“Nişanlıyım ben!” dedi Kübra.
Kendi sesini tanıyamamıştı. Dudakları başkası tarafından hareket ettiriliyordu sanki…
Başı dönüyor, midesi bulanıp duruyor, kendini berbat hissediyordu.
Tuvaletin aralık kapısında dikilmeye devam eden uzun boylu korumayla aynadan bakışmaya devam ediyordu. Adamın yakışıklı olduğu gerçekti. Fakat yakında başkasıyla evlenmesi gerekecekti.
“Henüz değilsin,” diyen adam kapıyı kapatıp üzerine doğru yürümeye başladığında lavaboya tutunup döndü.
Kalçasını arkasına yaslayıp dik durmaya çalışırken kaşlarını çattı. Nereden bildiğini sormak aklına gelmemişti. Tek düşünebildiği bir adamla yalnız olduğuydu.
“Yardımına ihtiyacım yok, dışarı çık, iyiyim ben!” diyerek korumanın çıkmasını beklerken ne kadar rezil halde olduğunu anlamasın diye yeniden arkasını döndü.
Adam dediklerini umursamadan tam arkasına kadar geldi. Dokunmuyordu ama bedeninden yayılan enerji, kızın tepeden tırnağa titremesine neden oluyordu.
Yeşil gözleri kızın kahve gözlerinin yansımasıyla buluşunca “Hareketlerine dikkat edeceksin!” diye konuşmaya başladı. Sesi öyle bir tondaydı ki Kübra, kendini adamın emrinde çalışan biri gibi hissetmeden edememiş, bu histen de nefret etmişti.
“Oturup kalkmana, konuşmana, giydiklerine hatta bakışlarına bile… Sen Tekin Aksoy’un gelinisin. Bundan sonra adım atmadan ya da ağzını açmadan önce bunu düşünecek, ona göre davranacaksın!”
Kübra, bir koruma tarafından azarlanmanın şokuyla parmaklarını lavabonun soğuk mermerine bastırarak adama döndü. Sendeleyip adamın betondan dökülmüş gibi dimdik duran bedenine yığılır gibi oldu ama kendini toparlayıp güç de olsa dik durmayı başardı.
Başını geriye atıp “Sen kimsin de benimle bu şekilde konuşuyorsun?” dedi sinirle. “Ve yine söylüyorum, sen kimsin de bana bu kadar yaklaşıyorsun? Canına mı susadın?”
Adam, duruşunu bozmadan sinirle gözlerine bakıp “Kerimhan Aksoy!” dedi. “Müstakbel nişanlın!”
Kübra, gözlerini kırpıştırıp görüntüyü netleştirmeye çalışırken adam uzanıp olması gerekenden çok daha açık duran göğüs dekoltesini yukarı doğru çekiştirmeye çalışınca refleksle eline tokadı geçiriverdi.
“Çek şu elini üzerimden!”
Üzerindeki elbiseyle zaten rahatsız hissediyordu, bir de adamın delici bakışlarını açık teninde hissediyordu ya yer yarılsa da içine girse istiyordu. Dediği şeye ise ne tepki vereceğini bilememişti.
Üniversitedeyken bir çocukla çıkmıştı ama çocuk abisini görünce toz olmuştu. Ondan başka kimseyle ne konuşmuş ne de görüşmüştü. Boş zamanlarının çoğunu abisiyle geçirirdi. Annesinin baskılarından bir tek onun sayesinde kurtulur onun sayesinde nefes alırdı. Abisi, nefesiydi…
Birlikte at binmeye, balık avlamaya, bilardo oynamaya, kampa, tırmanmaya, konsere giderlerdi. Abisi, hayat dolu, neşeli, şakacı, umursamaz ve korumacıydı. Kübra’nın sahip olduğu her şeydi. Bir kızın sahip olmak isteyeceği en iyi abiydi.
Ve ölmüştü.
Şerefsizler sırf işleri yürüsün diye, cepleri dolsun diye abisini elinden almışlardı.
Nefesini…
Ölümüyle kendini bomboş, çaresiz, gereksiz ve mahvolmuş bir halde bulmuştu. Başta öldüğünü bile kabul edememişti.
Aylar sonra kabullendiğinde önce büyük bir acıya boğulmuş, düştüğü bu derinlikten abisini elinden alanlara hissettiği nefretle çıkabilmişti.
Şimdi ise tek amacı içindeki yangını söndürebilmek, abisini ondan alanlara hayatı zindan etmek, süründüklerini görmekti.
Bu yüzden Tekin Aksoy’un oğlu ile evlenmeyi kabul etmişti.
Adama bakarken söyleyecek bir sürü kelimesi olmasına rağmen amacına en uygun olanı seçmeye çalışıyordu.
Sessiz kaldığı sürede kendine acıyarak hatta daha beter bir ifadeyle tepeden bakan adamın bakışlarına tahammül edemese de ağzını açtığında dudaklarından basit bir “Tamam!” kelimesi dökülmüştü.
Ve bu başlangıç olmuştu.
İntikam alıp birilerini ezmek için ezilmeyi kabul ettiği bir hayata doğru attığı ilk adımdı.