DÜĞÜN

1507 Words
" Adını sordum mu? " diye kükredi demek isterdim ama bu gerçekten böğürdü. İnsan müstakbel kocasına da böğürdü demek istemiyor ama onun için yalan da söyleyemem şimdi neyse o. " Bilmiyorsun herhalde diye düşünüp söyledim. Bu denmez çünkü. Bilmiyorsan da ne yapayım?" İçeri doğru adım atıyordu ki teyzesi kolundan tuttu. " Nikahınız yok daha uygun düşmez. " dedi. Beni kurtardı. Şimdilik yani. Sadece bir kaç dakika. Üzerime yürürken niyeti belliydi. Vurmak istiyordu. Hayatımın devamında şiddet olacağını o an anladım. Boşanabileceğim bir evlilik yapmayacaktım. Bir kız geldi. Başıma bir örtü koydu. Diğer odaya geçtim. Abim ve Şilan yan yana oturuyordu. Şilan' ın yanına oturdum. Bana baktı. Kısacık bir an. Gözlerini gördüm. Sonra başını öne eğdi. O gözlerde onlarca şey vardı ama en çok bana acıma vardı. O sevdiğine kavuşuyor ve cehenneminden kaçıyordu. Ama kaçmak için bir kurban verdiğinin de farkındaydı. Abim mutluydu. Şaşırmadım. Bencildir çünkü o. Sonunda Mirza geldi. Yanıma oturdu. İmam nikahlarımız kıyıldı. Mirza çekti gitti. Abim çekti gitti. Herkes gitti. Biz Şilan' la kaldık. . " Yemin ederim başka çarem yoktu. " dedi. " Olan oldu. Allah mesut etsin. " dedim. Neye yarardı ki bundan sonra sözleri? Abimde evlenilecek adam değildi aslında. Yine de mutluluk diledim. Salak mıyım? Değilim elbette. Bu saatten sonra onlara kızmak için boşa enerji harcamayacak kadar akıllıyım. Bağırsam çağırsam neye yarar? Biri çıkıp bu kızı harcamışlar onun suçu ne mi diyecek sanki? Kız istemiyor berdeli kaldıralım mı diyecekler? Boş yere harcayamam enerjimi. İhtiyacım olacak. Herkes sevdiğiyle evlenmek ister ama benim böyle bir şansım kalmadı artık. Peki evlendiğini sevmek? Bu da benim için pek mümkün görünmüyor. Evlendiğini sevmek şanstır aslında ama sanırım ben o kadar şanslı değilim. Yok mu bunun örnekleri? Var aslında. Sevdiğiyle evlenemediğine şükredenler, evlendiği kişiyi çok sevenler gördüm görmedim diyemem ama bence bunun ilk şartı düzgün iletişim ve bizim düzgün bir iletişim kuramayacağımız daha ilk cümlelerimizden belli oldu. O bana düşman. Benimde ona bayıldığım söylenemez. Biri geldi. Odama geçmemi söyledi. Odam. Benim odam. Benim odam geride kaldı. Diyemedim. Kına gecesine gerek duymadılar. Kına. Kına neden yakılır? Kurbana kına yakılır. Hayvanın Allah 'a adandığını ve kurban edileceğini simgeler. Kına, bu hayvanın kutsallığını ve kurban olarak seçildiğini vurgular. Askerlere, vatan için fedakârlık yapmaya ve gerektiğinde canlarını vermeye hazır olduklarını simgelemek için kına yakarlar. Kına, askerin vatanına adandığını ve bir nevi “kurban” gibi kutsal bir göreve gönderildiğini gösterir. Vatana kurban olsun denir. Bir de gelinlere kına yakılır. Bu ritüel, gelinin yeni ailesine, eşine ve evliliğe adanmasını simgeler. Yani bir nevi gelin damada kurban edilir de denebilir. Tabii bu durum eşe göre değişir ama benim durumumda kınaya bile gerek yoktu. Ben kesin kurbandım. Herkeste bunun farkındaydı. Kına gecesine gerek duyulmadı. Zaten düğün bile yapılmazdı ya Ağa düğünsüz kız almış olmasın, ağır misafirleri çağırılsın diye yapılacaktı. Hakkari' nin yüksek dağlarının arasında, köyümde düğün günleri aslında keyifle karşılanır. Yine öyle olmuştu. Köy, bu özel gün için sabahın erken saatlerinden itibaren bir hazırlık telaşı içindeydi. Hava, dağların arasında sessizce yükselen güneş ışınlarıyla aydınlanırken, köyün tüm sakinleri düğün için hazırlıklara başlamıştı. Sabahın erken saatlerinde köyün genel atmosferi, hem heyecan hem de yoğun bir hareketlilik ile doluydu. Her şeye rağmen. Çünkü bu köyde eğlenmek ve dinlenmek için zaman bulmak pek kolay değil. Çok çalışıyor ve çok yoruluyorduk. Düğünler olmasa kimsenin eğlenceye vakit ayırmak aklına gelmezdi. Köydeki evlerin dış cepheleri, rengarenk ipliklerle ve geleneksel motiflerle süslenmişti. Bu süslemeler, düğünün ne kadar önemli olduğunu ve köyün bu özel güne olan katkısını simgeliyordu. Geleneksel Türk dokumacılığının izlerini taşıyan işlemeler, renkli kumaşlardan yapılan bantlar ve çiçeklerle köyün her köşesi güzelleştirilirdi. Düğün hazırlıkları, köy halkının ortak katkısıyla yapılıyordu. Köyün kadınları, mutfakta yoğun bir şekilde çalışırken, erkekler düğün alanını düzenler ve müzik ekipmanlarını kurarlardı. Mutfakta, köyün geleneksel yemekleri özenle hazırlanıyordu. Genellikle geniş ve uzun masalar hazırlanır; masalar, köyün ünlü yemekleriyle donatılırdı. Et yemekleri, özellikle köfteler, kebaplar, pilavlar ve çeşitli mezeler, bu sofra zenginliğini oluşturuyordu. Ayrıca, taze ekmekler, köy yoğurdu ve tatlılar, sofranın vazgeçilmez parçalarındandı. Yiyecekler, büyük kazanlarda pişirilir ve misafirlere sunulmak üzere dikkatlice düzenlenirdi. Niye böyle anlatıyorum çünkü ben bunları şu an göremiyorum. Sadece ezbere biliyorum. Gelin ve damat, düğün günü için özel olarak hazırlanmış kıyafetler giyerdi normalde. Gelin, genellikle renkli ve işlemeli bir elbise giyerdi. Bu elbiseler, geleneksel motiflerle süslenmiş olup, köyün kültürel zenginliklerini yansıtırdı. Gelinin başında, parıltılı bir baş örtüsü ve ince işlenmiş bir taç bulunurdu.. Damat ise geleneksel Hakkari kıyafetleriyle şık bir şekilde hazırlanmış olurdu; üzerindeki yelek ve bol paçalı pantolon, köyün kültürel mirasını yansıtırdı ama anladığım kadarıyla ağa modern görünmek istediği için gelinlik damatlık tercih etmişti. Benim seçim şansım yoktu zaten. Düğün alanımız, köyün merkezinde olan büyük bir açık alandır. Bu alana, ahşap direklerle desteklenmiş geniş bir tente kurulmuştur şimdi. Tente, köyün geleneksel renkleriyle bezenmiş örtülerle kaplanmıştır. Tentenin altına, uzun masalar ve sandalyeler yerleştirilmiş. Masalar, köyün geleneksel örtüleriyle örtülerek ve üzerine çeşitli yiyecekler yerleştirilmiştir..Ayrıca, çiçeklerle süslenmiş dekoratif detaylar da bu alana estetik bir hava katar. Bunları sevinçle hayal etmek isterdim ama kısmet olmadı. Düğün gününün ilerleyen saatlerinde, köy halkı düğün alanında toplanmaya başlar. Davetliler, düğün için özenle giyinmiş olarak gelin ve damadın etrafında toplandıklarında, köyün atmosferi iyice coşkulu bir hal alır. Gelin ve damat, düğün alanına geldiklerinde, köy halkı tarafından büyük bir coşkuyla karşılanır. Damat, arkadaşlarının eşliğinde köyün içine doğru yürürken, geleneksel müzik eşliğinde köyün ritmini hissetmek mümkündür. Bu yürüyüş, düğün heyecanını artıran ve topluluğu bir araya getiren bir gelenektir. Düğün sırasında, müzik ve dans etkinlikleri başlar. Düğün alanında, geleneksel zurna ve davul ekipleri bulunur. Zurna, köyün melodik ritimlerini ve enerjisini yansıtırken, davul ise ritmin gücünü ve coşkusunu artırır. Düğün başladığında, köyün yaşlılarından en deneyimli müzisyenler, çeşitli melodiler ve şarkılar çalarak ortamı daha da hareketlendirir. Düğün müziği, köyün geleneksel halk müziğiyle zenginleşir ve davetliler, dans ederek bu müziğin tadını çıkarırlar. Bunlar normal bir evlilik yapmış olsam olacaklardı. Bende ne oldu? Biri geldi. Saçıma bir şeyler yaptı. Gelinliğimi düzeltti. Evden çıktım. Yürüye yürüye düğün alanına gittim. Mirza alanın girişindeydi. Onun yanında durdum. Yüzüme Bike bakmadan bize hazırlanan masaya yürüdü. Bende peşinden yürüdüm. Oturduk. Gelin ve damat, düğün sırasında çeşitli geleneksel ritüellere tabi tutuluyordu. Bu ritüeller, köyün kültürel mirasını yansıtır ve çiftin geleceği için bereket ve huzur getirmesi amacıyla yapılırdı. Bize de yaptılar. Düğün boyunca, köyün yaşlıları tarafından çeşitli dualar okundu ve özel gelenekler uygulandı. Bu ritüeller, hem çiftin hem de topluluğun manevi huzurunu artırmayı amaçlıyordu ama işte bana huzur getirmesi mümkün değildi. Gözüm yan masada oturan Şilan ve abime takıldı. Şilan abime bakıp bakıp gülümsüyordu. Belli ki kuaföre gitmişti. Mutluydu. Takı töreni başladı. Önce altın bir tac taktılar. Son derece gösterişliydi. Büyük ve gösterişli küpeler taktılar. Bu küpeler, uzun ve sarkan detaylar içeriyordu. Küpelerin üzerindeki değerli taşlar ve zarif işçilik, düğün sahibinin zevkini ve zenginliğini gösterirdi. Değerli taşlarla süslenmiş büyük bir kolye taktılar. Bilezikler taktılar ama saymadım. Büyük ve dikkat çekici bir taşı olan bir yüzük taktılar. Kemer ve zincir taktılar. Bunlar sadece damadın ailesinin taktıklarıydı. Babamda Şilan' a kemer, tac ve bir kaç bilezik takmıştı. Kimbilir ne kadar borca girmişti ama boynunu eğdirmedi gelininin gücü yettiğince. Bana da kalın bir bilezik taktı. Elini öperken " Kusura bakma kızım. " diye fısıldadı. Elinden bu kadar gelmişti. Önemli değildi. Altınlar umrumda bile değildi. Hiçbiri benim gibi hissetmiyordum zaten. Ağa gösteriş için taktı. Konuklar ise Ağa' ya yağcılık olsun diye takacaktı. Takı töreni çok uzun sürdü. Taşıyamaz oldum. Yıkılacaktım artık ama hala takıyorlardı. Şilan' da bana takılanın yarısı kadar bile takı yoktu. Umrunda da değildi. Mutluydu. Abim doğru seçim mi bilmiyordum ama mutluydu. Gecenin ilerleyen saatlerinde, köy halkı yemeklerin tadını çıkarırken, geleneksel danslar ve oyunlar devam ediyordu. Ben kalkmadım ama Şilan epey oynadı. Bir ara Şilan yanıma geldi. Özür diledi. Sarıldı. Mutluluklar diledim. O sırada annem geldi. Ona sarıldım. " Kızım. " dedi. Sustu. " Anne. Yatağımın altında biraz para vardı. Bir işe yaramaz ama belki lazım olur. Babamın verdiklerini biriktirmiştim. " dedim. Şilan elimi tuttu. " Endişen olmasın. Bu kadar takı var. Zorda kalmayız. Bunlar hepimizin. " dedi kollarındakini göstererek. Bizim burda gelinden takı alınmaz, istenmezdi ama Şilan için önemli değildi anlaşılan. O sadece sevdiğine kavuşmak istemişti. Üzerimden bir yük kalktı. Kaynanam yanıma geldi. " Kalk azıcık oyna. Zorla evleniyor gibi davranma. " dedi. Annem üzülmesin diye bir şey demedim. Biraz halay çektik Şilan ile yan yana. Yanımda Mirza vardı. Elimi tutmaktan rahatsız gibiydi. Bende rahatsızdım. Düğünün sonlarına doğru, köy halkı topluca halay çekti. Eğlence, geç saatlere kadar devam etti. Düğün sonunda, gelin ve damat, köy halkı tarafından dualar ve iyi dileklerle uğurlanıyordu. Babamın elini öptüm. Annemin elini öptüm. Annem sarılacağı sırada bir el kolumdan tutup sertçe çekti ve Mirza' yı gördüm. " Yürü! " dedi. Anneme baktım. Annem bana baktı. Karşılıklı gözümüzden birer damla yaş süzüldü. " Aileme veda edeyim. " dedim. " Evden çıkmadan etseydin. Yürü. " dedi. Yürüdüm. Artık ailemle görüşmeme izin vermeyeceği belliydi. Babam çaresiz baktı. Hiçbir şey diyemedi. O berdeli ilk kabul ettiği anda beni kurban verdiğini biliyordu. Ben artık onun boğazında ömür boyu yutkunamayacağı ateşten bir demir leblebi olarak kalacaktım. İçi yanıyordu ama sesi çıkmıyordu. Berdeli bozacak bir şey yaparak iki cana sebep olamazdı. İkiye bir kalmaktan başka suçum yoktu benim. İki cana karşılık feda edilmiş tek bir candım ben. Yürürken bir an durup arkama baktım. Şilan annemin koluna girmişti. Annem zor ayakta duruyordu. Şimdi gitmem gerekiyordu. Gün doğmadan yetiştirmek zorunda olduğum bir çarşaf vardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD