ÇARŞAF

1447 Words
" Sen aklını mı kaçırdın?" diye bağırdım. Söylediği şey kan dondurucuydu. " Hayır. Siz aklınızı kaçırdınız ki kardeşimi kaçırdınız. " " Senin kardeşin abimi sevdi. Sevdi. Ne kadar mutluydu düğünde görmedin mi? Her şey maddiyat mı? Abim de onu sevdi. Ölümü göze alacak kadar sevmiş ki kaçırmış. Hiç mi önemli değil bunlar senin için? Bir hiç uğruna intikam peşindesin. O kızlar masum. Masum. " " Umrumda mı?" " Olmalı. O göz koyduğun kızlar var ya... Zeynep var mesela. Abime aşıktı. 14 yaşından beri. Kimler istedi de kabul etmedi abim onu görür diye. Bir umut, minicik bir umut için yıllarını, geleceğini feda etti ama olmadı. Abim Şilan' ı sevdi. Düğünündeydi Zeynep. Abimin mutluluğuyla mutlu oldu. Ona bakıp gülümsedi. Çünkü sevmek böyle bir şey. Sen kardeşini bile sevmemişsin. " " Kardeşim pişman olacağı bir hata yaptı ve senin abin onu kaçırma cüreti gösterdiği için hatasından dönme şansı da kalmadı. " " Öyle mi? Kabul etmeseydin o zaman berdeli. Erkeksin ya. Adamsın hani. Geleceğin ağasısın ya sen. Ya deseydin ki berdel kabulüm değil ikisi de ölsün. Abimden alsaydın intikamını. Benim bir suçum yoktu. O hayatlarını kaydırmak istediğin kızların da bir suçu yok. Bizim töreye sözümüz geçmez maalesef. Ama sen büyük adamsın ya kabul etmiyorum deseydin. Diyemedin değil mi? Cesaret edemedin. Ağa olacak biri olarak kan dökmeye hevesli görünmek istemedin. Çünkü o zaman içten içe seni istemeyeceklerdi. Gerçek analar babalar senin bir gün evlatlarının ölüm hükmünü gözünü kırpmadan verebileceği bilecekti. Cesaret edemedin. Aşiret berdel dedi sen onlara karşı gelmeye cesaret edemedin. " Mirza karşıma dikildi. " Kapat çeneni!" dedi. " Ne oldu? Ağır mı geldi gerçek? Haklıyım bal gibi biliyorsun. " Yüzümde patlayan tokatla başım savruldu. Elimi yanağıma koydum. Gözlerimi yeniden ona diktim. Ben babamdan ömrüm boyunca iki tokat yedim. İkisinde de haklıydı. Şiddeti mazur göstermek değil amacım. Elbette çocuk dövülmez ama çok dayak yediği için bizi dövmeme konusunda resmen savaş veren babamın iki kez ayarıyla fena oynadım. İlkinde beş yaşında falandım. Ağaca bir kuş yuva yapmıştı. Tırmandım. Yavruların birini aldım ve indim. Annem " Kızım ver yerine koyalım. " dedikçe inat ediyordum. Ağlayıp bağırıyor, ben annesi olacağım kuşun diye tepinip duruyordum. Tarladan yorgun argın gelmiş annemin canına okumuştum. Babam geldi. Olayı anlayınca bana bir tokat attı. " Hem bir canlıyı annesinden ayıracak kadar vicdansızlık ediyorsun, hem annene saygısızlık ediyorsun, hemde anneni evlatsız bırakmayı göze alıyorsun taa oralara çıkıyorsun sen ileride böyle mi anne olacaksın?" demişti. Annesini küçük yaşta kaybetmiş babam. Hassastı bu konularda. Babasından çok dayak yemişti ve çocuklarını dövmemeye çok savaş verdi. Üvey annesi kendi çocuklarının suçlarını da hep babam yaptı gibi gösterip daha çok dayak yemesine sebep olduğu için annelik duygularımız ve annelere vicdanımız yüksek olsun isterdi hep. Sonra çok üzüldü tabii bana vurduğu için. Babası gibi olmaktan çok korktu. Ben çocuktum. Beş dakika sonra geçti acısı canımın ama babamın belki de hala geçmemiştir. Diğerinde de 11- 12 yaşındaydım. Babamlar erkeklerle bir yeri kazıp tarla yapmaya uğraşıyorlardı ağa için. Evden kaçtım. Babamın yanına gittim. Annemi yollara dökmem yetmez gibi bir de az kalsın kepçenin altında kalıyordum. Babam beni kaptı ama tokatı da bastı. Zaten bir kızını kaybetmiş birine büyük bir korku yaşatmıştım. Temelinde o kadar şiddet olan birinin panik anında yaptığı şeyler nedeniyle onu suçlayamam. Ama karşımdaki kocam olsa da resmi olarak gerçekte bir yabancı olan bu adamın attığı tokat sinirimi bozdu elbette. Alt tarafı bir tokat diyecek biri değilim ben. Gözlerimi ona diktim. " Aslında gerçekten adam olsaydın babanı ikna ederdin. Affederdiniz onları. Ne berdel olurdu ne ölüm. Madem eminsin kardeşin hata yaptı. O zaman anlardı elbet hatasını boşanırdı. Ama şimdi berdel bozulmasın diye boşanmasına da izin verilmez. Yani kardeşine kimse bir şey yapmadı. Sen yaptın. Ya da sen hiçbir şey yapmadın diye böyle oldu. Bu daha doğru oldu. " Tokat suratımda patladığında, dünya bir anlığına karardı. Sanki tüm duygularım, düşüncelerim, benliğim tek bir noktada, o tokadın değdiği yerde toplanmıştı. Acı, yüzümde değil de ruhumda yankılanıyordu. Ayaklarımın altındaki zeminin kayıp gittiğini hissettim, dengesizce geriye savruldum ve yere düştüm. Gözlerim bulanıklaşmış, kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Ancak bu acı, fiziksel bir acıdan çok daha fazlasıydı. Derinlerde, içimde bir şeylerin kırıldığını, parçalandığını hissettim. Yere serilmişken, gözlerim yavaşça etrafa kaydı. Gördüğüm her şey, bana ne kadar çaresiz olduğumu hatırlatıyordu. Bir erkeğin fiziksel gücü, kadın bedenini ve ruhunu paramparça etmeye yetiyordu. Bu an, bana ne kadar yetersiz olduğumu, ne kadar savunmasız olduğumu bir kez daha gösterdi. Güçsüzdüm. Tüm kelimelerim, tüm karşı koymalarım, bir tokadın yanında ne kadar da cılız kalıyordu. Kelimelerim onu durdurmaya yetmemişti, ona gerçeği haykırmak istemiştim. Belki de bir nebze olsun içimdeki korkuyu bastırmak, güçsüzlüğümün üstesinden gelmek için. Ama şimdi burada, yerde yatarken, bir kadının güçsüzlüğünün sadece fiziksel olmadığını, ruhumun da bu güçsüzlükle kavrulduğunu anlamıştım. Kendi bedenim, kendi hayatım üzerinde bile söz sahibi olamıyordum. Çünkü berdel elimi kolumu bağlıyordu. Onun gözlerinde gördüğüm öfke, bana sadece çaresizliğimi değil, aynı zamanda ne kadar yetersiz olduğumu da hissettirdi. Fiziksel gücün karşısında savunmasızdım; kelimelerim, düşüncelerim, hislerim hiçbir şey ifade etmiyordu. Kadın olmak, böyle bir anın ne kadar adaletsiz olduğunu anlamak demekti. Erkeklerin sahip olduğu fiziksel üstünlüğün, kadınların yaşamını ne kadar kolaylıkla kontrol edebileceğini bir kez daha öğrenmiştim. Elbette erkekten güçlü kadınlar vardı ama bu azınlık olarak kalıyordu. O tokat, sadece yüzüme değil, ruhuma da indi. Benlik değerimi, kadın olmanın ne anlama geldiğini, hayatım üzerindeki kontrolü sorgulattı. Yetersizdim. Kendimi, bedenimi, ruhumu koruyamıyordum. Erkeklerin dünyasında, kadınların sözleri ve duyguları ne kadar güçlü olursa olsun, fiziksel gücün karşısında çaresiz kalıyorduk. Bu, acı verici bir gerçekti. Kendimi ne kadar güçlü hissetmeye çalışsam da, bu an, güçsüzlüğümün bir yansımasıydı. Yerde yatarken, içimde büyüyen bu çaresizlik duygusu, beni yutuyordu. Gücüm yetmedi. Ve işte şimdi, yerde, bu gerçekle yüzleşmek zorundaydım. Kadınlar dayak yediklerinde suçlu oldukları için değil kendilerini koruyacak kadar güçlü olmadıkları için utanıyorlardı. Yani ben en azından şu an öyle hissediyordum. Ayağa kalktım ve banyoya gittim. Yıkandım. Bornoza sarıldım. Çıktım. Giyindim. Çarşafı katladım. Utanmadan yaptım hepsini. Zaten camdan dışarı bakıyordu. Beni görmek gibi bir hevesi de yoktu. Yeni çarşaf bulup serdim. Sigarasını camdan attı ve yürüyüp çıktı odadan. İki dakika sonra kapı çaldı. Açtım. " Hanımağa çarşaf bekliyor. " dedi biri. Sarıp sarmalamıştım. Aldım elime. Aşağıya indim. Kaynanam çarşafı kontrol etti. Elini öptürdü. Sonra kayınpederim elini öptürdü. Kaynanam bana baktı. " Mutfağa git düzeni öğren. Bizde gelin boş durmaz. Herkesten önce kalkacaksın, herkesten sonra yatacaksın. " dedi. Koskoca ağa evine gelin değil hizmetli almıştı yani. Neyse bana oylanacak bir şey çıkmış olurdu. Silahlar patlayınca başımı öne eğdim. Bakire çıktım diye başım dik duracak değildim. Bütün köye ilan edilmesi utanç vericiydi. Mutfağa gittim. Anlatmaya başladılar. Bir süre sonra biri geldi. " Gelin ağam annen baban geldi. Çeyizini getirmişler herhalde. " dedi. Fırlayıp çıktım mutfaktan. Dış kapıyı açtım. Kapının önünde Mirza vardı. " Gir sen içeri!" dedi. Annem ve babam, ellerinde çeyiz sandığını tutmuş, ağır adımlarla yaklaşıyorlardı. Arkalarında kuzenlerim, bohçalarla dolu yükleriyle onları takip ediyordu. O an, içimde bir burukluk, bir gurur karışımı yükseldi. Annemin yıllarca emek verip, göz nuruyla işlediği, tarladan yorgun argın döndüğünde bile sabırla tamamladığı o eşyalar şimdi burada, tam karşımdaydı. Ama Şivan Ağa 'nın sesi kulaklarımı yaktı. "Alın ucuz, pis eşyalarınızı defolun gidin. Sizin artık Zilan diye bir kızınız yok. Onun sizin üç kuruşluk eşyalarınıza ihtiyacı yok. O artık ağa gelini." Bu sözler, kalbime hançer gibi saplandı. Annemin emeği, babamın alın teri, hepsi bir anda yerle bir edildi. Ucuz olan o eşyalar değildi, zihniyetleriydi. Ama Şivan Ağa bunu anlayamazdı. Anlayamazdı ki, o sandığın içindeki her şey, benim geçmişimdi, annemin sevgisiydi, babamın bize sağlamak istediği daha iyi bir yaşam umuduydu. Onlar için, bu eşyalar değersizdi belki ama benim için her biri birer hazineydi. O an, çıkmak istedim, anneme koşmak, ona sarılmak, o anki acısını paylaşmak istedim. Ama Mirza koluma yapıştı, beni geri çekti. Annem gözlerime baktı, ben de onun gözlerine... Gözlerimizde, ikimizin de hissettiği derin acı ve çaresizlik vardı. Annemin, tarlada yorgun argın gelip de "Yorgunum," demeden yaptığı her işleme, her ilmek bir bir gözümde canlandı. Her biri, onun bana olan sevgisinin, sabrının ve fedakârlığının bir sembolüydü. Ama şimdi o el emeği göz nuru işler, aşağılanıyor, hor görülüyordu. Benim için, bizim için ne kadar değerli olduklarını anlatmak, hissettirmek istedim. Ama dudaklarım kilitlenmişti. İçimde bir fırtına kopuyordu; öfke, hüzün, utanç hepsi bir aradaydı. Annemin o bakışı, bir annenin evladına bakışıydı, ama aynı zamanda bir kadının emeğinin küçümsendiğini görmenin derin acısıydı. İşte o an, Zilan olarak, bu dünyada ne kadar çaresiz olduğumu bir kez daha anladım. Sadece eşyalar değildi hor görülen, aynı zamanda annemin emeği, benim anılarım, ve bizim insanlığımızdı. Şivan Ağa 'nın gözünde belki "ağa gelini" olmak bir şey ifade ediyordu ama benim için, o sandığın içinde annemin sevgisi vardı, babamın gururu vardı. Ve ben, o sevgiyi ve gururu yere düşmesine izin veremeyecek kadar onurluydum. Ama yine de... o anda, o bakışın altında, sadece annemin küçük kızıydım, elinden hiçbir şey gelmeyen küçük bir kız. " Bırak beni. " dedim. " İçeri gir yoksa ailenin gözünün önünde yersin dayağı. " dedi Mirza.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD