bc

Görücü Usulü

book_age12+
1.9K
FOLLOW
19.8K
READ
HE
sporty
drama
secrets
like
intro-logo
Blurb

“İki insanın birbirine alışması ne kadar zor olabilirdi?”

Aras Karaman, aldatıldığını öğrendiğinde tek dayanağı öfkesi olmuştu. Olanları unutamıyor, öfkesiyle baş edemiyordu.

Bir şekilde bu öfkeden kurtulmak zorundaydı. Aklına gelen tek seçenek, gerçekten ona yardımcı olacak mıydı?

chap-preview
Free preview
1
Aras Karaman, hayatı boyunca böyle bir dehşete kapılmamış ve bu denli yoğun bir his yüreğini hiç sarmamıştı. Sanki başından aşağı kaynar sular dökülmüştü de o henüz acıyı bile hissedemeyecek kadar büyük bir dehşetin kurbanı olmuştu. Bu nasıl olmuştu? Başı zonkluyor, kulakları uğulduyordu. Yalnızca ruhuna değil, bedenine de yüklenen kesif bir acıydı bu. Her geçen saniyeyle birlikte, aklında beliren her fikrin ardından etkisi çoğalıyor ve öfkeyle bezeniyordu. Aldatılmıştı. Gerçekten, hiç mi tahmin edememişti böyle bir şeyi? Nasıl olmuştu da fark etmemiş, hissetmemiş, en ufak bir şüphe dahi oluşmamıştı içinde? Bu kadar mı kördü? Bu denli mi aptaldı? Bir yanda sevdiği kadın, diğer yanda hiç sahip olmadığı kardeşi gibi gördüğü can dostu… Bir tarafta Çisem vardı, karşısında Utku. Allah aşkına, bu nasıl olmuştu? Kim ondan bu denli çirkin bir ihtimali zihninde barındırmasını isteyebilirdi? Eğer şüphe etseydi, zaten bir daha aklından çıkaramazdı ki. Gördüklerine daha fazla tahammül edemeyerek hızlı adımlarla uzaklaştı sığındığı köşeden. Onları birlikte görmeye daha fazla katlanamazdı. Bu korkunç anlar aklına kazınıp dururken daha fazlasına bakamazdı. Adımları gittikçe hızlanıyor ve sertleşiyordu. Sesten yoksun bu boş sokakta çıkardıkları gürültünün insanları rahatsız edebileceğinin farkındaydı ama umurunda değildi. Her saniyeyle birlikte acı ve öfke içini kavuruyordu. Yüreği de beyni de ne var ne yoksa bir köşeye atmış, hissettikleriyle doluyordu. Bir duvarın önünde aniden durdu, derin birkaç nefes aldı. Değil sakinleşmek, daha da çıldırmış gibiydi. Yumruk haline gelmiş sol elini artarda üç kez duvara vurdu. “Lanet olsun!” diye bağırdı hemen sonra. Hissettiği acı bedenine yönelsin ve yüreğini serbest bıraksın istiyordu fakat bu nafile bir çabaydı elbette. Ne acı başka bir yere yöneliyor ne de yüreğini terk ediyordu. Geçen her saniye ve netleşen her hatırada daha da artıyordu. Gözlerini acıyla kapatırken bir kez daha vurdu elini duvara. Bir daha asla onları görmek istemiyordu. Onlara ait ne varsa belleğinde yok etmek, hayatına sinen her izlerini ortadan kaldırmak istiyordu. Bir aptal gibi aldığı üç sinema biletini çıkardı cüzdanından. İç kısımda uzun zamandır duran fotoğrafla birlikte hepsini yırtıp attı. Hırsla yaptığı bu eylemin ellerini titrettiğini görebiliyordu ancak gözlerinden akan yaşların farkında bile değildi. Nasıl bu kadar aptal olabilmişti? Kâğıt parçaları yerle buluştuğunda titreyen ellerini ceplerine yerleştirdi ve tekrar yürümeye başladı. Nereye gittiğinin farkında bile değildi, ne kadar süre geçtiğini de bilmiyordu. Öylece, öfkeyle, ne yapacağını şaşırmış halde yürümeyi sürdürdü. Evine ulaştığında bir hayli uzun zaman geçmişti ancak Aras farkında değildi. Yorgunluk hissi bir parça olsun öfkesini geri plana atmasına sebep olmuştu lakin şimdi de takatini yitirmişti. Aklında yüzlerce fikir ve soru dönüp duruyordu. Tüm bunlar gerçek miydi? Bu nasıl bir kâbustu? Ne yapacaktı? Böyle bir şey yaşarken yapılacak ne vardı? Nasıl tepki vermeliydi? Daha nicesi içinde dönüyor, taşıyor ve çaresizce yüreğinde bir nefret hissi oluşturmaya devam ediyordu. Bunu nasıl yapabilirlerdi? Bir insan nasıl bu kadar küçülebilir, bu kadar aşağılık bir işe kalkışabilirdi? Odasına geçtiğinde kimseye yakalanmadığı için bir parça olsun rahatlamıştı. Banyoya geçip bir duş aldı. Soğuk suyun altında titrerken iyice yorgun hissetmeye başlamış, su nefesini keserken dehşetle gördüklerini kafasından atmaya uğraşmıştı. Nihayetinde yatağına uzandığında dünyanın en berbat hisleri yüreğine çöreklenip kalmıştı. *** Bir hafta boyunca kendini adeta odasına hapsetmişti. Hiçbir şey yapmak istemiyor, kimseyle konuşmaya bile yeltenmiyordu. Normal şartlarda ailesine, özellikle de annesine karşı derin bir sevgi ve saygı hissettiği için asla kabalık dahi etmezken onu bile görmezden gelmişti. Utku ve Çisem’e şehir dışında olduğuna dair mesaj göndermiş, telefonunu kapatmış ve evde olduğunu kimseye söylememesi konusunda ailesini sıkı sıkı tembihlemişti. Bütün haftasını olanları, ikisiyle ilişkisini, fark edemediği detayları düşünerek ve gördüklerine bir anlam kazandırmaya çalışarak geçirmişti. Aklına gelebilecek her anıyı irdeliyor ve aptallığına dair bir kanıt arıyordu. Gerçekten ortada bir şey mi yoktu yoksa Aras mı görememişti? Elbette tüm bunlar hiçbir şeyi değiştirmemişti. 3 yıldır hayatında olan kadın onu aldatmıştı. Çocukluğundan beri kardeşi yerine koyabileceği tek adam ona ihanet etmişti. İkisini kefeye koyup hangisinin daha çok acı verdiğini bile düşündüğü olmuştu ama bunlar hiçbir şeyi değiştirmemiş, yalnızca içinde büyüyen nefret ve öfkeyi çoğaltmıştı. İkisinden de öyle şiddetle nefret ediyordu ki isimlerini aklından geçirmek dahi ellerinin titremesine yetiyordu. Bu acıyı, bin kat fazlasını onlara tattırmak istiyordu. Dünya üzerinde izleri dahi kalmasın istiyordu. Aras’ı aptal konumuna düşürdükleri kadar akıllarını yitirsinler ve daha nice korkunç hisle kahrolsunlar istiyordu. O kadar çok şey istiyordu ki bu onu çıldırtıyordu. Hepsini yapamazdı ki onca düşünmenin ardından aklında kalan da onların canını yakabileceği en makul iki şeydi. Utku, tüm hayatını kariyerine adamıştı ve yurt dışında geçirdiği onca yıla rağmen ailesinin referansı olmasaydı, bu kadar kolay bir şekilde hedeflerine ulaşamazdı. Madem öyleydi, o da Aras’ın ihanetini tadacaktı. Çisem’in onu sevdiğine inanmak artık söz konusu dahi değildi elbette ancak evlenmelerine dair duyduğu isteği o bile göz ardı edemezdi. Nihayetinde iki aile için de en uygun evlilik olacaktı ve yıllardır süren ilişkileri sebebiyle herkesin onlardan beklediği de buydu. Madem öyleydi, Çisem’in de canı yanacaktı. Bir yanı bunların hiçbir şeyi değiştirmeye yetmeyeceğini söylüyordu. Belki canlarını yakacak, ellerinden değer verdikleri birkaç şeyi alacaktı ama acısı sabit kalacaktı. Yine de o sesi dinlemek istemiyordu. Kendi hayatında hiçbir şey değişmeyecekse bile umurunda değildi. Onların hayatının mahvolması, Aras’a yeterdi. Her şeyi duygularının kontrolüne bırakmış ve basit de olsa bir amaca kavuşmuş olmak iyi gelmişti. Annesiyle bir haftadır ilk kez adam akıllı konuşmaya niyetlendiğinde, kadın da bir şeyler olduğunu anlamış gibiydi. Onu da gerçeklerle üzmek istemiyordu ama eninde sonunda öğrenecekti ne de olsa. Hem aklındakileri yapabilmesi için annesinin desteği şarttı. Babası öyle her canının istediğini yapmasına müsaade etmezdi ama annesi isterse her şeyi yapabilirdi. Önce ona olup biten ne varsa açıkladı. Birine söylemek acıyı hafifletirdi ancak Aras anlatırken daha fazla öfkelendiğini hissetmişti. Annesine söylemek zorunda kaldığı her harf için bir kez daha nefreti çoğalmış ve intikam arzusu içini bir kat daha sarmıştı. Onların da canını yakabilseydi, bir parça olsun bile rahatlamaz mıydı yani? Acı kalacaksa bile öfkesi dinemez miydi? Annesi henüz öğrendiklerini bile sindirememişken ona Utku’nun işini, Çisem’in hayallerini elinden alacağını da söyledi. “Aras…” diyerek araya girdi kadın. “Öfkeyle hareket ediyorsun.-” “Elbette öfkeyle hareket ediyorum! Başka ne hissedebilirim ki?” “Eline hiçbir şey geçmeyecek!” Kadının taviz vermeyen sesi tahammülünü aşıyordu ancak derin bir nefes alarak kendini tuttu. “Ben de neye uğradığımı şaşırmış durumdayım. İnan senin kadar üzgün ve kızgın hissediyorum oğlum ama-” “Anne, Utku’nun bizimle ilişkisi olan herhangi bir yerde çalışmasına izin vermeyeceğim. Anladın mı? Onun yüzüne bir daha asla bakmak istemiyorum.” Kadın daha diğer emelini duymuş bile değildi ancak tepkisine bakılacak olursa bu onu daha fazla rahatsız edecekti. “Ve evleneceğim!” dedi o tekrar itiraz etmeden evvel. “Hemen. En kısa sürede, birkaç hafta içinde.” Aras ya çıldırmıştı ya da annesi buna kanaat getirmişti. Ağzı açık bir halde yüzüne bakarken başka bir şey düşünmek güçtü. Gözünün önünde Çisem’in, Utku’ya dokunan görüntüsü belirirken yumruklarını sıktı. “Bana evlenebileceğim birini bul. Namuslu, temiz bir ev kızı olacak. Çisem’in olmadığı her şey, anladın mı?” “Aklını mı kaçırdın sen?” Zeynep Karaman dehşetle ayağa kalkıp omuzlarını tuttuğunda bir parça olsun fikri değişmiş değildi. Aksine dile getirdiğinde daha büyük bir iştiyakla acı çekmelerini istemekteydi. “Evet.” dedi annesinin gözlerine bakarken. “Aklımı kaçırmak umurumda bile değil.” “Buna izin vermem! Baban da izin vermez, biliyorsun.” “Sen bana yardım edersen yapabilirim.” Annesinin ellerini omuzlarından çekti ve sımsıkı tutup ciddiyetle gözlerine baktı. “Hayatımı mahvettiler.” “Aras…” “Anne, bana yardım etmek zorundasın. Eğer etmezsen daha kötü şeyler yapacağım.” “Öyle canının istediği an evlenemezsin, oyun mu bu? Neyine yardım edeyim?” “Çok ciddiyim anne. Oyun oynadığım falan yok.” Çaresizce kadının kabullenmesini istiyordu. İlk aşamada olmayacağını biliyordu ancak eninde sonunda sözünü dinletecekti. Aklından geçen yüzlerce korkunç intikam şekli yanında, bu hak ettiklerinin kıyısına bile gelemezdi ama Aras için yeterliydi. Annesine kabullenmesi için birkaç saat verdi. Sonunda kadın tek bir şartla ona yardım etme sözü verdiğinde, istediği her şeyi kabul etmeye razıydı. Yeter ki emellerine ulaşsındı.

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook