Zaman…
Bir insanın üzerinde kontrolünün olmadığı nadir şeylerden biri. Birçok kez geri almak istediğimiz, birçok kez ileri sarmak istediğimiz, birçok kez durdurmak istediğimiz o değerli kelime.
Masasının üzerindeki kum saatinden akan kumları işsizce izlerken bakışları ile onları durdurup durduramayacağını düşünüyordu. Aslında her dolan dakikanın sonunda onu ters çevirip tekrar başlatıyor olmak sanki zamanı yönetiyormuş gibi hissetmesine neden oluyordu.
Bu onun için bile hastalıklı bir düşünceydi. Belki kum saati denen şeyi yapan kişi de onun gibi hissetmişti. Kim bilir?
“Ne düşünüyorsun?”
Duyduğu ses ile irkilmemişti ama Kadir’in odasına girdiğini fark etmeyecek kadar daldığını anlamak onu ürkütmüştü. Bazen çok fazla kendi zihninde kayboluyordu. Olduğu ortamdan kopuyordu fark etmeden.
“Sence bu kumların düşüş hızına yer çekiminin etkisi ne kadardır?” gözlerini hala masanın üzerinde olan kum saatinden ayırmamıştı.
“Neyi sorduğunu anlamadım?”
“Dünyada bu kum saati beş dakikalık bir sürede bitiyor peki ayda kaç dakikada biter. Kumların düşüş hızına yer çekiminin etkisini merak ediyorum.”
Onu ciddiyetle dinledi adam. “Bilmiyorum. İstersen araştırabilirim.”
Onun verdiği cevaba gülümsemeden edemedi genç kadın. “Bunu istemek benim için bile biraz fazla garip olur.”
Sonunda bakışlarını masasındaki kum saatinden çekebilmişti. Önce masaya yasladığı kollarının üzerindeki başını kalırdı sonra da kollarını bir bir çekti. Ellerini kucağında birleştirdiğinde odasındaki koltuklara oturmak yerine ayakta durmayı tercih eden adam ile göz göze geldi.
“Bir şey mi oldu?” onun bu ciddi duruşunda bir şey bulabilecekmiş gibi gözleriyle bedenini turladı. Genç adam ise arayışını boşa çıkarmak ister gibi önündeki koltuklardan birine oturdu.
Fırat Bey’in tutuklanmasının üzerinden beş gün geçmişti. Savcılıkla olan görüşme gerçekleşmiş avukatın bütün çabalarına rağmen tutuklu yargılanma kararı çıkmıştı. Dedesi artık olayları açıklaması gerektiğini düşünerek bir toplantı yapmıştı ama Begüm bu toplantıya kendi işlerini bahane ederek katılmamıştı. Oysa kendi şirketinde de işler durgundu.
Mesainin bitmesine daha saatler olmasına rağmen işlerini bitirmişti. Kalan vaktinde eve gitmek yerine odasında pineklemeyi tercih etmişti. Beklemeye; düşünmeden durmaya alışkın olmayan zihnine o anlar külfet gibi geliyordu.
“Hüseyin ile Kürşat, Fırat Bey’in mallarına çöktüler.” Genç kadında adam da bu konuda oldukça sakindi. Sanki mevzu bahis olan aile işi değildi.
“Sıra bilginin bedelini istemekte o zaman.” Kafasında dönen tilkiler canlıymış da aralarında geziyormuş gibi hissediyordu ikisi de.
“Ne isteyeceğimiz belli mi?”
“Önce onlar Cabal’a ne verebilir onu görelim. Sonra isteklerimizi dile getiririz.” Kadir bunu cevaplamak yerine başını sallayarak onaylamayı tercih etmişti.
“Başka bir şey de var!”
“Posta posta söyleme o zaman. Anlamıyorum yani Demir ile fazla vakitte geçirmiyorsun nasıl onun gibi davranabilirsin ki?” diye ufak bir serzenişte bulundu.
O sırada kapısı çalınmadan pat diye açılmıştı. “Biri benden mi bahsetti?”
“Adabı muaşeret kurallarından bir habersin Demir biliyorum ama önce kapı çalınır izin istenir. En önemlisi de kapı dinlenmez.” Diye adamın zamanlamasına atıfta bulunmuştu.
“Biz ona iyi insan lafının üzerine diyoruz güneşim.” Derken hızlıca yanağından bir makas almıştı. Daha çok denemişti. Kadının elinin tersine indirdiği bir tokat ile gülerek ondan uzaklaşmıştı.
Begüm ona ters bir bakış attı. “İti an çomağı hazırla diye bir şeyde var. Dil bilgisi olsun diye söylüyorum.” Derken sesi alaylı çıkmıştı.
“Ha ve ha!” derken koltuklardan bir diğerine de o bedenini bırakmıştı.
“Bir şey içer misiniz beyler?” sadece nezaketen sormuştu genç kadın.
“Kivili oralet istiyorum ben.” Begüm buna gözünü devirip o an için bir yorum yapmadı. Bakışlarını sorarcasına diğer adama çevirdi.
“Kahve olur.”
Begüm masasındaki telefondan bir tuşa basıp Tülin’in cevaplamasını bekledi. Daha bilindik melodinin başını duymuştu ki telefon açıldı. “Buyurun Begüm Hanım.”
“Bize bir orta bir sade iki kahve bir de zıkkım.” Diye Demir’in gözlerinin içine baka baka konuşmuştu.
“Güneşim! Orta şekerli değil bol şekerli.” Begüm onun yüzsüzlüğüne göz devirmişti.
“Cehennem ol.” Diye fısıldamıştı. Demir’in duymasına gerek yoktu dudaklarını okuyacağını biliyordu.
“Zebani sensen neden olmasın.” Adamın şımarık gülüşü gittikçe sertleşen ifadesi ile rafa kalkmıştı. Demir durması gereken yeri fark etmişti.
“Demir Bey’e her zamankinden Tülin.” Diyerek telefonun ucundaki kadını daha fazla bekletmedi.
“Seni odamda ağırlamamın bir sebebi var mı Demir?” derken ellerini masanın üzerinde birleştirmişti.
“Senin için çalışıyorum.” Genç kadının tahammül seviyesi düştüğünden olsa gerek göz devirmekle yetinmemiş adamın gözlerine hatta göz bebeklerine buz gibi bakmaya devam etmişti.
“İyi be! İşkolik şeytan.” Adamın sözlerinden alınmıyordu. Hatta bunlar onun için iltifat sayılırdı. Zamanında işkence ettiği insanlardan daha kötülerini duymuştu. “İstediğin gibi Alparslan Al Acman’ın gölgesi oldum. Şirketindeki bir iki aksaklığı önledim. Kişisel bir saldırı daha yaşanmadı ama tetikteyim.”
“Anladım.” Demekle yetinmişti. Bakışları Kadir’e döndüğünde Demir gelmeden önce yarım bıraktığı şeye devam etmesini ister gibi baktığı sırada kapı çalınmıştı. Tülin içecekleriyle beraber içeri girmiş sessizlik içinde kahvelerini önlerine bırakmıştı.
“Fırat Bey’i ne zaman kurtarıyoruz?” Demir bitmeyen merakına yenik düşerek sorduğu sorunun ardından kahvesinden höpürdeterek büyük bir yudum almıştı.
Kadir sert ifadesinin altında adamı birkaç kez boğmuştu çoktan ama görünürde gözlerini genç kadından ayırmıyordu.
“Kalsın içeride. Belki biri şişlerde ölür falan. Bizde rahatlarız.”
Sözlerinde tek bir gerçeklik payı olmadığını hem Demir hem de Kadir gayet iyi biliyordu. Fırat Bey çocukluğunda ona ne yapmış olursa olsun onun ölmesi Begüm’ü üzerdi.
Kendisi bile bu gerçeğin tam olarak farkında değildi. Ondan hayatı boyunca içten içe nefret etmişti. Ölmesi için dua bile etmiş ama bu duaların gün gelip kabul olunca ne hissedeceğini hiç düşünmemişti.
Demir ile başka bir konuda çekişmeye başlayacaklardı ki Kadir bir süredir söylemek için beklediği şeyi dile getirdi.
“Bu sabah sana bir not gönderildi.” Dedi ceketinin iç cebine uzanırken. “Queen’e” küçük ama büyük anlamları olan detayı belirtti.
Begüm başının üzerinde sallanan saç teline bağlı keskin bıçağın varlığını bir kez daha hissetmişti. Kolay kolay kimse ona mesaj göndermezdi. Queen ve bağlı olduğu Cabal düşünülünce düşmanları bile onunla açıktan açığa savaşamıyordu.
Masanın altında duran ellerinden birini Kadir’in uzattığı zarfı almak için çıkarmak zorunda kaldı. Parmaklarının ucu ile tuttuğu sarıya çalan beyazlığa sahip zarfı kucağına doğru çekip açtı. Zarf öyle kalın değildi. İçinden de tek bir fotoğraf karesi çıkmıştı. Kanlar içinde bir kadın resmi. Kanlar içindeki arkadaşının resmi. Neva…
Gözlerini sıkıca kapattı. Gördüğü şeyin gerçek olmamasını diledi. Gözlerini sıkıca yumdu. Kirpikleri birbirine karışmıştı. Gözlerini tekrar açtığında fotoğraf elleri arasında aynı şekilde duruyordu. Gördüğü şey gerçekti. Öfkeden yumruklaşan ellerinin arasında ezerek kırıştırmaya başlamıştı resmi.
“Ne var zarfta?” Demir bir aksilik olduğunu anlamıştı. Begüm kolay kolay öfkesine fiziksel tepkiler veren biri olmamıştı. Şimdi karşısında duygularını böyle kontrolsüzce yansıtırken endişelenmeden edemiyordu.
“Çık dışarı Demir!” bağırmamıştı. Bağırarak söylememek için dişlerini sıkmıştı. Sertleşen çiğneme kasları çenesini daha bir köşeli gösteriyordu.
“Neler olduğunu söylemeden hiçbir yere gitmiyorum Begüm!” genç adamın inatçılık edeceği tutmuştu.
“Çık dışarı Demir!” Kadir genç adamı uyarmaya çalışıyordu. Begüm’ün sinir krizi eşiğinde olup olmadığını henüz anlayamamıştı. Eğer bir kriz yaşayacaksa Demir’in buna şahit olmasını istemezdi.
“Ciddi bir şey oldu. Ne olduğunu öğrenmeden hiçbir yere gitmiyorum.”
Begüm sakinleşmek için derin nefesler almaya çalışıyordu. Öfkeden bir nebze olsun sıyrılmayı başaran zihni avuç içindeki acıyı hissetmişti. Oval tırnaklarını etine batırdığını daha yeni fark ediyordu. Avcundaki resmi yok etmek ister gibi daha da buruşturdu.
“İki gün. İki gün sonra Rusya’ya gidiyorum.” Aldığı sert nefeslerden boynundaki kaslar gerilmişti. Yanakları öfkeden kızarmış avuç içleri çoktan terlemeye başlamıştı. Soğuk kanlılığını koruyamıyordu. Canından biri işkence görüyordu.
“Neva’ya bir şey oldu.” Demir endişe ile ayaklanmıştı. Onunla beraber ters bir hareketi önlemek için Kadir’de ayağa kalkmıştı.
“Sen bu işin içinde yoksun Demir. Bu seni aşar.” Sert bir tavır takınmıştı genç kadın.
“Neva ile ilgili. Bilmek zorundayım.” Genç adam endişe ile kıvranıyordu ama Begüm bunu umursamıyordu.
“Neden? Neden bilmek zorundasın. Sen onun neyisin?” genç kadın öfkesini boşaltacak bir yer bulmuştu. Böyle olsun istemezdi ama Demir ona tanıdığı gitme şansını değerlendirmemişti.
“Arkadaşıyım.”
“Bu bilmen için yeterli değil.” Onu karanlıkta bırakmaya kararlıydı.
“Aynı şey için çabalıyoruz.”
“O senden daha rütbeli Demir. Onun görevini sen öğrenemezsin.” Artık bir avcuna sığabilen resim masanın üzerindeki yumruğunun arasında kaybolmuştu.
“Onun için endişeleniyorum.”
“Neden? Onu seviyor musun yoksa?” Demir tam o anda samimi bir şekilde duygularını itiraf edecek olsa Begüm, Neva’ya ne olduğunu anlatırdı. Lakin adam bir süre şaşkınlıkla yüzüne bakmıştı. Böyle bir soru beklemediğinden değildi şaşkınlığı.
“Seviyorum.” Begüm’ün gözleri şaşkınlıkla büyümüştü.
“Seni de seviyorum onu da. Sana bir şey olursa merak edeceğim gibi onun da başına geleni merak ediyorum.” Genç adam hala aklına gelen ilk cevabı dile getirebilecek cesarete sahip değildi.
“Korkak!” Demir’in duygularından hala kaçıyor olmasına da ayrı öfkelenmişti.
“Ben mi korkağım?” Demir öfkeyle koltuğunda oturan kadına yürüyecekti.
Begüm hızla ayağa kalktı. Bacaklarına çarpıp geriye fırlayan sandalyeyi cam duvar durdurmuştu. “Sensin korkak. Tanıdığım en korkak kişisin. Sevmekten korkuyorsun, duygularını kabullenmekten korkuyorsun. Verdiğin sözün bir anlamı kalmadığını kabullenmekten korkuyorsun. Ama ne biliyor musun sen Seda ile Neva arasında mekik dokurken senin yerine başkaları seçim yapacak.”
Bağıra bağıra kelimelerini söylerken adamın dibine kadar girmişti. İşaret parmağını göğsüne bastırıp onu ittire ittire cümlelerine devam etti, “Neva öldüğünde geriye Seda kaldığında rahatlarsın belki.”
Demir içten içe olayın bu kadar ciddi olduğunu tahmin etse de konduramamıştı. Neva kendini herkesten koruyabilecek sert tavırlara sahip biriydi. Gençliğinde Kadir’den aldığı özel eğitimi de hesaba katarak ona hiçbir şeyin zarar veremeyeceği kanaatine varmıştı yıllar önce.
Seda ise her zaman koruması gereken bir kuş gibiydi. Zamanında uçamadığı için bakımını üstlenmesi gerekiyordu. Şimdilerdeyse uçabilse bile bir yerlere çarpmaması için hep onu kontrol etmeye çalışıyordu.
Aslında iki kadında prensesti gözünde. Biri Mulan iken diğeri Cindrella’ydı. Kötü olan kendisinin bir prens olmamasıydı.
“Bana başka bir görev ver Begüm. Neva için bir şeyler yapmalıyım. Öylece bekleyemem.” Hayatı etrafındakilerle alay etmekle geçen adam ilk defa ciddiydi. İçinin acısını hiç iyileşmeyecek bir derinlikte hissediyordu.
“Şimdiye kadar beklettiklerine say Demir.” Begüm atamadığı öfkesi ile daha da acımasızlaşmıştı.
“Yapma Begüm! Bunu bana yapma. Deliririm.” Öfkeden mi yoksa çaresizlikten mi emin değildi ama adamın konuşurken çenesi titriyordu.
Begüm onun içinde yaşadıklarını gözlerinden görebiliyordu ama umursamıyordu. “Rusya’ya gidecek olan Neva değildi biliyor musun? Senden, senin dengesizliklerinden uzaklaşmak için bu göreve gönüllü oldu.” Adamın içindeki kırıkları avuçlamış yarasına birer birer geri sokuyordu.
“Ne!” adamın düzensiz nefesleri kulak tırmalayıcı bir hal almıştı. “Sende buna izin mi verdin?”
“Senin aklına sıçayım!” Begüm’ün yüzünde adamdan iğrenen bir ifade belirmişti.
Böyle bir anda onu suçlayacağını düşünmezdi. İnsanın sebep olduklarını kabullenmek karşısındaki suçlamaktan daha zordu. Demir’in zoru başarabilecek biri olmadığını bir kez daha anlamıştı.
“Senden nefret ediyorum!” genç kadın artık onun sesine tahammül edemeyecek bir noktaya gelmişti.
“Defol! Demir. Bir süre gözüme gözükme.” Diye adeta yüzüne haykırdı.
“Gideyim tabi ki. Yoksa iş bittiğinde biz geri zekâlılara başardıklarınla nasıl hava atacaksın. Tabii sen başarana kadar kimin ne kadar zarar göreceğinin bir önemi yok.”
