Durdum. Annemin babamın aklında öyle kalmamak için durdum. Beni her düşündüklerinde dayak yiyen bir Zilan canlanmasın gözlerinde diye durdum.
" En azından beş dakika kızımı göreyim. Bir ihtiyacı var mı sorayım. " dedi annem.
Anne yüreği işte. Normalde hakarete boyun eğmeyecek annem sanki hiçbir şey söylenmemiş gibi davranıyordu.
" Neye ihtiyacı olacak? Yediği önünde yemediği ardında. Hem benim veremeyeceğim senin verebileceğin ne olabilir?"
" Ağam yapma, etme, eyleme. Seni de bir ana dünyaya getirdi. Onun hatırına izin ver kızımı göreyim. "
" Kız sizden çıktı. Bir daha bu kapıya sakın gelmeyin. " dedi. Annemle tekrar bakıştık. Babam bir an yüzüme baktı ama sonra başını öne eğdi. Ağaya gücü yetmeyeceği için utanmıştı. Kızının gözlerinin önünde çaresiz kaldığı için utanmıştı. Kızının gözünde her zaman kahraman olan babam bir şey yapamadığı için eziliyordu. Annemin ağladığını hissettim. Mirza beni eve soktu. Pencereye koştum. Annemle babamın arkalarını dönüp gidişlerini izledim. Ağlamaya başladım. Annemde ağlıyordu. Hissediyordum.
" Ah, ne hayatlar umuduyla
Zamansız yollara düştük
İlk yenilen biz değildik elbet
Gün oldu, dünyaya küstük
Ağlama anne, benim için ağlama
Ben de herkes kadar aldım acılardan
Ağlama anne, benim için ağlama
Ben de herkes kadar yandım
Sen ne olur çocukluğumu sakla
Tek kalan bu, elimde avucumda
Ağlama anne, benim için ağlama
Her birimiz başka bir hikaye
Anne, bu ayrılıklar niye?
Sen yine bir ninni söyle bana
Yavrum uyusun da büyüsün diye
Ağlama anne, benim için ağlama
Ben de herkes kadar aldım acılardan
Ağlama anne, benim için ağlama
Ben de herkes kadar yandım
Sen ne olur çocukluğumu sakla
Tek kalan bu, elimde avucumda
Ağlama anne, benim için ağlama "
Şarkıyı mırıldanarak izlemeye devam ettim. Pencereden dışarı bakarken, kalbim adeta göğsümden dışarı çıkacakmış gibi hızla çarpıyordu. Annemle babamın yavaş adımlarla uzaklaştığını izlerken, içimdeki çaresizlik her an biraz daha büyüyordu. Onların arkasını dönüp gitmeleri, benim çocukluğumun, geçmişimin, bir parçamın da onlarla birlikte uzaklaştığı anlamına geliyordu. Gözyaşlarım durdurulamaz bir şekilde akmaya başladı. Annemin de hala ağladığını hissediyordum, biliyordum. Biz her zaman birbirimizi hissederdik.
Ama bu sefer farklıydı. Bu sefer, annemin gözyaşları, sadece kendi kederi için değildi; benim için, bizim için ağlıyordu. Babamın başını eğişi, çaresizliğini kabul edişi, beni derinden yaralamıştı. Babam her zaman güçlüydü, her zaman benim kahramanımdı. Ama şimdi, gözlerimin önünde, o da yenik düşmüştü. AğayA karşı koyamayan, kızını koruyamayan bir baba olarak, o da benim gibi kırılmıştı.
Çeyiz sandığımın onlarla birlikte uzaklaşması, yalnızca eşyaların gitmesi değildi. O sandığın içinde annemin yıllarca verdiği emek, hayalleri, bana olan sevgisi vardı. Her bir parça, annemin benim için ne kadar çok çabaladığını, fedakarlık yaptığını gösteriyordu. O işlemelerin her biri, annemin ellerinden dökülmüş birer gözyaşıydı belki de. Şimdi ise hepsi geri dönüyordu, asla hak etmedikleri bir aşağılanmayla. Babamın kendi boğazından kesip aldığı şeylerdi onlar. Sırf bir gün evlendiğimde başım önde olmasın diye aç kalmalarıydı.
O an pencereden onlara bakarken, içimdeki öfke, çaresizlik ve hüzün birbirine karıştı. Ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Biliyordum, annem de ağlıyordu. Onun kalbindeki acıyı hissedebiliyordum. Biliyordum herkes uyuduğunda babamda sessiz sessiz ağlayacaktı.
Bu, sadece bir çeyiz sandığının geri gitmesi değildi. Bu, benim çocukluğumun, ailemin, hayallerimin o sandığın içinde gitmesi demekti. Annemle babamın yavaş adımlarla uzaklaşan silüetleri, hayatımın bir döneminin sona erdiğini haykırıyordu adeta. Bu olanlar benim bu evde yaşayacağım ya da yaşamayacağım her şeyin bir göstergesiydi. Pencereyi hızla açtım.
" İyiyim. Merak etmeyin iyiyim. " diye bağırdım bütün gücümle. Ağlamaktan çatallaşmış sesimi babam duymasın diye tereddüt etmiştim ama şu an ağlamamdan daha önemli şeyler vardı. Durdular. Bana doğru döndüler. Annem el kaldırdı. Elini salladı bana. Bağırmadı. Bana kızarlar diye bağırmadı. Bu hoşçakal kızım demekti. Sesli söylemedi ama dediklerini anlamak zor değildi. Hoşçakal kızım bizim için sorun yaşama.
Yürümeye devam ettiler. Mirza’ nın beni eve sokması, beni gerçeklerden uzaklaştıramıyordu. Orada, o pencerede, içimden kopan parçaları bir araya getirecek hiçbir şey kalmamıştı. Gözlerim dolu dolu, ağlamaya devam ederken, içimdeki bu yarayı nasıl iyileştireceğimi bilmiyordum. Annem, babam, onların fedakarlıkları, emekleri... Hepsi uzaklaşıyordu, benimle aralarındaki mesafe her adımda biraz daha açılıyordu. Ve ben, onları durduracak, geri döndürecek hiçbir güce sahip değildim.
Pencereyi kapatmadan önce son bir kez daha baktım onların arkasından. Ellerimi sıkıca pencerenin pervazına kenetlemiştim, sanki onlardan uzaklaşmamı engelleyecek son bir bağdı bu. Annemin sessiz vedası içimde yankılanırken, tüm dünyanın üzerime çöktüğünü hissettim. Gözlerimden yaşlar süzülmeye devam ediyordu, ama artık ağlamanın bir anlamı yoktu. Olan olmuştu. Onlar gitmişti.
Birdenbire, başımın arkasından gelen keskin bir acıyla irkildim. Saçlarımın köklerinden gelen yanma hissiyle birlikte, kafam sertçe geriye doğru çekildi. Mirza' nın eli saçlarımın arasında, sert parmaklarıyla sıkıca tutuyordu. Acıdan yüzüm buruştu, ama ağzımdan tek bir ses bile çıkmadı. Haykırmak, karşı koymak istedim, ama sesim boğazımda düğümlendi, kelimeler çıkmadı. Gücüm kalmamıştı.
"Yeter artık!" diye hırladı Mirza, sesindeki öfke beni bir anlığına korkutmuştu. "Bırak şu pencereyi, boşuna çırpınma. Onlar seni bana yem etti. Salak gibi onlar için ağlama."
Sözleri zehir gibi kulaklarımda yankılandı. Yem olarak görüyordu beni. Vahşi bir hayvanın önüne atılmış bir yem. En azından hayvan olduğunu biliyordu iyi yönünden bakarsak.
Mirza' nın eli saçlarımdan çekildiğinde, başım öne düştü. Gözlerimdeki yaşlar hızla dökülmeye devam ederken, içimdeki boşluk daha da büyüdü. Ağlamaya devam ediyordum, ama bu sefer acıdan değil, kaybettiğim her şeyin ağırlığından. Anılar, fedakarlıklar, sevgi... Hepsi benden uzaklaşırken, geriye kalan tek şey Mirza 'nın zalim elleriydi.
Mirza' nın elini saçlarımda hissettiğim anda içimdeki korku ve çaresizlik daha da derinleşmiiti. Ancak bu sadece bir başlangıçtı. Başımı geri çekerken, acının tüm vücuduma yayıldığını hissettim. Sadece fiziksel bir acı değildi bu. Bu 24 saat bile olmadan gördüğüm ikinci fiziksel şiddetin ruhumda yarattığı acıydı.
Bir anda, kollarından biri belime dolandı, beni pencerenin önünden hızla çekip aldı. Ellerimi ancak böyle kopardı pervazdan. Dengemi kaybettim, neredeyse yere düşecektim ama o beni sert bir şekilde duvara savurdu. Sırtım duvara çarptığında nefesim kesildi, göğsümde bir an için dehşet verici bir baskı hissettim. Kalbim deli gibi çarpıyordu, ama ne çığlık atabiliyor ne de kendimi savunabiliyordum. O an öyle donmuş gibiydim ki sanki bedenim bana ait değildi.
Mirza yüzüme yaklaştı, nefesini hissettim. "Bu kadar gerizekalı olursan daha canın çok yanar!" diye hırladı. Söylediğim sözlerin intikamını alıyordu hala. Kinci biri olduğu kesindi. Ellerimi kaldırıp onu itmeye çalıştım, ama o kollarımı tuttu ve zorla duvara geri bastırdı. Parmakları bileklerime demir bir kelepçe gibi yapıştı. Hareket edemiyordum. Yüzüme yaklaşırken gözlerinde gördüğüm öfke, içinde patlamaya hazır bir volkan gibiydi. Sanki beni yakıp geçmek istiyordu.
"Seninle ne yapacağım biliyor musun?" diye fısıldadı dişlerinin arasından. "Seni iyice hizaya sokana kadar, sana ne gerekiyorsa onu yapacağım. Tek kurtuluş yolun ölmek. "
Bir eliyle yüzümü tuttu, çenemi sıkıca kavrayarak başımı zorla yukarı kaldırdı. Gözlerine bakmaya mecbur bırakıldım, ama o an gözlerimde korkudan başka bir şey yoktu. "Sakın bir daha benim sözümü ezip geçen bir hareket yapma." dedi, sesi buz gibi. "Yoksa seni bir daha böyle uyarma zahmetine bile girmem."
O görüşmeme izin vermediği halde aileme baktım ve iyiyim dedim diye öfkeliydi demek ki. Bu uyarıysa gerçeği neydi. Döverek öldürecek miydi?
O an yüzüme inen tokatla birlikte başım yana savruldu. Yanağımda keskin bir yanma hissiyle birlikte gözlerim karardı. Sendeledim, ama Mirza beni yine de bırakmadı. O kadar güçlü vurmuştu ki, dudağım patlamış, kanın metalik tadı ağzıma yayılmıştı. Yanağımdaki acıyla birlikte, gözlerim istemsizce doldu. Ama ona ağladığımı göstermeyecektim. Ailem için ağlamıştım ama onun için ağlamayacaktım. İçimdeki korku, öfkeyle karışarak büyüyordu.
Sonra, beni kolumdan sertçe çekip odanın ortasına doğru savurdu. Ayakta durmakta zorlanıyordum, ama yere düşmemek için tüm gücümle direndim. İşte tam o anda bizi izleyen annesini ve babasını gördüm. İkisininde dur yapma demeye niyeti yoktu. Hatta Şirvan Ağa' nın gözünde bir keyif bile vardı. Acımasız bir keyif. Mirza' nın kime benzediğini anlamak için fazla kafa yormaya gerek yoktu. Mirza, gözlerimdeki yaşları ve yüzümdeki korkuyu görmekten zevk alacaktı. Bu onun için bir güç gösterisiydi ve ben bunu biliyordum. Babasının yüzünde de benzer bir ifade görmüştüm çünkü. Birinin acısı, çaresizliği onlara güçlü hissettiriyordu. İçimdeki tüm bu acıya ve çaresizliğe rağmen, ona asla tamamen teslim olmayacaktım. Ama o an, direnmek için elimde kalan son gücün de tükendiğini hissettim. Acıdan ölüyor olsanız kimsenin yardım etmeyeceğini bilmek berbat bir histi.
Mirza, birkaç adım daha attı bana doğru, bakışları kararlı ve tehditkârdı. "Bundan sonra, beni dinleyeceksin," dedi, sesi tok ve emrediciydi. "Yoksa bunun çok daha kötüsünü yaşatırım sana."
Ona meydan okuyan bir bakış attım. Ama içimdeki korku öylesine yoğundu ki, bu bakışım sadece bir maskeydi. O bunu biliyordu. Bana bir an daha baktı, sonra arkasını dönüp odadan çıktı. Kapıyı çarparak kapattı. Yukarı odaya çıktım. Keyifle izleyen ailesinin önünde ağlamayacaktım. Sessizce yere çöktüm. Bedenim titriyordu ve sızlıyordu. İçimdeki acı, korku ve öfke, birbirine karışmıştı. Ama o an tek bir şeyden emindim. Ne kadar acı çeksem de, asla tamamen teslim olmayacaktım.
Sadece iki dakika sonra kapı çaldı. Ayağa kalktım. İçeri bir kız girdi. Mutfakta gördüğüm bir kız. Elinde bir şeyler vardı. Uzattı.
" Gelin ağam. Bunları hanımağam gönderdi. Yeni gelmişler. Bundan böyle saçı açık odasının kapısından çıkmasın dedi. " duraksadı. Gözlerine baktım söyle dercesine. Yutkundu ve...
" Gelin ağam bir de öğle yemeği için mutfağa gelecekmişsin. Ancak hazırlanırmış. "
Kaynanam da kendini böyle belli etmiş oldu. Oğlu kemiklerimi kırsa o kemiklerimden çorba yapıp hizmet etmemi bekliyordu. Her şart ve koşulda. Buraya gelirken cehenneme düşüyor gibi hissetmiştim ama sanırım hissettiklerim yaşayacaklarım yanında masum kalacaktı. Burası kabus evi gibiydi. Kabusun adı Mirza' ydı.