DEMİR SERT

1993 Words
“Lan oğlum harbiden akademi için sınava girecek misin?” diye soran üstelik yıllardır can arkadaşım olan ama hala aldığım karara inanamayan Kaan’a gülümsedim. Beni çok iyi tanıyordu. Aldığım bir karar için kesinlikle geri dönüşüm olmazdı. Akademinin tek hayalim olduğunu biliyordu. Asla ve hiçbir şey için vazgeçmeyeceğim tek hayalimdi. Kaan’la uzun zaman önce tanışmıştım. Şu anda nedenini bile hatırlamadığım ve 5 kişiye karşı tek başıma kavgaya girdiğimde bir anda yanımda belirmesi ile tanışmıştım. Beni tanımadığı halde olayı bilmediği halde benim ile kavgaya girmiş ve kavga sonunda yerde yatanlara bakarak “Haklı mısın bilmiyorum ama tek kişiye karşı 5 kişi adil değildi” diyerek neden kavgada yanımda olduğunu açıklamıştı. O günün ardından iletişimi koparmamış en iyi dostlarımdan olmuştu. Belki de her ikimizin de hedefinin aynı yolda olması birbirimizi çekmemize neden oluyordu. Ben her ne kadar polis olmak için yanıp tutuşsam da o da asker tek hayali olarak görüyordu. Belki de bu denli sıkı oluşan bağımızın kaynağında bu hayallerimiz vardı. Gülümsememin arasından gözlerine bakarak, “Evet gireceğim. Üstelik kazanamamam için bir engelde göremiyorum. Senin sınav ne zaman?” diye planımı açıklayarak ona sorduğumda Kaan, “2 hafta sonra” diyerek cevap verdi. Aylardır hazırlanıyordu. İki hafta sonunda istediğini alması için herhangi bir engelin oluşabileceğini düşünmüyordum bile… Saat 20.00’a kadar benimle kaldı ve bana başarılar dileyerek Gölcük’te olan evine gitmek için Tuzla’da olan evimden ayrıldı. Sanki onu bir daha göremeyeceğimi hissetmiş gibi gitmemesini ve benimle sınava gelmesini teklif etsem bile bana, “Demir Sert sen bu sınavı geçersin. Benim bu akşam daha büyük bir sınavım var. Her konuda kendime güveniyorum ama bu konuda sınavı geçebileceğime inanmıyorum” dediğinde kendimi tutamayarak kahkaha atmıştım. Kaan bir kızı seviyordu. Ona karşı hissettiklerinin büyüklüğünü gözlerinden okuyabiliyordum. Fakat anladığım kadarıyla kız için duyguların yoğunluğu aynı boyutta değildi. Üstelik bu akşam onun doğum günüydü. Kaan kıza açılmayı düşünüyordu. Her ne kadar bu karakter ve tip ile şansa ihtiyacı olmasa da kalben şansının güzel gitmesi için, “Senden iyisini bulamayacağını fark etmesini ve gözlerini açmasını umuyorum” dedim ve birkaç şakalaşmanın ardından gitmesine karşı gelmeden onu yolcu etmiştim.  Gece saat 23.00’a kadar çalışmış, sonra da iyi bir uyku almak adına yatağa girmiştim. Bu gecenin sabahında tüm hayatım değişecek ve tek hayalim olan akademi için ilk adımı geçmiş olacaktım. Derin bir uyku çekip sabaha zinde kalkmam gerekiyordu…. ………. Gözlerimi açtığımda ne olduğunu anlamak için kaşlarımı çattım. İnsanın içini ürküten nereden geldiğine anlam veremediğin korkunç bir ses vardı. Hayatım boyunca çok yüksek seslere şahit olmuştum ama bu denli bir ses ile karşılaşmamıştım. Kimin kulağına gidiyorsa kesinlikle kalbinde bir yerlerde korku tohumları ekiyordu. Sanki bir felaket geliyordu fakat öncesinde haber veriyormuş gibiydi. Zaten saniyeler geçmeden başlayan sallanma nasıl bir felaketin geldiğini de anlamış oldum. Hızla yataktan kalkmak istedim. Yatak öyle delice sallanıyordu ki neredeyse 80 kiloydum. İçinde yattığım yatak ise bir 60 kilo vardı. Sanki dalından kopmuş yaprak misali odanın bir sonuna bir başına geliyordum. Her attığım adımda yatağın içine tekrar çekiliyordum. Ben neredeyse son bir gayretle kendimi yataktan atıp sallantının beni fırlattığı duvarlara çarpa çarpa kendimi sokağa attığımda yalnız olmadığımı anladım. Herkes bağırarak etrafta kaçıyor, binalardan koşarak çıkıyordu. Kalbimin atışını kulaklarımda hissediyordum. Ailemi aradığımda şebekenin kesik olduğunu anlamıştım. Tüm iletişim araçları servis dışıydı. Bir an olduğum yerde durdum ve bunun ne kadar büyük bir deprem olduğunu düşündüm. Burada şu anda bulunduğum yerde bir şey yoktu. Ama hissediyordum. Bu şehrin üzerine ölüm çökmüştü. Bu sallantı birçok canı alıp götürmüştü. Bir sürü kişiyi ölümün acı kollarına atmıştı. O kadar çok insanın acısı vardı ki hissetmemek imkansızdı. Derin bir nefes aldım ve ciğerlerimi dolduran kokusu dolu nefesim neredeyse içimi yakmıştı. Önce yutkundum ve arabama atlayıp hızla İstanbul Maltepe’de olan evime doğru sürmeye başladım. Yakın mesafede olan evimin kapısına geldiğimde herkesin dışarıda bana bakıyor olduğunu gördüğüm anda içimi rahatlatan bir nefes alıp verdim. Annem korkmuş ve ağlamaktan helak olmuş gözlerle bana sarıldı ve ben “Neresi olduğunu bilen var mı?” diye seslendim. Bu bir deprem eve geliş güzergâhımda bir zarar vermemişti ama kesinlikle bir yerleri darmadağın etmiş olmalıydı. Dağhan korkulu ve acı dolu bir sesle “Abi televizyonlar, telefonlar iptal. Nerede olduğunu bilmiyoruz.” Dediğinde bahçede bir bilgi paylaşılana kadar oturduk. Her saniye çok ama çok bunaltıcıydı. Tüm site çardaklardaydı. Herkes bir şekilde bilgi almaya çalışırken, saat 08.00 civarında Dağhan koşarak geldi ve “İzmit, Kocaeli, Gölcük, Yalova, Adapazarı yerle bir olmuş. Çok fazla, çok fazla ölü ve yaralı varmış” dediği anda televizyonun başına koştuk. Söylediği gibiydi. Bir şehir neredeyse yerle bir olmuştu. Koca koca binalar insanlara mezar olmuştu. Ölüm şehrin üzerine çökmüştü resmen. İnsanların çığlıkları, gözyaşları, çırpınışlarını izlerken içimden kopanları kelimelere dökemiyordum bile… Nasıl büyük bir acıydı? Biz televizyondan olanı biteni izlerken kapıdan giren Ahmet Abi ile dikkatim ona kaydı. Ahmet Abi sağlık ekibindendi. Onun için hızlı bir şekilde “Akut ekibi orada Demir sende eğitim almıştın. Tüm sağlıkçılar afet bölgesine gidiyor” dediğinde bir an bile düşünmeden “Bende geliyorum” dedim. Birçok eğitim almıştım. Orada olmayı evde ekran başından acı izlemeye tercih ederdim. Yolculuk boyunca kimse konuşmamıştı. Zaten İzmit sınırına girdiğimiz anda kimsenin konuşmaya kelimesi kalmamıştı. Sadece 4 saat geçmişti. Acı bilanço gözler önüne seriliyordu. Daha 4 saat geçmiş olmasına rağmen ne kadar çok acı vardı sokaklarda. Üzeri beyaz çarşaflarla örtülmüş anneler, babalar, çocuklar vardı. O beyaz örtünün altında yatana sarılmış ağlayan canlar vardı. Kâğıttan evler misali kat kat yıkılmış olan evlerin üzerinde moloz mezarından can kurtarmaya çalışan insanlar vardı. Her yerde ambulans sesleri, çığlıklar feryatlar vardı. Bu araba hızla gölcüğe gidecekti. Ölümün üzerine çöktüğü bu şehirden o kadar çok kişi kaçmaya çalışıyordu ki trafik 45 dakikalık yolu 2 saatte gelmemize sebep olmuştu. Otobüsün camından dışarıyı seyretmek ise ölmekten beterdi. Gördüğünüz her insanın yüzünde korku, acı ve gözyaşı vardı. Ne yaşadığını bile anlayamayan insanların içine çöken büyük bir acı vardı. Otobüs durduğunda yardım alanımızın burası olduğunu anladım ve hızla otobüsten indim. Bizi karşılayan Akut ekibi bölge lideri seri bir şekilde “Sağlık ekibinden olanlar yaralılara ve ambulans görevlilerine yardıma geçsin. Arama kurtarma ekibinde olanlar beni takip etsin.” Dedi ve arkasını dönerek hızla yürümeye başladı. Ardından bir anda durdu ve hızlı bir şekilde bize döndüğünde daralmış bir ses tonunda “Burada acı çok büyük, karşılaşacağınız görüntüler karşısında ayakta durmanız, metanetli olmanız gerekiyor. Korkacak olanlar, bayılacak ağlayacak olanlar işimizi kolaylaştırmaktan çok zorlaştırır” dedi ve kısaca işten anlamayanlar, korkanlar geri dursun demek istedi. ……………….. Tam 48 saattir enkaz tepesinde, karanlık enkaz altında herkesin yardımına ulaşmaya çalışıyorduk. Çığlıklar tükenmiş umutlarımız bitmişti. Ulaştığımız her beden artık bu dünyadan göçüp gitmiş oluyordu. Yıkımın ardından saat 7.00 gibi tüm yardıma koşan insanların donup kaldığı saniyeler vardı. İşe gitmek için kurulan telefonların alarmları çalıyordu. Bu betondan mezarların içindeki insanlar bu saatte işe gitmek için kalkacaktı. Hiçbiri telefonunu kapatamıyordu. Her birimizin gözlerine dolan yaşlar yutkunmamızı sağlamıştı. O anı hayatımın sonuna kadar unutabileceğimi sanmıyordum. O dakikadan itibaren bedenimize yüklenen acı ile daha güçlü çalışmaya başladık. Birçok canlı cansız bedene ulaştık. Her bir nefes bulduğumuzda daha bir umut doldu içimize fakat 48. Saati doldurduğumuz şu dakikalarda zerre umudumuz kalmamıştı. Bulduğumuz her beden çoktan bu hayattan göçüp gitmişti. Bulduğum cansız bedeni enkazdan çıkaracağım esnada kulaklarıma dolan mırıldanma sesi ile duraksadım. Kaşlarımı çatıp daha dikkat kesildiğimde birinin ve hangisi olduğunu anlayamadığım bir şarkı mırıldandığını duydum. Sesin geldiği yön sağ tarafımdı. Biraz eğilip açık kalan kolonların arasından baktığımda iki ayak gördüm ve o ayaklardan birinin parmaklarında hareket fark ettim. 48 saatin geçmesine rağmen burada yaşayan bir mucize vardı. Bedeni dışarıya çekenlere hızla “Biri daha var!” diye bağırdım. Ardından girdiğim aralıktan çıktım ve sesin geldiği tarafa koca duvarın üstüne sert bir balyoz indirdim. Benim gibi üç arkadaş daha vurduğunda açılan aralıktan, “Sesimi duyan var mı?” diye seslendim. Birkaç saniye gelecek olan bir yanıt bekledim ve gelmeyince “Orada bir var mı!” diye bağırdım. En kazın üzerinde tek ses yoktu. Herkes sessizliğe gömülmüş bir şekilde tek kelime bekliyordu ki “Buradayım! Seni duyuyorum” diye seslenen cılız bir ses bize güçlü bir sevinç çığlığı olarak ulaştı. 1 saatlik belki de iki tam olarak hatırlamıyorum ama o karanlık mezardan içeriye girdiğimde hepimizin gücü tükenmişti. Yanına ulaştığımda karamel rengi bakışlarında ne korku vardı ne acı. En fazla 14-15 yaşlarında güzel bir kızdı. Ne sesi titriyor ne de ağlıyordu. Güçlüydü. Hem de çok güçlüydü… ………….. “Efendim geldik” diyerek bana seslenen şoförüm ile daldığım acı anılardan hızla uyandım. Çevreye bakındığımda enkazların olmadığını ve her bir enkazın yerinde başka bir yapının olduğunu gördüm. Derin bir nefes aldım. Arabadan indim ve özel kuvvetlerden bir tanıdık olan Ahmet Abinin geri görevde kaldığı emniyet müdürlüğü binasına adımımı attım. Küçük bir teşkilattı ama önemi de büyüktü. Beni kapıda karşılayan Ahmet abiye sarılarak, “Bunca yıl sonra seni görmek güzel” dedim. Ahmet abi kahkaha atarak, “Ne işin düştüğüne bağlı” diyerek karşılık verdi ve haklılık payına gülümsedim. Buraya gerçekten ona işim düştüğünde geliyordum. Emniyet müdürlüğü olmasına rağmen buradan temin edilecek bilgiler her zaman işe yarardı. Ofisine geçip biraz konuştuktan sonra getirilen çaylarımızın ardından masanın üzerinden bana uzatılan kâğıta ve tam ortasında duran resme bakınca yutkundum. Tam tahmin ettiğim gibi Hazal benden abisini bulmamı istediğinde Hazal’ın nüfus kütüğüne bakmak zorunda kalmıştım. Kaan Kahraman ismi bana hiç yabancı değildi. Benim arkadaşım olan Kaan Kahraman’ın kardeşiydi. Bu kadar güçlü olmasının asıl nedeni genlerden geliyor olmasıydı muhtemelen. Depremden sonrasında hiç görüşmemiştik. Ben onun da öldüğünü düşünmüştüm. Yıllar içinde de kaybolmuştu zihnimden. Ahmet Abi ben resme bakarken, “Bu gencin askeri sınavlara başvuru kaydından başka hiçbir bilgi yok elimizde. 17 Ağustos 1999 yılından bu yana kimliği hiçbir şekilde işlem görmemiş. Ne bir banka kaydı ne bir başvuru, telefon hattı hiçbir yerde kullanılmamış kimlik. Depremde ölüm kaydı da yok. Hastanelere girişi yok. Söylediğin gibi kimsesiz mezarlarda olanların çıkarıldığı enkazların adreslerine baktık. Evi ve olması gereken kefenin çok uzağında… Yani bu çocuğu enkazın altından çıkarmayı unuttularsa tamam ama bu bilgilere göre kayıp demek en doğrusu…” Dedi ve birkaç dakika gözlerime baktıktan sonra, “Başka bir seçenekte var” diyerek devam ettiğinde gözlerime bakışından ne demek istediğini hemen anladım. Ardından elimdeki resmine baktım ve “Askeriyeye girmiş ve askeriye için geçmişi dondurulmadıysa” diye mırıldandım. Askeriyede gizli görevlerde kullanılacak olan askerlerin kimlikleri değişirdi. Emekli olana veya gerçekten ölene kadar gerçek isimlerini kullanmazlardı. Kendi hayatlarından ailelerinden uzakta olur hatta çoğunun ailesi kendilerini ölü bilirdi. Ta ki gerçekten ölene kadar. Bu zorunlu değildi ama bazı görevler için gizlilik esastı. Ahmet Abi ise daha tedirgin çıkan sesi ile “Evlat sen bu genci niye arıyorsun? Belli ki yaşıyorsa da bulunmak istemiyor” dediğinde resimdeki Kaan’ın gözlerine odaklanarak, “Ona ihtiyacı olan biri var” dediğimde Ahmet abi daha net çıkan bir sesle “Bir akrabası mı var?” diye sordu. Ben sadece başımı evet anlamında salladım ve Ahmet abi “Öyleyse böyle adamları ortaya çıkarmanın tek bir yolu var biliyorsun?” dediğinde başımı tekrar evet anlamında salladım ve “Onu araştırmaya başlarsam kesin haberi olur ve kim olduğumu bulmaya çalışır.” Dediğimde oda onayladı. İçimden bir ses araştırmaya karargâhtan başlamam gerektiğini söylüyordu ve özel kuvvetlerden birilerine ulaşmam gerekebilirdi. Mademki bir söz vermiştik tutmamız gerekiyordu. ……………… Almanya “Yüz başım günaydın. Görevdeyken aramamam gerekiyor ama bilmeniz gereken bir şey var?” diye söylenen kişiye “Nedir?” diyerek cevap verdim. Her ne olursa olsun beni aramaması gerekiyordu. Görev değişmesi veya konum değişmesi olmadıysa. O ise daha tedirgin çıkan sesi ile “Gölcük’te sizi araştıran biri tespit edildi. Depremde ölüp ölmediğinizi araştırıyorlar. Tüm kayıtlara bakıp, tüm dokümanları incelemek için gerekli yerlerden izin alındı. Birileri yaşayıp yaşamadığınızı araştırıyor” dediğinde yutkundum. Beni tanıyan herkes ölmüştü. Kim benim hakkımda ne bilmek isteyebilirdi ki diye düşünürken sert bir sesle “Kim?” diye sordum. Hızlı bir şekilde cevap verip kapatması gerekiyordu. Sesi tekleyen ve konuşmakta zorluk çeken kişiye “Zaman kaybı yaratma ve operasyonu tehlikeye atma” dedikten sonra hızlı bir sesle “Eski özel kuvvetlerden Demir Sert” dediğinde yutkundum. Bu ismi duymayalı yıllar olmuştu. Onun da beni unuttuğundan emindim ama ismini duymak canımı yakmıştı. Bunun nedenini öğrenmem gerekiyordu. Neden beni bunca senenin üzerine aradığını. Önceden bir bilgiye ulaşmak istediğini cidden merak etmiştim. Buradaki işim 2 güne bitecekti ve ülkeye döndüğümde bu konu ile ilgilenecektim… Onun için telefonun diğer ucundakine “2 güne görev bitiyor döndüğümde ilgilenirim” dedim ve işime geri odaklandım…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD