İnsanların sahip olduğu iki çeşit ses vardır.
Biri herkesin duyduğu biri sadece kendisinin duyduğu. Önemli olan diğerlerinin bizim sesimizi ne kadar dinlediği değil bizim iç sesimizi ne kadar dinlediğimizdir.
O, bir sesten çok fısıldamaydı. Çoğu zaman bize neyin doğru neyin yanlış olduğunu, kimin gerçek dost kimin düşman olduğunu ne zaman evet ne zaman hayır denmesi gerektiğini söylerdi.
Bu ses birçok kez açık ve nettir. Biz insanlar ona inanmadıkça silikleşirken inandıkça güçlenir. Bu iç ses herkeste olan bir şeydir. Sadece çok azı onu dinlemeyi başarabiliyordu.
Begüm ise hayatının iplerini o iç sesine vermişti. Bazen o kadar gürültülü geliyordu ki ona, zihnine susması için içten içe yalvarıyordu.
Bir kez onu susturmayı başarabilmişti. Karışıklıktan faydalanıp dedesinin Lider’e istediğini vermeyeceğine inanmıştı. Onu dinlememiş ve yanılmıştı.
Yapabileceği pek bir şey kalmamıştı. Kendi kendini olayların içine sürüklemişti. Herkesin adaletli bir şekilde bu olaydan sıyrılmasını sağlamaktan başka bir çaresi yoktu. Üçüncü bir el olarak olaylara müdahale etmesi kolaydı ama bir sonraki hamlede özne olmaktan kaçamayacağını hissedebiliyordu.
“Yine gökkuşağı gibisin!” imalı sesi ile Batuhan bahçeye kurdurduğu kahvaltı masasına oturmuştu.
Neşesi yoktu. Şarkısı olmayan sessizlik dolu sabah bunu yeterince belli ediyordu. Siyah sabahlığı ile oturduğu sofradan bir şey yiyeside yoktu. Bomboş tabağı ile gökyüzünü izlerken arkadaşının söylediklerini duydu ama cevap vermeye gerek görmedi.
“Figüranı bile olmadığın bir olaya kırılıyorsun Begüm.”
Normalde dertleşeceği kişi Kadir olurdu. Onun yokluğunda boşluğu Batuhan doldurmuş yolculuğunda ruhuna eşlik ediyordu. Bu yüzden eve gelir gelmez içine yara olan ne varsa adama anlatmıştı.
“Sorun sadece figüran olmamda Batu.”
“Dedenin Lidere boyun eğmesinden çok oğluna hiç hak etmediği evlat sevgisini göstermesini sindiremiyorsun. Bakış açını değiştirirsen böyle hissetmeyeceksin. Fırat Bey babasına iyi bir evlat olmuş olabilir. Sana baba olmayı başaramadı diye deden ondan nefret edecek değil.”
“Başaramadı değil başarmak istemedi.”
“Begüm!” dedi isyan eder gibi, “Kelime oyunu yapmayalım şimdi. Ne demek istediğimi anlıyorsun.”
Anlıyordu. Kabullenmek istemiyordu sadece.
“Sadece… Bazen yalnız hissediyorum.” Diye itiraf etti. Başka bir zamanda orada söylediği bu üç kelimeyi yalanlardı ama o an için söyleyip dolmuş bardağının birkaç damlasını boşaltmak istedi.
“Yalnızlık çok mu korkutucu?” genç adam onu daha fazla konuşmaya zorluyordu.
“Aslında değil. Korkutucu olan alışıyor olmam. Sanki pullarım kalınlaşıyor ben içeride yandıkça dışım soğuyor… En kötüsü de bunun değişmesini istemiyor olmam.”
“Bir şeyi istemediğini söylemen istemediğin anlamına gelmiyor.”
Soğuk duygusuz olduğunu iddia etse de o da sevilmek istiyordu. Değer görmek istiyordu. Biri onun kalbini düşünsün istiyordu.
O sessiz kalınca adam devam etti, “İstediğin halde sahip olamadığın için nefretin daha büyük. İçinde hak etmediğine inanan bir taraf olduğuna da eminim. Bu yüzden dışarıya olduğundan çok kendine acımasızsın.”
Onun haklı yorumları moralini bozuyordu. Her şeye cevabı olan o, bunlara söyleyecek bir şey bulamıyordu. Dili ile kabul de edemiyordu. Oysa kalbi söylenenleri çoktan kabullenmişti.
“Neden sen de soğuk bir kaltak olduğumu söyleyip köşene çekilmiyorsun?” dedi günlerdir içinde biriktirdiği kelimelerin zehriyle.
“Birisi sana soğuk kaltak mı dedi?” şaşkınlıkla kaşları havalanmıştı genç adamın.
“Birisi mi? Birçok kişi.” Sanki kelimeleri umursamıyor gibi bir tavır takınmış olsa da birkaç gündür kanını akıtan yaraydı o kelimeler.
“Ama içlerinden biri seni yaralamış gibi…”
Bakışlarını masadan adama kaldırdı sakinlikle. Söylememekte kararsız değildi. Olayı Neva’nın kulağına götürecek kişinin o olacağı bilincinde söyledi.
“Demir!”
Genç adam sandalyesini ani bir refleksle geri iterek masadan fırladı. “Onu öldüreceğim!”
“Olur. Silahım portmantonun ilk çekmecesinde.” Derken masadaki salatalıklardan birini ağzına atmıştı.
Batuhan’ın ilerleyen adımları duraksamıştı, “Beni durdurmayacak mısın?”
“Hayır.” Dedi ona bakmak için kafasını bile çevirmeden, “Demir bu yaptığı için bir iki kurşun yiyebilir.”
“Ben ona nişan almadan beni kurşuna dizer.” Derken sesi dehşet doluydu.
Begüm, onu dramatik hallerine kanmayacak kadar iyi tanıyordu. “Bu senin problemin.”
Batu olduğu yerde bir süre düşündü. Pes etmiş tavrı ile masadaki yerine geri döndü. “Kendine gelince Neva onun canına okuyacaktır.”
Onun vazgeçişi kadını gülümsetmişti. “Onun Neva’ya yaklaşması yasak.” Derken bakışlarını masada gezdiriyordu. Sabahtan beri olmayan iştahına rağmen birkaç lokma ağzına atacak enerjisi gelmişti.
“O nasıl oldu?”
“Hastaneye girişini yasakladım.”
Batuhan’ın büyüyen gözleri zihninde canlandı. Onun far tutulmuş tavşan tipini görmek için gözlerini kısaca yüzünde gezdirdi. Alaycı gülüşü istemsizce yüzündeki iz yapmış yerine oturmuştu.
“Seninle ters düşmemem gerektiğini bir kenara not almalıyım.”
“Not alma! Kazı. Aklına iyice kazı.” Dediği sırada masanın köşesine iliştirdiği telefonu çalmaya başladı.
Yüzündeki gülümseme geldiği hızla kaybolurken büründüğü ciddiyet ile telefonu cevapladı.
“Evet?”
“Nasılsınız Begüm Hanım?” diye sordu telefonun diğer ucundan Kadir.
“Bulacağın gibi… Sen ne yaptın işleri?” Georgi ile ilgili son durumu ima etmişti.
“Kuzenler arasındaki anlaşma neredeyse tamamlandı. En geç yarın akşam yanınızda olacağım.”
“Güzel.” Diye cevapladı adamın bariton sesine nazaran ince kalan sesiyle.
“Lider haber göndermiş. Cabal’ın başkanı ile görüşmek istiyormuş.”
Aklından hızla Hüseyin ve Kürşat’ın yedikleri haltı anlattığı geçti. Lider cemiyetten aldıkları için onunla görüşmek istiyordu.
“İstekleri sadece onu ilgilendirir.” Derken keyfi iyiden iyiye yerine gelmişti.
“Ne zaman bizi de ilgilendirmeye başlayacak?” diye gayri ihtiyari bir soru geldi telefonun diğer ucundan.
“Ufukta böyle bir şey görmüyorum ama bakalım.” Sözleri ile Kadir eski planlarının yerini yenilerinin aldığını anlamıştı.
“Şimdi ilgilenmem gereken şeyler var. Erken gelmeye çalışacağım.” Dedi karısına hesap veren bir eş edası ile.
“Merak etme harekete geçmek için gelmeni beklerim.” Verdiği söze kendi bile inanmamıştı o an. “En azından denerim.” Eklediği kelimelerle cevabının ucunu açmıştı.
Kadir bir şey söylemeden telefonu kapattığı sırada yüzündeki gülümsemeyi tahmin edebiliyordu. Onun bir anından başka bir anını tutmayan halleri her zaman için adamı güldürmüştü. Onun zihnindeki ani değişimler ve etrafındaki bütün bu değişimlere uygun dizayn edebilmesi hayranlık uyandırıcıydı.
Begüm ise her ihtimale hazırlıklı olmak adına planlarında değişime gitmişti. Doğrusu dedesi ile yaptığı konuşma olmasa asla planlarını değiştirmeyi düşünmezdi. Lideri Fırat Bey’e bırakır. Aralarında geçen her türlü çekişmeyi uzaktan izlerdi.
Lakin durum düşündüğünden farklıydı.
