Eve girdiklerinde Kemal hemen alt kattaki küçük odalardan birine kızı yatırdı. Üzerini örttüğünde odaya sinecek kokuyu düşününce yüzünü buruşturdu. Özellikle ebeveyn banyosu olan bir odaya koymuştu ki belki temizlenmek isterdi. Sabah olmak üzereydi. Salona geçtiğinde koltuğa uzanmış ve kolunu gözüne siper etmiş patronuna “Abi bir emrin var mı?” dediğinde şeklini bozmayan adam “O içerideki şey kendine gelene kadar burada dur sonra da sal gitsin. Başımı ağrıtacak bir olay istemiyorum koçum” dedi sadece ve sessizliğe gömüldü.
Kemal “Tamam abi” deyip koltuklardan birine çökerken içten içe “Az da merhamet vicdan ver şu adama” diye Allah’a yalvarıyordu. Hiç hak yediğini görmemişti. Hak etmeyen kimseye dokunduğuna şahit olmamıştı ama tersti işte. Hayvan tedavi eder ama insana zerre güvenmezdi. Patronu hayvanları sadakat ve sevgi konusunda hep bir adım önde tutuyordu. Bu nedenle de acımasızdı.
Başını geri yaslayıp gözlerini en azından birkaç dakika dinlendirmek istediğinde yorgunluk bedenine çökmüş onu uykunun kollarına çekmişti. Acar koltukta uzanmış Kemal ise oturur halde uyurken yumuşak yatağı bedeni öyle garipsemişti ki genç kız baş ağrısı ile gözlerini açtı. Önce bulanık gördü her yeri ama yavaş yavaş netleştiğinde gördüğü temiz duvar, mis gibi deterjan kokusu, sırtını koyduğu yumuşak yatak kendi kulübesine benzemiyordu. Birkaç saniye neler olduğunu hatırlamaya çalıştı. Kağıt toplarken arkasından ona saldıran adam tecavüz girişimi ve sonunda boğazını sıkması derken gözleri büyüdü. En son hayal meyal birkaç daha adamı ve üzerine yığılıp kalan adamın cesedini görmüştü.
Yataktan kalkarken hızlıydı. Nefesleri sıklaşmış sağa sola bakıyordu. O adamlar buraya getirmişti büyük ihtimalle ama neden? Kaçtığı Abinin adamları olma şansları yüzde kaçtı. Böbreğini almışlardı. Geneleve satmak için tuttukları yerden kaçarken onu bulacaklarını düşünmemişti. Gözleri dolarken dişlerini sıktı. Biri daha ona istemediği halde elini sürerse katil olabilirdi. Birkaç büyük soluk kapıya doğru temkinli adımlarla yürüdü. Camdan vuran ışığa göre hava aydınlanmıştı. Usulca kulbu indirdiğinde ses çıkmamasına sevindi. Daha önce depo gibi izbe bir yere götürülmüştü. Burası temizdi ve anladığı kadarıyla bir evdi. Kalbi korku ile sıkıştı. Kaçabilirse bir süre kulübesinden çıkmaz aç kalsa da idare ederdi.
Kapıdan çıktığında karşısına ince uzun koridor çıktı. Nefesini kontrol etmeye çalıştı. Etrafta ses yoktu. Gürültü çıkarmazsa kaçması kolay olurdu. Parmak ucunda ilerledi. Eski de olsa ayağındaki terliklerinin olmamasına küfretti çünkü yenisini bulması gerekecekti. Parmak ucu ilerledi. Karşısına çıkan geniş oda çok iyi döşenmişti. Genelinde siyah gri ve kırmızı hakimdi. Kafasını uzatıp baktığında koltukta yatan bedenle irisleri titredi. Sanki boğazına o adamın elleri gibi eller dolanmış nefes almasına izin vermiyordu. Küçük bir kıpırdanma ile kaskatı kesildi. Gözlerini yatan siyah giyinmiş bedenden çekmezken diğer koltuktaki adamın uykusunda esnemesi ödünü patlatmaya yetmişti.
Usulca soluk almaya çalıştı. Elleri dahil tüm bedeni titrerken adım atmak istedi. Sehpanın hemen ayağının dibinde olduğunu fark edemedi. Tek odaklandığı şey kaçmaktı. Ya da kaçmaya çalışmaktı. Sehpanın üzerindeki ahşap köpek biblosu yere düşerken çıkardığı sesle Acar ile Kemal ayağa fırladı ve ellerindeki silahları sesin geldiği yöne doğrulttular. Yani korkudan altına kaçırmak üzere olan kıza.
Ela gözleri büyüyen genç kız anında düşen büyük ahşap bibloyu alıp “Uzak durun. Valla yararım kafanızı pekmeziniz akar.” diye tehdit etmeye başladığında üzerine çevrilmiş namluları görmemeyi tercih ediyordu. Savaşmadan ölmeyecekti.
Acar, kızı görmesiyle yüzünü buruşturdu ve silahı indirirken parmaklarıyla burun kemerini ovdu. Kemal ise silahı indirmiş “Tamam sakin ol korkulacak bir durum yok” diye sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Sakin ol mu? Yok ya, pışık yemezler koçum. Beni niye eve getirdiniz? Burası nere be?”
Koltuğa oturan Acar “Kemal, al şunu çık dışarı yemin ederim kokarca gibi evin anasını sikti. Burnumun ırzına geçmeden defet gitsin.” derken gerçekten de tiksinmiş gibi surat ifadesi vardı. Genç kız onun sözlerinden sonra “Af buyur bey amca, az önce sen ne dedin öyle? Kokarca mı?” deyip elini beline verirken kavga moduna giren kediler gibi tıslıyordu.
Kemal “Hadi gel dışarı çıkalım. Biz sadece baygınken başına daha kötü bir olay gelmesin diye getirdik buraya yani istediğin zaman gidebilirsin.”
Bu sözler az önce duyduklarından daha fazla dikkatini çekmişti. Sesi şaşkın çıkarken “Ne yani? Siz beni genel eve satacak o ruh hastasının adamları değil misiniz?” dediğinde eline yasladığı başını ovan adam kafasını kaldırdı. Sert bir ifade suratına otururken gözlerini kısmıştı. Kemal “Yok lan ne genelevi, o da nereden çıktı şimdi?” dedi ve cevap bekledi.
“Nereden olacak daha üç ay falan önce kağıt toplarken birileri geldi saldırdı. Gözümü açtım ameliyat masasındayım. Böbreğimi almışlar. Adamlar konuşurken genelevden müşteriden bahsediyordu. Kaçtım ama onlar yakaladı sandım. Siz onlardan değil misiniz şimdi?”
Acar, Kemal’den önce davranıp “Kimmiş bu adam adını biliyor musun?” deyip oturuşunu dikleştirdiğinde başını sallayan kız temkinli olsa da “Abi diyorlar. Galiba lakabıydı.” dedi. Kemal başını hızla Acar’a çevirirken cebinden sigarasını çıkaran adam özel yapım çakmağı ile yaktı. Derince bir soluk alıp verirken yüzü yeniden buruştu.
“Kemal, bu şerefsiz yurt dışında değil miydi? Ne ara benim olduğum şehre gelip pis işlerine devam eder oldu? Benim niye haberim yok lan?”
“Abi bizde yurt dışında diye biliyorduk. Kulağımıza herhangi bir haber gelmedi.”
“Kulağınızı siktirme bana koçum. Adamlara haber et takibe alsınlar. Mekanları eski yerler mi kontrol etsinler. Şu şeyi de at evden. Burnumun direği kırıldı.”
Genç kız “Bey amca bak ikidir bir şeyler diyorsun eyvallah da bokunu çıkarma istersen. Valla kusura bakma senin gibi saray yavrusu evlerde yaşayamıyorum ben. Sokak benim evim ve inan sizin gibilerin attıkları yüzünden hiç iyi kokmaz. Hem sen bir ayağın çukurda ne kadar keskin burnun varmış ya.” derken kaşları çatılmış tıpkı çöpten fırlayacak kedi gibi tavır almıştı.
Acar, kalıp karşısındaki kızın bacaklarını kırardı ama kendini frenliyordu. Kırk iki yaşında bir adam olmasına rağmen on sekizlik bir kız bile ondan etkilenirdi ama sokak kedisi kılıklı bu kız ona bey amca diyor ihtiyar iması yapıyordu. Kemal alt dudağını ısırırken kıza dönüp “Hadi bacım biz çıkalım seni de gideceğin yere bırakalım. Dikkat edersin bundan sonra her zaman birileri yardıma gelmez.” diyor ceketini giyip kapıya doğru yürüyordu.
Genç kız “Gerek yok. Bana neredeyiz söyleyin yeter ben giderim. Bey amcanın rahatı da malı da benim yüzümden kirlenmesin. Malum yaşlı adam sonuçta sağlığına dokunur maazallah akşama helvasını kavurursunuz” dediğinde “Lan siktir git” diye bağıran ve üzerine yürüyen adamlar geri gidip bibloyu yeniden silah olarak kullanmak için havaya kaldırdı ve “Hoşt! Dede çıldırdı” diye bağırdı. Her defasında daha da damarına bastığını fark edemiyordu.
“Kemal! Al şunu çöpü kapıya at elimde kalacak.”
“Çöp senin sülalendir. Adım var benim adım. Az insan ol kodaman.”
Kemal araya girip “Kızım gelsene sen şöyle ya. Adamı sabah sabah barut fıçısı yaptın” diye yakınırken kapı açıldı ve içeri evin gündelikçisi Zehra girdi. Elinde iki poşet vardı. Biri simit ve açmalarla diğer ise börekle doluydu.
“Günaydın Acar Bey. Gelirken simit börek falan alayım dedim. Arada yiyorsunuz ya kahvaltı ile yiye yersiniz de ay bu evin kokusu ne? Tövbeler olsun gece fare falan mı girdi de öldü acaba? Öyk burnum kırıldı.”
Kadının sözleriyle elindeki bibloyu sertçe sehpaya vurarak bırakan genç kız “Yeter lan yeter adım var benim. Taktınız kokuya gelen öyk giden ıy noluyo ya. Biri da koku var derse yemin ediyorum dağıtırım ortalığı!” diye bağırırken elleri yumruk olan Acar “Kızım bas git. Elimde kalacaksın” diyerek dişleri arasından resmen hırladığında Zehra bu defa “Aaa ay bu ne? Kim bu Kemal abi. Aman leş gibi ayol” diyerek araya girince kıyametin kopmasına çeyrek vardı.
Gözü seğiren genç kız yüzüne yayılan gülümseme ile “Burcu, hanım teyze. Benim adım Burcu. Şey, bu, kokarca ya da şu değil.” derken dişlerinin gıcırtısını diğerleri de duyabiliyordu. Acar “Ne haliniz varsa görün siktiniz sabah sabah beynimi” deyip salondan çıkarken Burcu arkasından ağzını eğip büküp “Vivivivv” diye hareket yapıyordu.
Kemal ile Zehra şaşkınca bir giden adama bir kıza bakarken şaşkınlardı. Beş dakika sonra bahçeye çıkmış karşılıklı ahşap oturakların olduğu yerde tüneyen Burcu elindeki simide adeta gömülmüştü. Kemal ile Zehra ise hafif yüz buruşması biraz da acıma ile bakıyorlardı.
Burcu, göz kırpıp “Hayırdır niye öyle sokak kedisi izleyen yaşlı teyzeler gibi bakıyorsunuz? Acıdınız mı halime? Valla umurumda değil gençler. Sokakta yaşam bu saray yavrusundaki gibi değil. Tek bir gafil anında ya öldürürler ya da satmaya kalkarlar.” derken çayından da içiyordu.
Kemal gerçekten üzülmüştü. Çünkü genç bir kızın sokakta yaşamaya çalışması falan kötüydü. Kim bilir başına daha neler gelmişti.
Zehra ise hala keçeleşmiş saçlarına çizikli tenine ve kirli elbiselerine bakıyordu. Onun adına üzülmek istese de temizlik kendi için biraz fazla önemli gibiydi. Acar Arsel ile yaşamak düzen titizlik ve kurallar demekti. Alışmıştı.
“Peki, ailen yok mu? Yani neden sokaktasın?”
Burcu, üçüncü simide başlarken omuz silkti.
“Bilmem. Beni büyüten nenem daha üç yaşlarında falan bulmuş. Bir hastanenin arkasında çöpün kıyısında oturuyormuşum. Rahmetli dayak yediğim için moraran yüzümden falan bahsederdi.”
“Oha.”
“Çüş.”
Kemal ile Zehra’dan tepkiler peş peşe gelmişti. Kemal kaşlarını çatarken gözleri dolan Zehra “Sen ciddi misin? Daha o yaşta mı? Hangi vicdansız el kadar bebeğe bunu yapar ki? Rahmetli dedin. Seni büyüten kadın da mı öldü?” dediğinde göz deviren Burcu “Yok ölmedi ben rahmetli demeyi seviyorum. Aga sen iyi misin? Neyse, dört yıl oluyor öleli. Araba çarptı. Bırakıp kaçtı orospu çocuğu yardım bile etmedi. Oracıkta öldü.” derken yutacağı lokma büyüdükçe büyüdü. Sevil nene ile çok yerlerdi üç kuruş bulduklarında simidi. Hatta surların yakınlarında yaşlı bir amca vardı. Bir önceki günün simitlerini satamadıysa onlara yarı parasına satardı. İç çekti. Kalan son yudumu da aldığında bardağı masaya bıraktı.
Kemal, bir sigara yakarken “Hişt parlak oğlan bir tane de bana versene canım çekti” dediğinde tek kaşını kaldıran adam burnundan soluk verip “Al” diye bir dal uzattı.
“Eyvallah koç adamsın.”
Zehra kızın sözlerine iyice bozulan Kemal ile gülmek istese de elini dudaklarına siper edip engellemeye çalıştı. Masadaki özel işlemeli çakmağa uzanan Burcu sigarasını yaktıktan sonra çakmağı incelemeye başladı. Üzerinde büyük ve italik harflerle KİNG yazıyordu. Siyah üzerine beyaz çizgilerle yazının etrafı çember misali dolanıyordu.
“Vay be, abi zenginlerin çakmağa bile afilli.”
Kemal “Acar abi kendine özel yaptırır. Aynısını piyasada bulamazsın.”
Dudak büzen genç kız “Vaaay desene bey amca biliyor bu işi. Ama çok huysuz be. Taktı kokuyor da kokuyor. Bir de kokarca diyor kendi çukurdaki ayağını görmeden.” dediğinde içtiği çayı püskürten Zehra öksürmeye başladığında yüzüne çeken damlaları silen Burcu “Aha bu da çayla yıkama işlemine başladı. Lan bir salın beni” deyip masadan kalktı. O sıradan evden çıkan Acar “Kemal!” diye bağırdı. Hemen kalkan adam patronunun yanına koşarken arkasından Zehra ve Burcu da geliyordu.
“Ben kliniğe geliyorum. Dediklerimi yap sonra sende gel. Şunu da defet gitsin.” derken elinde çakmağını gördü. Suratı buruşurken “Çakmağı da çöpe atın” dediği an “Ben alabilir miyim? Soba yakarken falan lazım olur” diye atılan Burcu dilini ısırdı hemen sonrasında. Sertçe mavilerini kıza diken Acar “Ne bok yersen ye?” dedi tersçe.
Anında yürüyüp bahçeden çıkan adamın arkasından “Vövövövövövvv” diye ağır eyen kız “Huysuz ihtiyar ne olacak” diye homurdandı. Zehra “Burcu, adam daha kırk iki yaşında ve inan bana ihtiyar değil. Peşinde ne kızlar var görsen aklın gider” dedi.
“Bunun mu? Peşinde kızlar koşuyor? Hadi len ordan. Ölmeye üç günü kalmış imam pamukla hazır bekliyor sen karı kızdan bahsediyorsun. Aman ya banane anasını satayım. Neyse ben kaçar. Şimdi bana neredeyiz onu söyleyin de ona göre Fatih’e geçeyim. Sur dibinde kulübem. Kağıt arabası da yalan oldu tabi ama yapcak bir şey yok.”
“Fatih buraya çok uzak ben seni götürürüm. Kağıt arabası da nereden alınıyorsa alırız bir tane işine bakarsın.” diyen Kemal ile sırıtan genç kız “Allah razı olsun be parlak oğlan. Çok makbule geçer yeminle.” deyip ellerini ovuşturdu. Kasım ayının ilk haftasındalardı ve hava soğumuştu. Üzerindeki ince kazak altındaki eski kottan başka bir şeyi yoktu. Ayağı da çıplaktı. Zehra “Kız dur bende yedekte bir şeyler olacaktı. Donarsın bu havada dışarıda incecik kıyafetlerle.” dediğinde daha da keyiflendi. Öyle gurur yapıp yok falan demezdi. Gurur ona göre parası olanların işiydi.
Yarım saat sonra yeni bir kot pantolonu dizlerine inen kalın boğazlı kazağı ve kazakla aynı boy şişme montu olmuştu. En sevindiği ise ayaklarına tam olan içi yünlü bottu. Üzerinden çıkardıklarını poşete koyarken konuştu. Duş teklifini reddetmiş ama sıcak suyla elini yüzünü yıkamıştı. Yüzünün rengi açıldığında beyaz teni ve burnunu üzerindeki incecik çilleri daha belirgindi. Saçları tam belli olmasa da kızıldı.
“Kız fingirdek var ya Allah senden razı olsun çok makbule geçti. Bunlar bana bir beş sene yeter.”
“Fingirdek? Ya bir git işine nerem fingirdek benim.”
Burcu güldü. Elinde poşeti bahçe kapısından çıkarken arkalarından “Bekleyin” diye bağıran Zehra yetiştiğinde “Bunu da al. Börek aldım ama sana kısmetmiş. Afiyet olsun.” dedi.
Burcu dudaklarını yalarken “Kız helal et he. Sağ ol fingirdek falansın ama harbi insansın. Kesene bereket” dediğinde Kemal çoktan arabaya binmişti. Genç kız da önde oturunca araba hareket etti ve yola çıktılar. Zehra üzgünce arkalarından bakarken “Yolun bahtın açık olsun ruh hastası. Umarım başına daha kötüleri gelmez” dedi. Sonra yüzünü buruşturup “Ay o ev nasıl temizlenecek, Acar Bey bir dünya çemkirecek” diyerek hayıflanıp eve geri döndü.
Burcu elinde çakmak gözlerini yola dikmişken poşetin içindeki paradan habersizdi. Zehra ona biraz daha para koymuştu. Çok acımıştı haline. Hayır yapmak istediği bu günlerde bir fakiri doyurmak giydirmek tam da zamanına denk gelmişti.
Acar ise kliniğe girdiğinde diğer hekimler ona günaydın dedi. Odasına girip önlüğünü giydiğinde sekreteri kapıyı tıklatıp içeri girdi ve kahvesini masaya bırakıp elindeki ajandadan “Acar Bey bugün Pervin Hanım’ın kedisi, Alp Beyin köpeği ve üç hastanın daha kontrolü var. Dün gece bir köpek getirdiler araba çarpmış. Nöbetçi arkadaşlar ilgilendiler şu an ilaçlarla uyutuluyor.” dediğinde başını sallayan adam hemen ayaklandı ve kahvesini eline alıp odadan çıktığı gibi hasta hayvanları tutulduğu kısma geçti. Uyuyan köpeğe bakarken gözlerini kıstı.
Köpek krem rengi tüylere sahipti ama sokakta yaşadığı için kirlenmişti. Yer yer yaraları vardı. Kahvesinden bir yudum alırken aklına evdeki sokak kedisi geldi. Yüzü yeniden buruştu. Kızdan yayılan kokuyu sanki hala duyumsuyordu. Çöple karışık ter ve kir kokusu. Başını sağa sola sallarken muayene bölümüne geçip gelecek hayvanları beklemeye başladı.
***
Acar, akşam yemeğini yemiş bahçede çardakta oturmuş sigarasını içerken sabah bakamadığı gazetelere göz atıyordu. Bir telefon geldi. Kemal, çardağın biraz ilerisinde adamlara talimat verirken gelen telefona baktı. Bir süre dinledikten sonra “Ne? Emin misiniz? Lan oğlum iyice bakın. Neyse bana resim atın” derken bağırdığının farkında değildi.
Ellerini saçlarına geçiren Kemal sinirle solurken Acar “Kemal, sıkıntı ne?” dedi. Patronuna dönen adam birkaç adımda çardağın içine girdi ve karşısında durduğu adamın gözlerine bakarken “Fatih’te surların orda bir ceset bulunmuş. Yanmış bir kadın cesedi. Yakınında senin çakmağın varmış.” dediğinde hala öylece bakan Acar “Eee?” dedi.
“Abi, senin özel çakmağın sabah Burcu’daydı. Şu kağıt toplayan kız var ya.”
Gözlerini kısan Acar ona ‘Bey amca’ diyen kızın sesini kulaklarında işitti. Dişlerini sıkarken “Abi dedikleri Savaş pezevengi mi yapmış?” dediğinde sigara elinde ezilmeye başlamıştı. Kız umurunda değildi ama İstanbul onun krallığıydı ve kurallarını çiğneyen herkes ona baş kaldırmış demekti. Bu hareketi cezasız bırakamazdı. Baş kaldıranın başını ezmesi en sevdiği şeydi.