C.K. & X & HAVADAKİ KURŞUN &

2814 Words
Çatık kaşları ile dikkatini yola vermeye çalıştı. Eşarbının yırtılması, bir parçasının adamda kalmış olması umurunda olmamalıydı. Zaten ne yapacaktı ki anı gibi saklayacak mıydı? Çöp olmuş bir şey çöpe gitmeliydi. Savcılığa geldiğinde kendini biraz daha sakinleşmiş hissediyordu. Tam olarak adamın etkisini üzerinden atamamış olsa da etkilerini görmezden geldi. Adliye düşündüğünden daha kalabalıktı. Danışmaya savcının odasını sormuştu. İllegal işler için yönlendirme almasa da legal işler ona yabancı kalmıştı. Ona tarif edilen merdivenlerden çıkıp cübbeli cübbesiz, kelepçeli kelepçesiz türlü türlü insanların içinden geçerek ilerledi. Sonunda Fırat Bey’in davasına bakan savcının kapısının önüne gelmişti. İtalik yazı ile kapının yanında en üstte yazan yazıyı okudu içinden. Kenan Güney. Altında yardımcılarının da isimleri vardı ama onlara okuyacak kadar önem vermedi. O içeri girmek için hamle yapmadan önce mübaşir onu durdurdu. “Kim için gelmiştiniz?” “Kenan Bey ile görüşecektim.” Dedi arkasından seslenen adama. “Sizi çağırmış mıydı?” adam düz bir ifadeye sahipti. “Hayır.” “Randevunuz var mıydı?” “Hayır.” “Sizi beklemiyor o zaman.” Bekliyor olsa seninle konuşur muydum ifadesi hızla yüzen yerleşti. “İçeri girip söylerseniz bekleyecek.” “Adınız?” adam umutsuzca sormuştu. “Begüm, Begüm Ulukaya.” Odaya girmek için önüne geçmiş olan adam hızla arkasını dönüp kadını bir kez daha baştan aşağı süzdü. Begüm tek kaşı havada adamı izliyordu. Kendine çeki düzen verip içeri girdi. Kısa sürede çıkacağını düşünerek kapının hemen yanında bekliyordu ki umduğu gibi de olmuştu. “Şu an müsait değil. Gün içinde müsait olduğunda sizi çağıracak.” Eli ile banktan bozma oturma yerini gösterdi. “Biraz beklemeniz gerekecek.” Begüm bunu bekliyordu. İdealist biri Ulukaya isminden etkilenmez hatta tam tersine işleri yavaşlatırdı. Yaşadığı şeyden gocunmadı. Bazı yerlerde ona kapılar açılırken bazı yerlerde kapanması normaldi. Bekledi. Beklemenin sözlük anlamı neyse yerine getirecek kadar çok bekledi. Açması için her gün çiçeğini sulayan bahçıvan gibi gözlerini odaya dikti. Savcı değil ama yardımcıları defalarca odaya girip çıktı. Her girip çıktıklarında gözlerini ona değdirmeyi eksik etmiyorlardı. Savcı Kenan Bey onun sabrını sınıyordu. Sınanan tek şey sabrı değildi. Esas sınava tabi tutulan şey nefsiydi. İsminin hemen ardından andığı o soyadın nefsi sınanıyordu. Diğer savcı ve yardımcıları öğle yemeğine çıkmaya başlamıştı. Bir süredir Kenan Bey’in odasına giren çıkan olmamıştı. Genç kadın yine de hiçbir itiraz göstermeden beklemeye devam etti. Kapının hemen yanındaki küçük masada duran mübaşir bile hala gitmemiş olmasına şaşırıyordu. Kapı bir kez daha açıldı. İsmini bilmediği adam yine dışarı adım attı ama uzaklaşmadı. Bu sefer ona deyip geçen bakışlar sabit kalmıştı. “Kenan Bey sizi bekliyor Begüm Hanım.” Ciddi adama ufak bir tebessümle baktı. “Teşekkürler.” Dedi kapıyı ona iyice açan adama. Oda düşündüğünden daha doluydu. Doluluğu mobilyadan kaynaklı değildi. Her yerde deste deste kâğıt yığınları vardı. Adamın başının baya kalabalık olduğunu anlayabiliyordu. Devletin Savcısını boşu boşuna oyalamak derdinde değildi. Sadece öğrenilmesi gereken şeyler vardı. Savcı Kenan’ın masasının önündeki karşılıklı sandalyelerden birine otururken çantasını önündeki sehpaya bırakmıştı. Kenan Bey okuduğu sayfadan başını kaldırmamıştı. Yardımcıları da aynı şekilde işlerine devam ediyorlardı ama konuştuğu an dinledikleri tek şeyin kendisi olacağını biliyordu. Adam ona bakmazken konuşmak yerine onu incelemeyi tercih etti. Kahve düz saçları standart boydaydı. Sakalsız yüzü her gün tıraş olduğunu belli eder gibi tertemizdi. Tipik Türk erkeği görüntüsüne sahipti. Hafif göbekli bir vücut, tombul bir surat, sıkıntıdan kızarmış yanaklar… “Birazdan öğle arasına çıkacağım Begüm Hanım.” Diye ona uyarıda bulunmuştu. “Biliyorum.” Yine de başını geldiğinden beri değiştirmediği sayfadan kaldırmadı. “Fırat Bey’in davası ile ilgili konuşmak için geldim.” Çantasındaki ilk günden beri sakladığı belgelerin olduğu sarı zarfı çıkarıp savcıya uzattı. “Bu sizin için.” İşte o zaman adam bakışlarını ona kaldırmıştı. “Rüşvet vermek suçtur Begüm Hanım.” “Rüşvet aldığınızı bilmiyordum.” Zarfı geldiğinden beri çevrilmeyen sayfanın üzerine bıraktı. “Siz rüşvet alan bir savcı olsaydınız rüşveti getiren ben mi olurdum?” alınmış gibi bir tavır takınmıştı. “Bu ne?” önündeki zarfa dokunmamıştı bile. “Asıl suçlu.” Derin bir nefes verdi. “Kabul Fırat Bey sütten çıkmış ak kaşık değil ama bu suç ona ait değil.” Elinden geldiğince açık olmaya çalışıyordu. O gün orada olmasının tek bir sebebi vardı. Devlete çalışan birilerinin onun hangi tarafa hizmet ettiğini bilmesi gerekiyordu. “Begüm Hanım illegal yollarla elde edilmiş bir delili dava dosyasına alamam.” Sarı zarfı kalemi ile kadına doğru itmişti. “Zaten almanız için getirmedim.” Kenan Bey’in aklının karıştığı bakışlarından belli oluyordu. “Yahya! Faruk! Öğlen yemeğine çıkabilirsiniz.” Diyerek odada yalnız kalmalarını sağlamıştı. “Evet, Begüm Hanım. Sizi dinliyorum.” Onu odaya girdiğinden andan beri daha yeni ciddiye aldığını hissetmişti. “Dediğiniz gibi zarfın içindekiler legal yollarla elde edilebilir şeyler değil. Ve sizde farkındasınızdır ki Fırat Bey bahsedilen illegal işten çok daha kötülerinin içinde olan biri. Maalesef ki bu olay ipin ucunu tutup sökmeyi sağlamak için yeterli değil.” “Fırat Bey’in çıkmasını mı yoksa çıkmamasını mı istiyorsunuz?” derken koltuğuna yaslanmış ellerini birleştirmiş çatık kaşları ile kadına bakıyordu. “Eğer yargılanacaksa gerçekten yaptığı illegal işlerden yargılanmasını tercih ederim.” “Daha fazla ceza almasını tercih ediyorsunuz.” “Mümkünse cezası bitmeden o delikte ölmesini.” “Siz onun kızısınız!” Begüm buna ima ile gülümsedi. “Evet. Onun kızıyım.” Küçük bir es verdikten sonra devam etti. “Ulukaya soyadını taşıyan herkesi ve aile içindeki anlaşmazlıkları bildiğinize eminim. Lakin bugün kişisel kinlerim için burada değilim.” Derin bir nefes aldı. Bakışlarını kısa bir an adamdan çekti. “Belgeleyebileceğinizden çok daha fazlasını bildiğinize eminim. Önünüzdeki zarfta da onlardan biri var. Önce okumak isteyebilirsiniz.” Kenan Bey ikna olduğundan değil merak ettiğinden zarfı açtı. İçindekileri okumak ilgisini çekmişti. Kürşat’ı biliyordu. Kendisinin bu göreve gelmesi için üst makamları ikna eden o olmuştu ama Hüseyin onun için davaya dahil olan yeni bir isimdi. “Siz bu hikâyenin neresindesiniz?” dedi gözlerini zarftan ayırıp kadına çevirdiğinde. “Fırat Bey tutuklanmadan önce silah sevkiyatı yarım kalmış. Hüseyin ve Kürşat’a sevkiyat bilgilerini sattım. Karşılığında Kürşat’tan cemiyetin parasına, Hüseyin’den de cemiyetin malına el koydum. Tabi aldıkları silahlara da.” “Ele geçirdiklerinizle ne yapmayı düşünüyorsunuz.” Kenan daha çok sevkiyata kendi baskın yapmak isterdi ama iş işten geçmişti. Kadının olaylara bu kadar kolay dahil olabileceğini ön görememişti. “Şimdilik size teslim edemeyeceğim. Ama merak etmeyin geri iade edecekte değilim. Ülkemde uyuşturucu satmalarına göz yummayacağım. Teşebbüs edenleri de besleme taraftarı değilim.” “Gerçekten, onun kızısınız.” “Bu bir iltifat değil.” Eğlenen ifadesi bozulmuştu. Hayatta en çok benzemek istemediği kişiye benzetilmek hoşuna gitmemişti. Oysa adam olayı değerlendirme açısından benzerliklerini düşünmüştü. “Sedat Bey bu yaptıklarınız ile ilgili ne düşünüyor?” “Bilmiyor. Ve bilmeyecek.” Uyarıcı bir tonda söylemişti. “Neden bu işin içine giriyorsunuz?” “Annem. Lider ile Fırat Bey arasındaki savaşın kurbanlarından ve tek kurban o da değil. Yenileri. Başkaları kurban edilsin istemiyorum. Artık bu düzen değişmeli.” Derin bir nefes alıp sözlerine devam etti. “Ulukaya olabilirim. Kimse doğacağı aileyi seçemiyor. Ama bu yaptıklarını destekleyeceğim anlamına gelmiyor.” Kenan Bey ilk defa o an gözlerine gerçekten bakmıştı. İkisi de yüzlerindeki maskeleri çıkarmış çıplak duygularını ortaya koymuşlardı. “Peki, Fırat Bey’e uygulanan bu planın amacını biliyor musunuz?” “Dedem. Sedat Ulukaya ile ilgili. Lakin cemiyeti karıştırdığım için Lider istediğini elde edememiş olmalı.” Sorusundan Kenan Bey’in bir şeyler bildiğini düşünmüştü ama sormadı. Adamın ona güvenip kendiliğinden anlatmasını tercih ederdi. Ve o gün güvenin temelinin atıldığı bir gündü. Fazlası için çok erkendi. “Tarafınızı belli ettiğiniz için teşekkür ederim. Yine de benden bir şey isteyecekmişsiniz gibi geliyor.” “Evet!” adamın zekasından memnun kalmıştı. “Alparslan Al Acman. Onlar için harcanması kolay biri. Buna izin verme niyetinde değilim.” “Ne yapacaksınız?” eskisinden daha rahat bir duruşa geçmişti adam. “Büyük ihtimalle şikayetini geri çekecek. Sizden ricam bu davayı sürdürmemeniz.” “İpin ucunu bırakmamı istiyorsunuz.” “İpin ucu elinizde mi gerçekten de?” acımasız gerçekleri ifade etmişti. “Bu dava için bizi bir araya getirdiler. Dava düştüğü an dağıtılacağımızı tahmin edebilirsiniz.” “Bunun için size bir teklifim var.” Adam dirseklerini masaya dayamış onu daha iyi dinlemek için kadına doğru yaklaşmıştı. “Hüseyin’e ya da Kürşat’a legal yollarla ulaşmak şu anda imkânsız. Lakin Leyla hanımın aldığı paraları legal yollarla ispatlayabiliriz. Al Acman şikayetini geri çekse de davayı rüşvet alan açık arttırma görevlisine çekebiliriz.” “Her iki tarafı uzaklaştırmak için de Fırat Bey’i tutuksuz yargılayacağız.” Diye sözlerini tamamladı. “Onun için yapabileceğim bir şey yok. Fırat Bey’i daha fazla tutmakta ısrar ederseniz korkarım ki yerinize yenisini bulacaklardır.” “Peki, söylediğiniz yoldan ilerleyeceğim.” Okuduğu kağıtları eski zarfına koyup kadına uzattı. “Anlaştığımıza sevindim.” Dedi zarfı geri alırken. “Bir sorum daha var. Bugün burada oluşunuzu ailenize nasıl açıklayacaksınız?” Kişisel merakından dolayı sormuştu. “Fırat Bey için sizi ikna etmeye geldim. Gel gör ki bu mümkün gözükmüyor.” Dedi oyuncu bir ifade takınırken. “Demek istediklerinizi anladım Begüm Hanım. Lakin sizde şunu anlamalısınız; kurşun ne sahibini tanıyan ne de tasması olan bir köpek. Bir kere havaya karıştıktan sonra kime isabet edeceği belli olmaz.” “Sözlerinizi aklımda tutacağım.” Artık gitme vaktinin geldiğinin bilincinde ayaklanmıştı. Kapıyı açmak için kulpunu kavradığı sırada Kenan Bey ona seslendi. “Begüm Hanım!” arkasını dönmesini bekledi cümlesine devam etmek için, “Anneniz Feride Ulukaya ile ilgili birçok şeyde gizlilik kararı var. Sizin doğumunuz ve ölümü de dahil. Gerçekler her zaman göründüğü gibi olmayabilir.” İçine şüphe tohumları ekilmişti. Filizlenmesi için sıcak havaya, suya, gübreye ihtiyacı vardı. Genç kadın çocukluğundan bu yana çok az kişiye güven duygusu besleyebilmişti. Dedesi ona güvenin ne olduğunu öğreten sadakat gösterdiği ilk kişi olmuştu. Bazen onu hayal kırıklığına uğratsa da görmezden gelecek kadar ona inanıyordu. Şimdi birkaç kelime duydu diye bu inancı sarsılacak değildi. Her şeye rağmen kötü bir huyu vardı. O duygularını abartılı yaşayan biriydi. Sevgisini, tutkusunu ve inancını nasıl abartıyorsa öfkesini, nefretini ve şüphesini de öyle abartıyordu. Sevgi gördüğü kan bağı olan tek kişi olması şimdiye kadar ufak kırgınlıklarını dile getirmeyerek ondan uzaklaşmasına engel olmuştu. Dedesine karşı olan abartılı sevgisinin yanında küçücük kalan şüphesini bu sefer görmezden gelememeyi seçti. Kısa süre önce Lider ile olan görüşmesini bilmese içindeki bu şüphe tohumunun da peşine düşmezdi. Lakin ikisi arasında bir şey olduğuna emindi sadece ne olduğunu bilmiyordu. Kenan Bey’in söyledikleri ile bunun annesi ile alakalı olup olmadığını düşünmeye başlamıştı. Açık açık sorabileceği bir sorusu olmasa da dedesi ile konuşmak için şirkete gelmişti. Yarı anlamış yarı anlamamış davranarak elinden geleni yapmaya çalışacaktı. Sedat Ulukaya uzun zaman sonra iş hayatına geri dönmek zorunda kalmıştı. Fırat Beyin yokluğunda bütün işler üzerine kalmıştı. Gençlik zamanlarında zor gelmeyen şeyler bedenine ağır gelse de elinden geldiğince tahammül etmeye çalışıyordu. Yine bir toplantıdan çıkıp dinlemek için odasına döndüğü sırada onu bekleyen sürprizden bir haberdi. Güzeller güzeli torunu deri koltukta çayını yudumlarken onu bekliyordu. “Begüm?” “Dedecim!” yalnız oldukları zamanda hep nasıl davranıyorsa öyle davranmaya zorladı kendini. Oturduğu yerden kalkıp yaşlı adama sarıldı. “Yorulmuş gibisin eski toprak.” “Büyüklerle dalga geçilmez.” Derken kızın başını bağrına bastırmıştı. Neredeyse bir haftadır görüşmemişlerdi. Yaşlı adam onun neşesini özlediğini fark etmemişti. “Büyük mü? Hani arkadaştık, dosttuk. Beni kandırdın mı yoksa?” bir anlığına her şeyi unutmuştu. Çocukluğundaki dedesine sarılıyordu o an. “Her şeyinim.” Dedi yüzünü iki elinin arasına alırken, “Sen de benin her şeyimsin. En değerlimsin.” O gözlerin en derinlerine baktı. Birçok şey gördü orada ama yalan onların arasında yoktu. “Ağladın mı sen?” yaşlı adam kaşlarını çattığında belli belirsiz kırışıkları iyice ortaya çıkmıştı. “Sadece birkaç damla.” “Kim üzdü seni?” “Annem!” kısa bir an ikisi de susmuştu. Adamın anlık gelen siniri hızla yok olmuştu. Sert kalbi yumuşamıştı. “Mezarlığa mı gittin?” Begüm sözlü olarak cevaplamadı onu. Hafifçe başını sallamakla yetindi. “Neden geldiğimi merak etmiyor musun?” “Ediyorum.” “Seni kaçırmaya geldim.” “Begüm…” hızla itiraz etmeye başlayacaktı ki genç kadın engel oldu. Aralarına bir adım mesafe koyup uyarır gibi işaret parmağını salladı. “Sakın bana zamanın olmadığını söyleme. Kabul etmiyorum.” Dedesi de onun yaptığı gibi işaret parmağını ona doğrulttu. Bir süre bekledi. Ne yapmaya çalıştığını başta anlamadı. Kısa sürede eski hatıralar gözünde canlandı. Çocukluğunda olduğu gibi parmağını tutmasını istiyordu. İlkokula başlamadan önce elleri onun ellerini tutacak kadar büyük olmadığından parmağını tutardı. Dedesi onu parka öyle götürürdü. Koltuktan çantasını aldığı gibi istediğini yaparak artık büyümüş olan eliyle onun kalın parmağını kavradı. “O zaman seni kaçırıyorum yakışıklım.” Kimin kimi çekiştirdiği belli olmayan bir yürüyüş ile odadan çıkmışlardı. “Sedat Bey?” sekreter ile kapının önünde karşılaşmışlardı. “Günün geri kalanındaki toplantıları iptal et. Zamanımı torunuma ayıracağım.” Derken genç kızı kolunun altına almış çoktan asansöre doğru yönelmişti. Dedesi öndeki yolcu koltuğuna binerken Begüm sürücü koltuğundaki yerini almıştı. Yol altlarından hızla akıp giderken gitmeyi düşündüğü yer belliydi. “Aç mısın?” diye sessizliği bölmek için sorusunu yöneltmişti. “Beni karın tokluğuna çalıştırıyorlar Begüm. Zayıfladım hep.” Yaşlı adam torununa takılmadan edemiyordu. Özellikle ağladığını anladığından beri onu güldürecek şeyler söylemeye çalışıyordu istemsizce. “Boran ve Ozan’ın kulaklarını çekmeliyim.” Gözlerini kısıp yandan bir bakış attı. “Aman bir şey deme! Üstlerine düşeni doğru yapsınlar yeter.” Dedesi normalde kolay kolay yakınan biri olmamasına rağmen kardeşleri adamın canına denk gelmişlerdi. “O kadar mı kötüler?” “Sinirlerimi bozuyorlar. İşleri yolsuzlukla yapmaya o kadar alışmışlar ki!” “Onları sen değil Fırat Bey eğitti. Ondandır.” Dedi kendini tutamayarak. “Boran değişebilir bir noktada değil ama Ozan için hala yapılabilecek şeyler var.” “Unutma ki dede onlar Canan Hanımın çocukları. Ve her ne olursa olsun kardeşler.” Dedi içi acıya acıya. Hiçbir zaman o evin içinde hissetmemişti. “Sen de onların ablasısın.” “Bazen bundan şüphe duyuyorum.” Kurmuş dudaklarını ıslattı, “Bu benzerliğimiz olmasa aileden olduğuma kendimi ikna edemezdim.” Derken soldaki boşluğa arabayı park etmek için manevra yapmıştı. Geldikleri yer mahalle arasında bir kokoreç dükkanıydı. Begüm kendi gibi para basan aileden gelmeyen arkadaşları sayesinde keşfetmişti orayı. Kısa zaman sonra da dedesi ile gelmişlerdi. Zamanla kaçamak mekanlarından biri haline gelmişti. Arabadan indiklerinde sessizleşmişlerdi. Açık mutfak tasarımlı dükkândan içeri girdiklerinde köşede kalan masaya geçmişlerdi. Sürekli gittikleri restoranlarda sırıtmayan kıyafetleri orada garip duruyordu ama ikisi de bunu umursamadı. “Ne alırdınız?” garson oturur oturmaz başlarına dikilmişti. “İki üç çeyrek ve iki ayran.” “Acılı, acısız?” “İkisi de acılı.” Garson işini bitirip yanlarından ayrılmıştı. “Yerken birer yarım daha söylemeye ne dersin?” gözlerini kısmıştı. “Yaşlıyım ben. O kadar çok yersem tansiyonum çıkar.” Dedesinin kendini acındırmasına kanmadı. “Sen eski toprak! İki lokma yemeğe yıkılır mısın sandın?” elinden geldiğince olayı dramatize etti. “Bakıyorum da neşen pek bir yerinde” “Neden olmasın. Hep ağlayacak mıyız canım!” “Bir süredir ortalarda da yoktun. Kesin bir şey yaptın.” sorgulama ifadesi çoktan yüzüne yerleşmişti. “Fırat Bey ile ilgili bir araştırmadaydım.” “Bir şey buldun mu?” umutsuzca sormuştu. “Buldum.” Dedi normal hayattan bahseder gibi. “Begüm, gerçekten buldun mu?” “Evet. Fırat Bey’in suçsuzluğunu ispatlayan belgeleri buldum.” “Neredeler?” Gözlerini devirmeyi ihmal etmeden çantasındaki sarı dosyayı dedesine uzattı. Açıp okuması için ona biraz süre tanıdı. Bu arada gözlerini bir an bile ondan ayırmayarak yüzündeki değişimleri anlamlandırmaya çalıştı. Ne görmeyi beklediğini kendisi de bilmiyordu. Ama bir değişiklik olmamıştı. Bir insan hikâye okuyor olsa bile duygusal birkaç tepki verirdi. Dedesi sanki bir duvardı da o tepki vermesi için gereksiz sabır gösteriyordu. “Bir şey söylemeyecek misin?” “Belgeleri sen bulduğuna göre ne yapılacağına senin karar vermeni istiyorum.” Dedesini gibi o da maskesini takındı. Ama maskenin altında şaşırmıştı. “Fırat Beyin kaderini benim ellerime mi bırakıyorsun?” “İstediğini yap. Sonucu ne olursa olsun sen her zaman benim torunum olacaksın.” “Ya savcıya onu daha da çok içeride tutacakları delil verirsem.” “Sen bilirsin.” Dedesi ona gülümseyerek bakıyordu. “Kinim yüzünden ailemizi mahvedecek olmamı umursamıyor musun?” şimdi olmasa bile bir gün o aileyi yok edeceğini biliyordu. O gün geldiğinde Ulukaya soyadı kara leke olarak anılacaktı. “Sen bilirsin.” Dedesinin rahatlığı onu şaşırtıyordu. Aile kavramına değer verdiğini falan mı sanıyordu? Garson çocuk iki tepside yiyeceklerini getirmişti. “Afiyet olsun.” Dedesi ayranını açmış kâğıda sarılı ekmeğin kenarını açıkta bırakmıştı. Tam ağzını açmış bir ısırık alacaktı ki duraksadı. “Lidere istediğini çoktan verdin değil mi?” ağır ağır bakışları kadının gözlerine çıktı. “Yemeğini ye Begüm!” iştahı kaçmış olsa da dediğini yaptı. Arkasından birer yarım daha yemediler. Dedesi çoktan onu tehdit edenlere boyun eğmişti. Onlar ne yaparsa yapsın Fırat Ulukaya kurtulacaktı. Bu sürede sadece onun oyalanmasını sağlamıştı. Yaşlı adam bu işe karışmamasını istemiş ve isteğini yerine getirmeyi başarmıştı. Begüm zihninde yankılanan can kırıklarının sesini duyabiliyordu. Değer verdiği herkesin zihnindeki aynalarda yansımaları vardı. Dedesi de bunlardan biriydi. O ana kadar. Sert bir basınçla zihninin karanlık denizine fırlayan parçalar ruhunu kesiyordu. O ise ağzında büyüyen lokmaları yutmaya çalışmakla meşguldü. Yıkılmaz bir dağ olarak gördüğü kişinin de büyük zayıflıkları olduğunu anlamıştı. Lider yaşlı adamı ailesi ile tehdit ettiğinde istediğini alacağını ondan önce biliyordu. Liderin bunu kullanmasından sonra da Sedat Ulukaya’nın zayıflığını tüm cemiyet görmüştü ama bir o görmemişti. Görmek istememişti. Lakin üç maymunu oynasa da gerçekler değişmiyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD