“İçinden gelmiyorsa davete katılma. Çilingire gidelim bu akşam.” Kadir içini açabildiği yegâne kişiydi. Çoğu zaman anlatmasına gerek kalmadan onu görebilen kişiydi.
Adamın kollarının arasından çıktı. Bir adım geri atıp aralarına mesafe koydu. “Kardeşime söz verdim.” Ozan onu kardeş olarak ne kadar seviyordu bilmiyordu ama o sözlerine sadık biriydi. İki eli kanda da olsa sözünü tutacaktı.
“Alparslan Al Acman’ı görmek için değil yani.” Kadir’in derinlerdeki fikirlerini tahmin edebiliyor olması içten içe onu korkutsa da adama olan güveni bu korkunun üzerine örtüyordu.
“Bir taşla daldaki kuşlar diyelim.” Bakışlarını şehrin gürültülü manzarasına çevirdi. “Georgi’nin hangi delikte saklandığını bulmalısın. İki günümüz var. Sonra da Vitali’nin evindeki casusumuzla iletişime geç. Bakalım hali vakti nasılmış.”
“Bir planın var mı?” adam korkuluklara yaslanmış bakışlarını kadına çevirmişti.
“Henüz değil. Georgi’ye ulaştıktan sonra anlatırım.” İçindeki öfkesini sindirmek için bir çaba göstermiyordu. Yeri geldiğinde sahibine geri iletecekti.
Balkonun kapısı hafifçe tıklatıldı. Genç kadın geri döndüğünde cam kapıyı açmadan arkasında bekleyen Tülin’i gördü. Onu dışarı çağırmak yerine kendisi içeri yöneldi.
“Kuaför geldi Begüm Hanım. İçeri alalım mı?” bir yandan da gözleri ile kadının ruhsal durumunu inceliyordu. Gördüğü tek şey soğuk duvarlardan oluşan düz bir ifadeydi.
“İçeri al. Hazırlanmalıyım.” Yönünü biraz önce odasına getirilen askıdaki kıyafetlere çevirdi. Kendi zevkine göre birkaç elbise sipariş etmişti. Aralarından bir tanesini seçmeye çalıştı.
Tülin kuaförü içeri almak için dışarı çıkarken Kadir’de balkondan içeri girmişti. “Seni arabada mı bekleyeyim eve mi geçeyim?”
“Eve geçebilirsin. Hayalet ekibi koruma için yeterli olacaktır.” Dediği sırada adama dönmemiş askıdaki elbiselerde ellerini gezdiriyordu. En sonunda tasarım olduğu on metre öteden belli olan bir elbise seçmişti. Gece mavisi bütün vücudunu ikinci bir deri gibi saran parlak kadife elbisenin sol bel oyuntusunda elmastan yapılmış işlemeleri vardı. Elbise çoğunlukla sade dursa da teninde anlam kazanacağına emindi.
Odaya gelen kuaförün övgüler yağdırarak şekil verdiği parlak sarı saçlarının sadece ön kısımlarını hafifçe arkaya sabitlemişlerdi. Ardından mermer kadar pürüzsüz beyaz tenine geçirdiği elbisesi ile gözlerinin mavisini daha da ortaya çıkarmıştı. Ne elbisenin ne de kendi güzelliğini gölgede bırakmamak için orta boy opal küpeleri taktı. Küpeleri annesinden hatıra kalan altın opal kolyesine uyum sağlıyordu.
Saçından ayakkabısına, elbisesinden çantasına kadar hazır olduğunda davetin verileceği yedi yıldızlı otele doğru yola çıkmıştı. Yalnız kaldığı arabada zihninin sesini bastırmak için radyoyu açmıştı.
Fırat Bey’i kurtaracak belgeleri ele geçirdiğinden beri düşünüyordu. Alparslan Al Acman ile tanışıp ona karlı bir fikir sunup sunmamak arasında kalmıştı. Aslında adam karlı teklifi hak ediyordu. Fırat Bey’in durup dururken onunla uğraşıyor olması genç kadını rahatsız ediyordu. Nedense adamı savunma isteğine bürünmüştü.
Aklındakileri dile getirdiği noktada adamın kendisine vereceği tepkiden endişeliydi. Birlerinin ilk tepkileri onun için hep belirsizlikti. Oysa o olduğu yerden baktığı yolun sonunu görebilmek isterdi hep. O akşam yolu sisliydi.
Bugün sadece ön bir tanışma yapacaktı. Esas konuşmayı Fırat Bey’in davasına daha yakın bir gün yapmaya karar vermişti. Kararı kesin değildi. İlk raundun nasıl biteceğine bağlıydı.
Yedi yıldızlı oldukça lüks otelin lobisinden geçip davet salonunun kapısına geldiğinde çoktan yüzüne buzdan ifadesini yerleştirmişti. Kapıda isminin kontrol edilmesinin ardından Jale ve Ozan’ın çoktan oturduğu masalarına doğru adımladı.
Attığı her adımla mavi gözleri her zamanki soğukluğu ile insanların üzerinde geziniyordu. Kulağına gelen bazı fısıltılar yıllar öncesinin olaylarıyken bazıları yeni dedikodulardı. Yine de hiçbiri yüzündeki maskeyi geçememiş dik duruşunu bozamamıştı.
Sonunda masasına geldiğinde Ozan ve Jale dışında iş yaptığı bir iki kişinin daha aynı masada olması hoşuna gitmişti. Zarif adımları ile yürümekten çok süzülüyormuş gibi durduğundan mıdır Jale bile ona hayranlıkla bakıyordu.
“İyi akşamlar!”
Ozan ile Jale onu karşılamak için çoktan ayaklanmışlardı. Normalde yuvarlak masanın diğer tarafında oturan Giray da onu gördüğünde ayaklanmış kadın masaya ulaşana kadar yanına gelmişti.
“Hoş geldin Kraliçem!” derken kadının elinin üzerini nazikçe öpmüştü. Dudaklarını kuş tüyü gibi değiren adam itici olmaktan çok salon beyefendisi imajı çiziyordu.
“Hoş buldum Giray.” Derken yüz ifadesi biraz da olsa yumuşamıştı. Bu yumuşaklık hiçbir şekilde gözlerine ulaşmamıştı ama.
Kardeşiyle Jale’ye de sarıldıktan sonra oturmak için sandalyelerine yönelmişlerdi. Giray önce onun sandalyesini çekmiş oturması için beklemişti. Ardından hemen yanındaki sandalyeye geçmişti. Böylece sağına Giray soluna Jale oturmuştu.
Giray yerin esas sahibini umursamamıştı. Denk geldikleri her davette bunu yapardı. Aralarında bir gönül ilişkisi olduğundan değildi. Sadece ona hayrandı.
“Nasılsın?” genç kadın sorusunu Ozan’a sormuştu. Kaos döneminde Canan Hanım ile aynı evde yaşamak çekilebilecek bir şey gibi gelmiyordu kendisine.
“İyiyim. Dün babamla görüştük.” Derin bir nefes alıp ekledi. “Çok öfkeli.”
Genç kadın Fırat Bey hakkında gayet güzel yorumlar yapabilirdi ama kalabalık ortam dolayısı ile sessiz kalmayı tercih etti.
“Sen nasılsın Jale. Heyecanlı mısın?” derken alacağı ödüle atıfta bulunmuştu.
“Biraz. Ödülden çok iki gün sonraki defile hazırlıkları için heyecanlıyım.”
Onu dinlerken uzandığı suyundan aldığı bir yudumla bardağı bıraktıktan sonra gerçek bir tebessümle kadına döndü. “Kabul ettin mi?”
“Evet ama elbiseye hala karar veremedim. Ozan da hiç yardımcı olmuyor.” Genç kadın samimi bir serzenişte bulunmuştu.
“Telefonunda resimleri varsa yardımcı olabilirim.” İki kadın arasındaki konuşmaya kulak misafiri olan Giray hızla atıldı.
“Bütün tasarımların resmi var bende.” Dediği sırada katlanabilir telefonunu açıp incelemesi için daha iyi bir görüş sağlamıştı genç kadına. Birkaç dosyaya girdikten sonra sıralı resimlere gelmişlerdi.
Genç adamın telefonu ona uzatması ile aldı. Bir elinde tuttuğu telefonu Jale ile ortasına konumlandırarak ikisi içinde uygun bir görüş sağlamıştı. Açılan ilk resimle yorumlarına başlamıştı.
“Beyaz tenlisin açık sarı seni ruh gibi gösterecektir. Bu olmaz.” Deyip ilk seçeneği görür görmez elemişti.
“Bunun dikişi belde değil daha kalçaya doğru. Bacak boyunu kesecek. Güzel bir görüntü olmayacaktır.” Aynı hızda bir diğer tasarıma geçti.
“Tek omuz modeller sana yakışmıyor. Belirgin, çok güzel köprücük kemiklerin var. Bu modeller onların görüntüsünü kesiyor. Bu da olmaz.” Başını telefondan kaldırmadan gördüğü her tasarıma bir bahane bulmayı başarıyordu.
“Bak bu siyah olan çok güzelmiş. Ama sende durmaz. Elbisenin kendine özgü vahşi hatları var. Senin yüz mizacın yumuşak. Kemikli yüz yapısında biri giyse çok daha çarpıcı duracaktır.” Söylediklerine hiçbir cevap vermeden dinleyen ikiliden onay almak ister gibi başını kaldırdığında gözlerini irice açmış ikiliyi görmüştü.
“Sendeki gözleri ödünç alabiliyor muyuz?” Giray gayri ihtiyarı bir soru yöneltmişti.
“Ozan duyuyor musun? Sen hiç böyle fikirler vermiyorsun.” Jale küskünce kocasına dönmüştü.
Begüm her ikisinin tepkilerine de gülümsemişti. “Sen en çok hangisini yakıştırmıştın?” diye Giray’a sordu.
“Sarı olan beni açmış Begüm!” sorunun muhatabı Jale değildi ama o üstüne alınmıştı. Büyük ihtimalle bunu söyleyen de Ozan’dı.
Begüm kısık bir kahkaha attı. Hızla kendini toparlasa da yakınında duranlar duymuştu. Jale yanlış anladığını fark ettiğinde utanarak önüne dönmüştü. Bir yandan da gülen kocasına dirseği ile sertçe vurmuştu.
“Göstereyim Kraliçem.” Giray elinden aldığı telefonda birkaç elbiseyi daha geçtikten sonra bordo bir tasarımda durmuştu. Genç kadın kısa bir süre elbisenin detaylarını inceledi.
“Kalp yakayı, kol detaylarını beğendim. Yırtmaç bacaklarını daha uzun gösterecektir. Doğru bir seçim. Ben onaylıyorum.” Derken içten içe havaya girmişti.
“Sendeki sanatsal göz bizde pek yok Kraliçem ama idare ediyoruz işte.” Giray dalga geçiyor gibi dursa da içten içe sözlerinde ciddiydi.
Gecenin ilerleyen saatlerinde yemek servisi başlamıştı. Masada birbirini tanıyanlar bir yandan ufak lokmalar ile yemeklerini yerken bir yandan da sohbet ediyorlardı. Çoğunlukla iş konuları olsa da ara ara dedikodu hatırlatmaları da yaptıkları oluyordu.
Begüm çoğunlukla dinleyen taraf olmuştu. O akşam hedefinde olan başka bir iş vardı. Dikkatinin tamamını masadakilere veremiyordu. Bir kulağını sohbetten ayırmazken bir yandan da çaktırmadan salonda genç adamı arıyordu. Şimdiye kadar sadece resimlerde gördüğü adamın gerçekte nasıl göründüğünü deli gibi merak eden içindeki canavarın heyecanını bastırmaya çalışıyordu.
Bir süre sonra onu bulamamanın verdiği sıkıntı ile gerilmişti. Kendi otelinde olan bir davete geleceğini düşünmüştü. Yemek faslı bitmek üzereydi. Bazı masalar çoktan tatlıya geçmişti. Gergin olduğunda hep yaptığı gibi gözleri kısılmış eli hafif sallanan küpesine gitmişti.
İçinde bulunduğu ortam sıkıntıdan havasız gelmeye başlamıştı. Sakince sandalyesini geri itip kalkması derin sohbetteki tanıdıklarının dikkatini çekmişti.
“Bir şey mi oldu Kraliçem.” Giray ani hareketini sorgular gibi bakıyordu. Bir başkası olsa hiç düşünmeden terslerdi ama Giray olduğu için bu harekete takılmadı.
“Sadece biraz hava alacağım. Tatlıya yetişirim.” Adamın içini rahatlatacak ufak bir tebessüm etmeyi de unutmamıştı. Giray onu onaylarcasına başını sallayıp Jale ile olan sohbetine geri döndü.
Balkonun olduğu tarafa doğru ilerlerken yine birçok göz ile çakışmıştı mavi irisleri. İş dünyasının akbabalarının soğuk bakışlarına denk geliyordu. Azı erkeklerin gözlerinde anlık arzu kıvılcımı görse de onun bakışlarını fark ettiklerinde o arzunun yok oluşuna şahit oluyordu.
Herkesin arasında salona geldiğinden beri aradığı o bakışlara denk geldi. Alparslan Al Acman salondaydı. Kesişen bakışları birbirlerinde sabitlenmişti. Adam onu daha önce fark etmişti. Yine de ilk defa inceliyor gibi baştan aşağı süzmüştü genç kadını.
Davetteki diğer erkekler gibi o da takım elbise giyiyordu ama en çok ona yakıştığı su götürmez bir gerçekti. Geniş omuzları, uzun boyu ve yapılı vücudu, evli kadınların bile ona ikinci kez bakmasına neden oluyordu. O ise yeşillerini genç kadının mavilerine sabitlemişti.
“Bakıyorum da gözlerini alamadın!” onunla alay eden arkadaşına ters bir bakış atmıştı. Bakışları tekrar kadına döndüğünde biraz önce yanında olmayan iki kişi ile ayakta konuştuğunu görmüştü. Yüzündeki düz ifadesinden konuştuklarıyla pek samimi olmadığını anlamıştı.
“Kim o?” Mahir’e sormuştu ama bakışlarını kadından hala çekmiyordu.
“Sence? Sana hiç tanıdık gelmiyor mu?” Mahir onunla dalga geçeceği bir açık bulmuşçasına eğleniyordu. İki adamın ortasındaki kadın ise onun kadar memnun değildi.
“Çıkaramadım. Daha önce tanıştık mı?” sonunda bakışlarını arkadaşlarına çevirebilmişti.
“Onunla değil akrabaları ile tanıştın.” Mahir olayı bulmacaya çevirmek üzereydi.
Nişanlısı Derya sıkılmış gibi cevabı söyleyiverdi. “Begüm Ulukaya.”
Alparslan bu sefer bilinçle bakışlarını kadına çevirmişti. Lakin kadın aradığı yerde yoktu. Bakışlarını baştan sona bütün salonda gezdirdi. Kadın yoktu. Ufak bir telaşa kapıldı bedeni. Hafifçe dikleştirdiği bedeni ile göremediği yerleri görecekmiş gibi bir tavır takındı.
“Davetli miydi?” normalde pek soru soran biri değildi ama kadın ilgisini çekmişti. Kadından çok güzelliği.
“Jale ödül alacak. Büyük eltisi ile yakın. O davet etmiş olmalı.” Derya cemiyet dedikodularının içinden biri olarak cevaplamıştı onu.
“Fırat Bey’i andırıyor ama kardeşlerine hiç benzemiyor. Saçları boya olamaz herhâlde?” Genç adamın içindeki şüpheci taraf uyanmış sorgulamaya başlamıştı çoktan.
“Üvey kardeşler. Baba bir anne farklı.” Derya yıllar öncesinin skandalını dile getirdi.
“Vay be Fırat Bey’in de çapkın olduğu zamanlar varmış desene!” Mahir hala olayın suyunu çıkarma derdindeydi.
“Sanırım gitti. Ortalıkta gözükmüyor.” Mahir de onun gibi gözleriyle salonda bir iki kez turladı. Hakiki sarışın kadın ortamda ampul gibi parladığından görememe ihtimalleri yoktu.
“Belki.”
“Jale’nin ödül alışını görmeden gitmez.” Derya sanki yıllardır kadını tanıyor gibi konuşuyordu.
“Siz tanışıyor musunuz?” diye sormadan edememişti Mahir nişanlısına.
“Ortamda denk gelmiştik. Soğuk biri pek seveni de yok zaten.” Derken yüzünden tanışıklığından memnun olmadığı belli oluyordu.
Alparslan başkasının deneyimleri ile birilerini yargılamayacak kadar olgun biriydi. Kadın soğuk olabilirdi. Sorulması gereken onu böyle olmaya iten neler yaşadığı olmalıydı.
“Sıkıldım. Biraz hava alacağım.” Mahir sigara içemeye gideceğini anlamıştı. Sohbet konusu arkadaşını sarmamıştı.
Genç adam arkadaşlarının arkasından verdiği tepkiyi görmeden balkona yönelmişti. Balkonun çift kanatlı büyük kapısından geçtiği sırada ceketinin iç cebinden sigara paketi ile çakmağını çıkarmıştı. Öyle daimî içicilerden değildi ama gerginlikten paket bitirdiği oluyordu.
Tam sigarasını yakmak için çakmağı ateşleyeceği sırada demirliklere attığı adımı havada kaldı. Balkonda yalnız değildi. Davetten ayrılıp ayrılmadığını tartıştıkları Begüm Ulukaya oradaydı. Kapının açılma sesine dönmüş kalçasını demirliğe yaslamış doğrudan kendisine bakıyordu.
O an öyle bir andı ki ikisi içinde zaman durmuştu.
Genç adam tam da bu noktada bir korkak gibi geri dönemeyeceğinin farkındaydı. Dudaklarının arasına sıkıştırdığı sigarasını paketine geri koyduğu sırada kadına doğru adımlamaya başlamıştı.
Begüm ise onun kadar kontrollü değildi. Adamı içeride görmüş olsa da onun da balkona geleceğini düşünmemişti. Belki bar kısmında onun yanına iliştiği bir anda konuşurlar diye canlandırmıştı zihninde.
Adamın bütün heybeti ile iki adım yanında durması onu daha çok germişti. Gerginliğini alaycı kişiliği ile örtmeye çalıştı.
“Şanslı günündesin.” Derken alaycı gülüşü çoktan yüz hatlarındaki yerini almıştı.
“Nedenmiş o?” Alaycılık genç adama da bulaşmıştı.
“Çünkü bugün benimle tanıştığın gün.” Devam etmesini istercesine adamın iki kaşı da havaya kalkmıştı.
Genç kadın adamla aralarındaki iki adımlık mesafeye elini uzattı. “Begüm.”
“Ulukaya.” Diye biraz önce öğrendiği şeyi uzun zamandır biliyor gibi davrandı. Genç kadın adam tarafından araştırılmadığını biliyordu ama ismen de olsa tanınıyor olmak gururunu okşamıştı.
“Alparslan.” Derken elini kavramıştı.
“Al Acman.” Diye adamın sözlerini tamamladı. Onun esmer tenli büyük elinde kendi beyaz eli yok olmuştu sanki.
“Sadece güzel bir bedenden ibaret değilsin değil mi?” derken çoktan beyaz bayrak çekmiş bir hali vardı.
“Hayır, değilim.” Dedikten sonra hala adamda olan elini çekmişti. Mermere koyduğu iki kadehten birini adama uzattı. “Şarap?” elindeki kadehe uzanırken adam gözüne sevimli gözükmüştü. Oysa öyle biri sevimli olmaktan çok uzaktı.
Ondan aldığı kadehi mermerin kendi önündeki kısmına koydu. “Daha fazlasına ihtiyacım var.”
Alparslan esas balkona çıkma sebebini gerçekleştirdi. Biraz önce paketine geri koyduğu sigarayı dolgun dudaklarının arasına sıkıştırdı. Kadının bakışlarını hala üzerinde hissediyordu. Paketi ona uzatmak için döndüğünde ise karşılaştığı manzara ile gerilmişti. Begüm bir yudum aldığı kadehi mermere koymak için eğilmişti. Yaptığı hareket ile ona tepeden bakan adama sunduğu seyirlik manzaradan bir haberdi.
“Ben kullanmıyorum.” Kadının sözleri ile kendine gelmişti. Bakışlarını ondan etkilendiği anlaşılmasın diye karşıya çevirdi.
Manzaraya doğru bıraktığı duman hafif esinti ile genç kadına ulaşmıştı. Begüm rahatsız olmuş gibi başını hafifçe diğer tarafa eğmişti. Hareketi istemsizce yapmıştı. Alparslan bunu fark ettiğinde ikinci dumanı diğer tarafa doğru vererek ince bir davranış sergilemişti. Bu hareket, yüzünde alaycı ifadesi olmasa genç kadının gerçekten gülmesine sebep olacaktı.
Begüm adamı hiç çekinmeden incelerken Alparslan sigarasını bahane eder gibi kadından tarafa dönmüyordu. Adamın sigarayı her çekişinde içe çöken yanaklarını, nefesini vermek için sigarayı kavrayan parmaklarını sonra tekrar dudakları ile tutuşunu…
“Gördüklerini beğendin mi?” derken sigarasından son bir nefes daha alıp parlak ayakkabıları ile küçücük kalan izmariti ezmişti.
İçten içe küstah adam demeden edemedi. Adam hayran olunacak kadar yakışıklıydı ve bunun farkındaydı. En az onun kadar kendisine bakan beğeni dolu gözlere alışkındı.
“Gördüklerimden çok…” İşaret parmağı ile bedenini gösterirken ekledi, “İçinde gerçek bir karakter var mı yok mu onu merak ediyorum.”
“Görmek için daha yakından bakmak ister misin?” sözleri de bakışları da farklıydı adamın. İçindeki kadın çoktan adamdan hoşlanmaya başlamıştı.
Belki o Ulukaya olmasaydı, belki o da Fırat Bey’e tuzak kuran kişi olmasaydı ve bir kafede karşılaşmış olsalardı. Birbirlerinden gerçekten etkilenebilirlerdi. Lakin bu kadar belkinin geçtiği cümlenin yükleminin gerçek olması imkansızdı.
“Gözlerim bozuk. Yakını iyi göremiyorum.” Biraz önce yüzüne hafifçe eğilmiş olan adam geriye çekilip boynunu arkaya doğru atarak ufak bir kahkaha attı.
Kadına sunduğu seyirlik görüntüden bir haberdi. Bu ani gelen hisle tükürüğü az kalsın boğazında takılacaktı ki hızla ifadesinin üzerine birkaç duvar çekerek alaycı ifadesinin bozulmasını önledi.
“Neyse ki ben uzağı iyi görüyorum.” Adam tok kahkahasının ardından bunu söylemişti kadının gözlerinin içine baka baka. Begüm’ün yüzünde kontrol edemediği gerçek bir gülümseme belirmişti. Adam açık açık onunla flört ediyordu.
“Ben o kadar emin olmazdım. Uzağı da öngördüğünüz gelecek gibi görüyorsanız korkarım bu sadece bir serap.” Adamın o kendinden emin duruşunu bozmak istemişti.
Duruşunu bozamamıştı ama ifadesinde ufak bir çatlağa sebep olmuştu. “Ne demek istiyorsun Ulukaya?” adamın kendini sakin tutmaya çalışır gibi bir hali vardı. “Babanızın hapse girecek olmasına olan üzüntünüzden ne dediğinizi bilmiyorsunuz sanırım.” Derken söylediklerini düşünmesi için ona zaman vermişti kendince.
Genç kadın biraz önce onun yaptığı gibi kendini tutmayarak güldü. Hatta kendini sıkarak bu gülme işini biraz daha uzattı.
“Bu kadar komik olan ne?”
Bilmiş bir ifade ile başını kaldırdı, “Fırat Bey’in ceza alacağından nasıl bu kadar eminsiniz?”
“Kurtulabilecek olsaydı şimdiye çoktan çıkmış olurdu.” Yüzündeki alaycı gülüş pamuk ipliğine bağlıydı.
“Çok çabuk sevinmiyor musunuz?” derken ondan farklı bir tavır takınmıştı. Havaya diktiği burnu ile meydan okuyor gibi gözükse de sözleri kulağa yumuşak bir tonda geliyordu.
“Siz de yeterince üzülmemiş gibisiniz.”
Gözleri asla birbirlerinden ayrılmıyordu. Adeta kelimeleri ile savaşa girmişlerdi. Göstermeseler de öfke silahları, hırsları dürbün, sözleri kurşundu.
“Bundan kurtulabilecek biri için üzülmem gereksiz.”
Alparslan kısa bir an yaptığı işten şüphe duydu. Sonra hızlıca, sanki hiç umurunda değilmiş gibi toparlandı. “O nasıl olacakmış?”
“Bilmem. Size sormak lazım. Sonuçta şikayetinizi geri çekeceksiniz.”
Adamın yüzünde korkutucu bir gülüş belirmişti. Sanki tam o anda kadının incecik boynunu koparacak bir kaplan gibi duruyordu. Aslında yapısı düşünülürse ondan olsa olsa jaguar olurdu.
Siyah, yeşil gözlü bir jaguar…
Birkaç saniye süren sessizlikte Begüm üzerinde başka bakışlar da hissetmenin rahatsızlığı ile göz temasını keserek başını kapıya çevirdi. Bu hareketi görevlilerden biriyle göz göze gelmesini sağlamıştı.
“Ödül töreni başlıyor. Tutmam gereken bir sözüm var. Sohbetimize ara vermek zorundayım. İyi akşamlar.” Deyip adamın yanından sıyrılacaktı ki yapamadı.
Adam sertçe kolunu dirseğinden kavrayıp onu engelledi. Ani refleks ile kolunu çekmek istese de bu adamın tutuşunu daha da sıkılaştırmasına neden olmuştu.
“Öyle kaçamazsın!” dişlerinin arasından boğukça gelen bir sesle konuşmuştu.
Kadının içinde bir yerler bu ses tonundan o kadar hoşlanmıştı ki kendini tokatlamak istemişti. Adamın kaşını kaldırma şekli bile sanki onun için yaratılmıştı. Bu bedenine haksızlıktı.
“Saat on iki olmak üzere eğer biraz daha kalırsam arabam bal kabağına dönüşecek.” Diğer eliyle adamın dirseğini kavramış olan bileğine özenle törpülenmiş olan tırnaklarını geçirdi.
“Ama merak etme merdivenlere senin için camdan ayakkabımı bırakırım.” Begüm işte şimdi tam anlamıyla eğlenmeye başlamıştı.
“Begüm Ulukaya, külkedisi olduğunu mu ima etmeye çalışıyorsun? Hiç sanmıyorum.” Alparslan oyununda ona eşlik etmeye kararlıydı.
“Bende sizin salon beyefendisi olduğunuzu sanmıştım.” Derken hala dirseğinde duran ele kısa bir bakış attı. “İkimizde yanılmışız.”
Alparslan bu yakın münasebetlerinin daha fazla uzatamayacağının farkındaydı. “Yine görüşeceğiz Ulukaya.”
Kadının kolunu bırakmış olsa da beyaz tende parmaklarının izinin çıktığına emindi. Kadının bedeninde kendine ait bir iz bırakmış olma ihtimali aşağılarda bir yerlerinin çok hoşuna gitmişti.
“En kısa zamanda Al Acman!”
Kapıdan tam çıkmak üzereyken arkasına dönüp göz ucu ile baktı. Attığı adımlar boyunca sırtında hissettiği gözler hala ona bakıyordu. Gülümseme mimiklerine sinsice sızmış yüzünde büyümüştü.
O an adamın gözleri gözlerine değdi, ardından dudaklarına indi sonra tekrar gözlerine çıktı. Adamın onu incelemesi bittiğinde başı ile ufak bir selam verip balkondan çıktı.