SOYUN!

1668 Words
İstemediğim ama tercih hakkı olmayan bir evlilikten sonra bundan sonra ömrümü geçireceğim eve geldim. Burada beni neler bekliyordu? Korkuyordum. Eve kadar nasıl geldim hatırlamıyorum bile. Aslında cesur bir kızdım ben. Babamın kızıydım ama cesarette bir yere kadarmış. Eve adım attığımda içimde tuhaf bir boşluk hissettim. Her şeyin yabancı, soğuk ve uzak olduğunu fark ettim. Evin içindeki eşyalar bile beni kabul etmemiş gibiydi. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu, sanki her biri yeni hayatımın ne kadar ağır olacağını fısıldıyordu. Evin kapısından içeri adımımı atmamla birlikte cesaretim bir köşeye çekildi, içimdeki küçük kız çocuğu titremeye başladı. Babam hep güçlü olmam gerektiğini söylerdi. "Güçsüzlük sana yakışmaz." derdi. Ama şimdi, babamın kızı olmak bana hiç teselli vermiyordu. Benim idam hükmümü çaresizce o imzalamıştı. Güçlü görünmek zorundaydım, ama içimdeki korku her şeyi ele geçirmişti. Bu evde beni neler beklediğini bilmiyordum. Belki de bilmek istemiyordum. Kapının arkasındaki hayatın nasıl olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Sadece bir şeye emindim; bu evde geçen her gün, içimdeki Zilan' dan bir parça daha alacaktı. Ve belki de bir gün, tanıdığım o güçlü kız tamamen yok olup gidecekti. Yatak odasına girdiğimde, ilk adımımı attığım anda içimi derin bir sıkıntı kapladı. Burası, bir ağa evine yakışır şekilde ihtişamlı ve gösterişli olmalıydı, ama bana sadece ağır ve boğucu geldi. Tavan o kadar yüksekti ki, yukarı baktığımda başım döndü. Ama bu genişlik bile odanın havasını hafifletmiyordu; aksine, sanki üzerime çöken bir ağırlık gibiydi. Yatağın hemen karşısında duran devasa ayna, üzerime doğru eğilmiş gibi görünüyordu, yüzümü bile görmek istemedim. Duvarlarda altın varaklı işlemeler, büyük ve süslü avizeler, odayı daha da kasvetli hale getiriyordu. Perdeler kadifeden, koyu bordo renkteydi ve pencereyi tamamen kapatarak dış dünyayla bağımı koparmıştı. Güneş ışığı içeri sızmakta zorlanıyordu, sadece loş ve sarımtırak bir aydınlık bırakıyordu geride. Gün doğmaya başlıyordu ama Mirza ortada yoktu. Normalde bu saate kadar gerdeğe girilmeliydi ama bu evde her şey ağır ve bir cenaze havası içerisinde ilerliyordu. Benimde bir şikayetim yoktu. Mirza' nın altına yatayım diye bir hevesim yoktu elbette. Mirza bilerek yapıyordu. Köylüyü namusumla ilgili şüpheye düşürüyordu. Yatak devasa, dört direkli ve üzeri işlemeli örtülerle kaplıydı. Kocaman yastıklar, ağır örtüler ve dantel detaylar… Her şeyin bir ağırlığı vardı; sanki yatak bile benim üzerime çökmek üzereydi. Etrafımdaki her şey, sanki beni bu yeni hayata mahkûm etmek için burada toplanmıştı. Odanın ortasında duran büyük halı, adımlarımı sessizleştiriyordu. Ne bir yankı, ne bir ses… Sadece odanın içinde yankılanan kalp atışlarımın sesi vardı. Bu sessizlik, bu ağırlık… Her şey beni yutmak üzereydi. Her bir mobilya parçası, her bir dekorasyon detayı, sanki hayatımın ne kadar ağır ve zorlu olacağını hatırlatmak için burada yerini almıştı. Burası bir ağa evinin gelin odasıydı. İhtişamı ve zenginliği beni yüceltmek yerine, adeta bir kafesin içine hapsediyordu. Bu odada geçen her dakika, beni daha da boğuyordu. Bu odada bana ait hiçbir şey yoktu, sadece üzerime çöken bir karanlık vardı. Birkaç dakika bile zor dayanıyordum, burada bir ömür nasıl geçerdi? Kapı açıldı. İçeri Mirza girecek zannederken kaynanam girdi. Bana bir torba uzattı. " Takıları şuna koy. " Çıkarmaya başladım. Çıkar çıkar bitmiyordu. Sormadım. Ne yapacağını sormadım. Eğer babam sırf kendi rahatı için beni bu evliliğe zorlamış olsaydı bu takıları alıp buradan bir şekilde kaçardım. Sonunda ölüm hükmü çıkar demezdim. Esaret altında yaşamak, satılık bir mal olmak yerine Mirza' nın itibarı sayesinde takılan takıları çatır çatır yer yaşayabildiğim kadar hayatımı yaşardım. Ama beni babam satmadı. Beni abim harcadı. Babam da annem de çok uğraştı onu iyi yetiştirmek için. Olmadı. Bazen olmayınca olmuyor işte ama dünyanın en kötü insanı falan değildir abim. Ben buradan kaçarsam olan anneme ve babama olur. Mirza hem bana hemde abimle kardeşine gözünü kırpmadan ölüm kararı ister. Şivan Ağa' da bayıla bayıla arkasında durur. Ona kan olsun zaten. Evladının kıymetini ne zaman bildi ki şimdi bilecek. Mirza kardeşini babasından korurmuş ama hiç öyle aman kardeşim yaşasın diyen biri gibi görünmüyor. Yani öyle biri olsa en azından bu kadar suratsız olmazdı. İnsan kardeşinin hayatının kurtulmasına sevinirdi. Yani sonuçta ben kaçarsam olan aileme olur ve onlar benim için değerli. Çıkar çıkar bitmiyordu ama kaynanamın yardım etmeye niyeti yoktu. Canım yanıyordu. O ağır küpeleri çıkarken, bazı dar gelen bilezikleri çıkarken canım yanıyordu ama hiçbir şey demedim. Kendi işimi kendim görmeyi öğrenmiştim ben. Annem yufka yürekli bir kadın sayılmazdı, Hakkari' nin havası gibiydi ama iyi anneydi. Evlatları değerliydi. O yüzden kıyamazdı bize ama babam her işimizi kendimiz yapmayı öğrenelim isterdi. Sert olduğu için değil, ne olur ne olmaz diye. Doldurma işlemi bitince kaynanam yüzüme baktı. " Her haltı bilen ailen her şeyi anlatmıştır herhalde. " dedi ve çıkıp gitti. "Devir değişti kaynana. Artık teknoloji çağındayız. Yani açıp porno izlemiyorum ama okuyoruz herhalde bir şeyler. Gerçi annemde anlatırdı ama utandığı için zorlandı bende anlattırmadım. Onun zamanında çok ayıpmış böyle şeyler. Hatta bilen genç kızlar kınanırmış. Kaynanam gitti. Kaldık oda ile başbaşa. Bu odanın soğuk duvarları arasında ne yapacağımı bilemiyordum. İlk defa biriyle bu kadar yakın olacaktım ve bu düşünce içimi titretiyordu. Ellerimi nereye koyacağımı bilemedim, sanki her hareketim yanlış olacaktı. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki, sanki tüm dünya duyabilirdi. Daha önce hiç kimseye bu kadar yaklaşmamıştım, hiç kimseye bu şekilde dokunmamıştım. Bana kalsa yine dokunmazdım. Küçük bir kız çocuğu gibi hissediyordum kendimi; kaybolmuş, çaresiz, ne yapacağını bilmeyen biri. Odaya adım atar atmaz içimi kaplayan o korku, şimdi daha da büyümüştü. Bu yatağın ne anlama geldiğini biliyordum, ama burada olmanın ağırlığı bambaşkaydı. Bana hiç tanımadığım bir dünyanın kapılarını açan bu yer, aslında bir kapandan farksızdı. Bu gelinlik ile oturulacak başka bir yer yoktu ama. Babam bana hep güçlü olmamı öğretmişti. Ama şimdi, bu gücün nereye gittiğini bilmiyordum. Bu odada, bu yatağın içinde, sadece korku vardı. Kafamda dönen düşünceler beni bir çıkmaz sokağa sürüklüyordu. Yanlış bir şey yapmaktan, utanç içinde kalmaktan korkuyordum. Ama en çok da, kendimi tamamen kaybetmekten korkuyordum. Karşısında ağlayıp bağırmak istemiyordum. Bu gece, belki de hayatımın en önemli gecesi olacaktı. Ama bu önemli anın içinde kayboluyordum, korkum her şeyi gölgede bırakıyordu. Bedenim, ruhum, her yerim titriyordu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Beni nelerin beklediğinden emin olamadığım için bu odada hapsolmuş gibiydim. Ve bu odanın, bu yatağın, bu gecenin ağırlığı altında eziliyordum. Kapı adeta bir korku filmi edasıyla gıcırdayarak açıldı ya da ben uydurdum bilmiyorum. Yani gıcırdıyor olsa öncesinde de gıcırdardı. İçeri Mirza girdi. Yatağa doğru yürürken ayağı halıya takılıp düşse ve kafasını yarsa ne güzel olurdu. Kötü biri miyim ben acaba? " Hala bununla mı oturuyorsun sen?" Bu dediğinin gelinlik olduğunu varsaydım. İsim yoktu Mirza' da anlamıştım da her şeye bu demese iyi olurdu. Ömrüm bilmece çözerek geçemezdi. İşaret etse daha iyi olurdu. Kelime dağarcığı sınırlıydı sanırım. " Bende bayılmıyorum ama adetten ne yaparsın?" " Normal evlenmişiz gibi davranma. Çıkar hemen şunu. Hiç yakışmıyor sana. " Dakika bir gol bir de hakaret edilmez insana. Şahsen bana bir adım gelene bin adım değilse de bir üç beş adım giderim. Her konuda. " Değil mi ya? Bence de haklısın. Kim seçtiyse bok gibi zevki varmış. " dedim. Öfkeyle baktı bana ama az önce de öyle bakıyordu zaten. Çokta değişen bir şey olmadı. Bizde isterdik hanım hanımcık kız olalım, kocamıza naz cilve yapalım ama kısmetime bu düştü. Aramızdaki mesafeyi kapatıp yüzümü avuçladı. " Sana yakışacak tek beyaz kefen. Yakışan bir şey arıyorsan giymeye ne dersin?" " Her canlı ölümü tadacaktır. " " Bana bak senin dilin çok uzun ama ben o dili keserim. " " Yoo benim dilim normal boyda. Uzun olsa ağzıma sığmazdı. Aslında tatlı dilli olduğumu söylerler ama bana nasıl davranılırsa öyle davranıyorum. Dilimi düzeltmemi istiyorsan tavrını düzelt. Ömür boyu birbirimize katlanacağız sonuçta. " Alaycı bir şekilde güldü. " Ah evet ömür boyu ama ömrün o kadar uzun olacak gibi gelmiyor bana. " " Tehdit etme. Öldüreceksen öldür. " Yani bu evlilik zaten ölüm gibi geliyordu. Ona yalvaracak halim yoktu. " Elimi senin kanına bulamam. Soyun!" dedi. Yani şimdi elini bulamazsın madem şeyini de bulama bana dokunma demek vardı ama o kadar uzun boylu değildi elbette. Zaten korkuyordum daha da öfkeli hale getirmek benim canımı daha çok yakardı. Soyun demişti. Bu düşünce, içimde tarifsiz bir ağırlık yaratıyordu. Sevmediğim biriyle birlikte olmak zorunda kalmak... Bu kelimeler zihnimde yankılandıkça mideme bir düğüm atılıyordu. Bana ait olmayan, bana yabancı olan birine teslim olmanın ne anlama geldiğini düşündükçe, içimde bir boşluk oluşuyordu. Bedenim bir kabuk gibi hissizleşiyor, ruhumun derinlerinde ise büyük bir kırılma meydana geliyordu. Bu durum, yalnızca bedenimle ilgili değildi; gururum, onurum ve kendimle olan tüm bağlarım sarsılıyordu. Sevmediğim, hatta belki de asla sevemeyeceğim biriyle birlikte olmak zorunda kalmak, bana kendimi yabancılaştırıyordu. Sanki kendi bedenimde sıkışıp kalmış gibiydim, ne kaçabilecek ne de geri dönebilecek bir yerim vardı. Çaresizlik bedenimi ele geçirdi. Her şey bu odada, bu yatakta yaşanacak olanlara kilitlenmişti. Ama burada yaşanacak olanların bana ait olmadığını biliyordum. Bu ilişki, bana zorla dayatılmış bir gerçekti. Her anını, her dokunuşunu, her nefes alışını istemeden kabul etmek zorundaydım. Bu durum beni bir yandan öfkelendiriyordu. Kendime, abime, herkese, içinde bulunduğum duruma karşı derin bir öfke hissediyordum. En az aileme ama. Kendime bile daha fazla öfkeliydim. Bu öfke, içimdeki kırgınlıkla birleşerek büyük bir çatışmaya dönüşüyordu. Kendi hayatımın kontrolünü yitirmiş, başkalarının kararlarının tutsağı haline gelmiştim. Bu ilişkiden geriye ne kalacaktı? Kendi isteklerimden, hayallerimden vazgeçmiş, bir başkasının arzularına boyun eğmiş biri olarak mı yaşayacaktım? Ama en çok da, içimdeki bu umutsuzluk beni yiyip bitiriyordu. Sevmediğim biriyle birlikte olmak zorunda kalmak, sanki ruhumu adım adım öldürüyordu. Bu ilişki, bana ne yakınlık ne de sevgi sunuyordu; sadece soğuk, yabancı bir zorunluluktu. Bu zorunluluk altında, kendi benliğimi kaybetmekten korkuyordum. Sevmediğim biriyle yaşanacak olanlar, içimdeki Zilan ’ı yavaş yavaş yok edecek, geriye sadece bir gölge bırakacaktı. Bu fikrin ağırlığı altında eziliyor, bu yabancı hayatın içinde kayboluyordum. Ellerim titrerken bir daha bağırdı. " Soyun. Seni böyle gördükçe midem bulanıyor. Namussuz ailenin namussuz kızı söyle bakalım bakire misin? Değilsen açıkça söyle beni uğraştırma detaylarla. Bozuk musun?. " Sesim titremesin diye kendimi sıktım. Bozuk musun diyor bir de. Sensin bozuk. Bakire olmasam da niye bozuk olayım. Paketi açılıp kenara konmuş gıda mıyım ben? " Konuşsana!" " Hayır. " " Ne hayır? Değil misin?" " Bozuk değilim. Zaten insandan bozuk olmaz. Gerçi mayası bozuk olmak var ama oraya girmeyelim bence. " Yani girersem o sen oluyorsun derdim ki dilimi ısırdım. " Hadi soyun da bitsin şu iş. İşim gücüm var. " İki arada bir posta sikip gideceğim diyordu ciddi ciddi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD