Damien, çoğu zaman yaşamımda gördüğüm en inatçı insan olabiliyordu. Üstelik en ateşli hayranlarımdan biri de değildi. Bu yüzden kalabalık pazar alanında birkaç adım arkasından onu takip ederken hâlâ kabullenmekte zorluk çektiğim bir şaşkınlıkla boğuşuyor ve nereye gittiğimizi merak ediyordum. Gözlerimi Damien'ın sırtından ayırmıyor, bana dediklerini düşünüyordum. Her şey bir rüya gibiydi ama bir rüyada olmadığımın farkında olacak kadar kendimdeydim. Abraham haklı mıydı, tek yapmam gereken tüm bu olanlar hakkında onunla dürüst bir konuşma mı yapmaktı? Her şey bu kadar basit miydi gerçekten? Bunca zaman boşuna mı canımı sıkıp durmuştum? Damien'ın bana güvenmeye başladığını düşünecek kadar salak değildim ama belki de Elizabeth ile olanlardan sonra o kadar da berbat biri olmadığıma karar vermişti? Ne olursa olsun, omuzlarımdan tonlarca yük kalkmıştı. İki düşmanmış gibi davranıp durmak, aynı evin içinde ondan kaçmaya çalışmak çok yorucu oluyordu.
Bu sırada içinde olduğumuz pazar alanı iyice kalabalıklaşmıştı. İtiraf etmem gerekir ki, garip bir yerdi burası, egzotik bir havası vardı. Tavandaki yapay ışıklandırmalar bir yana, tüccarlar ve çiftçilere ait olan tezgahların tenteleri o kadar büyüktü ki, dar sokak boyunca ışık alan tek bir yer bile yoktu. İçinden geçtiğimiz her cadde baharat, sebze, et ve balık kokusuyla doluydu. İnsanların arasından süzülürken onların bağıra çağıra pazarlık yapması beni çok şaşırtıyordu çünkü her ne kadar ticaretiyle ünlü bir ülkede yaşıyor olsam da daha önce hiç böyle gürültülü, işlek ve insanların iç içe olduğu bir ortamda bulunmamıştım. Cam üfleyen, saz ören ve gümüş işleri yapan tezgahlar bile vardı. En çok ilgimi çekense, işim gereği, onlardı. Hemen bu tür numaralarla neler yapabileceğimi düşünüyordum ki, kafamı iki yana sallayarak bu düşünceleri dağıttım. Hayır, buraya iş için gelmemiştim. Bunları başka zaman da düşünebilirdim.
Bir öküz böğürünce irkilerek adımlarımı hızlandırdım ve Damien'a iyice yaklaşmaya çalıştım ki, onu gözden kaybetmeyeyim. Bu garip şehirde kaybolursam geri nasıl çıkabileceğimi bulabileceğimi sanmıyordum.
Pazar alanından çıktığımızda Damien bana omzunun üzerinden 'Bu taraftan,' diyen bir el işareti yaparak üçe ayrılan caddeden en solda olan sokağa girdi. Daha az kalabalık olan yerlerden geçtik. Sonra da eski ama temiz ve yeterince büyük bir kulübenin, ahşaptan yapılmış olan eski tarz, çift kanatlı, yaylı kapısını ittirdi. Merak kalbimi kavururken ben de peşinden içeri girdim. Ne beklediğimi ben de bilmiyordum ama bunu beklemediğim kesindi. Burası bir restoran ya da onun gibi bir şeydi. Lüks değildi ama Yeraltı Şehri'nde olmayacak kadar da güzel ve sadeydi. Duvarlar taşla örülmüştü, büyük bir şömine içeriyi sıcak havayla dolduruyordu ve ahşap masalarla dolu mekan arka kısma doğru genişliyordu. Köşede tavandan sarkan sarı ışıklarla süslenmiş, kırmızı perdeli, yuvarlak bir sahne vardı. Uzun, dar bir elbise giymiş olan bir kadın caz müzik eşliğinde eski bir şarkı söylüyordu. Bir an durup şarkı söyleyen kadına baktım, kırklı yaşlarındaydı ve eskitilmiş bir şarap kadar güzeldi. Sesi de öylesine hoştu ki, ağzından çıkan her sözcük söylediği şarkıyı bilmiyor olmama rağmen tanıdık geliyordu.
Mekan tahmin ettiğimden daha kalabalıktı. İnsanlar sürekli girip çıkıyor, yemek yiyor, şarap içiyor, hatta şarkıya eşlik bile ediyorlardı. En son ne zaman dışarıya böyle bir yere gitmek için çıktığımı anımsamıyordum. Meraklı bakışlarımı etrafta gezdirirken dürüstçe "Ne değişik bir yer." dediğimde Damien beni duymadı çünkü o sırada çok daha sakin olan arka tarafa yönelmişti. Ona ayak uydurmak için acele ettim. O sırada kıvrımlı vücuduyla, bronz teniyle ve kahverengi gözleriyle çok güzel bir kadın gördüm. Kadın benim yaşlarımdaydı. Küçük burnu ve dolgun dudakları vardı. Kol kesimi geniş olan siyah gömleğinin üzerine geçirdiği deriden yapılma korse ve giydiği dar pantolon ile topuklu çizmeler kadının fiziğini daha da güzel göstermişti. Dikkatimi çeken şey kadın değildi elbette. Dikkatimi çekmişti çünkü kadın Damien'ın yanından yürüyüp geçerken zarif bir şekilde elini kaldırmış ve parmak uçlarını Damien'ın kolunun üst tarafından pazılarının altına kadar kaydırmıştı ve bunu öyle doğal bir şekilde yapmıştı ki... Kaşlarım şaşkın şaşkın kalktı. Ne... Cesurca bir hareket. Fakat ne kadar cesurca olursa olsun işe yaramayacağını biliyordum. Kadın yanımdan geçip giderken Damien sanki hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam etti. Bu dokunuşu hissetmemesine imkân yoktu ama belli ki o kadar da umursamıyordu. Düşünceli bir şekilde onu takip ederken sırtına baktım, keşke o an yüz ifadesini görebilseydim.
Tam da beklediğim şekilde Damien en uzaktaki masayı seçti. Oturmam için koyu kahverengi sandalyeyi çekerken -Bunun eski sahiplerinden kalan bir alışkanlık mı yoksa kibar bir jest mi olduğunu anlamamıştım ama muhtemelen ilkiydi- iç çektim ve hafif bir sesle teşekkür ederek sandalyeye oturdum. Damien'da tam karşıma oturmak için etrafımdan dolandı. O kadar gergindim ki, parmak uçlarımla oynayıp duruyor ve yüzüne bakamıyordum. Neyse ki, o sırada bir garson yanımıza geldi. Garson aşırı kilolu bir kadındı ve hiç beklemediğim bir şekilde Damein'ı tanıyordu. "Hey, Damien! Hoş geldin! Ve bu defa da yalnız gelmemişsin. Ne büyük bir-" Ve olabilecek en beklenmedik şey oldu. Kadın yüzümü görünce belirgin bir şekilde duraksadı ve kalemi dudaklarına vururken gözlerini kısıp üzerime doğru eğildi. "Ah, galiba seni tanıyorum, tatlım."
Tatlım mı?
"Sanmıyorum," diye mırıldandım. "Daha önce buraya hiç gelmedim. Sizi de görmediğime eminim."
"Ama ben seni gördüm. Gördüğüme eminim. Sen şu zengin mucit değil misin?" Kadının beni nereden tanıdığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama kabalık etmek istemediğim için hafifçe gülümsedim, bu bir evetti. Garson kadın doğrularak Damien'a kısa, sorgulayan bir bakış attı. "Ne garip. O bir asil falan değil mi? Neden burada?"
"Sadece merak," diyen Damien'ın dudaklarında keyifsiz ama kurnaz bir kıvrım vardı. İç geçirince geniş göğsü dikkatimi dağıtacak kadar yavaş bir şekilde inip kalktı. "Bundan kimseye bahsetme, olur mu Ginny? Başı belaya girsin istemiyorum." derken 'Her zaman ciddi ve mesafeli,' diye düşündüm ama bir yandan da Yeraltı Şehri'nde olmamın nasıl başımı belaya sokacağını da düşündüm...
"Evet. Her neyse. Beni ilgilendirmez." Ginny kaleminin ucunu postuna yaklaştırdı. "Size ne getirmemi istersiniz?"
Kararı Damien'a bıraktım çünkü görebildiğim kadarıyla ortada bir menü falan yoktu.
"Her zamankinden."
Umarım güzel bir şeyler gelir, diye düşündüm kendi kendime. Gerçi pek yemek seçen biri değildim ben.
Ginny'ye "Teşekkürler," dedim kibarlıktan.
Kadın o kadar yüksek sesle güldü ki şaşırdım. Sonra devam etti ve son derece keyifli bir sesle "Ne kadar da tatlı bir soylusun sen öyle." diyerek alay etti benimle.
"Affedersin?"
Ginny, kafamın karıştığını fark etti. "Boş ver," dedi ve ardından yine kocaman gülümsedi. "Yemekler hemen geliyor."
Ginny yanımızdan ayrılınca Damien'a bakmak için başımı çevirdim. Restoranın kalabalığından uzak olan bu köşedeyken gözlerinin yoğunluğuna kapılmamak imkansızdı. Neden o bakışların beni okuyabileceğini hissediyordum? Onunlayken üzerime çöken gerilimi kontrol etmek çok zordu. Bu adamda hem dikkatimi çeken hem de dikkatimi dağıtan bir şeyler vardı. Gözlerim biraz salaş duran beyaz gömleğinin üzerinde gezindi ve o gömleğin altındaki yara izlerini düşündüm. Dayak yemiş ve işkence edilmiş birine karşı istesem de duyarsız kalamıyordum. İlaçlarını kullanıp kullanmadığını merak ederken boğazımın ardında iğrenç bir tat belirdi. O günü hatırlamak ve hatırlatmak istemediğim için bunu ona sormadım ve sonunda konuşmak için cesaretimi bulabildim.
"Neden beni buraya getirdin? Demek istediğim, seni takip ettim. Bunun için bana... Bana kızmadın mı?"
"Kızdım ama uzatacak bir şey yok."
"Ah," dedim sadece. Tanrım, çok dengesiz bir ruh hali vardı. Ne tepki vereceği hiç belli olmuyordu. Yine de kızgın olmadığını duymak çok güzeldi. Daha da rahatladığımı hissettim ve sandalyemde arkaya yaslanırken gözlerimi mekanda bir kere daha gezdirdim, Damien'ın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. "Burası çok güzel bir yermiş. Malikaneden çıktığında buraya mı geliyorsun?" diye sordum ona geri bakarken. Sohbet etmeye çalışıyordum ve onun da bana bu konuda yardım edeceğini umuyordum.
"Arada sırada."
İçimde bir umut yeşerdi, elimde değildi.
"Biliyor musun, burada olduğuma şaşıyorum."
"Yeraltı Şehri'nde mi?"
"Seninle demek istedim."
Yakışıklı gladyatörün yüzünde tek bir kas bile kıpırdamadı. Yanaklarımın alev aldığını hissettim. Belki de artık susmalıyım, diye düşünürken gerginlikten saçlarımı düzelttim. Onu bir kere daha tetiklemek istemiyordum. Nihayetinde Damien beni şaşırttı ve "Ben de," diye itiraf etti...
"Sana bir şey sorabilir miyim?"
"Sana hayır deme lüksüm yok zaten."
Bunu o kadar yumuşak bir şekilde söylemişti ki, bana taş attığını düşünmedim bile.
"Merak ediyordum da... Bana şans verme konusunda ciddi miydin? Beni başından savmak için söylediysen de sorun değil. Gerçekten. Ben sadece ne hissettiğimi söylemek istemiştim, biri bu konuda bir tavsiye verdi de."
Damien bunu düşündü. Bir süre sustuktan sonra devam etti. "Sen kesinlikle tanıdığım en kötü usta değilsin." Bekle. Bu bir iltifat mıydı? Evet mi demekti? Ben ne dediğini sindiremeden Damien sandalyesinde arkaya yaslanarak sakin bir biçimde benimle konuşmaya devam etti. "Yine de buraya gelmemeliydin. Seni tanıyanlar var ve Başkan Eugine'in kulağına giderse senin için kötü olur."
"Ah, biliyorum ama bu kadar ünlü olduğumu tahmin bile etmiyordum." Alçakgönüllüce gülerek elimi salladım, böbürleniyormuş gibi durmak istemiyordum. "O kadar da ortada olan biri değilim. Ben sadece işimi yapıyorum, o kadar."
"İşinde oldukça iyi olduğunu duydum."
Gerçekten de benimle sohbet ediyordu ve bunu yapmak için de kendini zorlamıyordu. O yüzden parmaklarımı masanın üzerinde birleştirdim ve elimden geldiği kadar içten bir şekilde Damien'la konuşmaya devam ettim.
"Öyleyim." dedim. "Olduğum noktaya gelebilmek için çok emek verdim ama söylenmiyorum, bir yere gelebilmek, bir şeyler yapabilmek için çabalamak gerekiyor. Emeksiz olan hiçbir şeyin değeri yok ve insan hayatı da çalışmak, öğrenmek ve sabırla sermaye biriktirmekten ibaret."
"Yeterince sermayen olduğunu düşünüyordum."
Hafifçe güldüm çünkü benim hakkında az da olsa iyi şeyler düşündüğünü bilmekten hoşlanıyordum. En azından çalışkan olduğumu düşünüyordu, değil mi? Damien'ın ne kast ettiğini bildiğim için yumuşak bir sesle "Paradan bahsetmiyorum." dedim. Ne de olsa harcamayacağım kadar param vardı ve bu bir noktadan sonra eğlencesini yitiren bir şeydi. "Ben kendine yaptığın her türlü yatırımdan bahsediyorum. Hiç kimse mükemmel değildir ama sahip olduğun hayata değer ve emek vererek o noktaya yaklaşabilirsin. Hem sen de oldukça ünlüsün. Girdiğin hiçbir dövüşü kaybetmediğini söylediklerini duydum."
"Senin yaptığın ile benim yaptığım aynı değil. Sen işini seviyorsun. Benim yaptığımsa hayatta kalmak. Arenadan ya canlı olarak çıkarsın ya da bir ölü olarak."
Son dediği yüzünden tüylerim diken diken oldu. Gözlerim Damien'ın bileğinin iç kısmına işlenmiş o parlak kelebeğe takılı kalırken yavaşça yutkundum. Yeraltı Şehri'nin simgesi olan bu figürden nefret ettiğimi hissedebiliyordum... Bir an bir şey diyemedim, kelimeler anlamını yitirmişti sanki... Daha sonra gözlerine bakıp "Bu şehirde mi doğdun?" diye sorarken sesim tahmin ettiğimden çok daha alçak çıktı. Damien'ın duyduğundan bile emin değildim ama hayır, duymuştu.
"Evet." diye yanıt verdi.
"Sen hep..." Nasıl denirdi ki bu? "Bir köle miydin?"
Neden bunu sormaktan çekindiğimi anlamasa da yine "Evet." dedi.
Daha da çekinerek sordum sonra. "Ya ailen... Onlar nerede?"
"Yetim ve öksüzüm. İkisini de hiç tanımadım."
Bunu nasıl umurunda değilmiş gibi söyleyebiliyordu? Kızgın değildim, sadece şaşkındım. Ben de annemi hiç tanımamıştım ama ondan asla bu ses tonuyla bahsetmezdim. Yine de bir noktaya kadar anlıyordum Damien'ı. Biz gerçekten de çok farklıydık. Onun yaşadığı hayatı yaşasam muhtemelen ben de hiç tanımadığım bir kadını umursamazdım.
Aynı yarayı ben de taşıdığım için bu konu hakkında yorum yapmamak daha uygun olurdu. Hem yeni yeni kırdığım önyargıları yeniden karşıma getirmek istemiyordum. Damien'ın geçmişinin bu kısmını kurcalamak da kulağa hiç doğru gelmiyordu.
Sahnede şarkı söyleyen kadın başka bir şarkıya geçerken birden söylediği şarkıyı bildiğimi fark ettim. Şarkının adı Derin Düşüş'dü. Birbiriyle dans eden klasik notalar ruhuma dokunurken gözlerimi kapattım ve kadının söylediği sözleri tekrar ederek 'Elimde olmadığının sen de farkındasın, ruhum seni seviyor.' diye geçirdim içimden. Güzel, eski bir şarkıydı bu. Daha da gevşediğimi fark ederek derin bir nefes alıp verdim ve içinde olduğum zamana dönmek için gözlerimi araladım. Damien, beni süzerken sabırsız bir tavırla parmaklarını masanın kenarında tıkırdattı. "Kan tuttuğu için mi beni arenaya göndermek istemiyorsun?" diye sorunca böyle bir şeyi merak ettiği için şaşırdım. Sonra kendimi gülümsemeye zorladım ancak mutlu olmaktan çok uzaktım. Bir cevap düşünüyordum. Sonunda o cevabı buldum ve dürüst bir biçimde yanıt vermek için dudaklarımı araladım.
"Beni kan tutuyor, evet ama dövüşmen için seni arenaya göndermek istemememin nedeni bu değil. Seni düşünüyorum. Orada yaralanabilirsin, ölebilirsin. Eski ustalarının buna nasıl izin verdiğini bile anlamıyorum. Bu bana çok bencilce geliyor."
"Bencilce mi?"
"Evet. Sen de bunun bencilce olduğunu düşünmüyor musun?"
"Bilmem. Hepimiz hayatta kalmak için bir nebze bencil değil miyiz?" Tutumu birden değişivermişti. Kızgın değilse de mesafeliydi, başını hafifçe yana yatırırken bana kayıtsız bakışlarla bakıyordu. "Herkes önce kendini düşünür. Doğal bir içgüdü bence. İnsanın özünde kötülük var ve bu önünde sonunda ortaya çıkıyor." diye yorum yapınca bir anda tüm umutlarım uçup gitti. Ne karanlık düşüncelerdi bunlar...
"Dünyada iyi insanlar da var, Damien."
"Beni buna inandıramazsın. Yok çünkü öyle bir şey. Kimse saf iyi değildir."
"Ama kimse saf kötü de değildir. Bencil olmayan, kendi çıkarları için her şeyi yapmayan insanlar da var. Bazıları sevmeyi biliyorlar."
Ve bunları derken sadece kendimden ve ondan bahsetmiyordum. Damien'la masanın iki ucundan bakıştık. Galiba ne demek istediğimi anlamıştı. Yavaşça "Sevmeyi mi?" diye tekrar etti. Bunu sanki bir hastalıkmış, bir zehirmiş gibi söylemişti. "Sevmek bile bir nevi bencillik değil mi? Birini sevdikten sonra asla eskisi gibi olamazsın."
Çok acımasızca konuşuyordu ama bunun onun karakteri olduğunu fark etmiştim. Söylemek istediği şeyi söylemekten çekinmeyen biriydi ve bu konuda yorum yapmamak için kendimi çok zor tutuyordum.
"Hakkımda ne düşünürsen düşün Damien, o arenada sana bir şey olmadığına sevindim." Avucumla gömleğinin örttüğü göğsünü göstererek devam ettim. "Çünkü o yaralar hariç, şimdiye kadar ciddi bir şey olmaması bir mucize. Bu yüzden o arenaya gitmemen konusunda çok ciddiyim."
"Ne sanıyorsun? Başkalarının eğlencesi için dövüşmekten hoşlandığımı mı?"
Kollarını göğsünde kavuşturup sandalyesinde arkaya yaslandı. Dudağının köşeleri belli belirsiz bir şekilde kıvrılmıştı, garip ama bu durumdan ötürü eğleniyormuş gibiydi.
"O halde neden bunu yapıyorsun?" diye sordum önünü arkasını hiç düşünmeden. "Neden kaçmadın? İstersen yapabileceğinden eminim. Buna neden bunca zaman boyun eğdin?"
"Bunların hepsi çok zorunlu ifadeler. Bir insan hiçbir şeye isteyerek boyun eğmez." Kollarını çözdü ve masada eğilerek bana bileğinin iç kısmını uzattı. Ne yaptığını anlamasam da gözlerim kelebek şeklindeki Aidiyet Damgası'nda takılı kalmıştı. Bu şeyi ilk kez bu kadar yakından görüyordum. Damien, parmak uçlarını damganın kanatlarında gezdirince kelebeğin kanatlarındaki o gümüşi çizgiler gözle seçilir bir şekilde bir parıltı yaydı. "Bunun ne olduğunu biliyor musun?"
"Yeraltı Şehri'nin damgası... Değil mi?"
"Sadece basit bir damga değil. Bunun içinde nerede olduğumu gösteren bir çip var. Dünyanın neresine gidersem gideyim o köle tacirleri beni bulurlar, kaldı ki yüzüm bu ülkede oldukça meşhur. Çip olsun ya da olmasın, daha ülke sınırlarından çıkamadan beni yakalayıp senin ayaklarına geri getirirler. Gitmek gibi bir imkânım olsa, emin ol, şu an benimle konuşuyor olmazdın."
Bir tutsak gibi yani...
Kendimi daha berbat hissedemezdim doğrusu.
Ginny bir anda yemeği önümüze koyunca irkildim. Damien kendini geri çekti ve sanki az önce verdiği bilgilerle beni şaşkına çevirmemiş gibi sakin bir şekilde gömleğinin kolunu çekiştirerek damganın üzerini örttü. Önüme konan yemeye uzun uzun baktım. Bir çeşit soslu sebze - balık yemeğiydi. Tadı hafifti ve tahmin ettiğimden bile daha güzeldi. Sessizce yediğim bir yemeğin ardından Damien beni evime geri götüreceğini söyledi. Zaten evime dönmek istediğim için itiraz etmedim ve yeryüzüne çıkan asansöre binerken hâlâ bugün olanlara inanamadığımı hissettim. Asansör yüksek sesle gıcırdarken göz ucuyla Damien'a baktım.
"Galiba söylemek istediğin bir şey daha var."
Beni bu kadar kolay okuması beni afallatsa da gülümsedim.
"Tuhaf bir gündü ama yemek için teşekkür ederim, gerçekten lezzetliydi."
Ve Ginny o lezzetli yemeğin fiyatını almamıştı bile, benim için bir ikram olduğunu söylemişti.
Damien bana kısa bir bakış attı. "Teşekkür etmek ve özür dilemek alışkanlıklarından biri mi?"
"Sadece söylemem gerektiğini hissettiğimde."
Kabullenircesine "Öyle olsun," dedikten sonra bir öneminin olmadığını göstermek için omuzlarını silkti. "Rica ederim."
Geri dönüş yolculuğu uzundu ve eve vardığımızda da çoktan akşam olmuştu. Merdivenleri sessizce, yan yana çıktık. Damien'ın odası en üst kattaydı. Bu yüzden benim odamın olduğu katta ayrılmak zorundaydık. Artık kendimi çok daha rahat hissettiğim için yanından ayrılmadan önce "İyi geceler, Damien." deme cesareti buldum. Bugünden sonra bunu demeye hakkım olduğunu düşünüyor, en azından umut ediyordum. O sırada Damien merdivenlere yönelmek için tırabzanlara tutunmuştu. Sesimi duyunca parmaklarını tırabzanlardan çekmeden bana doğru döndü ve geri cevap vermeden önce de saygıyla başını eğdi.
"İyi geceler, Usta."
Nedenini bilmesem de kendimi sırt üstü yatağa atarken pişmiş kelle gibi sırıtıyordum.
🔸🔸🔸
Abraham'dan Bayan Geneviel'in aile saatini çalışma odama yerleştirmesini istediğim için ertesi sabah odaya girdiğimde kocaman, guguklu bir saatin masamın üzerini kapladığını görmek beni şaşırtmadı. Ne yazık ki saat tahmin ettiğimden bile daha eskiydi ve yılların da etkisiyle çoğu parçası pas tutmuştu. İlk işim o parçaları alıp paslarını temizlemek ve kırılmak üzere olan parçaları yenileriyle değiştirmek oldu. Bu işin tüm günümü alacağını düşünürken başka bir sürprizle karşılaştım; Damien çalışma odama geldi. O korkunç günden beri buraya adım atmamıştı. Dolayısıyla onu yeniden burada görmek beklediğim en son şey bile değildi. Çalışmayı bırakıp elimdeki yay parçasını masanın üzerine koyarken Damien şaşkınlığımı hiç umursamadan içeriye girdi ve kapıyı da arkasından kapattı. Bu da neden burada olduğunu öğrenme isteğimi iyice körükledi. Aklıma ilk gelen şey bana söylemesi gereken bir şey olduğuydu. Başka neden buraya gelirdi hiç bilmiyordum.
Nihayetinde dudaklarımı araladım ve tam bir aptal gibi "N-neden buradasın?" diye kekeledim. Aklıma hiçbir neden gelmiyordu, ciddiyim, tek bir tane bile. "Bir şey mi oldu?" diye devam ettim yavaş yavaş endişelenirken. "Yoksa Abraham'la mı ilgili?"
Damien masadaki dev, guguklu saate şöyle bir baktı. Sonrasında dediği şey beni buraya yeniden gelmesinden bile daha çok şaşırttı.
"Benden çalışmalarında sana yardım etmemi istemiştin."
Gözlerim hafifçe irileşti, "Yoksa bunun için mi buradasın?" diye sordum buna inanamayarak.
"Evet."
Ciddi olduğuna inanmak istiyordum, ciddi gibi görünüyordu ama bana dediklerini hâlâ hatırlayan kalbim bana bunun asla mümkün olmayacağını söylüyordu. Belki de bu yüzden gülmeme engel olamadım. Kesinlikle benimle alay ediyordu ya da onun gibi bir şey...
Damein kollarını göğsünde kavuşturdu ve bir süre kıkırdamamı, gülmemi seyretti. "Eğlendiğini görmek güzel."
Ellerimi hızla salladım. "Pardon. Amacım alay etmek falan değildi. Sadece şaşırdım. Birbirimizi görmezden gelmeye devam edeceğiz sanmıştım." Parmaklarımı dudaklarıma bastırdım ve gülmemi büyük bir zorlukla bastırdım. Ardından Damien'a geri baktım ve durumun ciddiyetini kavrarken uzun uzun iç geçirdim. Bana dediklerini düşündüm, dünküleri değil, daha öncekileri... "Bak, Damien. Bunu yapmak zorunda değilsin. Gerçekten."
Belirgin bir şekilde duraksadı, sonra bunu ikimize de söylüyormuş gibi yavaş bir şekilde "Hayır, yapmak istiyorum." dedi.
Ah, öyle olduğunu umuyordum ama...
Tek bakışta fark edilen bir şüpheyle "Neden?" diye sordum ve utana sıkıla devam ettim. "Benimle olabildiğince az vakit geçirmek istediğini sanıyordum."
Damien, "Şimdi fikrimi değiştirdim." dedi. Elimi kaldırdım, gözümün önüne düşen saç tutamını kulağımın ardına sıkıştırırken yüz hatlarımdaki merak ve ilgi katlanarak arttı. Bu yeterli değildi. Daha fazla açıklama beklediğimi göstermek için ona bakıp kaşlarımı kaldırırken Damien boğazını temizledi. "Bu durumda bana yapmam için bir şeyler verecek misin?"
"Şey... Elbette. Tamam." Tam olarak neye ihtiyacım olduğunu anlamak için guguklu saate bakınırken gerginlikten saçlarımın ucuyla oynadım. "Bana üç kanatlı tornavida ile dört milimetre alyan anahtarı lazım. Getirebilir misin?"
Damien başını salladı. "Onların ne olduğunu bilmiyorum."
Elbette bilmiyordu.
"O zaman önce tanıtımlarla başlayalım mı?"
"Sen ne dersen o," diyerek kollarını hafifçe iki yana açıp indirdi, biraz alaycı ama beni de rahatlatan bir tepkiydi bu.
Beni takip etmesini işaret ettim ve genel olarak çalışma aletlerimin olduğu o köşeye yöneldim. Yan yana dizilmiş anahtarlardan en küçük olanını elime alırken Damien'da omzumun hemen yanında durdu, yine de aramızda o mesafe vardı. "Zaten sıralarına göre dizililer ama üzerlerinde numaralarını görebilirsin, her boyuttan bir tane var, bulmakta zorluk çekeceğini sanmıyorum. Bunun haricinde bu kısım tamamen anahtar çeşitlerinden oluşuyor. Çatal ağızlılar," Elimdeki anahtarın ucuyla iki kanatlı anahtarları... "Yıldız ağızlılar," Kapalı, yuvarlak ve içi çokgen yıldız şekilde olan anahtarı... "Allen anahtar," diyerek L şeklindeki çubuğu... "Kombine anahtar," Biri çatal biri yıldız olmak üzere iki ağızlı anahtarı... "Penseker, kurbağacıklar ve çok fonksiyonlular," diyerek ayarlanabilirleri gösterdim ve diğerlerini de teker teker tanıttım; Kayıs kasnaklar, yaylılar, rulmanlar, disliler, ayar bilezikleri, segman, emniyet sacı, mil tespit plakası, percin... Liste uzadıkça uzuyordu. Bu kadar ıvır zıvırım olduğunu ben dahi bilmiyordum. Percinleri ait oldukları kutunun içine geri bırakırken bu tür aletlerin ne kadar karışık olduklarını az çok tahmin ettiğim için "Şimdi her şey çok karışık gelebilir ama zamanla oturacaktır. Acelemiz yok nasıl olsa." dedim.
"Üç kanatlı tornavidaya ve dört milimetre alyan anahtarına ihtiyacın olduğunu söylemiştin, değil mi?" Damien daha önce ona söylediğim aletleri alıp bana uzattığında onları almadım ve bunun yerine şaşırarak kaşlarımı kaldırdım. "Hafızam iyidir."
"Vay canına, çok etkileyici." Parmaklarına dokunmamak için özellikle dikkat ederek anahtarları elinden aldım. "Ben bile başta birbirine karıştırıp durmuştum. Babam sinir olurdu." Gerçi o zamanlar altı yaşında falandım ama neyse... Damien'a bakma cesaretini yüreğimde bulduğumda miskin bir şekilde başımı kaldırdım. Onu çalışma odamın ortasında görmek biraz garipti. Benimkilerden bile daha koyu olan o siyah - lacivert karışımı saçları dağınıktı ve iri dalgalar halinde alnına dökülüyordu. Boyu uzun, omuzları genişti. Birinin canını okumak onun için zor olmazdı, ki burada son olanlardan sonra bundan iyice emin olmuştum. "Biliyor musun, burada benden başka birini görmek garip hissettiriyor." dedim yumuşak bir sesle. "Sanki çok uzun süredir yalnız çalışıyormuşum gibi geliyor. Çalışmakla bir sorunum olduğundan falan değil çünkü işimi çok seviyorum ama başka bir sesin varlığının bu kadar iyi hissettireceğini düşünmemiştim."
"Başka yardımcıların yok mu?"
Muhtemelen insanın yüreğini hoplatacak türden bir maceraya atılmış olan Peter'ı düşünürken kalçamı tezgahın köşesine yasladım, Damien'da biraz önünde duruyordu. Eski anıların da etkisiyle gülümsedim. "Bir tane vardı ama bir yere takılıp kalamayacak kadar özgür bir ruhtu. Birkaç yıl önce dünyayı gezmek için buradan ayrıldı. Aslında benden onunla gelmemi istedi ama çalışma odamda olmak beni dünyayı gezmekten daha çok rahatlatıyor. Sen de... Sen de ilk geldiğin zamankinden daha rahat görünüyorsun, Damien."
"Daha rahat hissediyorum."
Oysa ben hiç rahat değildim. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bir adım attım. Sonra durdum. Sonra çaresiz sordum, "Gerçekten mi?" dedim bir çocuğun merakıyla.
"Evet."
Daha da gevşediğimi fark ettim.
"Bu durumun sebebi Elizabeth ile olanlar mı yoksa Başkan Eugine ile olanlar mı?"
"İkisi de," Damien, canı sıkılmış gibi alyan anahtarı eline alıp inceledi ama daha çok o şeyi birinin kafasına vurursa ne olacağını düşünüyormuş gibi falan görünüyordu. "Ve neden beni koruduğunu hâlâ anlamıyor olsam da Başkan Eugine'ne aramızda olanları söylemediğin için sana bir teşekkür borcum var. Söyleyeceğinden emindim, seni çok kızdırmıştım ama yine de yapamadın."
"Beni çok kızdırdın ama aramızda olan şeyler Başkan Eugine'i ilgilendirmez."
"Buna gerçekten inanıyor musun?"
Sesinde en ufak bir inanç bulamamıştım. Doğrusu hakkı vardı. Çoğu insan Başkan Eugine'den korkardı. O, eli kolu uzun bir adamdı. Bir sürü yetkisi vardı; Saygınlığı, parası, otoritesi...
"Hayır, tam olarak değil ama haberi olmazsa sorun da olmaz, değil mi? Başkan Eugine iyi bir başkan olabilir ama empatiden ve çoğu insani duygudan yoksun bir adam. Bu yüzden ona kimseyi ispiyonlamazdım."
"Ona yalan söylediğini öğrenirse senin için kötü olmaz mı?" diye sordu Damien.
"Belki, ama Başkan Eugine'ne ilk kez yalan söylediğimi sana düşündüren ne?" Sorun olmadığını, dert etmediğimi göstermek için gülerek omuzlarımı silktim. "Önemi yok gerçekten. Öğrense bile bir şekilde idare ederim ben. O kadar da zeki bir adam değil."
Damien'ın yüzünde bir an beliren ilgi ifadesi beni gafil avladı ve sonra belli belirsiz bir şekilde gülümsediğinde iç çekmemek için kendimi tuttum çünkü her zamanki soğuk gülüşlerinden biri değildi bu. Tam bir gülüş olmasa da ve hâlâ biraz mesafeli dursa da yumuşak ve içten bir gülüştü. Gülmeyi unutmuş o yüzde bu gülüş o kadar yabancı duruyordu ki...
Bana bir cevap vermedi. Ben de bir cevap beklemiyordum zaten.
Daha sonra çalışmaya geri döndüm ve bu sefer Damien'da bana eşlik etti. Bayan Geneviel'in aile saati üzerinde yoğunlaşırken Damien onu hiç görmediğim kadar uysaldı. İstediğim aletleri getiriyor, ona tutmasını, sıkmasını, çekmesini ya da taşımasını söylediğim şeyleri yapıyordu. Gerçekten de o vahşi yönü bir anda ortadan kaybolmuş olabilir miydi? Böyle bir şey mümkün müydü? Damien saatin işlemeli, cam kapağını taşıyıp masanın kenarına yaslarken dayanamadım ve omzumun üzerinden bir kere daha ona baktım. Kapağı bırakmak için eğildiğinde saçları kaşlarına düştü, gözlerini görmedim ama önemi yoktu çünkü beden hareketlerini rahatça okuyabiliyordum; Omuzlarındaki kaslar eskisi kadar gergin değildi, daha rahat görünüyordu, daha sakin... Damien doğrulup başını çevirince panikledim ve ona bakarken yakalanmamak için gözlerimi önümdeki saatin üzerine diktim... Hayır, elbette bana güvendiğini falan düşünmüyordum ama o an, bence, buna yakın bir şey hissediyordu...