C.K. & VIII & SAVAŞÇI MOĞOLLAR &

3054 Words
O Tanrı’nın her bir zerresini özenle yarattığı kadındı. Güzelliği entrikacı kişiliğini saklayan kalın bir örtüydü. Sesinin naif tonunda yılan zehri gizliydi. Alaycı sözlerine eşlik eden gülüşü karşısındakini tuzağa düşürmek için birebirdi. Georgi odadan nasıl kaçacağını planlamaya başlamıştı. Elindeki bardağı temkinli bir sakinlikle masaya bıraktı. Yüzüne zoraki bir gülüş yerleştirdi. Aniden masadan kalkıp koşarcasına kapıya ulaşmaya çalıştı. Lakin kapının yakınındaki üç iri adam önüne etten bir duvar örmüştü. Begüm iki kaşı da havaya kalkmış eğlenen bir ifade ile adamı izliyordu. Georgi arkasını döndüğünde ona gülerek bakan kadına gülümsedi. Gergin bir gülümseme olsa da kendini saf gibi gösteren ifadesi de vardı. Adam önündeki engelleri aşmak için döndüğü sırada Kadir masadaki buzlu viskiyi kafasına dikip ayaklandı. Begüm’ün devamına gözleri ile şahit olmasına gerek yoktu. Masaya dirseğini yaslayıp yumruğuna başını dayamıştı. Gözlerini kapatıp adamların birbirine salladıkları yumrukların sesini dinlemeye başladı. Boğuşma seslerinin yerini sessizlik alsa da gözlerini açmamıştı. Kendisini hafiften mayışmış hissediyordu. “Queen!” Kadir alt metinde onu uyarıyordu. İsteksiz yüz ifadesini takınarak gözlerini araladığında Kadir çoktan Georgi’yi ona doğru dizlerinin üzerine çöktürmüştü. Begüm koltukta onlara doğru kayıp bacak bacak üzerine attı. Çapraz bir şekilde iki bileğini en üstteki dizine yaslamıştı. “Görüyor musun? Oysa biz kadınlar konuşarak anlaşmayı severiz. Siz erkekler hep kavga hep kavga.” Eğlence onun için daha yeni başlıyordu. “Ne istiyorsun benden?” öfkeliydi. “En baştan tanışmaya ne dersin Georgi?” genç adam onun söylediklerini umursuyor gibi gözükmüyordu. “Ben Queen. Cabal’ın yüksek üyelerinden Queen.” Sonunda sihirli kelimelerini söylemişti sihirbaz. “Beni değil Vitali’yi öldürmek istiyorsun.” Adamın öfkesi silinir gibi olmuştu. “Benden ne istiyorsun o zaman?” “Vitali her türlü ölecek. Ben sana babanı öldüren diğerlerinden intikam alma şansı veriyorum.” Yüzündeki alaycı gülümsemesi eksik olmuyordu. “İçeri sızmak için bana ihtiyacın var.” Kilitli odada anahtarı bulmuşçasına sevinmişti. “Özellikle sana değil. Sizden birine. Sen olmazsan sırada kuzenin var.” Adamın kısa sürede gelen özgüveninin yok oluşunu izledi. “Tek bir plan yaptığımı falan mı sanıyorsun? Ben her türlü istediğimi alacağım. Senden veya bir başkasından.” “Vücudundaki vericiden haberdarsın değil mi?” onu olduğu yere bastıran güce karşı koymaktan vazgeçmişti. “Onun için çoktan bir çözümüm var.” Oldukça rahattı. Adamlarına olan güveni sonsuzdu. “Sana ufak bir yardımım dokunabilir.” Genç kadın bunu beklemiyordu. “Nasıl bir yardım?” “Vitali vericiyi yerleştiren hastane ekibini öldürdü ama hemşirelerden biri ameliyatı çoktan kaydetmişti.” Adamın kabullenişi ile onu tutan kollar bedeninden uzaklaşmıştı. Serbest kalmanın rahatlığıyla ayaklanmıştı. “Ve bu kayıt sende.” Bu gelişme kadını mutlu etmiş olsa da açık açık gülümsememişti. Karşısındaki ile kısa süreli bir anlaşmaya giriyordu. Güven bağı oluşturmaları için çok erkendi. Aslında bu olay üzerinden ona bir anlaşma teklif edebilirdi ama saltanatının