Demir’in öfke ile söyledikleri artık kadını yaralamaya başlamıştı. Bir yandan da onun derinlerde ne düşündüğünü de öğrenmiş olmuştu. Kelimenin tam anlamı ile güvendiği dağlar lapa lapa kar yağıyordu. Begüm o kar fırtınasının ortasında kalmışçasına öfkeyle titriyordu.
“En çok senin zarar gördüğüne emin olacağım.” Dedi soğuk kanlılıkla. Öfkesini en derinlerine gömdü. Adam onunla bu şekilde konuşurken ona herhangi bir duygusunu göstermeyi reddediyordu.
Demir onun buz ifadesini takındığında neye dönüştüğünü biliyordu. Orada bulunmanın, kadın ile konuşmaya devam etmenin bir anlamı olmadığına ikna olmuştu.
“Sana soğuk kaltak diyenler gerçekten haklı.”
Öfkeli yeri döven adımları ile odadan çıkarken arkasında bıraktığı kadının içindeki enkazdan habersizdi.
Odadan çıkmak için kapı kolunu sertçe indirdi. Öfke ile odayı terk edecekken kapının önünde bir şeye rastlamış gibi duraksamıştı. Kimi gördüyse ona yol vermesi ile kenardan geçip gözden kaybolmuştu ama sözleri hala havada asılıydı.
Tülin odanın önüne geldiğinde içeriden gelen kavga seslerini duymuştu. Kapıyı dinlemek gibi bir derdi yoktu ama ister istemez kulak misafiri olmuştu. Kapıyı açıp içeri girse olmayacaktı gitse olmayacaktı. Kapı açılana kadar beklemekten başka çaresi kalmamıştı.
“Begüm Hanım davet için seçtiğiniz kıyafetler geldi.” Zaten sessiz konuşan kadının sesi iyice kısık çıkmıştı.
Begüm, Tülin’e cevap vermek yerine arkasını dönüp odasının balkonuna yöneldi. Sürgülü kapıyı açıp çıktığı sırada arkasından Kadir’in Tülin ile olan konuşmalarını duysa da umursamadı. Hava almaya ihtiyacı vardı. En çok da yalnız kalıp hissettiği duygu karmaşasını sindirmesi gerekiyordu.
Bütün şehrin hareketli görüntüsü gözlerine ağır geldi. Göz kapakları kapanırken kendi içindeki karmaşa ile baş başa kaldı. Dışarıdan gelen sesler yavaş yavaş azaldı. Yok oldu. Sadece kendi ve duvarlarının arkasındaki hayal kırıklığı ile çökmüş benliği vardı.
“İstersen onu öldürebilirim.” Kadir’in geldiğini duymamıştı ama o şekilde balkona çıktığında kendisini takip edeceğini biliyordu.
Mavi gözlerini usulca araladı. Yüzüne vuran güneşi o zaman fark edebilmişti. Hafifçe araladığı gözlerini kısmak zorunda kaldı.
“Onunla baş edebilirim.” Baş edemediği hayal kırıklıklarıydı. “Sadece arkamda olduğunu düşündüğüm duvarların üzerime yıkılmasından hoşlanmıyorum. Arkamda gözüm olmadığından üzerlerindeki çatlakları göremiyorum.”
“Her zaman düşen taşlar için kalkanın olacağım.”
Adamın sözleri Begüm’ü gülümsetmişti. Bir adım atıp adama yaklaştı. Onun yapmak istediği şeyi hemen anlamıştı Kadir. Bir adımda o atıp aralarındaki mesafeyi kapattı. Genç kadının başını göğsüne yaslamasına izin verdi.
“Kalp nakline ihtiyacım var Kadir. Bunu hor kullandım. Çabuk eskidi.” Adamın bir eli omzunda sanki onu sakinleştirmek ister gibi duruyordu.
“Bütün organlarım emrine amade ama bendeki de pek sağlam değil. Seni uzun süre götürmez.” Ağlanacak hallerine güleceklerdi neredeyse.
“Desene iki kişi koca topluluğu yönetebiliyoruz ama bir kalp bile edemiyoruz.” Sesi üzgün çıkmıştı. Üzgünden çok kırgın. İnsanlardan çok hayata kırgın. Ona bu kaderi verene kırgındı.