Dedesi olaya müdahil olmuştu. Ve onun zayıflığını bir kez kullanan ikinci kez kullanmaktan çekinmeyecekti. Yaraya üşüşen sineğin çok olması gibi.
Telefonunu tekrar masanın köşesine koyduğu sırada üzerinde gezinen bir çift gözün ağırlığını hissediyordu. Batuhan konuşması boyunca yemeği ile ilgilenirken sessiz kalarak onu dinlemişti. Birkaç cümleden sonra hattın diğer ucundakinin kim olduğunu anlasa da konuşmaya ortak olmaya devam etmişti. Şimdi ise gözlerini de ona dikerek hiçbir zaman yapmadığı açıklamaları bekler gibi bir hali vardı.
“Doymadın mı sen hala? Yeter yediğin. Kalk artık işlerin var.” Dedi yüzüne yerleştirdiği soğuk ifadesiyle.
“Ne işi?”
“Amerika’dan gelecek misafirlerimizi karşılayacaksın.” Sırtını sandalyesine yaslamış çoktan buz gibi olmuş çayını yudumluyordu.
“Misafirlerimiz kim?” dediği sırada son lokmalarını ağzına tıkmakla meşguldü. Görüntüden çok çıkardığı sesler genç kadının hoşuna gitmemişti. İstemsizce yüzünü buruşturmuştu.
“Teresa.”
“Ve?” diye çoğul ekine sebep olan diğer kişileri öğrenmeye çalıştı.
“Arkadaşları!” terslenmesi çok uzun sürmemişti.
Batuhan, bir gün için kadının yeterince damarına bastığını düşünmüş olmalı ki daha fazla üzerine gitmeden sorusunu değiştirdi.
“Onları karşıladıktan sonra ne yapmam gerekiyor?”
Doğru soruyu duymak genç kadını gülümsetmişti. “Onları esrarları koyduğumuz depoya götüreceksin. Ve kimyacıyı işini yaparken rahatsız etmeyeceksin.” Derken buzdan mavi bakışlarını adamın yüzüne dikmişti.
“Kimyacı? Bu bildiğimiz ünlü, deli kimyacı mı?” şokla kasılmıştı yüzü.
“Evet.” Derken genç kadın oldukça eğleniyordu.
“Teresa onun zehir testini geçti mi yani!” cümlesi soru ifadesi taşımıyordu. Bir ağız dolusu şaşkınlığa sahipti.
“Evet.” Derken onun şaşkın ördek haline gülümsüyordu.
“Ben hemen hazırlanıyorum.” Artık sandalyesi ani itilmelere dayanamamış olacak ki bu sefer yere devrildi. O kadar güç uygulamamasına rağmen ortaya çıkan gürültü ile biraz kendine gelen Batu’nun halinin suç işlemiş çocuktan bir farkı yoktu.
“Ona asılmanı önermem Batu.” Yüzündeki gülümseme bir yel gibi gelip geçmişti. Arkasında yumuşak ama düz bir ifade bırakmıştı.
“Niye?”
“Sevgilisi var.”
“Bu bir engel mi?” sorarken çapkın gülümsemesi ile Begüm’ün kalbini hoplatmak ister gibiydi. Tabi genç kadının bir kalbi olsaydı.
“Büyük bir engel.”
“Kadınlar üzerindeki etkilerimi biliyorsun.” Masanın üzerinden kadına doğru yaklaştı. “Benden etkilenmemesi için kadın olmaması gerekiyor.”
“Senin etkilerin daha çok çıtı pıtı bu işlerden uzak kadınlarda işe yarıyor gibi ama sen bilirsin.” Ses tonunda gizleyemediği bir eğlenme vardı.
“O kızlarla nerede tanışabilirim Begüm. Etrafım onlarla mı kaynıyor?”
“Tatil de falan.” Umursamaz bir yorumda bulunmuştu.
“Peki ben hiç tatile çıkıyor muyum?” isyan etti genç adam.
“Çıkmıyor musun?” sorusunda ciddiydi.
“Bizi yedi yirmi dört çalıştırıyorsun Begüm.”
“Şu an ne yapıyorsun Batu? Sadece sen de değil. Ekibin geri kalanı da.” derken gözleri ile kahvaltı masasında saatlerdir rahatça oturmasını ima ediyordu.
“Tatil.” Dedi refleksle. Ağzından çıkan kelimeyi daha ilk hecesinde fark etmişti. “Senin tatil dediğin birini öldürmediğimiz pasif görevler.”
“Yani tatil.” Sesinde eylenen ton gitmiş yerine alaycı ifadesi gelmişti. Aslında birileri ile alay etmek onu en çok eğlendiren şeydi.
“Bazen senin psikopat bir işkolik olduğunu unutuyorum.”
“Teşekkür ederim.”
“İltifat değildi.”
Bu konuşma ona bir yerlerden tanıdık gelmişti. Zihni saniyeler içerisinde yakın zamandaki anısını diğerlerinin arasından çıkarıp hatırlamasına yardımcı olmuştu.
“Senin için, evet. Benim için olması gereken bir tavır.” Gözlerini telefonundaki saate çevirdi. “Uçakları biraz önce kalktı.”
“Cemiyetten aldıklarımızı olduğu gibi geri vereceğiz sanıyordum.” Dedi masadaki birkaç parça şeyi toparlarken. Bu soruyu asıl sorma sebebi gelen misafirleri değildi. Begüm’ün, Kadir ile yaptığı konuşmaydı.
“Fikrimi değiştirdim.”
“Neden?”
“Keyfim ve kahyası böyle istedi.” Onu terslerken sorgulanmanın agresifliği yerleşmişti üzerine.
“Dedene olan öfkeni Liderden çıkarmıyorsun yani.”
“Öfkemi her zaman sahibine yöneltmişimdir.” dedi gururla.
“Desene Liderin vay haline. Senin öfkenin baş kahramanı ve bunun farkında bile değil. Çok büyük darbe alacak.”
Genç adam izlediği bir aksiyon filminden bahseder gibi davranıyordu. Oysa oyuncusu olduğu hayat sahnesinin gerilim dolu anlarıydı. Ve bu oyunculuk son bulduğunda ne başka bir oyuna dönem şansları var ne de her şeye baştan başlama.
“Ömründe ona böyle hasar verebilecek ilk ve son kişiler olabiliriz.”
Adamın görüşme teklifini reddetme sebebi de buydu. Yapacaklarını yaptıktan sonra onunla yüz yüze gelmek istiyordu. Onu en öfkeli hali ile görmek istiyordu.
Batuhan artık masadan ayrılıp içeri doğru yönelmiş neredeyse sürgülü kapıdan içeri girecekti ki arkasını döndü. Yüzünde aklı karışmış bir ifade vardı.
“Neredeyse öğlen oldu ve sen hala evde misin?”
Bu tarz cümleleri genelde kuran Begüm olup onları tembellikle suçlardı. Bir aydan birçok kez tekrarlanması halinde maaşlarından gerçekten kesinti yaptığı bile oluyordu. Ona göre yönetici denen kısım kendinden ve özel hayatından ödünler vererek çalışması gereken kişilerdi.
“Bugün dışarıda bir toplantım var.” İçten içe Al Acman ile olacak olan görüşmenin toplantıdan çok uzak olduğunu bilse de o şekilde söylemeyi tercih etmişti.
“Kiminle?”
Genç kadın bir sabah için yeterince sorgulandığını düşünüyordu. Batu’nun onu çoğu sorgulamasına ters cevap vermiş olsa da adam hiç üstüne alınmamıştı. Hatta bunu kişiliğine yorarak birkaçına gülümsemişti bile. Şimdi ise tek kaşı havada rahatsızlığını belli eden bakışlar atmaya başlamıştı.
“Söylesen ölür müsün?”
“Öğrenmesen ölür müsün?”
“Evet!”
“Öl o zaman!” o da ayağa kalkmış adamın yanından geçerek içeri girmişti.
“Acaba bu toplantın olan kişi esmer, uzun boylu, yeşil gözlü bir manyak olabilir mi?”
Kadının duraksayan adımları ile adam çok doğru bir noktaya değindiğini anlamıştı. Ve tazmanya canavarı ağır ağır ona doğru döndüğünde değindiği o doğru noktadan çoktan pişman olmuştu.
“Avucunda kopuk bir dil bulmak istemiyorsan önce düşün sonra konuş Batuhan.” Dedi soğuk kanlı katil bakışlarıyla.
Genç adamın yutkunma sesi mutfağın kalebodurları arasında yankılanmıştı. Onun vermediği cevap ile arkasını dönüp odasına doğru yönelmişti. Hazır yüz yüze olmamalarının verdiği rahatlık ile genişçe gülümsemişti. Arkadaşlarını korkutmaktan aldığı zevki çoğu şey ona veremiyordu.
“Çıkmadan önce masayı ve mutfağı toplamayı unutma.” Diye buyurmaktan da geri durmamıştı.
“Emredersin!” diye duyması için merdiveni bitirmek üzere olan kadına bağırmıştı Batu.
“Ederim.” Derken hiçbir zaman altta kalmayan kişiliği tırnaklarını kazıyarak ortaya çıkmıştı. Pek içeri girdiği de söylenemezdi de…