uzun süreli olup olmayacağını bilemiyordu. Vitali’ye karşı kendisinden sonra en çok kine sahip kişi Georgi’ydi. Oğlu Pavel yönetime daha uygun gibi dursa da babasına karşı ayaklanma ihtimali çok düşüktü. Onu da ikna edecek yollar vardı ama iki gün bunlar için yeterli değildi. O kalabalık bardan çıkmışlardı. Girerken olduğu gibi çıkarken de gördüğü görüntülerden hoşlanmamıştı. İnsan denen varlığın ne yaptığını bilemeyecek kadar kendini kaybetmesine hiçbir zaman anlam vermemişti. Oysa o bütün deliliklerini en ayık zamanlarında yapıyordu. Şoför koltuğunda Ufuk vardı. Kadir olsa belki aklından geçeni daha o düşünmeden anlayabilirdi ama Ufuk öyle biri değildi. Bu yüzden arka koltuktan hafifçe omzuna dokundu. “Sağa çek Ufuk.” Şehirden uzaklaşmışlardı. Henüz hacizli evin yoluna girmemişlerdi. Etraf sakin bir konuşma için yeterince tenhaydı. “Tamam patron.” Önde onlar arkada diğer arabalarda otoyolun sağına yöneldiler. “Neden durduk?” Georgi yol boyunca uslu uslu yanında oturacağını sanıyordu. “Vermen gerekeni vermen için.” Bir eli koltuğunun altındaki silahın kabzasını kavramıştı. “Böyle bir şeyi yanımda taşımam saçma olurdu.” Yüzündeki gülümseme onu rahatsız etmeye başlamıştı. Alaycılık Al Acman ve ondan başka kimseye yakışmıyordu. “Başkası olsa bu söylediğine inanabilirdim ama sen… Hayır. Eminim yanında taşıyorsundur.” Videonun onlardan kurtulmak için bir yalan olduğuna inanmaya başlamıştı. Onları kandırıp Vitali’yi alarma geçireceğine inanan şüpheci tarafı kontrolü ele aldı. “Yanımda taşıma aptallığını tabi ki yapmayacağım.” “Nerede peki? Ormana belirli bir taşın altına mı koydun?” alaycılığına devam ediyordu. “Hayır tabii ki! Kiralık kasada, güvende.” Begüm buna kahkaha atmamak için kendini zor tutmuştu. “Ve Vitali senin bir kasa kiraladığını öğrenemedi.” Dolan sabrı ile kabzasını kavradığı silahı ortaya çıkardı. “Şimdi de beni vurmaya mı karar verdin?” “Yalan söylüyorsun ve ben yalandan hiç hoşlanmam. Böyle bir kayıt varsa ki hala varlığından emin değilim. Onu yanından ayıracağını hiç sanmıyorum.” Bedenini biraz daha adama doğru çevirdi. Namluyu çoktan başına hizalamıştı. “Bu kasada saklıyorum yalanlarını tuzak kurabileceğin başkalarına sakla. Ya şimdi bana o kaydı verirsin ve yolumuza bakarız ya da söylediğin yalanın bedelini konuşmaya başlarız.” Georgi sonunda asıl ciddi ifadesini takınmayı başarabilmişti. Gerginlikten yanaklarının içini ısırdığını görebiliyordu. Karar vermek için süresinin olmadığını söylemek yerine silahın horozunu indirdi. İddialı bakışlarına kalkmış tek kaşı eşlik ediyordu. Genç adam bilekliğini çözerken gözlerini ondan ayırmıyordu. Ters bir hareketin canına mal olacağını anladığına emindi. Temkinli hareketlerinin sebebi de buydu. “Haklısın. Yanımdan ayırmayacağım kadar değerli.” Derken bilekliği kadına uzatmıştı. “Telefonunu da.” Gözlerini devirse de dediğini yaptı. “Tekrarı olması halinde konuşmak için vaktin olmayacak.” Dediği sırada bileklik ile telefonu almış silahını indirmişti. “Devam et Ufuk.” Tekrar yola koyulmuşlardı. “İşin bitince beni öldüreceksin değil mi?” adama bakmıyordu ama bu aşamada soracağı her sorunun ona ihanet etme hızını belirleyeceğini biliyordu. “Vitali ile işim bitince…” başını adama çevirdi. “Bir daha benim için yararlı olmayacak mısın?” alaycı gülüşü geri gelmişti. “Olacak mıyım?” “İşime yarar biri mi olmak istersin yoksa darbe yaptıracağım yeni birisi mi?” tercihi adama bırakıyordu. “Darbede liderler öldürülür.” Beni öldürmek mi istiyorsun diyememişti. “Başta olmak istemiyor musun?” gerçekten merak ettiğinden sormuştu ama yüzünden ne kadarının okunduğunu bilmiyordu. “Başta olmak demek sürekli Azrail’den kaçmak demek. Öyle yaşamak istediğimi sanmıyorum.” “O istemediğin gücün yanında birkaç ömür boyunca harcasan da bitiremeyeceğin zenginlik promosyonu var. Bu da mı ilgini çekmiyor?” Maalesef ki Dünyada para her şey demekti. Kapalı kapılar para ile açılıyordu. Kilitli sandıkların anahtarı paraydı. Birçok bedendeki kalp para ile kan pompalıyordu. İnsanlar ruhları için bile fiyat biçiyordu. Bu yüzden yıllar geçtikçe paha biçilmez hayatlar üç kuruş etmez olmuştu. “Benim gibiler uzun süre o koltukta oturamaz. Sen veya bir başkası beni koltuktan indirdiğinde de yaşamama izin vermez. Öldükten sonra da zenginliğin ne önemi var ki?” “Gerçekten liderlikle ilgilenmiyor musun?” “Gerçekten ilgilenmiyorum.” Eğer video ile ilgili yalan söylememiş olsa bu sözlere inanması daha kolay olurdu. “Vitali’nin adamları arasında seni destekleyen bir grup olduğunu biliyorsun değil mi?” “Oldukça küçük bir grup. Eskiden daha fazlalardı. Ben istedikleri gibi davranmayınca zamanla benden umudu kesenler oldu.” Sözlerinin ne kadar doğru olduğunu bilmiyordu. Bununla ilgili bir araştırma yapmamıştı. “İşimi bitirdiğimde hala aynı fikirdeysen sessizce ayrılmana yardımcı olabilirim. Bir ömrünü rahatça yaşayabileceğin zenginlikle.” Sözlerinde ciddiydi. Yapamayacağı şeyleri kelimelere dökmeme gibi bir huyu vardı. “Ama?” her olumlu şeyin arkasından olumsuzluklar geleceğinin o da farkındaydı. “Seni tanıyan herkes için ölü olacaksın.” Sesinin tonu bile değişmiyordu. “Rusya da kalamayacağım ve ileride çocuklarım saltanatta hak iddia edemeyecek.” Başını sallayarak onayladı. Georgi bakışlarını dışarının karanlığına çevirdi. Arabanın camındaki yansımasından düşündüğünü görebiliyordu. “Vitali ve yakınındakiler öldükten sonra senin ayarlamalarını kabul edeceğim.” Georgi’yi güvenli alan haline getirdikleri hacizli eve götürmüyorlardı. Birkaç saat içinde Vitali’nin bedenindeki vericiyi halledecekleri kulübeye gidiyorlardı. Ekibin yarısı çoktan oraya gitmiş etrafın güvenliğini ayarlamışlardı. Ameliyattan sorumlu ekip teçhizatları ile hazır bir şekilde bekliyordu. En büyük kozu Batuhan, el yapımı teknolojisi ile hazır bir şekilde kurbanını bekliyordu. Dışarıdan izbe bir yer gibi duran tek katlı kulübenin kapısı açılır açılmaz yeni hali göze çarpıyordu. Begüm onlar oraya adım atmadan önce havasız toz, pislik ve fare yuvası olduğuna emin olduğu dökük yer hijyen kurallarında listenin başına tırmanmıştı. “Refik sana bir sürprizim var.” Diyerek girdi içeri. Georgi kadının konuştuğu bu yeni dili anlamamıştı ama elinde tuttuğu bileklik ile sözlerin anlamını tahmin edebiliyordu. Bilekliğin kilit kısmında gizlenmişti bellek. Kolay kolay akla gelmeyecek gizli bir nesneydi. Batuhan’a uzattığı şeyi adam incelerken gülümsüyordu. “Bunu düşünen akıllı ile tanışmak isterim.” Dedi hala kendi dillerini konuşurken. “Merak etme onu da yanımda getirdim.” Anlaması için Rusça devam etti, “Georgi. Vitali’nin yeğenine merhaba de.” Rusça bilmemek Batuhan için bir dezavantajdı ama kelimelerin arasında isimleri seçebilmişti. Arkalarından gelen siması yabancı adamı gösteriyor olması da işini kolaylaştırmıştı. Batuhan gözlerini adamdan bilgisayarın çekerken Refik hala ona bakıyordu. “Teşekkür ederiz Georgi.” Derken anlaması için bildiği tek yabancı dil İngilizceyi kullanmıştı. “Şimdi ne yapmalıyım?” diye teşekkürü havada bırakmıştı. “Kenarda bekleyebilirsin. Yarın sabaha kadar harekete geçmeyeceğiz.” Aslında Vitali ne zaman hastaneden çıkarlarsa o zaman harekete geçeceklerdi ama bunu ona söylemedi. Saatler içerisinde planın ikinci aşamasının başlayacağının bilincinde küçük kulübede bekliyorlardı. Vitali’yi kanlı canlı görüp öldüremeyeceği bir an olacaktı. İçindeki öfkesi dışarı çıkmak için duvarlarını zorluyordu. Ama ona izin vermedi. Biliyordu ki öfkesini kontrol edebildiği kadar aklını kullanabilecekti. Ve o kadar da tehlikeli olacaktı. Yaşayacağı zorluklardan, başına gelecek tehlikelerden korkmuyordu. Şimdiye kadar olduğu gibi… Tehlikeler onu ürkütmezdi. Acılarına hiçbir zaman yüksek sesle ağlamazdı. Kaderin acımasız darbeleri onu kana bulasa da vazgeçmezdi. Gazap ve gözyaşı ülkesinin vatandaşı olduğunu çoktan kabullenmişti. Kabullenmekten çok inanıyordu. Bir gün o dar kapılardan kendinden başkasının da geçeceğine inanıyordu. Yıllarca inancı sınandı. Canı, ruhu; kırıldı, parçalandı. Ve sonunda Tanrının kalemi eline verdiği sayfalara geldi. Artık kaderinin efendisi, kendi ruhunun kaptanıydı. Zihni düşüncelerle doluyken evde koşuşturmaca hakimdi. Planın uygulamaya konması için telefon trafiği dikkat çekeceğinden günler öncesinden her şey ayarlanmıştı. Saati geldiğinde Vitali’nin yıllardır aşçılığını yapan casusu son doz zehri de vermişti. Vitali yarım saat içerisinde kalp krizi belirtileri göstermeye başlamış dakikalar içerisinde bilincini kaybetmişti. Düşmanı baygın bir şekilde yoldaydı. Kendini koruduğunu sandığı o duvarların arkasında ona ulaşmıştı. O bunu bilmese de kendisinin biliyor olması az da olsa mutlu ediciydi. Kapı açılıp bir grupla beraber sedyede getirilen adamın yüzünü görmemişti. Köşe koltukta oturmuş üçüncü bir göz gibi planlarının uygulanışını izliyordu. Baygın Vitali hazırladıkları ameliyat masasına yatırıldı. Refik ölmeden önce damardan panzehri verdikten sonra monitörize etti. Artık yaşamsal bulgularını hemen yanındaki ekranda görebiliyordu. Sahnenin başrolü Papaza geçmişti. Refik hastalarının boynuna jeli sürerken bir başkası ultrason cihazını getirmekle meşguldü. Küçük ekranda dokuların arasında parlayan şeyin verici olduğunu anlamak için tıp okumasına gerek yoktu. “Kesip çıkarabilecekler mi?” onun gibi bütün kargaşayı köşesinden izleyen Georgi sormuştu. “İlk plan bu değil. Onu içinden çıkarmadan kopyalamayı deneyeceğiz. Sonuçta boynunda bir kesik olması şüphe çeker değil mi?” adama bakmıyor gözlerini dostlarının yaptıklarından çekmiyordu. “Bunun olabileceğini hiç düşünmemiştim.” “Doğru kişi ve doğru teçhizat ile her şeyi yapabilecek bir ekibe bakıyorsun.” Ona dönüp yüzündeki ufak gülümsemeyi görmesini sağlamıştı. Batuhan baygın bedende vericin tam üzerine yerleştirdiği alet sonrası ekranın arkasına geçmiş meziyetlerini konuşturmaya başlamıştı. Refik bu esnada kırk beş dakikalık sayaçlarını başlatmıştı. Batuhan’ın kırk beş dakikası vardı. Eğer bu sürede istediğini başaramazsa Vitali geri gidecek ambulans yolda kaza yapacaktı. Sonuçta kaza yapmış bir araçta boynundan bir çizik alabilirdi insan. Kulübe kalabalığına rağmen özel bir sessizliğe sahipti. Ufacık yerde yankı yapmayacak kadar eşya olsa da duyulan tek şey papazın sertçe bastığı tuşların melodisiydi. “Son on…” “Şist!” diye susturdu yanındaki adamı. Hiçbir şeyin bilgisayar başındaki arkadaşının dikkatini dağıtmasını istemiyordu. Tuş sesleri gittikçe sertleşti. Batuhan sanki klavyeyi dövüyordu. Bilgisayarla olan savaşı son hız devam ederken ses bir anda kesildi. Herkes gözlerini adama dikmiş olumlu veya olumsuz bir tepki vermesini bekliyordu. Batuhan ifadesiz yüzü ile gözlerini her birinde gezdirdikten sonra Begüm’de sabitledi. Ortamdaki gerginlik hızla tırmanırken koltuğundan kalkıp kadının bir adım önünde dikilene kadar ilerledi. Begüm iyi haber mi yoksa kötü haber mi duyacağını kestiremiyordu. “Başardım.” Derken elindeki yeni vericiyi kadına uzatıyordu. Söylediğini anlamayan ekip sessizliğini devam ettirirken teker teker tepki vermeye başlamışlardı. Hafif tebessümler büyük gülüşlere, gülüşleri coşkulu nidalara dönüşmüştü. Herkes yanında bulduğu ilk kişiye sarılırken Begüm Batuhan’ın kollarına atlamıştı. Kısa sürede hepsi kutlama havasına girmiş sedyede yatan adamı unutmuşlardı. “Durun, durun!” Batuhan’ın kollarının arasından sıyrılıp ciddiyetine geri büründü. “Vitali’yi hastaneye gönderelim önce. Sonra kalan hazırlıklara başlayacağız.” Herkesi harekete geçirecek emirlerini vermeye başlamıştı. “Seninle tanıştığıma sevindim Georgi.” Derken adama sıkması için elini uzatmıştı. “Gidiyor musun?” elini sıkmak için ayağa kalmıştı. “Hayır. Sadece farklı yerlere gideceğiz.” “Vitali’yi öldürmeyecek misin?” sorusuna sadece gülümsedi. “Kadir!” diye başını hafifçe çevirip seslendi. “Queen.” Konuştuğu kişilerden uzaklaşıp yanına geldi. “Georgi sana emanet olacak. Bütün bunlar bittiğinde ölecek.” Rusça konuşuyor olsa da Kadir onu anlamıştı. Şaşırdığı şey adamın anlayacağı bir dilde öleceğini söylüyor olmasıydı. Bakışlarında duygu yoktu ama tedbir alır gibi Georgi’ye bakmıştı. “Gerçekten ölmeyecek Kadir. Bir süre Rusya da beraber kalacaksınız. Ben ayarlamaları bitirdiğimde Georgi ile yollarımız ayrılacak.” Arkasını dönmüş gidecekti ki adam onu durdurdu. “Sözünden dönemezsin.” Dirseğini kavrayan elden rahatsız olmuştu. “Ben hiçbir sözümden dönmem. Şimdi yapacak işlerim var.” Sesi sertleşmişti. O yutkunup elini kolundan çektikten sonra bakışlarını üzerinde tutmaya devam etmedi. “Cenk! Ufuk! Hazırlanın. Çıkıyoruz.” Diye seslendi. Seslendiği isimler dışında iki kişi daha onu takip etmişti. Ekibin geriye kalanı büyük plan için savaşacaktı. Begüm tek bir kişiyi hedefliyordu. Vitali’nin nefesini keseceği o ana çok az kalmıştı. Cenk, Ufuk, Erin, Oktay ve o. Beşi hayalet gibi savaşabilen bir ekipti. Begüm diğerlerine de uyum sağlayabilirdi ama en çok dördü ile saldırılara katılmıştı. Aslında her biri kendi içinde mükemmel sayılmazdı. Beşi bir olduğunda kusurluğu yakalıyorlardı. Hacizli eve geri döndüklerinde hepsi vücutları ikinci bir deri gibi saran siyah kıyafetlerini giymişlerdi. Her birinde dar ama esnek kumaştan yapılmış pantolonlar ve ona eşlik eden siyah tişörtler vardı. Diğerlerinden farklı olarak Begüm’ün siyah ceketi belinden kalçalarına doğru uzanıyordu. Ellerindeki siyah eldivenler bileklerinde dizili olan küçük bıçakları gizliyordu. Yüksek bilekli botlarının kenarlarına da birer bıçak yerleştirmişlerdi. Sabah kâğıt dolu masanın üzerine serdikleri silahları her biri bedenlerinde buldukları boşluğa yerleştiriyorlardı. Masada açmadıkları iki kutu daha vardı. Birinde Cenk’in el yapımı dürbünlü tüfeği vardı. Diğerinde ise Vitali’nin mabedine girerken kullanacakları şifre kırma cihazı vardı. Planı oldukça basitti. Vitali hastaneye vardığında zehirlendiği için kalp krizi geçirdiğini öğrenecekti. Tabii doz az kaldığı için kurtulmuştu. Georgi’yi bulana kadar da saklanacaktı. Eğer düşündükleri yere gelmezse yolda ufak saldırılara uğrayacaktı. Her türlü en çok güvendiği o dört duvara gelecekti. Rus mafyalarının başına geçtiği gün kendine bir bina yaptırmıştı. Binanın altına da dört farklı güvenlik şifresi ile girilen içindeki bombadan bile koruyacak bir oda tasarlamıştı. Oda hayalinden daha küçük çıkmıştı. Kapıdan girdikten sonra üç adımlık bir merdiven vardı. Tam karşıda büyük bir bilgisayar, solda seyyar yatak, sağda ikili koltuk ve duvarlarda gömme dolaplar vardı. Cam dolaplar çeşitli silahla doluyken diğerlerinde yiyecek olduğunu düşünmüştü. Genç kadın kapıyı arkasından kapattığında hiç ışığı kalmayan oda zifiri karanlığa bürümüştü. Çoktan neyin nerede olduğunu ezberleyen zihni ile ikili koltuğun kapı açıldığında karanlıkta kalacak olan köşesine oturup beklemeye başladı. Başından beri avına gitme gibi bir düşüncesi olmamıştı. Avı ona gelecekti. Boğazını parçalaması için boynunu pençelerine uzatacaktı. Sonunda kapının açıldığını belirten o elektronik onaylama sesi geldi. İlk gördüğü yüz koruma olmuştu. Onun arkasında Vitali’nin saatler önce gördüğü yüzü vardı. İçeride birini beklemediklerinden rahat davranıyorlardı. En sonunda koruma kapıyı kapattığı sırada Vitali odanın ışığını açmak için lambanın anahtarına uzanmıştı. İki vızıltı sesi duyuldu. İlki Vitali’nin elini delip geçerken diğeri korumanın başına isabet etmişti. “Merhaba Vitali!” Kulakları biraz daha iyi duyuyor olsaydı adamın hızla atan kalbini duyabileceğine emindi. Orada birinin olmasını beklemiyordu. Karanlıkta kim olduğunu da seçemiyordu ama kadın olmasından ve son zamanda kızdırdığı kişi belli olduğundan tahmin ettiğini düşünüyordu. Karanlıkta görülmeyeceğine inanarak eli belindeki silaha uzanmıştı. Begüm’ün gözleri onlar gelmeden önce karanlığa alışmıştı ama kapının açılması ile gelen ışık hüzmesi onun da görüşünü bozmuş. Yine de etrafındaki hareketi algılayabilecek kadar diğer duyularını geliştirmişti. “Sakın, bunu yapma!” diye onu uyarmışta olsa onu dinlemeyip belindeki silahın kabzasını kavradı. Genç kadın hareketine devam etmesine müsaade etmeden yeni bir vızıltı sonrası onu dirseğinden vurmuştu. “AH!” büyük bir nida kopmuştu. İnlemeleri devam ediyordu ama canının acısını kadına duyurmak istemediğinden çenesini kenetlemişti. Sesi sadece boğuk boğuk geliyordu. Begüm masadaki tuşa basarak odadaki led ışıkları yaktı. Artık birbirlerini daha net görüyorlardı. “Seni öldürmeyeceğim fahişe. Neva’ya yaptıklarım sana yapacaklarımın fragmanı dahi olmayacak.” Can acısına rağmen iddialı konuşmaya devam ediyordu. İki vızıltı, iki kurşun, iki hedef ve parkeye yayılan koyu kırmızı kan… Vitali’yi iki dizinden vurmuştu. “Beni tehdit edemeyeceğini anlaman için daha kaç kurşun harcamam gerek?” kanın kokusu burnuna bayram getirmişti. “Ölsem bile seni yanımda götüreceğim. Neva’nın bir cesedi olacak ama senin? Parçan dahi kalmayacak.” “Ahhh! Şu boynundaki vericiye güveniyorsun.” Sol eli ile ceketinin cebine uzandı. Ufak bir cam şişenin içinde yüzen vericiyi parmaklarının ucunda tutuyordu. Kırmızı ışığı birer saniyelik aralıklarla yanıp sönen vericiyi adamın görmesini sağladı. “Daha büyük olacağını düşünmüştüm.” Sesinde alaycı bir hayal kırıklığı vardı. Adamın gözleri yerinden fırlayacaktı. İfadesindeki bütün değişiklikler arkasında saf korkuyu bırakıyordu. Eli boynuna gitmişti. Hafif baskı ile parmak ucuna gelen şey hala bedeninde olan vericiydi. “Buna inanmamı mı bekliyorsun?” gözlerinde korkunun gölgeleri belirmişti. “Bu kadar kan kaybetmene rağmen vericin hala çalışmadı Vitali.” Gözleri yerdeki koyulukta gezmişti. “Beni zehirleyen sendin. Evden çıkmam için.” Sonunda bir şeyleri anlayabilmişti. “Kabul et çok güzel plandı.” Yüzündeki eğlenen ifade bir an bile solmuyordu. Adam ise sonunun geldiğinin farkına varabilmişti. Karşısındaki gözler Azrail’inin gözleriydi. “Queen!” yalvarmak şimdi aklına gelmişti. “Seni dinlemeye gelmedim. Sen beni dinle diye geldim.” Derin bir nefes aldı sözlerine devam ederken. “Burada, senin coğrafyanda yaşamış eski bir millet var. Moğollar. Savaşçı bir toplum. Bir yere saldırmadan önce elçi gönderirlermiş teslim olmaları için. Teslim olmazlarsa bütün erkekleri öldürür şehri ele geçirirlermiş. Bir gün bir savaşta torunu vurulmuş. O şehre elçi gönderilmemiş. Direk saldırmışlar. Ve yaşayan ne kadar canlı varsa erkek, kadın, çocuk, hayvanlara kadar her şeyi katletmiş sonra da şehri yakmışlar.” “Kısacası Vitali. Sana elçi gönderdim ama sen benden birinin kanını akıttın. Sadece sen değil bütün krallığını yok edeceğim.” “Lütfen…” devam edemedi Vitali. Tek bir kurşun alnının ortasından kafatasını yarıp geçmişti. Begüm söyleyeceklerine bir cevap almak istemiyordu sadece yaptığını bilerek cehenneme gitmesini istiyordu. Ölü bedenin üzerinden atlayıp odadan çıkarken kendi kendine fısıldadı. “Karşımda olmayı tercih etmemeliydin. Karşımda olanalar hep kaybeder.” O akşam yaşanan katliam haberlerde çıkmayacaktı. Haberler eş zamanlı bomba saldırısını anlatacaktı. Çünkü Begüm ülkeden ayrılırken vericiyi parçalamıştı. Böylece yaptığı bütün katliam ateşler içinde kaybolmuştu. İzlerini ateşle örtmüş olsa da belli başlı kişiler bunu yapanın o olduğunu biliyordu. Ve bir gün aynı hatayı yaparlarsa kendi başlarına da geleceğini bileceklerdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD