Dedesinin çalışma odası köşede kaldığı için iki duvarı da boydan boya camdandı. Odada birçok koyu mobilya olmasına rağmen bolca ışık aldığından hala aydınlık gözüküyordu.
Dedesi sağdaki cam duvardan dışarıyı izlerken içeri giren kişiyi görebilmek için ona dönmüştü. Boran masanın yanında ayakta hiddetle duruyordu. Onun bir kolunu emaneten tutan Canan Hanım öfke nöbetini engellemeye çalışıyor gibi dursa da rol yapıyor olma ihtimalleri de yüksekti.
Ozan tekli koltukta tek başına otururken başı ağrımış gibi parmakları ile şakaklarını ovuşturuyordu. İkili nubuk koltuğun bir tarafında oturan adamı uzun sakalları yüzünden neredeyse tanıyamayacaktı. Adam aile avukatları Bahri Bey’di. Uzun zamandır avukatlık sorunları olmadığından sakal boyunu önemsememişti sanki.
“Geldin mi Begüm?”
“Geldim.” Dedi görülen bir şeyi açıklama saçmalığıyla. “Ne zaman aldılar Fırat Beyi?” sorduğu sırada kapıyı arkasından kapatıp ikili koltukta avukattan kalan boşluğa yerleşti.
“Sabah eve geldi polisler.” Diye onu cevaplayan Ozan olmuştu. İçindeki kız Fırat Beyi o çok güvendiği malikanesinden alan polis görevlilerinin alnından öpüyordu ama hiçbirini yüzüne yansıtmadı.
“Babamı evden almak ne demek dede! İfade falan gerekiyorsa ararlar biz gideriz. Bunlar bizi hiç mi tanımıyorlar.” Boran düşündüğünden daha öfkeliydi.
“Sakin ol oğlum. Derin nefes al.” Canan Hanımın sanki kriz önlüyormuş tavrını gördüğü için gözlerini oymak istiyordu. Boran’ın öfkesi daha gerçekçi gözüküyordu.
Begüm avukatın orta sehpaya bıraktığı dosyayı alıp içindekilerde göz gezdirdiği sırada dedesinin üzerindeki bakışlarının ağırlığını hissedebiliyordu.
“Ama o Alparslan denen herif görecek. Bu onun yanına kalmayacak. İflas edecek o!”
“Yap oğlum hak etti. Ama önce babanı kurtaralım.” Derken bir yandan da oğlunun kolunu sıvazlıyordu Canan Hanım. Ozan önündeki tiyatroyu izlerken sıkılmıştı.
Begüm okuduğu ifadelerden anladığı kadarı ile Fırat Bey’in ihale için görevlilere rüşvet verdiğini sözde ispat etmişlerdi. Dosyaya göre delil vardı. Lakin genç kadın Fırat Bey’in çalışması şeklini en iyi bilen kişi olarak böyle bir şey yapmadığına emindi. O daha çok şirket içine köstebek sokmayı severdi.
Sonunda okumayı bitirdiği dosyayı yanında avukata uzattı. “Bu Alparslan Al Acman size kaç ihale kaybetti?” tamamen merakından sormuştu. Adamın bu derece ileri gidecek öfkeyle nasıl dolduğunu merak etmişti.
“Dokuz ya da on olması lazım.” Onu cevaplayan Ozan olmuştu.
Duyduğu sayı Begüm’e çok gelmişti. “Ne kadar sürede oldu bu?”
“Son üç ayda falan.” Ozan verdiği cevaptan emin değildi. Başını Boran’a çevirmiş olsa da genç adam ona bakmıyordu. Kız kardeşinin neyi öğrenmeye çalıştığını anlamlandırmaya çalışıyordu.
“Zaten adamı batırmayı denemişsiniz Boran. Bu kadar ihaleyi elinden almak ticaret etiğinde yok.” Kollarını göğsünün altında birleştirmiş yargılayıcı bakışlarını ayakta duran kardeşine çevirmişti.
“Sen ne anlarsın ki!” Boran küçümseyici bakışları ile sözlerini pekiştirmişti.
“Senden çok anladığım kesin.”
“Başımı şişirdiniz artık!” dedesi fitili ateşlenmiş ateşe koca bir kova su boşalttı. “Herkes odasına. Kurul toplantısına kadar sakinleşin. Toplantıda tartışma istemiyorum. Herkesin karşısına Ulukaya ailesi olarak çıkacağız.” Begüm bir odası olmadığından çıkmak için bir hamle yapmamıştı. Ozan ayaklanmış kapıya yönelmişti ama Boran ve Canan ikilisi hala ayakta bekliyordu.
“Dede diğer işleri konuşmayacak mıyız? Teslimat günü yarın.” Begüm şaşırmıştı. Fırat Bey’in yer altı işlerine Boran’ı soktuğunu bilmiyordu. Dedesi de bilmiyor olacak ki yüzüne ne saçmalıyorsun ifadesini takınmıştı.
“Dünkü yetmeden akıl mı alacağım? Sen önce şirketi yönetebil de sonrasını ne zaman konuşacağımıza bakarız.” Diye onu terslemişti.
Boran aldığı cevaptan sonra daha fazlasını söylemeye cesaret edememişti ama daha da öfkelenmişti. Odadan çıkmak için döndüğü sırada Begüm ile göz göze gelmişlerdi. Genç kadın onu kızdırmak için özellikle belli belirsiz gülümsemişti. Boran’ın gıcırdayan dişlerini mesafeye rağmen duymuştu. Canan Hanım bu sefer gerçekten bir kavgayı önlemek için oğlunun koluna asılmıştı.
“Sen çıkmıyor musun?”
“Benim burada bir odam yok ki kardeşim.”
“O burada kalacak.” Diye devam ettirdi sözlerini dedesi. Zaten bunlarda Boran’ın sesinin kesilmesini sağlamıştı. Babası varken belki dedesine diklenebilirdi ama o an sinmekten başka çaresi yoktu.
“Ben de odamda olacağım Sedat Bey. Bir gelişme olursa sizi haberdar edeceğim.” Odadan çıkan aile üyelerine Bahri Bey’de katıldı. Arkasından kapıyı kapattı.
Dedesiyle birbirlerine bakarken odadan çıkanların kapının önünden uzaklaşmasını bekliyorlardı.
“Torununa ne ikram ediyorsun Sedat Bey?” sessizliği bozdu genç kadın.
“Biraz üzülüyor gibi mi davransan?” yaşlı adam dikildiği cam kenarından ayrılıp karşısındaki tekli koltuklardan birine oturmuştu.
“Bazı konularda çok beceriksizim dedecim.” Bir sır verir gibi öne eğilim sesini bir ton daha kıstı, “Özellikle de yalan söyleme de.” Yaşlı adamın gülesi yoktu ama Begüm hep yaptığı gibi en kötü anlarda bile onu neşelendirmeyi başarıyordu.
“Fırat’ı kurtarabilecek belgelere ulaşabilir misin?” yaşlı adam bunu ciddi ciddi sormuştu.
“Belki de onu kurtarmamalıyız.” Dedesinin kaşları çatılmıştı ama umursamadan sözlerine devam etti. “Kimin dost kimin düşman olduğunu anlayabilmek için harika bir fırsat değil mi?”
“Değil Begüm!” eski toprak ısrarcıydı.
Begüm çok fazla uzatmadı. “Elimden geleni yaparım.” Sözleri kabullenmişlik barındırsa da arkadan bildiğini okuyacaktı.
“Elinden gelenden fazlasını yapmaya çalış.” Begüm dedesinin ısrarcı tavrından artık şüphelenmeye başlamıştı. Lider Fırat’a el koyup dedesini mi tehdit ediyordu acaba? Aklına başka başka fikirler dolmaya başlamıştı.
“Boran’ın bahsettiği teslimat cemiyetin malı değil mi?” refleks olarak yine gözlerini kısmıştı. Karşısındaki yaşlı adam bu ifadeyi çok iyi biliyordu. Kızın başının üzerinde yanan ampulü fiziksel olarak görmesine gerek yoktu.
“Evet!” dedi devam etmesi için teşvik eder bir tonda.
“Alparslan Al Acman’a yardım edenler cemiyetten. Fırat Bey ortada yokken malları çalıp bizi daha da zora sokabilirler. Tedarik yollarımızla depoyu değiştirelim diyorum.”
Genç kızın düşüncesi adama mantıklı gelmişti. “Peki bir önerin var mı?”
Begüm çoktan karar vermiş olsa da planlı gözükmemek için düşünüyor gibi yaptı. Etrafta gezdirdiği boş bakışlarından sonra odağına tekrar dedesinin kendisine benzeyen mavi gözlerini aldı. “Yol için daha çok düşünmem lazım ama depo olarak Ozan’ın inşaat deposunu kullanabiliriz. Hem taşınan malların ağırlığı dikkat çekmez hem de birden fazla çıkış noktası olduğundan bir aksilikte müdahale etmek kolay olur. Korumak için bölünmek gerekeceğinden oraya koyacağımız akıllarına gelmez.”
“Ozan’a ait olduğu için de bakılma ihtimali en düşük yerlerden biri olur.” Diye söylemediği bir nedeni daha belirtmişti. “Düşüneceğim bu fikri.” Begüm çoktan fikrini uygulayacağına emin olmuştu.
“Fırat Bey sence ne zaman döner?”
“Müdahale edilemezse dönemeyebilir.” Begüm bu yaşanan şeyin asıl sebebini deli gibi merak etmeye başlamıştı.
“Daha haberi yapılmadı kurula durumu açıklayacak mısın?” doğrusu olayı hemen kurula yetiştirme taraftarı değildi. Yine de dedesi anlatmak isterse karışmayacaktı. Fırat Bey’in şirketi kaos yuvası olsa bile umursamayacak biriydi. Dedesinden kalan miras olması dahi umurunda değildi.
“Birkaç gün geçsin bakalım. Durumda bir gelişme olmazsa o zaman acil bir toplantı ile anlatırız.” Dedesi bir şey biliyormuş gibi rahattı. Liderle olan buluşması işin anahtarı gibi gözükmeye başlamıştı gözüne.
“Bu Al Acman yapacağını yaptı ama hala gözümüzü üzerinde tutacak mıyız?” dedesi ondan bunu istediğinde adamı izlemek yerine kendi işleriyle ilgilenip sözlerini umursamamıştı.
“Bu sefer o bir şey yapacak diye değil Boran bir saçmalık yapmasın diye.” Yaşlı adama yavaşça oturduğu yerden kalkıp masasına yöneldi. “Kahvaltı yaptın mı? Toplantıya kadar bir şeyler atıştırmak ister misin?”
“Yedim bir şeyler ama bir çayını içerim.” İkisi de oldukça rahattı. Birinin babası birinin oğlu sorguya alınmış gibi değillerdi hiç.
Begüm oturduğu yere biraz daha yerleşerek bacak bacak üstüne attı. Gelen çayı eşliğinde dedesiyle havadan sudan sohbet etmeye başlamıştı. Normal bir günde onu ziyarete gelmiş gibi tavır takınmıştı. Toplantıda aynı kıvamda geçmişti. Hiçbir şeyden haberi olmayan küçük ortaklar ve bilse dahi soracak cesareti olmayan büyük ortaklar. Sedat Ulukaya’nın varlığı ile hepsinin dili lal oluyor dudakları mühürleniyordu.
Genç kadın için toplantı oldukça faydalı olmuştu. Alparslan Al Acman’ın da katılacağı büyük bir ihale olduğunu öğrenmişti. Olayları yeterince uzaktan izlemişti. Biraz aksiyona katılmak istiyordu. Fırat Bey de ortada yokken kendine seçeceği tarafın kazanmasını garanti edecekti.
Toplantının bitmesiyle kendi şirketine döndüklerinde Seda çoktan toplantıya girmişti. Sabah onu aramakla doğru bir karar verdiğini anlamıştı. Odasına girmeden önce sağda asistanı Tülin onu görür görmez ayağa kalkmıştı.
“Hoş geldiniz Begüm Hanım.”
“Bize iki çay söyle Tülin. Seda toplantıdan çıkınca bana uğrasın.” Cümlelerini sıralarken adımlarını durdurmamış odasının kapısını açmış yarı içeri girmişti bile.
“Hemen hallediyorum.” Tülin’e bakmasa da geldiği koridorda kaybolduğunu biliyordu.
Odasının yarı cam yarı ahşap kapısını Kadir arkalarından kapatmıştı. Antika sevdasını odasına da yansıtmıştı. Eşyalar ahşap oymacılığının değerli eserleriydiler. Her birinin üzerindeki vernikler ilk gün ki gibi parlıyordu. Odasının soldaki duvarında boylu boyunca antika plaklardan oluşan dekoratif tabloları vardı. Odaya uyum sağlaması için çerçevelere etnik desenler oyulmuştu.
Kahve ve bordonun uyumu ile dolu olan odasında çalışma masasının arkasına geçtiği sırada Kadir masanın önündeki iki tekli sandalyeden birine bedenini bırakmıştı.
“Yeni bir bilgi var mı?” diye sormuştu akıl hocası.
“Bilgi sayılır mı emin değilim.” Derken bir yandan bilgisayarını açmakla meşguldü. Karşısında bir başkası olsa devam etmesi için sabırsızca bir şeyler söyleyebilirdi ama Kadir öyle değildi. Onunla girilebilecek bir sabır savaşını kazanacak biri daha doğmamıştı.
Bilgisayarının şifresini girip mailini açtıktan sonra dikkatini tamamen adama çevirdi. Olanları anlatmaya başlayacaktı ki kapısı iki kez tıklatıldı. Gel sesini beklemeden yavaş inen kulp ile içeri elinde tepsi ile Tülin girdi.
“Çaylarınız efendim.” Saygı ile birini Begüm’ün önüne koyarken diğerini genç adamın önünde fiskos masaya bıraktı. “Başka bir isteğiniz var mı?”
“Teşekkürler Tülin. Şimdilik bu kadar.” Demekle yetinde genç kadın. Asistanı geldiği sessiz adımları ile çıkana kadar konuşmadılar. Kapatılan kapı başlatma tuşları olmuştu.
“Lider ile dedem arasında çözemediğim bir şey var. Fırat Bey’in içeride olması onu öyle öfkelendirmiş gibi durmuyor. Hatta Boran öfkesini Al Acman’dan çıkarır diye ona dikkat etmemi istedi.” Kadir dikkatle yorum yapmadan dinliyordu kadını.
“Önemli olan kısım bu da değil. Yarın yapılması gereken bir teslimat varmış. Dedemin kulağına biraz karpuz suyu kaçırdım. Taşıma güzergahını değiştirecektir ama malları söylediğim depoya götürmeyecektir. Şu gizlice Ozan’ın üzerine yaptıkları depo boş muydu?” mavi gözleri zekâ pırıltıları ile dolup taşarken kısılmıştı.
“Boş diye biliyorum ama bir kontrol ettiririm.” Kadir sadece kadını izlemekle yetiniyordu. Çoğunlukla kararlarına müdahale etmezdi. Onun işi olayların sorunsuz ilerlemesini sağlamaktı doğruluğunu yanlışlığını yargılamak değildi.
“Yakında dolacak bence.” Derken eli düşüncelerle hiç çıkarmadığı opal kolyesine gitmişti.
“Ne yapmayı düşünüyorsun?” duyacağı cümlelere genç adamın emirleri olacaktı.
“Ufak bir Cabal müdahalesi. Lider’i biraz ortaya çıkmaya zorlayalım. Malların yerini de güzergahını da güzelce öğren bu akşam. Yarın sabah ilk işte Hüseyin ve Kürşat’a bu bilgileri uçuracağız.”
“Yemi yutmaları dileğimizle.” Genç adam duvardan ifadesinin arkasında ufak bir tebessümle bakıyordu Begüm’e.
“Fırat Bey ortada yok, dedem de onlara göre yaşlı biri. Başarmanın rehavetini de düşünürsek… Yiyemeyecekleri bir lokmayı ısırma hatasına düşeceklerdir.” Begüm eylenmeye başlamıştı.
Kadir görevini gerçekleştirmek için ayaklandığı sırada kapı bir kez çalınmış ardından hızlıca içeri girilmişti. Begüm onun bu tavrına birçok şey söylerdi ama o an keyfi yerinde olduğundan sokacağı lafları yutarak kendince Demir’i ödüllendirdi.
“Sabahımın sultanı! Nasılsın?” Kadir sağ kolu ise Demir de sol koluydu. Kişilikleri de an az sağ sol gibi zıttı.
“Öğlen oldu Demir.” Neşesi yerinde olsa da sululuk çekme isteği yoktu.
“İnsan bir iyiyim der. Nezaketen bana da sorar.” Serzenişleri ile Kadir’in kalktığı koltuğa yerleşivermişti.
Kadir çayını içmişti ama Begüm’ün bir yudum aldığı çayı olduğu gibi duruyordu. Demir uzanıp ince belli bardağı eline aldı. “Dilim damağım kurudu.” Kafasına dikip içtikten sonra ise yüzünü buruşturmuştu. “Buz gibi olmuş bu. Aynı senin gibi.”
“Yarından itibaren seni adabı muaşeret kursuna yazdıracağım. Çok eksiğin var.” Yüzünde alaycı bir gülümseme olsa da Demir söylediği her şeyi yapma potansiyeli olan biri olduğunu bilecek kadar akıllıydı.
“Sende geleceksen neden olmasın güneşim.” Sarı saçları nedeniyle ona böyle bir lakap bulmuştu genç adam.
“Cık! Ben krav-maga’ya yazılacağım. Seni daha iyi dövebilmek için.” Oysa genç kadın birini öldürmenin birçok yolunu çoktan öğrenmişti.
“Bu yakışıklı yüze kıyabilecek misin?” derken yüzünü şekilden şekle sokuyordu.
Begüm gerçek olmadığı belli olan yüksek tonda bir kahkaha attı. “Güleyim de boşa gitmesin dedim.” Demir’in morali bozulmuştu. Egosu ise darbe üstüne darbe alıyordu.
Kadir çocukları kavga eden baba edası ile ikiliyi karşıdan kınayıcı bakışları ile izliyordu. Tabi kınayıcı bakışları ifadesiz yüzünün arkalarında bir yerde duruyordu.
“Senin adına üzülüyorum. Bana ettiğin hakaretler yüzünden bir gün çarpılacaksın. Sonra evde kalıp bana koca bul diye kapıma geleceksin.” İkisi de buna saatler hatta günlerce devam edebilirdi. İkisi de her lafa verecek bir cevap bulmakta ustaydı. Bu yüzden Begüm şimdilik orada bırakmaya karar verdi.
“Sen susta şu senden yapmanı istediğim işi halledebildin mi onu söyle!”
Demir bu sefer de ağzı kapalı bir şekilde garip hareketler yapmaya başlamıştı. Sanki ağzı açılmıyormuş gibi davranıyor el kol hareketleri yapıyordu.
“Ne yapıyorsun sen?”
“Susta söyle dedin onu yapmaya çalışıyorum.”
Bu cevaba karşılık kadın derin bir nefes koyuverdi. Bir elinin baş ve orta parmağı ile şakaklarını ovmaya çalıştı. Sabah sabah başını ağrıtmayı başarmıştı Demir.
“Demir senden iki dakika ciddi olmanı istiyorum.”
“Sadece iki dakikaysa sorun yok. Bir an daha fazla dersin diye korktum.”
Genç kadının bıkkın bakışları ayakta duran Kadir ile kesişmişti. Bir bakışma ile anlaşan ikili gözlerini ayırdıklarında Kadir harekete geçmiş adamın ensesine ufak bir şaplak atıvermişti.
“Yaa!” arkasında gözü olmayan adam bu hareketin geleceğini öngörememişti.
“Niye bağırıyorsun ki? Yoksa ciddi olduğun dakika başlamamış mıydı?” Kadir umursamazca eski yerine geçerken bunları söylemişti.
“Siz ikinizi ayırmak lazım. Böyle olmuyor.” Serzenişini odada umursayan kimse olmamıştı.
Begüm kolundaki zarif saate bakarken konuştu, “İki dakikan başladı Demir.”
“Tamam iş konuşalım ciddi insanlar.” Ceketinin hangi cebine nasıl soktuğunu bilmiyordu ama oradan çıkardığı birkaç kâğıt parçasını Begüm’e uzattı.
“Birileri bunlar bulunmasın diye biraz kan dökmüş. Ama ben buldum.”
Begüm elindeki belgeleri dikkatle inceledi. Babasının rüşvet olarak verdiği iddia edilen para ilk Alparslan Al Acman’ın şirketinde köstebeğe geliyor oradan açık hesaba, açık hesaptan açık arttırma görevlisine. Kendi beslediği adam onun topuğuna sıkmıştı. Genç kadın olayın absürtlüğüne kıkırdarken belgeleri okuması için Kadir’e uzattı.
“Aman diyeyim onların başına bir şey gelmesin Begüm. Başka bir kopyası yok. Bunları bulacağım diye göbeğim çatladı. Uyku uyumadım ya!”
“Daha iki dakikan dolmadı bile!” demir yüzüne yerleştirdiği kocaman gülümseme ile hatasını örtebileceğini sanıyordu.
“Maaşından kesinti yapacağım haberin olsun.”
“Ne! Neden? WHY?” Art arda sıraladığı itiraz cümleleri genç kadını sinir etmekten çok eğlendiriyordu.
“İş yerindeki huzurumu bozuyorsun.” Derken adamın yüzüne bakmamış maillerine dönmüştü.
“Tamam. Bozmuyorum. Gidiyorum. Hemen. Şimdi. Hatta gittim bile.” Kapıdan çıkana kadar kırk kelime dizen Demir’e son saniye masadaki kalemlerden birini fırlatmıştı. Tabii hızla kapanan kapı sayesinde kalem hedefine ulaşamamış kapıya çarpıp düşmüştü.
Tekrar açılan kapı ile içeri bir kafa uzandı. “Maaşımı kesmeyeceksin değil mi?”
Bu soru ile ikinci bir kalem daha hedefini tutturamayıp kapıdan sekip yere düşmüştü. Bu sefer uyarıyı tam olarak alan Demir gitmiş olmalı ki kapının önündeki ses kesilmişti.
“Bunları ne yapalım?” sorduğu sırada kağıtları genç kadına doğru uzatmıştı.
Begüm, ayağının dibinde dolapta olan kasasını açıp içine koyduğu sırada cevapladı onu. “En karlı anda kullanmak için saklayacağız.”