bacaklarımı ileri geri sallıyordum. "Sonra da Abraham üstüne basıp merdivenlerden düşmüştü. Birkaç ay ayağında kocaman bir alçıyla yaşamak zorunda kaldı. Bana çok kızdığını hatırlıyorum çünkü bunu çok sık yapardım, oyuncaklarımı kurcalamaktan ve onları ortada bırakmaktan bahsediyorum. Çatı katında, sana verdiğim o odada tüm gün çalışıp dururdum." Damien kollarını göğsünde kavuşturmuştu, bakışlarını benim yönettiğim tren maketinden ayırmıyordu ama ben beni dinlediğini biliyordum. Bir an sustuktan sonra -Trenden yine gözlerini ayırmadan- "Çocuklar diğer çocuklarla oynamayı tercih etmezler mi?" diye sordu. "Cevabını biliyorsun." "Hayır," dedi yavaşça. "Bilmiyorum." Elimi alnıma vurmamak için alt dudağımı ısırdım. Aptal! Aptal! Aptal! Bunu derken onun doğduğundan beri köle olduğunu ve kendinden bahsetmediğini bilmem gerekirdi. Damien, hiçbir zaman çocuk olmayan o insanlardandı. İfadem değişmesin diye gözlerimi oyuncak trenden ayırmadım. Sonra kendi küçüklüğüm aklıma geldi. Birkaç çocuğun gülüşü ve çok net bir ses... Ne tür bir ucube ateş böceği yakalamak için kapan yapar ki? "Zaten arkadaşlar her zaman o kadar da iyi değiller." dedim sonunda. "Çocukken pek arkadaşım yoktu. Çoğu zaman evde tek başıma oynardım." Peter hariç, diye geçirdim içimden ama onunla arkadaş olmamız bile çok uzun bir zaman almıştı. Damien, bu o kadar da önemli değilmiş gibi "Neden?" diye sordu. "Diğerleri benim garip olduğumu düşünürlerdi, çoğu en azından. Geri kalan çocuklar da dışlanmamak için onlara ayak uydururdu." "Biliyorsun, çoğu çocuk pek zeki değildir." O bunu deyince dondum kaldım. Oyuncak tren kontrolü bıraktığım için duvara çarpıp yana devrilince küçük, eklemeli tekerlekler havada dönmeye devam etti. Omzumun üzerinden yanımda duran ve hâlâ trene bakıyor olan Damien'a baktım. İfadesinden bir şey anlaşılmıyordu ama sözleri... Bana 'Tuhaf değilsin,' demeye mi çalışıyordu? Şaşkınlıktan olsa gerek, uzaktan kumanda parmaklarımın arasından kayıverdi ama Damien'ın ayağıma çarpmadan önce kumandayı havada yakaladı. Sonra da kaşlarını çatarak bana baktı. "Dikkatli ol, bu seni ciddi bir şekilde incitebilirdi." Haklıydı, o kumanda göründüğünden çok daha ağır ve sertti, ayağıma çarpsa birkaç gün bilek ağrısı çekerdim. Damien ona bir şey demeyeceğimi fark edince başını iki yana sallayarak kumandayı bana geri uzattı ve ben de ona dokunmamaya dikkat ederek geri aldım. Yeniden trene odaklanırken 'Ne garip!' diye düşündüm çünkü belli ki Damien beni uyumsuz, tuhaf bir mucit olarak görmüyordu, birkaç kez bana tuhaf demiş olsa bile... Gerçi bunu yaptıklarımdan çok tavırlarım için dediğinden emindim. 🔸🔸🔸 Damien sonraki gün, sonraki gün ve sonraki gün çalışma odama gelmeye devam etti. Başta bu durum biraz zorlama ve rahatsız edici olsa da sonunda kaçınılmaz olarak ona alıştım. 🔸🔸🔸 Saatin kaç olduğundan haberim yoktu ama şehir ışıkları sönmek üzereydi ve duyabildiğim tek ses kendi hafif solumalarımla bahçemde öten bir kuşun sesiydi. Masaya başımı yaslamış, tam olarak uyumasam da, uyukluyordum. Bayan Geneviel'in saatini ve Bay Alessandro'nun teleskobunu teslim ettiğim geceydi. Bu işlerden elime bir yığın para geçmiş olsa da bu yorgunluktan ölmek üzere olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Zaten bu yüzden çalışma odamdaydım. Yorgunluktan yatağa gitmeye üşendiğim o gecelerden biriydi yine. Abraham bana çok kızacaktı ama onun o amansız öfkesini bile düşünmeyecek bir haldeydim. Tek istediğim biraz uykuydu ve biraz da sakinlik, her ikisine de ulaşmak üzereydim... Abraham'ın sesini duyana kadar dalmıştım ama onu duymak biri bir düğmeye basmış gibi zihnimin açılmasına neden oldu, yine de yorgun bedenim ve kapalı gözlerim kıpırtısız kaldı. "Yine burada uyuyakaldığına inanamıyorum. Sabah her yeri ağrıyacak ve surat asıp duracak." Bir kere ben asla surat asıp durmam. "Sorun değil," dedi başka bir ses. "Ben hallederim." Damien? Onun burada ne işi vardı? Çoktan uyumuş olması gerekmez miydi? Bekle... Neyi halledecek? Güçlü ve sıcak bir el belime dokununca korkarak irkildim. Damien, iki büklüm oturduğum sandalyeden beni çekip kaldırdı. Fiziksel olarak benden kat kat daha güçlüydü, ona direnemedim bile ama tam olarak kendimde de değildim. Gözlerimi açmadan iki ayağımın üzerinde sendeledim. Elimle ağzımı kapatıp bir kere de esnedim. Damien, onu duyduğumu fark etmiş olmalı ki belimdeki tutuşu biraz yumuşadı. "Kolunu belime dola." dediğini duydum ama uyku sersemliği eşliğinde üzerine düştüm, yanağım kaslı göğsüne yaslandı. Ardından bir kere daha esnedim. Damien şaşkın bir gülüşle "Ya da üzerime düş, bu da işe yarar." dedi. Yere kapaklanmamam için kollarından birini belimin etrafına doladı. Sonra da beni bir bebek gibi kucağına aldı. Düşmemek için boynuna sarıldım ve omzuna yaslanıp gözlerimi kapattım. Damien sanki ağırlığım onu hiç etkilemiyormuş gibi yürümeye başladı. O kadar güçlüydü ki, yetişkin bir kadını taşırken bile nefes alışverişleri sakin ve düzenliydi, hem de her yeri yara bere içindeyken... Damien sarmal merdivenleri çıkarken kendime gelir gibi oldum, sersem sersem "Nereye götürüyorsun beni?" diye mırıldandım. "Odana götürüyorum." "Odama mı? Neden?" Düşünemiyordum. "Orada yatağın var, daha rahat edeceksin." "Ama hiç uykum yok, Damien." Sadece "Hmm..." dedi. "Beni geri götür, lütfen. Çalışmam lazım." Her şeyden önce yaklaşan tiyatro gösterisi için uğraşmam gerekiyordu. Şans bu ki tam da o anda esnedim. Başım biraz daha Damien'ın omzuna düştü. Evet, hiç uykum yoktu gerçekten. "Gösterdiğinden daha yorgun olduğuna eminim." Kucağında ben olduğum için omzuyla bir kapıyı ittirip açtı, bana ait olan odaydı bu. Sonbahar esintisinden ve Fransız balkonlardan gelen okyanus kokusundan tanımıştım. Bir de kokusundan. Hizmetçiler yüzünden odam her zaman yapay çiçek kokularıyla dolu olurdu, bugün lavanta kokuyordu. "Dinlenmeye ihtiyacın var." "Hayır. Gerçekten. Ben... İyiyim." Damien başımı yavaşça yumuşak yastıkların üzerine yerleştirdi. Ardından saf ipekten örülmüş örtüyü üzerime örttü ama ellerini hemen çekmedi. Bu yüzden uykuya direndim ve üzerime eğilmiş olan gladyatörün genç suratına bakmak için kirpiklerimi araladım. Tek görebildiğim koyu kirpiklerle çevrili olan o derin, amansız gözlerdi. Onları ilk kez gördüğüm anda hissettiğim şey neyse aynısını hissediyordum. Uykuyla boğuklaşan sesimle "Damien?" dedim. Adı dudaklarımdan çıktığı anda Damien başını yavaşça yana yatırdı. Yumuşak bir sesle karşılık verdi. "İyi geceler, Usta." Şaşırdım ama sonra çok sevindim. Ben ona söylemeden böyle bir şey demesi çok tatlıydı! Bedenime çöken yorgunluğa rağmen aynısını onun için dilediğimi göstermek için başımı aşağı yukarı salladım. Damien geri çekildi, ben de temiz kumaşların içinde kıvrıldım. Yatağım hem çok genişti hem de çok yumuşaktı. Sanki beni kucaklıyor, içine çekiyordu. İyice mayışırken başım yana düştü ve son bir kere daha esneyerek uykunun o sakin, karanlık kollarına teslim oldum. En son duyduğum ses ise odamdan çıkan Damien'ın kapıyı örtüşüydü. 🔸🔸🔸 Beni yatağıma taşıdıktan sonraki gün Damien kesilmiş bir demir yığınlarını taşırken avucumu yanağıma yaslayarak tembel tembel kol adalelerinin gerilişini seyrettim. Ona bakıyordum, evet. Her şeyden önce ben bir kadındım ve Damien'da çalışırken çok dikkat dağıtıcı görünen bir erkekti. Koyu saçları içeriyi kaplayan nemden dolayı biraz kıvırcıklaşmıştı ve öyle yumuşak görünmüyorlardı ki onlara dokunmak istediğimi hissediyordum. Ne yazık ki, bunu yapmama asla izin vermeyeceğini bilecek kadar tanıyordum Damien'ı. 'Bana. Sakın. Dokunma.' demişti bana, bu hâlâ geçerli olan bir kuraldı ama neyse ki 'Bana. Sakın. Bakma.' dememişti. O yüzden ona bakıyordum. O gün kumaş bir pantolon ile lacivert gözlerini daha da ortaya çıkaran kestane rengi bir gömlek giymiş, gömleğinin kollarını da dirseklerine kadar kıvırmıştı. Hayatımda gördüğüm en uzun ve en fit erkek olduğu için çok basit bir şekilde giyinmiş olsa bile giydikleri ona yakışıyordu fakat asıl dikkat çeken yüzüydü. Hem asil hem de öfkeli bir mizaca sahip olan yüz hatları kalemle çizilmiş gibi pürüzsüz, düzgün ve keskindi; Simsiyah kirpikler, derin gözler, biçimli bir burun ve soluk pembe rengindeki dudaklar... Ve ben de açıkça ona bakıyordum. O yüzden Damien gözlerini benden tarafa çevirince ona bakarken yakalanmamak için önüme döndüm ve sanki bir şeylerle uğraşıyormuş gibi yapmaya çalıştım. Onunla ne yapacağımı bilmeyerek elime küçük bir tornavida aldım. Damien, bana, "Bunları nereye bırakmamı istersin?" diye sordu. "Şey... Şuraya koyabilirsin." Rasgele bir köşeyi işaret ettim, yanaklarım alev alev yanıyordu ve Damien'ın bunu fark etmesini istemediğim için ondan tarafa bakmıyordum. Damien dediğimi yaparken parmaklarımı ritmik bir biçimde alnımın köşesine vurdum. Belli ki uzun bir gün olacaktı. 🔸🔸🔸 Sonraki gün gemi için yaptığım taslağı kaptana göndermeden önce son bir kez daha kontrol ederken Damien masanın karşı tarafından maketin bıçaklarına dokunup ileri geri oynattı. Bu, pratikte basit bir sistem olsa da hayata geçirmek düşündüğümden zor olacaktı ama işin bu kısmını diğer mühendislere bırakıyordum. Onların halledeceklerini umuyordum ve yapamasalar bile her zaman bana danışabilirlerdi. Damien'a "İşe yarar mı sence?" diyerek fikrini sordum. Ona fikrini sormak ben de alışkanlık hâline gelmişti ve Damien'da buna alışmış olmalı ki cevap verdi. "Sen iyi bir makinistsin." "Bunu duymak güzel. İlk tanıştığımızda bir makinist olduğuma hiç ihtimal vermezdin, değil mi?" "Hayır." "Ama sonuçta bunun görünüşle bir alakası yok," Uzun, siyah bukleleri omzumun üzerinden iterken keyfim iyice yerine geldi ve kıkır kıkır güldüm. "Benim gibi tatlı bir kız bile makinelerden anlayıp onları nasıl tamir edeceğini bilebilir." Damien dediğim şeyi düşünürken ellerini masanın üzerine koydu ve karşı taraftan benim olduğum tarafa doğru eğildi. Ben zaten makete eğik bir şekilde durduğum için bir anda çok yakın olduk. Burnu ile burnum arasında sadece birkaç santim vardı. Damien'dan yayılan sabun ve misk kokusu burnuma dolarken yakın zamanda banyo ettiğini fark ettim. İç çektim, elimde değildi, güzel kokan erkekler çekicidir... Ve dudaklarındaki o küçük, küstah kıvrım... Bana uzun uzun baktı. Etkileyici bir sesle "Doğru söylüyorsun," derken gözleri yüzümde dolandı ve bakışları gözlerimi yeniden bulurken o dikkat çekici dudakları cüretkâr bir edayla titredi. "Gerçekten tatlısın." Kalp atışlarım anında beş katına çıktı ama hem duyduklarıma inanamadığım için hem de aklından mantıklı bir tek düşünce geçmediği için öylece yüzüne bakakaldım. Hipnoz olmuş gibiydim. Damien tepkimden daha da haz alarak neredeyse hilekâr bir tavırla dudağının kenarını kıvırdı. Benimle alay ettiğini anlayınca utanarak başımı geri çektim. Makete odaklanmaya çalıştım ama bu çok zordu. Yanaklarıma, boynuma ve kulaklarıma kan toplanıyordu. Kızarıyordum ve kahretsin ki, Damien da bunu fark etti. Fark ettiğini biliyordum çünkü o an yanaklarıma bakıyordu. "Böyle kızarmanın bir nedeni var mı?" "Hayır." diye yanıt verdim. Aptal. "Benimle uğraşmayı bırak, Damien." "Neden? Utanıyor musun?" Utandığımı bildiğini biliyordum. Bunu bildiği halde neden bana bunu soruyordu? Ah, kahretsin! Benimle alay etmeyi bırakmayacaktı, değil mi? "Çok sinir bozucusun." diye homurdandım huysuz huysuz. Saçımı kulağımın ardına ittirirken rahatlamak için derin bir nefes aldım ve sanki maketin bıçak sistemini kontrol ediyormuş gibi yaptım. Bir bahane ararcasına "Bu şeyi bir an önce bitirmemiz gerek." diye mırıldandım. "Ve senin tek yaptığın dikkatimi dağıtmak. Böyle yapacaksan odana git." Şükürler olsun ki, Damien işime odaklanmak istememe saygı duydu. İçinde olduğumuz bu noktada kabul etmekten başka çarem yok. Damien'la konuşabildikçe, sohbet edebildikçe, böyle şakalaşabildikçe o kadar mutlu oluyordum ki... Neredeyse arkadaş gibiydik. Tabii bu arkadaşlık Peter ile olan arkadaşlığımdan çok farklıydı. Peter'ın aksine Damien'ın geçmeme asla izin vermeyeceği bir sürü duvarı vardı ama elimden geldiği kadar çabalayacaktım çünkü ben ya da değil, birinin o duvarı aşması Damien'ın başına gelen en iyi şey olurdu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD