5

1854 Words
Kahvaltının ardından masayı birlikte toplamışlardı fakat onları uzaktan izleyen biri birbirlerini tanımadıklarını düşünebilirdi. İşin aslı, Aras o kişinin bu düşüncelerinde haklı olacağını biliyordu. Yaptığı şeyi idrak etmeye yeni vakıf oluyordu; hiç tanımadığı biriyle evlenmişti. Ara sıra gözlerini Zehra’nın üzerine çeviriyor, kızın ona bakmaya bile tenezzül etmeden yürüyüşünü izliyor ve ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Bir şey yapması gerekir miydi, onu da bilmiyordu. Fakat madem evlenmişlerdi, bir şekilde birbirlerini tanımaları gerekirdi. “Zehra, birlikte bir şeyler yapalım mı?” Mutfak kapısının önünde irkilerek duran karısına bakıp kaşlarını kaldırdı. Bu fikir aklına nasıl gelmişti bilmiyordu ancak iki hafta boyunca evde oturup da bekleyebileceğini de sanmıyordu. “Anlayamadım?” “Dışarı çıkalım, dondurma yiyelim, bir şeyler yapalım işte…” Ellerini her anlama gelebilecek bir hareketle havada salladı. “Sen söyle.” “Hım…” Aras kızı rahatlatmak adına gülümsedi. “Bütün gün evde durmak istemiyorum sadece. Sen ne istiyorsan onu yapalım.” “Sahilde otursak?” Zehra adama ne kadar güvenemiyorsa onunla bütün gün aynı evin içinde durma fikrinden de o kadar haz etmiyordu. Aras sürekli etrafında dolanıp sıkıldığını her haliyle belli ederken bir çocuktan farksızdı. Bugün, düğün günlerine nazaran sakin görünüyordu ve henüz sesini yükselttiği bile olmamıştı ama adamın dengesizliği göz ardı edebileceği bir boyutta değildi. “Olabilir. Aslında seni çok güzel bir yere götürebilirim.” Kızın şüpheyle bakan gözlerine aldırmayarak tekrar gülümsedi. “Madem anlaştık, sen gidip hazırlan.” İtiraz etmeyişi üzerine rahatlayarak merdivenlere yönelen kıza seslendi. “Çok oyalanma Zehra, bekletilmeyi hiç sevmem.” Kendi kendine homurdandığını duyduysa da önemsemedi. Bu gergin havanın dağılmasını istiyordu. Evet, dün kıza karşı biraz kötü davranmış olabilirdi ancak bugün özür dilemiş, tatlı dilli olmuş ve kibarlığını sürdürmüştü. Böyle davrandığı zaman Zehra da ne şiddete başvuruyor ne de ağlayarak vicdanını rahatsız ediyordu. Her zaman sakinliğini koruyabilirse her şeyin düzeleceğinden emindi. Telefonunun sesiyle olduğu yerde durup karısının arkasından bakakaldığını ayrımsadı. Asistanıyla yeni ortaklık için yapılan hazırlıklar, kutlama yemeği ve yeni otelin açılışı üzerine konuşurken kendini daha da iyi hissetmeye başlamıştı. Belki gerçek bir balayı olsaydı, Aras işlerle uğraşmak istemeyebilirdi ama şu anki halleri öyle sıkıcıydı ki her türlü eyleme razıydı. Telefonu kapatmasının hemen ardından annesi aradığında ekrana bakıp tereddütle birkaç derin nefes aldı. Zehra neden hala gelmemişti? Öyle olsa belki bu konuşmadan kurtulabilirdi. Üçüncü çalışın ardından açıp neşeli olmasına çabaladığı bir sesle cevap verdi. “Sultanım?” Elbette çabası yersizdi. Annesi tiz bir sesle, nefes almadan konuşurken sıkıntı içinde kadını dinlemeye başladı. Kadının öfkesi o kadar belirgindi ki araya girmeye cesaret edememişti. “Sultanım mı? Dün beni nasıl zor bir durumda bıraktığının bilincinde misin sen? Böyle mi konuşmuştuk seninle? Herkes sizi ararken çılgına döndüm! Nasıl olur da düğününden kaçarsın Aras?” Annesinin bakış açısıyla durumun korkunç olduğunun farkındaydı ama Aras da kendince haklıydı, değil mi? “Seni elime bir geçireyim, mahvedeceğim.” Sıkıntıyla çenesini ovarken Zehra hala inmediği için rahatlamıştı. Bu konuşmayı duymak onun için pek de hoş olmasa gerekti. “Anne, doğru bir şey yapmadığımı biliyorum ama… Dün Çisem ve Utku’yu görünce kendimi kaybettim, Zehra da olanları öğrenince küçük çaplı bir sinir krizi-” Kadın, kızın adını duymasının hemen ardından histerik bir ses tonuyla sözünü kesti. “Zehra mı? Ne yaptın gelinime? O kızı bir kez daha üzersen seni mahvederim! Anladın mı Aras?” Sessizce bekledi genç adam. Bu sözü verebileceğini hiç sanmıyordu. Niyeti kızı üzmek olmasa da bu şartlar altında bir şekilde üzülme imkânı bulacağından emindi. “Sana söylüyorum!” diye bağırdı annesi. “Aras, o kızı üzersen beni kaybedersin!” “Of anne, biraz daha abartmak ister misin? Mesela… Sütünü helal etmemeye ne dersin?” Gözlerini devirerek telefonu kapatma arzusuna direndi. Kadın abartmayı ve Aras’a eziyet etmeyi nasıl da seviyordu! “Anneye oflama Aras. Benimle düzgün konuş ve hemen bana karını üzmeyeceğine dair bir söz ver.” Dürüst olmak adına ağzını açtığı sırada, Zehra’nın ayak seslerini duyarak aklındaki cevabı vermekten vazgeçti. “Bunu yüz yüze geldiğimizde konuşuruz anne, şimdi kapatıyorum.” Telefonu kapatıp sessize aldığında kız da yanına gelmişti. Üzerinde açık renk bir kot pantolon ve yeşil bir gömlek vardı. Bu basit kıyafetlerle güzel gözüküyordu ama üzerindekiler o kadar dardı ki kaşlarını çatmadan edememişti. Fakat… Ona neydi ki? Vücudunun güzel hatlarını ortaya dökmek kadınların âdetiydi ne de olsa! Öylece durmuş kıza kaş çatarken onun gözlerini kaçırmasıyla kendini toparlamaya çalıştı. Zehra, Çisem değildi ve sırf ona kızgın olduğu için Zehra’ya da kızmasının anlamı yoktu. “Hazırım.” “Tamam, güzel.” Kıza bakmaya bir son verip cüzdanını ve anahtarlarını almak için üst kata çıktı. Aynada kendine bakarken anlamsız bir şekilde üzerini değiştirmeye karar vererek biraz oyalandıysa da Zehra kadar uzun süren bir hazırlık aşaması geçirmemişti. Kızın yanına döndüğünde elinde çantasıyla evin içine bakındığını görebiliyordu. Haklı olduğunu biliyordu ancak evin hanımının, yaşayacağı yere bu denli yabancı oluşu Aras için dahi garipti. İç çekerek kıza yaklaştı. “Zehra dışarıdayken gerçek bir çift gibi görünmemiz gerektiğini biliyorsun, değil mi?” Bir yandan yanında yürürken bir yandan konuşuyordu. Bu yüzden kızın samimi bir şaşkınlık içinde ona baktığını fark etmemişti. “Neden ve… Nasıl?” “Öyle gerekiyor çünkü kimse bizim neden evlendiğimizi bilmiyor ve bilmemeli de.” Durup kızın gözlerine baktı. “Hiç kimse, evliliğimizin bir oyun olduğunu bilmemeli. Yoksa dedikoduların önüne geçemeyiz.” İçinden Çisem’den aldığım intikamın da bir anlamı kalmaz, diye geçirse de elbette bunu kızın gözlerine bakarken söyleyemezdi. Hafifçe gülümseyerek devam etti. “Nasıl olduğu inan ben de bilmiyorum, daha önce hiç evlenmedim ama böyle olması gerek.” Tekrar yürümeye başlarken Zehra ona eşlik ediyordu ancak kızın kendi kendine söylendiğini duyabiliyordu. “Ne tesadüf, ben de.” *** Zehra adamın annesiyle konuştuğunu duyduğundan beri kendini gülmek ve ağlamak arasında gidip gelirken buluyordu. Yaşadığı şeylerin imkânsızlığı yanında, dışarıdan nasıl göründükleri gerçeği kızı dehşete sokmuştu. Dün adamın onu resmen düğünlerinden kaçırdığını ve kimsenin gittiklerine dair bir şey bilmediğini fark ettiğinde, basamaklardan düşecekti neredeyse. İnsanlar ne düşünmüştü? Annesi onu merak etmiş miydi? Geri mi dönmüşlerdi yoksa ikisinin dönmesini mi bekliyorlardı? Aras Karaman ile yaşanacak hiçbir şeyin normal olması mümkün değil miydi? Arabaya bindikten birkaç dakika sonra Aras konuşmaya başlamasaydı, annesini aramayı düşünüyordu ancak o sakin bir sesle konuşurken bölmek istememişti. Hem belki de annesiyle onun yanında konuşmak, biraz garip hissettirirdi. İyiyim anne, merak etme. Kocamın nasıl bir insan olduğunu anlamaya çalışıyorum sadece. Bir bağırıyor, bir melek kesiliyor. “Çocukluğumdan beri gittiğim bir yer var. Dedemin en yakın arkadaşına ait küçük bir restoran. Sahibi Osman amca bizim için aileden biri gibidir. Beni de kendi torunu gibi sever. Önce eşi, ardından dedem öldüğünde biraz huysuzlaştıysa da aslında çok yufka yüreklidir.” Adam gülümserken başını hafifçe salladı. Onunla ilgili hiçbir şey bilmediğini fark ettikçe daha fazla şaşırıyordu yaşadıklarına. “Eminim seni çok sevecektir, kız çocuklarına çok düşkün. Ne kendi kızı olmuş ne de çocuklarının…” Adam ona dönüp gülümserken irkildi. Aynı kişinin dün onu sürükleyerek eve soktuğunu hatırlamak tuhaftı. “Düğüne gelmiş miydi?” “Hayır, ona sormadan evlendiğim için bana küs.” Zehra kaşlarını kaldırarak adamın ciddiyetini ölçmeye çalıştı fakat Aras gülmemiş ya da şaka yaptığını söylememişti. Kendini tutmasa bana da sorduğun söylenemez, diyebilirdi adama. Bu dünkü korkunç karakterinin ortaya çıkmasına sebep olabileceğinden cevap vermemeyi seçti. “Bana kızsa bile sana kötü davranacağını sanmam.” Adam arabayı park ederken etrafına bakındı. Zehra’ya otobüslerin mola yerlerinde görülen restoranları hatırlatan fakat onlara nazaran bir hayli ıssız görünen bir restoranın önündeydiler. Arabadan indiklerinde Aras arabayı kilitleyip yanına gelmiş ve sanki sıradan bir şeymiş gibi elini uzatmıştı. Zehra bir an Aras’ın eline, sonra kendi eline ve en nihayetinde adamın yüzüne bakıp soluklandı. “Bu gerekli mi gerçekten?” “İstersen sarılabilirim?” Adam gülecekmiş gibi dudaklarını büzerken kaşlarını çattı. Yavaşça elini avucuna yerleştirdiğinde nefesini tutup bunun korkunç olabileceğini düşündüyse de ne kıyamet kopmuş ne de Zehra koşarak uzaklaşmak istemişti. Aras Karaman’ın eli sıcacık, güçlü ve normaldi. “Yürüyelim mi?” Adam her gün böyle yürüyorlarmış gibi rahat bir şekilde yürürken ona eşlik etti. Merakla bakımsız bir bahçeye sahip olan ve tahmin ettiğinden daha eski görünen restorana bakmaya başladı. Çiçekler yoktu, ıssız bir yeri andırıyordu ancak tüm bunların yanında nostaljik bir yanı olduğu da söylenebilirdi. Merdivenleri çıkarken bahçede bir ailenin yemek yediğini görebiliyordu. İçeri girdiklerinde bir çocuk “Hoş geldin Aras ağabey…” diyerek yanlarına geldi. Aras elini bırakıp onunla kucaklaşırken etrafını incelemeye devam ediyor, bir yandan da konuşulanları dinliyordu. “Hoş bulduk Tarık, Osman amca nerde?” “Arka tarafta.” Mekânın içi sandığından daha genişti. Birkaç kişi yemek yiyor, bir garson da elindeki tepsiyle birlikte bahçeye çıkıyordu. En uçta görünen mutfağın kalabalık halini fark ederek şaşırdı. Çok fazla rağbet görecek bir yere benzemiyordu ancak görünen o ki Zehra yanılıyordu. “Tamam, biz yanına geçelim o halde. Tabii önce seni karımla tanıştırayım. Zehra…” Aras omzuna hafifçe dokunduğunda en fazla 18 yaşında olabileceğini tahmin ettiği sarışın çocuğa gülümsedi. Uzattığı eli sıkarken çocuk da gülümsüyordu. “Memnun oldum Zehra abla, Tarık ben de.” “Ben de memnun oldum Tarık.” Ne diyeceğini bilemeyerek gözlerini Aras’a çevirdi ama belli ki bir şey söylemesine gerek yoktu. “Tarık, biz arkadayız.” İlerlemesi için olsa gerek omzunda duran el hafif bir baskıyla tenine yerleştiğinde yürümeye başladı. Tek başına yemek yiyen bir adamın önünden ve mutfağın içinden geçerken burnuna dolan yemek kokularıyla afallamıştı. İnsanın iştahını açacak kadar çok baharat kokusu seçilebiliyordu. “Bu kısma herkesin girme izni yok. Osman amca izinsiz girenleri bastonuyla kovalıyor.” Zehra gülmemek için kendini tuttu. Aras’ın açtığı kapıdan geçip şaşkın bir şekilde nefesini bıraktı. Mekânın arkası bambaşka bir yere açılıyordu sanki. Şimdi denizi görebiliyor ve güneşin sıcaklığını daha fazla hissedebiliyordu. İki ağacın arasına yerleştirilmiş hamak ve iki çardak dışında yapay hiçbir şey yoktu etrafında. Uzaklardan insan sesleri duyabiliyordu ama önlerinde çardaklardan birinde oturmuş, ayaklarını uzatmış kitap okuyan yaşlı adam dışında kimse yoktu. Aras “Osman amca…” diye seslendiğinde, adam elindeki yıpranmış kitabı bırakıp onlara doğru döndü. Yaşlı adamın kaşları çatılırken aralarındaki mesafe biraz daha azalmıştı. Aras adamın yanına ulaştıklarında eğilip elini tutmaya çalıştığındaysa az evvel duyduğu baston adamı engelledi. “Hayırsız velet!” “Estağfurullah Osman amca…” Ses tonu ona olduğundan daha yumuşak çıkıyordu Aras’ın. Direnişine rağmen yaşlı adamın elini öpüp geri çekildiğinde adam Aras’ı bastonuyla itekledi. Göz göze geldiklerinde bir süre Zehra’ya öylece bakıp en nihayetinde gülümsedi. “Hoş geldin kızım.” Zehra da Aras gibi adamın elini öptü. “Hoş bulduk efendim.” “Sen gelmedin ama ben gelinini sana getirdim.” “Aman, sus sen!” Baston Aras’ı bir kez daha ittiğinde yaşlı adam Zehra’ya baktı. “Gel kızım, otur şöyle, ayakta kaldın.” Zehra gülmek istemiyordu ama kendini tutamamıştı. Eh, en azından Aras Karaman bir konuda haklıydı. Osman amca onu sevmiş gibiydi ve Zehra da yaşlı adamı sevmişti. Yanına oturup adamın ona ailesi, memleketi ve karakteriyle ilgili sorduğu sorulara cevap vermeye başladı. Adam onu dinliyor, ara sıra Aras’a bakıp söyleniyor ve tekrar sorular soruyordu. Adamın Aras’ı sevdiğini gözlerine baktığında hissedebiliyordu ama belli ki kızgınlığını sözcüklerle ifade etmeyi seviyordu. Aras adam için kendisinden başka kimseyi düşünemeyen bir sıpa, sorumsuz bir velet, şımarık bir oğlandı söylediğine göre. O kadar düşüncesizdi ki bacaklarını kırmamak için Allah’tan sabır dilemesi gerekmişti. Tüm bunlar olurken ayakta durup sakince onları izleyen adam ise elbette yeni bir Aras gibi gelmişti Zehra’ya. Dün en ufak şeye bile kızabilen o adam, şimdi dedesi gibi saydığı bu yaşlı adama karşı hiç de kızgın görünmüyordu. Böyle olması gerçekten kafa karıştırıcıydı. Aras Karaman tam olarak nasıl biriydi? Gördüğü hallerinden hangisi kalıcı, hangisi geçiciydi?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD