Zaman geçti. Günler ardı ardına akıp giderken Sare kah ateşlendi kah kendinde sıkılarak yattı hastane yatağında. Sayıkladığı zamanalar oldu. Dilinden dökülenler yanındakileri üzmek ve pişmanlık denizine atmak adına oldukça sarsıcıydı.
Devrim, geceleri geliyor Senem ile Berna’yı zorlukla ikna eden kardeşleri sayesinde yanında kalıyordu. Uyku haliyle onun hayal olduğunu düşünen Sare içinden geçenleri az da olsa dile dökerken genç adamın ciğerine öyle sancılar saplanıyordu ki pişmanlığın tarihçesini yazmaya yetecek kadar duygu barındırıyordu ruhunda. Bir gece yarı baygın gözlerle karşı duvara bakan Sare “Biliyormusun, ben hiçbir erkeğe yakın olmayı düşünmedim. Aşk benim için çok uzaktı. Sonra sen çıktın karşıma. Kavga ettik kırdık kırıldık ama ne bileyim sabah kalkınca seni görmek bana iyi geliyordu. Uyurken en azından aynı odada olduğumuzu bilmek kokunla uyumak rahatlatıyordu. Çok ağrıma gitti dinlemeyişin bana yakıştırdığın durum.” dediğinde şakağından süzülen yaş yastığa damlamıştı.
Göğsü sıkışan Devrim yeniden uykuya dalan Sare’nin yanına gidip saçlarını alnını ve şakağını öpüp zorlukla odadan çıktığında kendi gözlerinin dolduğunu yanakları ıslanınca anladı. Sanki genç kızın kırgınlığı karşısında etiyle canıyla dikiliyor aralarında duvar gibi duruyordu.
Sonunda Sare hastaneden çıktı. Berna yeniden kendi evine götürecekken iki gece önce Senem ile konuştuğu konuyu ona da açtı.
“Odan hazır canım benim bir güzel temizledim yeniden. Havalandırdım da.”
“Berna, yavrum ben size daha fazla yük olmak istemiyorum. Yani en azından öyle ya da böyle düzenimi belirlemem lazım. Önümü görme açısında bu şart.”
Kaşları çatılan Berna “Bana bak, aklında ne var senin de böyle yük falan deyip beni üzüyorsun. O oda sana özel biliyorsun. Yük falan da değilsin. Hastalıktan yeni çıktın. Üstelik hala sesin dahi kıçından çıkıyor. Ayrı ev falan dersen atarım seni yüz elli ile giden araçtan.” derken sesindeki tehditkar tını Sare’yı gülümsetti. Arkadan öne doğru iki koltuk arasından kafasını uzatıp “Salın küçük enişteyi, heyt yavrum benim be ne de güzel posta koydun öyle benim minnak cep mafyam” deyip yanağını öperken sesinin boru gibi çıkması yüzünü buruşturdu.
Kartal karısının sözlerinden sonra şaşırmış gibi yapıp “Papatyam, senin içine ne kaçtı öyle?” diye sordu. Ardından kahkaha atıp ona kedi gibi bakan Berna’nın elini tuttu ve şefkatle sıktı. Geri yaslanan Sare ise “Cep mafyam iş öyle değil. Sizin sokağın bir arkasında küçük bir artı bir daire var. Senem gidip gezdi bana da resimleri çekip getirdi. Ev sahibi yurt dışındaymış ve oradan alacağı kiraya ihtiyacı yokmuş. Uyguna veriyor anlayacağın. Eh benim de durum ortada. Cep delik cepken delik. Bir şekilde bu olacak zaten. Hem siz evlisiniz abi benimle işiniz ne. Hayatınıza bakın yapın işte bir şeyler beni konuşturmayın. Yine birkaç gün kalacağım elbette sizde ama sonrasında kendi evime geçmem lazım. Yolumu görüp ona göre hareket etmeliyim.” diyerek durumu anlattı. Yüzü düşen Berna “Ne gerek vardı ki ya” dese de Kartal “Nasıl rahat edeceksen öyle davran Sare. Ben seni destekliyorum. Evim evindir istediğin an gelebilirsin süresiz kalabilirsin ama yeter ki rahat edebil. Gerisi sorun değil. Ben o evi biliyorum. Daha önce bakmıştım ama küçük diye vazgeçmiştim. Temiz sağlam yeni bina zaten. Eksiği tadilatı olmaz. Şöyle senin zevkine göre de döşedik mi kafanı dinleyebileceğin bir yerin olur.” dedi.
Başını sallayan kız gözlerini cama çevirdiğinde iç çekti. Kafasını dinleyebileceği bir yer. Öyle bir yer var mı ki diye düşünmeden edemedi. Hasta yatağında rüyalarında kabuslarında ve ayık olduğu anlarda zihnini meşgul eden şey Devrim ve onun hareketleriydi. Bazen yarı açık gözleri ile baktığı yerde onu görüp konuşuyor yanlızken içini döküyordu ama ruhundaki boşluk ve büyüyen kırgınlığı çevresini sarıyordu. Dudaklarını birbirine bastırdı. O resimdeki kişi gereksiz abisi değil arkadaşı da olabilirdi. Birkaç ruhsuz ve dilsiz kareye inanmak üstelik buna inanarak gerçekten de ahlaksızlık yapmış gibi sokağa atılmak belirgin olan çatlakları uçuruma çeviriyordu.
Eve geldiklerinde dinlenmek isteyen kız odasına çekildi. Gözlerini tavana dikip bir süre yattı. Kafasında planlar yaptı. Önce iş bulması gerekiyordu. Kenarda birikmiş birkaç maaşı vardı ama ev eşya derken onun çabucak tükeneceğine emindi. Şirkette çalışmayı aklından çıkaralı çok olmuştu. Devrim ile aynı yerde olmak bir yana onun yönettiği şirketten para kazanmak iki yüzlülük gibi geliyordu. En doğrusu kısa sürede boşanmak ve kabuğuna çekilip her zaman ki gibi garsonluk veya motokuryelik tarzı bir işte hayatını devam ettirmekti.
Camdan içeri sızmaya başlayan sokak lambasının ışığı ile akşam olduğunu anladığında karnındaki guruldama acıktığını gösteriyordu. Ne yemek istediğini düşündü ama hem açtı hem de gırtlağına kadar dolu hissediyordu kendini. Zaten ilaçlardan ötürü midesi kötüydü. Su içse tsunami oluyordu karnının içinde. Yine de kalktı ve ona hediye olarak alınan pofuduk ayılı terliklerini giydi. Odadaki tekli koltuğun üzerindeki uzun lacivert hırkasını da sırtına geçirdiğinde odadan çıktı. Önce lavaboya girip elini yüzünü yıkadı. Ardından salona geçtiğinde gördüğü kişilerle duraksadı. Sami Dede, Meyra ve Mustafa oturmuş sohbet ediyordu. Önce geri kaçmak istese de sevdiği kişilere karşı yabani davranmaması gerektiğini kendine hatırlatan iç sesine teşekkür edip kalın sesiyle “Hoş geldiniz” dedi.
Meyra ayağa kalkıp dudaklarını sarkıtarak “Esas sen hoş geldin ceylanım. Kurban olurum sesin ne hale gelmiş.” derken ona doğru yürüdü ve sarıldı. Sıktığı için hala halsiz olan kız “Boğuluyorum Meyra” dediğinde alt dudağını ısırarak “Pardon ya ben fazla şeettim galiba” dedi. Mustafa “Güzelim sen fazla şeetmeyi bıraksan da kız otursa bi. Yüzü sararmış yorgun görünüyor.” diyerek uyarı dolu bakışlarını kardeşine diktiğinde koluna giren Meyra ile koltuklara yönlendirilen Sare içten içe gülmek istiyor ama sanki yanak kasları buna izin vermiyordu.
Sami dedenin yanına oturan kız onun sıcacık bakışları ve sevgiyle karışık şefkatli sarılışı ile burnunun direğinin sızladığını hissetti. Bu adama hiçbir zaman kızamamış ya da küsememişti. Tontonluğu ayrı sevgisini gösterme biçimi ayrı içine işliyordu. Alnındaki saçlarının bitimine konan öpücük ile kirpik uçlarına takılı kalan yaşı acemice silip yok etti. Biraz sohbet muhabbet geçmiş olsun faslı sürdükten sonra tam zamanı diyen Sare konuyu Mustafa’ya açtı.
“Abi, ben şirketten ayrılıyorum. Asistan konusunda ilan vermeniz gerekli.”
Kaşları çatılan adam “Neden?” dediğinde başını hafifçe sağ omuzuna yatıran kız gözleriyle “Sence?” der gibi baktı. Mustafa geriye yaslanıp elindeki kozu masaya sürerken içten içe işe yaraması için dua ediyordu.
“Kaçıyorsun yani?”
Bu defa kaşları çatılan Sare oldu. Sami dede torununa baktığında onun ne yapmak istediğini az çok anlamıştı. Hatta odada bulunan diğerleri de anlamıştı ama kafası dalgın olan Sare durumu fark edemiyordu.
“Kaçmak derken abi?”
“Kaçıyorsun işte. O şirkette Devrim var diye kuyruğunu kıstırıp kenara çekiliyorsun.”
“Hayır abi, artık aynı ortamda olmamız doğru olmaz demek istiyorum. Hem şirket yönetimi onda. Beni tek kalemde silebilecek kişinin yanında çalıştıracağı da muamma. En iyisi oradan ayrılmam. Zaten fazla sürmez bir yerde iş bulurum.”
Mustafa öne doğru eğilirken dirseklerini dizlerine dayamış artık oldukça ciddi bir tavırla cümlelerine devam ediyordu.
“Şimdi güzelim seninle şunu netleştirelim. Şirket yönetimi sadece Devrim de değil dedem ben Meyra ve Mücahit arasında eşit şekilde dağılıyor. Kaldı ki o senin patronun değil benim. Yanımda kimin çalışıp alışmayacağına ancak ben karar veririm. Beğenmeyen istemeyen için kapı her zaman açık. Üstelik sen sanki suçluymuşsun gibi ne diye kaçıyorsun. Kabahati olan o. Senden kaçması yüzüne bakmaması gereken de o, gidecek biri varsa gitmesi gereken de o. anlatabildim mi?”
Sare itiraz etmek adına “Elbette suçlu değilim ama orada çalışıp para kazanmayı kendime yediremem.” dediğinde göz deviren Mustafa “Yan gelip yatarak para kazanıyormuşsun gibi konuşma güzelim. Çalışıp emeğinin karşılığını alıyorsun. Hem nasıl bir patron olduğuma da ilk elden şahitlik edenlerdensin. Sence benimle çalışıp kolay para kazandım diyen birini bulabilirmisin?” dedi ve tek kaşını kaldırdı. Gözleri büyüyen genç kız “Anamı ağlatıp ebeme ağıt yaktırdığın zamanları unutmadım abi yüzden lütfen bana nasıl bir patron olduğunu anlatma. Yine de orada olmak yüzsüzlük gibi olacak. Birçok kişi bu olayları duymuştur. Sürekli fısır fısır konuşmalar, kuytu köşelerde yapılan dedikodular, imalı laflar benim çekebileceğim bir şey değil. Birinci gün değilse bile ikinci gün kesin birini boğazlar soluğu karakolda alırım.” dedi.
Meyra “Kız öyle bir şey olursa bende yardım ederim sana merak etme” derken Sami dede direkt hiç acımadan “Uğraşmayın çocuklar. Sare korktuğu için geri çekilmeyi doğru buldu. Hayal kırıklığına uğrattı beni ama olsun. Canı istiyorsa ayrılsın şirketten. Devrim de yaptığı hatayı anlayıp pişman olacağına aslında doğrusu buydu desin kendi içinde de bizim gözümüzde de oturup onu suçlasın.” deyip gözlerini Sare’nin irislerine dikti.
“Ben seni cesur, tuttuğunu koparan, kimseye müdana etmeyen kimsenin sözüne kulak asmayan, kendi doğruları için savaşan, canını yakanın canını çıkaran biri olarak bilirdim. Korkak olduğunu böylelikle gösterdin. Senin yerinde ben olsam o şirkette çatır çatır çalışır canımı yakan adamın da iflahını keserdim. Birini bu şekilde töhmet altında bırakan birine hayatı dar etmeli insan. Hem kimsenin bir şey bildiği yok. Aile içinde olan aile içinde kalır. Şimdi Sare kızım ya kaçıp herkese suçlu gibi görün ya da kal alnının teri ile çalış ekmeğini kazan hayatına bak. Biz her zaman senin arkandayız unutma. Benim eşek sıpam seni kırdıysa sen de kır kafasını gram üzülmem haberin olsun.”
Sami dedenin sözlerinden sonra hala içinden bir ses orada çalışmaması gerektiğini haykırıyordu ama diğer ses –ki bu ağır basandı- kalıp devam etmesini söylüyordu. Zaten en absürt olayları bu ses sayesinde yaşamamışmıydı? Aslında bir yönden haklılardı. Suçlu değildi. Kaçması gereken de o değildi. Şimdi işten ayrılsa yeniden bulması çalışıp para kazanması zaman alacaktı. Yeniden ev kurmak istiyorsa bir müddet daha tahammül etmeliydi ona.
Ona dikkatle bakan herkesin üzerinde gözlerini gezdirdi. Berna, Senem ve Saliha ne karar verirse arkasında duracaklarını ima eder gibi gözlerini kırpmadan duruyorlardı. Mustafa’nın irislerindeki o küçük parıltıyı yakaladı. Kan bağları yoktu ama eğer bir abisi olsa tam da bu adam gibi olmalı diye çok düşünürdü. Kartal elindeki fincanından çayını yudumlarken samimiyetle gülümsedi. Mücahit ise dudak ucu sırıtıp göz kırptı. Elini yumruk yapıp havaya savururken hayali rakibini devirmiş gibi göğsünü kabarttı. Yiğit, sakince duruyordu ama onunda gözlerindeki ifade güven aşılıyordu.
Yaşlı adam ise bunca geçen zamana karşın göz kenarlarında oluşan kırışıklığı kaşınıyormuş gibi ovuşturdu. Derin bir soluk alan Sare anlık bir kararla “Tamam, şirketten ayrılmıyorum. Çalışacağım ama bir şartım var. En kısa sürede boşanmak istiyorum” dediğinde kendi bile sözlerine inanamamıştı. Boşanmak. Dilinin sızladığını hissetti. Oysa sözleri sadece onda değil diğerlerinde de soğuk duş etkisi yaratmıştı.
Devrim ise kendini sahil kenarına atmış kabanına sarılırken oturduğu kayanın üzerinden karanlık suları izliyordu. Birkaç metre ötesinde oturan sarhoş adamın mırıldandığı türkü ile yutkunmanın nasılda zor olduğunu yeniden hatırlatıyordu. Sesi yanıktı. Öyle bir acıyla söylüyordu ki dolanan dili bile engel değildi ruhunun ızdırabını dudaklarından dökmesine.
Dakikalar geçti. Adam birkaç türkü daha söyledi. Devrim ise öylece oturduğu yerden dinledi. Dinledikçe gözlerinin sızlamasına engel olamadı. Sesi dudağına dayadığı içki şişesi yüzünden kesilirken bulanık gören gözleri Devrim’e takılan sarhoş “Hayırdır bilader derdin çok mu büyük de denizin karasına akıtmaya çalışıyorsun” derken sesinde bariz acıma tınısı vardı. Sorsan çoğu kişiye göre acınacak halde olan oydu ama ruhunu acıyla serbest bırakan kimse acınacak halde olmazdı.
Devrim adamın sorusundan sonra yönünü tamamen ona çevirdi ve birkaç büyük soluktan sonra “Var bilader. Büyük bir derdim var da nasıl çözerim emin değilim.” dedi. Koca bir kahkaha atan sarhoş “Sevdiğinin gönlünü mü kırdın da bokunu yemiş karga gibi gagayı yere diktin?” derken bir kahkaha daha attı. Genç adam duyduğu sözlerden sonra sinirlenmek istese de içten içe haklı olduğunu biliyordu. Yenilmişlikle “Kırdım. Çok kötü kırdım hem de” diyerek sessizleşti.
Sarhoş bir kahkaha daha attı. Bu defa onun ses tonuna bulanan acı zehir şekilde denizin siyahlığına gecenin dipsiz kuyu gibi her şeyi içine çekişine karıştı.
“Sevmek zor bilader. Kıymet bilmeden sevmek kırmak dökmek kolay da sevdiğinden ayrı kalmak yüreğindeki çatlağı onaramamak zor. Hele bu boktan hayatta ölüm denen bir gerçek var. Demem o ki nefes alıyorsa gönlünü kırdığın durma sakın. Toprak altına girdi mi sana can çekişmek kalıyor bir şişe içkiyle.”
Genç adam o zaman anladı ki berduş adamın gönül yarası öyle derindi ki tamir etmek için imkanı da yoktu. Ölüm. Bunu düşündü. Bir an sadece birkaç saliselik sürede Sare’nin yok olduğunu düşündü ve o an bu düşünceden ölesiye nefret etti. Zorlu bir yolu vardı inkar etmiyordu. Saman alevi gibi öfkesi yüzünden ruhu cayır cayır yanıyordu şimdi ama bir şekilde sevdiğini anladığı kadına kendini affettirecek klasik evli mutlu çocuklu misali masalını bitirecekti.