GÜÇLÜ YAŞA

2921 Words
"Neden?" diye sormaktan, her sorduğum nedene bir bahane bulmaktan, her sığındığım bahanenin sonunda hayallerimin altında kalmaktan kalbim öyle yorgundu ki öfkelenmeyi bir kenara bırakın artık ağlamaya bile gücü yoktu. İnsan bedeni her aldığı darbede daha güçlü bir şekilde ayağa kalkarmış ama benim kalbim öylesine büyük bir darbe almıştı ki ve öylesine acı dolu kanıyordu ki nefes almanın bile zarar vereceğini düşünüyordum. Her şeyde  “Ben sana demedim mi?” diyen aklım bile gözleri dolmuş bir şekilde kanayan kalbime bakıyordu. O mantık abidesi aklım bile ‘ben sana demedim mi?’ diye haykırmaya korkuyordu. Daha 28 yaşındaydı benim kalbim. Daha ne kadar çok güzellik için atacaktı ama aldığı darbe ile neredeyse 90 yaşındaymış gibi hissediyordum. Kalp krizi geçirmiş yaşlı bir kalbin acısını hissediyordum. Tam ortasından almıştı yarasını, öyle kıyısından köşesinden değil tam ortasından. Öyle sıradan birinden de değil üstelik. En sevdiğinden, en çok güvendiğinden. Zaten insanlar hep en güvendiklerinden almaz mıydı en ölümcül yaraları? Onu en çok sevdiğini söyleyen ölüme terk etmez miydi? Toparlamaya çalışmanın, ayağa kalkmak istemenin bir anlamı yoktu. Zaten nefes aldığı her saniye daha derine iniyordu kalbimdeki hançer. Çıkması imkansızdı. O hançer kalbinin tam ortasında Azrail misali nefesini keserken bile tek bir sorunun cevabını merak ediyorsun. Oda “Nerede hata yaptım?” Bir sürü cevabı vardı. Ama en belirgin cevabı ise yanlış insana güvenmekti. Ben sevdim, her şeyden çok sevdim üstelik. Her şeyden çok nasıl olur diye sormayın, her şeyden çok işte... Kendimden, hayallerimden, kalbimden, gururumdan çok sevdim. Karşılığında ne mi aldım? İşte buna önce kahkahalar atar sonrasında yüzleştiğim koskoca bir hayal kırıklığına kazandığı zafer için tebriklerimi sunarım. Bir insanın en büyük yıkımıdır kalbinin hayal kırıklığı. En acısı da bunca zaman senin hayatını adadığın adam için sadece bir hizmetçi, evini bekleyen bir bekçi rolünde olmak. Yaşadıklarının tamamının yalan olduğunu düşünmek, hiçbir şeyin gerçek olmadığını hissetmek berbat bir şeymiş onu daha net anladım. Ne acıdır ki bunu yaşayan tek kadın değildim. Aslında anlayamadığımda buydu. Bunu bir kadına başka bir kadının yapabilmesiydi. Nasıl oluyordu da bir kadın başka bir kadının yıkılmasına sebep olacak en büyük ihanette kullanılan olmayı tercih ederdi? Bir kadının gururu, duyguları, kalbi her şeyden daha değerlidir. Kimsenin zarar vermesine izin vermezdi. Vermemesi de gerekiyordu. Bir adamın evli olduğunu, onu bekleyen bir kalbin olduğunu bilerek bu iğrençliğin tamda ortasında nasıl bulunabilirdi? Bu iğrençlikte kendine başrolü nasıl yakıştırabilirdi? Bu hayatımın sonuna kadar hiçbir zaman anlayamayacağımdan emindim. Beni anlık saran uykunun kollarına kendimi vermeye birkaç saat için bile olsa uykuya dalıp bu gecenin ağırlığından kurtulmak istiyordum fakat çantamın içindeki telefona sayısız gelen mesajlar artık delirmeme neden olacak boyuta gelmişti. Bir türlü son bulmayan mesajların bu saatte kimden geldiğini tahmin etmek hiç ama hiç zor değildi. Başka zaman olsa bu kadar mesaja şarjı bitecek olan telefonumun bugün ısrarla tam dolu çekmesine de ayrı sinir olmuştum. Aslında sinirim daha çok onca yaptığına rağmen pişmanlık, aşk, hata kelimelerini sanki içimde daha çok yangına neden olmuyormuşçasına düşünmeden yazmasınaydı. Ne kadar basit ne kadar zavallı geliyordu bana şu anda her hareketi. İnsan böylesi bir pişmanlık hissedeceği yanlışı neden yapardı ki? Birini kaybedeceğini bildiğin, hatta buna emin olduğun bir hatayı çekinmeden yapabiliyorsan, kaybettiğin kişi için yalvarmayacaksın. Çünkü sen bu sonucun geleceğini zaten biliyordun. Yattığım koltukta derin bir nefes aldım ve sesli bir şekilde vererek kanıma kadar işleyen öfke ile kalktım. Üzüntü bedenimi o kadar güçsüz bırakmıştı ki başımın dönmesi ile sendeledim. Birkaç saniye kendimi toparlamak adına ayakta duraksadım ve ardından, eve geldiğimde yere bıraktığım çantamın içinden telefonumu aldım. Ekran kilidini açtığımda neredeyse yüze yaklaşmış olan mesajların hiçbirini okumadan direk sildim. Bu saçmalıkları okumak ve dinmeyen öfkemi daha da arttırmak istemiyordum. Mesajları silmiş olmama rağmen hala geliyor olması engellemeye çalıştığım çığlıklarımı zora soktuğundan telefonu kapattım. Bir insan nasıl oluyordu da bu kadar utanmaz olabiliyordu? Peki ya böyle bir yüzü olan adamı ben nasıl fark edememiştim? Nasıl ona körü körüne inanmış ve beni bu kadar kandırmasına izin vermiştim? Ben nasıl bu kadar salak, saf, aptal olabilmiştim? Bu gecenin uykuya teslim olmasına gerçekten olanak yoktu. Sıcak bir yaz günü ve içim bunalmaktan şişmişti. Avazım çıktığı kadar bağırmak haykırmak istiyordum. İçimde şişen büyüyen ve patlamadan beni rahat bırakmayacak olan bu öfkeye artık beni rahat bırakması için yalvarmak dahi istiyordum. Fakat böyle gecelerde içinde oluşan bu boşluk insafsızca saldırırdı insana. Durmayı, sana nefes aldırmayı asla kabul etmezdi. İçine çöken karanlık seni sanki daha ne kadar derine çekebileceğini test dercesine var gücü ile çekerdi seni karanlığa. Işık bulmak bir nefes almak zor gelir bedenine gözümden süzülen yaşa anlam veremiyordum. Hala onun için mi yoksa bu duruma mı akıyorlardı bilmiyorum. Bildiğim sadece ben çınar ağacı sandığım bir söğüde yaslanmıştım. Oda ilk rüzgârda yıkılmıştı. Annem bir zamanlar “İki çeşit ağaç vardır. Biri ihtişamı, görünüşü ve mükemmel büyüsü ile söğüt ağacıdır. Bir diğeri de kalın gövdesi, kökleri ve büyüklüğü ile çınar ağacıdır. Söğüt bir rüzgâr estiğinde dallarını kırar, yapraklarını döker. Gövdesini içini kurtların yemesine izin verir. Çınar ise nice fırtınalara, nice kurt börtü böceğe demir gibi kafa tutar. Onun için kalbini vereceksen yılların ardından bir çıkar olacak kalbe ver. Karşına çıkan söğüt ağacı kendini koruyamaz seni nasıl korusun” derdi. Serkan tam bir söğüt ağacı gibiydi. Gösterişli ama içi boş.  Derin bir nefes aldım ve evimin o serin rahatlatan yaz rüzgârını çeken balkonuna çıktım. Sokak sessizdi ve tüm İstanbul uyuyordu. Şu koskoca şehirde hatta bu koskoca dünyada ne kadar yalnız olduğumu bir kez daha anlamış oldum. İçimdeki acı öylesine büyüktü ki bu acıyı paylaşabileceğim herhangi birinin olmaması daha da büyük bir acıydı. Bir ailem yoktu. Normalde kadınlar böyle bir ihanet ile karşılaştığında babasının evine gider ve olan biten ne varsa ailesine anlatırdı. Tamam, bazı sorumsuz aileler kızlarına farklı davranmasını yuvasını yıkmamasını söylerdi. Hatta buna mecbur bırakırdı. Ama benim ailem öyle bir şey yapmazdı. Böyle dimdik arkamda durur, yıkılmamam için ne gerekiyorsa yaparlardı. Hele ki Kaan abimi kimse tutamaz, Serkan’ın eceli olurdu. Gözlerimi kapadım ve yanağımdan süzülen yaşa aldırmadan göğe doğru fısıldadım. “Neden yanımda değilsiniz? Ya da ben niye yanınızda değilim?” diye sordum. Bunun cevabını bulamayacağım kesindi. Bildiğim tek şey vardı oda bu koskoca dünyada her türlü acıda, hüzünde, mutlukta bir başımaydım. Karşıma çıkan her engeli tek başıma aşmak, her acıyı tek başıma yaşamak ve her mutluluğumda tek başıma gülmek zorundaydım. Oysaki ne mutlu ne şanslı olduğuma inanmıştım hayatıma girdiğinde. Beni ben olduğum için seven, kendinden önce beni düşünen biri olduğuna. Karşıma çıkıp beni sevdiği için bir ailem olduğu için nasıl mutluydum benim eşim olduğu için. benim hayatımda olduğu için, düşününce bunların da bir yalan olduğunu anlamak acıma katlanılması daha zor bir acı katıyordu… ………………….  Sabahın ilk ışıkları gökyüzünü aydınlatırken, güneşin doğuşunda yaydığı kırmızılık harika bir görüntü sergiliyordu. Gökyüzü kıpkırmızı oluyor ve güneş dünyayı karanlıktan çekip alıyordu. O güneş doğarken sen yaşamak için bir umut arıyordun. O güneş sana diyordu aslında ‘Ben senin karanlığını aydınlattım. Kimse yoksa bile Rabbin var unutma’ bunu anlamak çok da zor değildi. Geceden sabaha gram uyumamıştım. Hala balkondaki sandalyemde oturuyordum. Gözlerim yanıyordu ve bedenim yıkılmak üzereydi. Onca yılımı ortaya koydum. Serkan ile yaşadığım her ne varsa düşündüm ve düzeltebileceğim hiçbir şey olmadığına karar verdim. Ben bu adamı sevdim. Ona sevgimi, güvenimi, aşkımı sadakatimi verdim. O ise ona sunduklarımın kıymetini bilemedi. Onunla eskisi gibi olmam, ona güvenmem ve ona bir ömür sunmam imkânsızdı. Benim aşkımı, sadakatimi, benim için değerli olan her ne varsa hak etmiyordu. Ben bu adamdan çocuk yapıp bir aile olamazdım. Serkan Aslan’dan kocada babada olmazdı. Artık Hazal Aslan olmaya devam edemezdim. Oturduğum sandalyeden kalktım ve elime aldığım telefonumu açtım. Birkaç saniye içinde ekrana düşen binlerce mesajı yine görmezden gelerek dün akşam çektiğim fotoğrafa baktım. Kadının fotoğrafını iyice yakınlaştırdım ve gözlerimi kısıp baktım. İnsanları küçümsemek hiçbir zaman hak gördüğüm bir şey değildi ama Serkan’ın yanındaki kadının öyle âşık olunacak bir yanı yoktu. Basit giyinimli estetik yumağı, makyaj budalası bir tipe beziyordu. Hani şu tek gecelik ilişki modellerine benziyordu. Bu ve bunun gibi kaç kadın ile paylaşmıştım kim bilir onu… Bunu görmezden gelir kaldığı yerden devam etmeye kalkarsam yine yapardı. Artık bu adamı sevebileceğime de inanmıyordum. Onun için yapılması gereken tek şey vardı. Oda hayatıma girdiği gibi olmasa da bir çırpıda çıkıp gitmesiydi. Telefonu bir kenara bıraktım. Elimi yüzümü yıkamak için banyoya gittim. Yanımda getirdiğim kıyafetlerden çıkardım. Saçlarımı toplamak için aynanın önüne gittiğim esnada kırılacakmış gibi çalan kapım ile yerimde sıçradım. Kapının ardındaki hayvanın kim olduğunu tahmin etmek hiç ama hiç zor değildi. Elimdeki tokayı yere fırlattım ve kanımı bile fokur fokur kaynatan öfkemi yanıma alarak neredeyse kırılmak üzere olan kapıyı sert bir şekilde açtım ve “Ne var!” diye bağırdım. Tepkim karşısında donup kalan Serkan şaşkın bakışlarla bana bakarken, “Ne istiyorsun benden!” diye bağırarak sordum. Neden beni merak ediyormuş veya önemsiyormuş gibi davrandığını anlayamıyordum. Aslında bunca şeyi anlamak bile istemiyordum. Onun bu iğrenç yalancı pişmanlık dolu yüzünü görmek istemiyordum. Birkaç saniyelik zamanın ardından kendini toparlayan Serkan bana endişeli çıkardığı bir ses tonunda, “O kadar mesaj attım hiçbirini okumadın sana bir şey oldu sandım.” Dediğinde resmen öfkenden dişlerimi sıkmak zorunda kaldım. Kendimi kontrol edemeyerek Serkan’ın göğsüne yerleştirdiğim ellerim ile onu iterek “Bana bir şey oldu Serkan! Lanet olsun ki bana bir şey oldu!” diye bağırdım. Bana acı çeken bakışlar göndermesine dayanamıyordum. Onca şeyi yaparken beni zerre düşünmeyen bu adamın beni kaybetmekten korktuğunu göstermeye çalışmasına katlanmakta zorluk çekiyordum. Sanki onun için bir anlamım varmış gibi davranmasına katlanamıyordum. Sergilediği görüntü ile daha ve daha artan öfkemle “Seni bir başka kadına gülerken, sarılırken, öperken gördüm. Ben seni aklımdan birçok endişe ile evimizde beklerken senin başka kollarda kaybolmanı seyrettim.” Diye bağırdım ve dolan boğazımı yuttuğum kelimeleri önemsemeden “İşte o an bana bir şey oldu!” dedikten sonra dibine kadar gidip gözlerine baktım. Daha kısık çıkan sesimle “Ne olduğunu sormayacak mısın?” diye sordum. Serkan önce tekleyen sesi ile kekeledi ve ardından “Ne oldu?” diye sorduğun da kahkaha atarak “Aslında seni çok da önemsemediğimi anladım. Aslında ne kadar yanında kalmak için kendimi zorladığımı anladım. Ben seninle kalbimi paylaştığımı sanırken aslında ne kadar zavallı olduğumu anladım. Hayatına geri dön ve hayatımdan uzak dur. Bitti anlıyor musun? BİTTİ!” diye bağırdım. Bunu anlaması için ne söylemem gerekiyordu başka bilmiyorum ama bitmişti. Bu evlilik, bu aşk, bu birliktelik her ne ise aramızda olan artık bitmişti. Serkan panikle kolumu kavrayıp, “Bunu bize yapma lütfen” diye fısıldadığında şaşkınlıkla kocaman olmuş bakışlarım ile kolumu o iğrenç elinden kurtarıp, “Bunu bize yapmayayım mı? Psikolojini sürtüklerin kollarında düzeltmeye çalışan sensin. O zamanlar nasıl unuttuysan şimdide öyle unut. Seni hayatımda istemiyorum. Bana daha fazla zorluk çıkarma ve bir daha da buraya gelme! Seni bir daha burada görürsem kapımdan almaları için polisi arayacağımdan emin olabilirsin. Defol git şimdi!” diye bağırdım ve Serkan “Hazal” diye adımı söylediği anda kendi kulaklarımı bile çınlatacak tonda “DEFOL GİT BURADAN!” diye bağırdım ve kapıyı suratına kapattım. Ellerim hatta tüm bedenim titreme nöbetine girmişçesine titriyordu. Nefes almak gerçekten zordu ve var gücü ile titreyen bedenime rağmen mutfağa doğru yürüdüm. Sakinleşmek için bir bardak su içtim. Bir aç saniye orada durdum. Beklemenin ve bu durumu daha fazla uzatmanın bir anlamı yoktu. Banyoya geçtim ve yere attığım tokamı alıp yarım bıraktığım saçlarımı topladım. Ardından yapmam gereken işi halletmek için evden çıktım… ……….. Yaklaşık bir saat içinde kapısında durduğum avukatlık bürosuna derin bir nefes alarak girdim. Buraya beni patronum yönlendirmişti. İşinin en iyisi avukatların olduğunu ve bana yardımcı olacaklarını söylemişti. Bana da işi uzatmadan tek çırpıda halledecek bir avukat lazımdı. Ve buradaydım. Beni yüzünde bir gülümseme ile karşılayan danışmadaki kıza “Bir avukata ihtiyacım var” dedim. Kız değişmeyen ve yine gülümseyen bir suratla “Dava konusu nedir ona göre yönlendireyim” dediğinde ise net bir sesle “Kocamı boşuyorum. Bunu en hızlı yapabilecek olan avukatınızı istiyorum. Beni buraya Ahmet Bey gönderdi.” diyerek karşılık verdim. Kız ciddiyetim karşısında yutkunarak telefonu eline aldı ve bir arama yaptı. Birkaç saniyelik konuşmanın ardından “İsminizi öğrenebilir miyim?” diye sordu. Ben sabırsız bir ses tonu ile  “Hazal” diye adımı söyledim. Soyadımı söyleme gereksinimi duymadım. Kız verdiğim cevaba karşılık yarım tebessüm eşliğinde “Sizi bu tarafa alalım Hazal Hanım” dedi ve üzerinde nasıl durabildiğini kesinlikle anlam veremediğim topuklu ayakkabıları eşliğinde yürümeye başladığında hızlı adımlarla onu takip ettim. Kısa bir koridorun başında bulunan geniş büyük ve gösterişli koyu kahve ahşap bir kapının önünde durdu. Kapıyı çaldığında bende birkaç saniye duraksadım. İçeriden gelen sese karşılık kapıyı açan kızın arkasından bende adımlarımı attım. Kapısı kadar içi de ihtişamlı olan odada gözlerimi gezdirdim. Kocaman bir masa vardı ve odanın içi ferahlatıcı bir aydınlığa sahipti. Masaya doğru yürürken masanın hemen önünde duran ve gitmek için avukat olduğunu düşündüğüm adamın elini sıkan adama arkasından baktım. İri ve kaslı vücudunu saran takım elbisesinin her yerinden zenginlik akıyordu. Gerçi bu odanın her yerinden zenginlik akıyordu. Avukat adama “Tamam, abi bu dava ile ben ilgilenirim. Bugün vaktim kalırsa biraz araştırma yaparım ve akşama evde konuşuruz. Ufaklığa selam söyle bu akşam için hazırlansın onu perişan edeceğim” dediğinde adam kahkaha attı ve “Her seferinde bunu söyleyip evden ağlayarak gidenin sen olduğunu hatırlatmaktan yoruldum.” Dediğinde sesin tanıdıklığı karşısında neredeyse yutkundum. Hatta tüm bedenimi saran acıya derin bir nefes alarak engel olmaya çabaladım. Adam ise yüzünü dönüp benimle saniyelik göz temasında bulunduğunda tüm bu irademi yerle bir etti. Güneş tam anlamıyla yüzüne vuran adamın gözlerinin rengini bal sarısına çalmıştı. Bakışları bakışlarımda birkaç saniye oyalandıktan sonra kaşları çatıldı. Zihnimin derinliklerinden gelen görüntü tam yüzüne oturdu. İnce ama güçlü yüzü başında sarı bareti ile beni 48 saat sonra 6 katlı bir binanın enkazında bulan o çocuk olduğunu anlamam saniyelerimi bile almamıştı. Ben değişmiştim. Boyum yüz hatlarım, saçlarım ama o aynıydı. Sadece o zamanların aksine daha kaslı ve olgun bir yüze sahip olmuştu. Hala beni nereden anımsadığını hatırlamaya çalışan bu hayatımı borçlu olduğum adama minnetle gülümseyerek, “Demir Bey değil mi?” Diye sordum. Adam iyice kaşlarını çattı ve ben elimi ona uzatarak, “1999 yılı Gölcük depreminde 48 saatin ardından beni 6 katlı bir enkazın altından çıkarmıştınız” dediğimde gözleri bir anda şaşkınlıkla kocaman oldu. Bu denli bir karşılaşmayı eminim oda benim kadar hayret ile karşılamıştı. Aynı hızla “Güçlü kız Hazal” diyerek elimi sıktı ve karşımızdaki avukat bile şaşkın sesi ile “Yok, artık” diye mırıldandığında adının Demir olduğunu bildiğim adam avucunun içinde tuttuğu elimi bırakmadan “Eve geldiğimde bahsettiğim güçlü kız” dediğinde gülümsemeden kendimi alamadım. Şu anda karşısında o günkü kadar güçlü bir kalbe sahip olabilmeyi o kadar çok isterdim ki, Ardından elimi avucundan çekip, “Şimdilerde o kadar güçlü olmasam da evet o benim” dediğimde gülümsemesi yerini hüzne bıraktı ve ben “O zaman teşekkür edemeyecek kadar şoktaydım. Size hayatımı borçluyum o gün beni bulduğunuz için, beni o dipsiz enkazdan çıkardığınız için teşekkür ederim.” Dediğimde gözlerine yerleşen hüzün ile o ana geri gittiğini anlamıştım. Çok zor bir zamandı. Hem hiçbir şeyi olmayanlar hem de her şeyini kaybedenler için… Bakışlarındaki acıya karşılık yutkundu ve “Teşekkür edilecek bir şey değildi. O gün orada kim varsa yaptığımı yapıyordu. O gün o binadan 20’ye yakın yaralı çıkardık. Artık umudumuz bitmişti. “Dediğinde gözlerine dolan bakışlarla baktım. O yirmi kişiden sadece birinin ailemden olması için neler vermezdim diye düşündüm ve bunu düşünmekle kalmayıp,  “O 20 kişiden bir tanesinin ailemden olmasını çok isterdim” dediğimde boğazımın düğümlendiğini hissettim. Şu anda tanda şu dakika bu yıkıcı günlerimde bir tanesinin bile yanımda olmasını için neler feda edebileceğimi anlık olsa da düşündüm. Sanırım bana ait ne varsa verebilirdim. Hem de gözüm kapalı bir şekilde. Gözyaşlarım yanaklarımı kontrolsüzce ıslatmaya başladığında Demir Bey sadece “Hiçbiri kurtulamadı mı?” diye sordu. Ben sadece başımı sağa sola sallamak ile yetindim. Ardından yutkundum gözlerimi sildim ve derin bir nefes alarak kendimi toparladığımda “Sadece tek bir gecede 45 saniye içinde bu dünyada bir başıma kaldım” dediğimde derin bir nefes alıp acıyla verdi. Odanın her alanına hüzün çöktü ve iyice sessizleşti. Sanki her kez o zamana geri dönmüş ve dipsiz bir karanlığın içine hapsolmuştu. Birkaç saniyenin ardından “Üzgünüm” dedi ve ben acımı saklamak adına gülümsedim. Her ne kadar gülümsemem umutsuz olsa da  “Ama abimi bulamadılar. Hiçbir yerde yoktu. Ne gittiği kafenin enkazında ne de evin enkazında yoktu. Depremde ölenlerin listesinde de adı yoktu. Ölüsü olmayanın yaşıyor olma ihtimaline tutunmak ayakta kalmak için yardımcı oluyor” dediğimde gözlerine kadar ulaşan destek verici gülümsemesi eşliğinde “Ayakta kalmak için inandıklarından vazgeçmemek her zaman iyidir.” Dedi ve daha net çıkan sesi eşliğinde “Sen hala o enkazın altındaki güçlü kızsın. Ne olursa olsun bu gücünü kaybetme, kaybetme ki o gün hayatta kalmanın bir anlamı olsun. O gün sana yıkıl, ya da harca diye bahşedilmedi bu hayat. Yaşa diye verildi. Onun için güçlü yaşa” dedikten sonra ben ona bakarken o arkamda duran avukata “Akşama görüşürüz” diyerek bana başı ile selam verdi ve tüm ihtişamını da alıp kapıdan çıkıp gitti. Ardından derin bir nefes aldım ve yılların teşekkürünü de üzerimden attığım için yaşadığım huzurun birkaç saniyede olsa keyfini çıkardım. Avukat ardımdan “Evet, Hazal Hanım abim size yıllar önce yardım etmiş, yıllar sonra ben size nasıl yardımcı olabilirim?” diye sorduğunda gülümseyerek karşısındaki koltuğa oturdum ve gözlerine net bir bakış atarak, “Boşanmama yardım edebilirsiniz?” dedim ve kaşları çatılan avukat, “Peki, neden boşanmak istediğinizi öğrenebilir miyim?” diye sorduğunda ise omuzlarım düştü. Gözlerim gücünü kaybetmiş bir şekilde baktı ve anlatmaktan duyacağım acı nedeni ile telefonumu çantamdan çıkardım. Resmi açtım ve telefonu eline bıraktım. Elindeki resme bakan Avukat önce bir yutkundu ardından sert bakışları eşliğinde “Tamamdır. Sizden bilgilerinizi ve vekâletinizi bırakmanızı rica edeceğim. Uzun sürmeyeceğine söz veriyorum” dediğinde ona minnetle gülümsedim. Elini sıkıp çıktım ve ofisin önünde derin bir nefes aldım. Tepemde parlayan güneşe baktım ve aklımda  “O gün sana yıkıl, ya da harca diye bahşedilmedi bu hayat. Yaşa diye verildi. Onun için güçlü yaşa” kelimeleri yankılandı ve gülümsedim. Bugüne kadar güçlü yaşamıştım. Bugünden sonra neden yıkılacaktım ki?  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD