BİR GARİP GERDEK

1375 Words
" Normalde bunu sormam. Yani insanları böyle sınıflandırmam ama sende merak ettim. Ne mezunusun sen?" Daha doğrusu babanın parası seni ne kadar okuttu demek istemedim ama ağır olur diye demedim. " Oturup sohbet edeceğiz falan mı sanıyorsun? " " Hayır ama düzgün konuşabilirsin. Yani benden haz etmiyorsun biliyorum ama nasıl konuştuğun aslında karşındaki ile ilgili değil seninle ilgilidir. " " Hayırdır? Abini sen mi gaza getirdin yoksa kardeşimi kaçırması için? Hayallerini mi süslüyordum?" " Hayır tabii ki. Bu evlilikten bende senin kadar rahatsızım ama yine de düzgün iletişim kurmaya çalışıyorum. Çünkü az önce dediğim gibi karşımızdakine nasıl davrandığımız bizim karakterimizi gösterir karşımızdakinin kim olduğunu değil. " " Ben adamına göre muamele ederim. Soyun. Üzerindeki gelinliği yırtıp atardım ama senden daha kaliteli ve değerli. O yüzden soyun. " " Fermuarı arkada. " Beni omzumdan tutup yan çevirdi ve sert bir hamleyle fermuarı açtı. " Artık çeneni kapat ve soyun. Anlaşılan benim saf kardeşimi sırf seni kakalamak için kandırdı abin. Yoksa kimse senin için düğün masrafı yapmazdı. Üç kuruş etmezsin. " " Kardeşin saf mı bilmiyorum ama tabii biraz insan içine çıkmasına izin verseydiniz. Bir okul hayatı ya da iş hayatı olsaydı daha insan sarrafı olabilirdi. Resmen kızı kafeste kuş gibi yaşattınız. " " Sizin aile fazla geniş belli ki. Yeterince sıkmamışız ki kocaya kaçtı bak. Hadi. Elini çabuk tut. " Ellerim titriyordu. Ayağa kalktım ve gelinlik üzerimden düştü. Kimse içi önemsemediği sadece dışarıdan insanlar güzel görsün diye düşündükleri için pamuklu iç çamaşırları ile kaldım birden. Tamam sabah giymiştim ama sonuçta eskiydi. Gerçi buna da şükür etsin. Kış soğuğunda olsak paçalı don da çıkardı içimden. Hakkari soğuğunda hiçbir işe yaramıyor o cicili bicili dantelli iç çamaşırları. Çeyizimde vardı gerçi de çeyizim neredeydi bilmiyordum. Geldi mi ondan bile haberim yoktu. Hoş olsa da giyer miyim asla. Neden giyeyim ki? Herifi tahrik etmek gibi bir niyetim yok. Adam demek doğru gelmediği için herif demeyi tercih ettim. Şöyle bir göz ucuyla baktı. " Onları da çıkar. " dedi. " Onu da yaptıktan sonra sen zahmet etme ben tutup sokarım. " diyecektim neredeyse. Bu geceyi hiç unutamayacağım şimdiden belli oldu. Hayatım boyunca yüzünü ilk kez bu gece yakından gördüğüm bu adam, artık kocam oluyordu ya da olmuştu. Ama yüreğimde bir koca sıcaklığı, bir eş güveni bulamıyordum. O adamın gözlerinde gördüğüm şey soğukluktan başka bir şey değildi. Soyundum ama yatağın kenarına oturup bacaklarımı iyice sıktım. Kendimi koruyordum sanki böyle. Yanıma oturduğunda bile kalbim sıkışmıştı. Bana yaklaştığında, tenimin ürperdiğini hissettim. İçimdeki korku, karanlık bir uçuruma dönüşüyordu. Onunla evlenmek zorunda kalışım, hayatımın en büyük çaresizliği oldu. Berdel... Bu kelimeyi her düşündüğümde içimde bir öfke kabarıyor. Nasıl olur da bir insan, hiç tanımadığı biriyle bu kadar kolayca evlendirilir? Sadece başka bir anlaşmanın parçası olarak... Ben de böyle bir kaderi hak edecek ne yapmıştım ki? Ama artık geri dönüş yoktu. Onunla aynı evi, aynı hayatı paylaşmak zorundaydım. Bütün gece boyunca sessizce içimi kemiren düşüncelerle savaştım. Onun her hareketi, her bakışı, bana onun karakterini ele veriyordu. "Birine nasıl davrandığımız kesinlikle karakterimizi gösteriyor." diye düşündüm. Ve bu adamın karakterini hiç ama hiç sevmedim. Beni hiç tanımadan, hiçbir şeyimi bilmeden nasıl bu kadar soğuk, bu kadar ilgisiz olabilirdi? Bende berdel kurbanıydım onun gibi. Kendimi savunmasız, yapayalnız hissettim. Hayatım boyunca hiç böyle hissetmemiştim. Bir kadın olarak bu kadar değersiz, bu kadar önemsiz... O an anladım ki, bu adamın kalbinde bana yer yoktu. Sadece bir eşya gibi, bir mal gibi görüyordu beni. Oysa ben bir insanım, duygularım, hayallerim, umutlarım var. Ama onun gözlerinde bunların hiçbiri yoktu. Benimle sadece zorunluluktan birlikteydi, bunu her hareketinde hissettiriyordu. "Tanımıyordum bu zamana kadar ama iyi ki de tanımamışım," dedim kendi kendime. Onu tanımış olsaydım, herhalde daha fazla tepki verirdim ve bu da ailemi perişan etmekten başka bir işe yaramazdı. Ne yazık ki, artık gerçeklerle yüzleşmek zorundaydım. Daha bu ilk gecede anladım ki, bu adamla bir ömür geçirmek, bir cehennem azabı gibi olacaktı. Onun kalbinde sevgi yoktu, merhamet yoktu. Bana baktığında gördüğü tek şey, ailesine bir borcu kapatacak bir kadındı. Kardeşinin yerine alınmış biri. Zamanla belki alışırım diye düşünmeye çalıştım. Belki zamanla daha iyi anlaşırız, belki birbirimizi tanır ve anlarız. Birazdan onunla yatacaktım ve bunu daha tahammül edilir kılmak için böyle düşünmeye çalıştım. Ama içimdeki ses, bunun mümkün olmadığını söylüyordu. Onun kalbi çoktan taşlaşmıştı, benim gibi birini anlayacak durumda değildi. Davranışlarında insanlıktan eser yoktu. O an anladım ki, bu evlilik beni sadece derin bir yalnızlığa sürükleyecekti. Ve her geçen gün, bu karanlık daha da büyüyecekti. Beni yatağa ittirdi. Uzan diye komut bile vermedi. Öylece sırt üstü ittirdi. Sıkıca gözlerimi kapattım, kendi içime döndüm. Kendimi korumam gerektiğini biliyordum. Ama nasıl? Bu adamın dünyasında nasıl var olabilirdim? Kendime bir yol bulmalıydım, bir çıkış yolu... Ama bu gece daha doğrusu sabah bunu bulmak imkânsız gibi görünüyordu. O yüzden gözyaşlarımı içime akıtarak, sessizce dua ettim. Belki bir gün bu karanlıktan çıkmanın bir yolunu bulurum diye... Ama bu gece tek bulduğum şey, derin bir yalnızlık ve içimde büyüyen bir umutsuzluktu. " Bacaklarını aç! " dedi. Yani hemen öylece mi? Tamam uzman değildim ama ön sevişme diye bir şey olduğunu biliyordum. Bu olmazsa canımın çok yanacağını da biliyordum. Açmadım. Açamadım. Bütün bedenim titriyordu. Zorla bacaklarımı ayırdı. Ama üzerime gelmedi. Yanıma oturdu. Sadece ceketini çıkarıp attı. Sağ kolunun gömlek düğmesini çözdü. Gömleği katladı. Elini kadınlığıma attı ve parmağını içime sertçe soktu. Canım yandı ama yine de hakkını mı yedim diye düşündüm. Beni hazırlamaya mı çalışıyordu? Daha da bastırınca " Acıyor." dedim. Umursamadı. " Yalan mı söyledin lan! Bakire değil misin yoksa?" dedi. Parmağını çıkardı. Bu kez iki parmağını soktu. " Ah!" diye bağırdım. Delirmiş gibi bastırıyordu parmaklarını. Bir süre daha devam etti. Sonra geri çıkardı. Parmaklarını çarşafa sürdü. Ayağa kalktı. " Kalk. Çarşafı hazırla. Annem neredeyse gelir. " dediğinde öylece kaldım. Yüzüme pis bir sırıtış ile baktı. " Ne oldu? Hayal kırıklığına mı uğradın? Seni sikeceğimi mi sandın? Sen hiç aynaya bakmadın herhalde. Senin gibi biriyle kirletecek değilim sikimi. " Kendimi bildim bileli, insanlar dış görünüşüme bakarak hakkımda bir şeyler söyler durur. Ama işin doğrusu, ben hiçbir zaman çok güzel olmak, herkesi hayran bırakmak gibi bir hayalin peşine düşmedim. Tamam, dünya güzeli değildim, bunu biliyorum. Ama güzel bir kız olduğumu da inkâr edemem. Bu kendini beğenmişlik değil, sadece gerçeği kabul etmek. Hakkâri’ nin dağlarında büyümüş, rüzgârı, soğuğu, güneşi yürekten hisseden biri olarak, yüzümde doğal bir güzellik var. Belki de doğanın bana bir armağanıydı bu. Tenim, dağların rüzgârından esmerleşmiş, güneşin altında çok kalmaktan biraz yanık bir tonda. Ama bu esmerlik bana ayrı bir hava katıyor, diye düşünüyorum. Gözlerim, tıpkı doğduğum topraklar gibi koyu, derin. Her bakanın içinde kaybolabileceği, ama pek azının gerçekten anlamlandırabileceği bir derinlik var gözlerimde. Kaşlarım, bir çizgi gibi, ne çok ince ne çok kalın. Annem, "Kaşlarınız keskin olmalı ki bakışlarınızla dağları delip geçebilesiniz." derdi hep. Benim kaşlarım da öyle, keskin ama abartısız. Bakışlarımda sertliği de bulursunuz, içten gelen bir sıcaklığı da. Saçlarıma gelince... Onlar da tıpkı yaşadığım coğrafya gibi; dalgalı, koyu kahverengi. Uzun ve sağlıklı, ellerimi her geçirdiğimde parmaklarımda onun doğallığını hissederim. Saçlarım bazen Hakkâri' nin sert rüzgârlarıyla uçar gider, bazen de başımı örttüğümde sessizce omuzlarımda dinlenir. Yüzüm, babamın "Dağ gibi dik dur, Zilan." dediği zamanlardan kalma bir asalet taşır. Çenemin hafif çıkıklığı, dudaklarımın dolgunluğu, bana bazen inatçı biri olduğumu hatırlatır. İnsanlar genellikle bu yüzden bana güçlü, kararlı bir kız derler. Dudaklarımın rengi doğal, allık sürmeye hiç gerek duymam. Gülüşüm, samimi ama kontrollüdür; gülüşümün ardında neler sakladığımı pek kimse bilmez. Biliyorum ki benim gibi bir kız, sadece dışıyla değil, içiyle de güzeldir. İçimde taşıdığım Hakkâri 'nin sertliği, doğallığı, duruluğu yüzüme de yansır. İnsanlar bana genelde "Güzel bir kızsın," derler ama bu, beni ne yüceltir ne de küçültür. Çünkü güzelliğin ötesinde, benim bir ruhum, bir karakterim, bir hikâyem var. Ve bu hikâye, Hakkâri ’nin dağlarında başlamış, yüzümde ve yüreğimde izler bırakmış. Ben buyum işte. Kendimle barışık, ne çok fazla ne de eksik. Güzel bir kız olduğumu biliyorum ama bu, kendini beğenmişlik değil, sadece gerçeği görmek. Ayağa kalktım. Ağlayıp sızlayacak değildim. " Benim için hava hoş soyu devam etmeyecek olan sensin. " dedim. Hakaretinin beni yıldırmayacağını, ezip geçemeyeceğini görmesini istedim ama alaycı bir şekilde güldü. " Aslında tam olarak senin sorunun. Sen bana bir çocuk veremeyince ne olacak hiç düşündün mü? Berdeli bozmamam için bana sizden başka birini verecekler. Kimbilir belki o eline yüzüne bakılacak biri olur. Ama onu da sikmeyeceğim. Hiç acelem yok. Sülalenizde ne kadar bekar kız varsa hepsini sıradan geçirebilirim. Ne sandın? Tek başına benim kardeşime karşılık olabileceğini mi sandın? "
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD