Bazen insan alışkanlıklarını her şeyin önüne koyar. Düşünmek zorunda kalmadığı kimse olmayınca daha rahattır. Acar artık rahat değildi çünkü düşünmesi peşinden koşması ve başını her belaya soktuğunda küfürler ederek kurtarması gerek bir baş belası küçük şeytanı kokarcası vardı.
Kel adama silahını doğrulttuğunda “Kızı bırak” diye dişleri arasından söylendi. Adam önce omuzundaki kıza sonra krala bakarken dudağının ucunu alayvari biçimde kıvırdı.
“Sence emir verecek konumda mısın Kral? İstersem kızın boynunu saniyeler içinde kırarım.”
Acar ruhsuz biçimde “Ondan sonra başına gelecekleri biliyor musun? En son bana diklenen bir adamı ham madde içinde eriterek plastik yaptım. Şansını zorlama bırak kızı.” derken kendinden emindi. Adam gözlerini kısarken omuzundaki kızı indirdi ve boynunu tutup saçlarına asıldı.
“Tamam kral. Ama küçük bir hediye almamda sorun yoktur umarım. Savaş abi sevinecektir.”
Bunu der demez kızı kendine siper etti ama saçlarını avucuna doladığı gibi sertçe çekti. Elindeki büyük bıçağı sonradan fark eden Acar “Lan, siktirme bana geçmişini bırak kızı!” diye kükrese de ensesinden itibaren uzun saçı kesen adam Burcu’yu Acar’ın üzerine doğru değim yerindeyse fırlattı. Düşmemesi için tutup kucaklayan kral ise kaçan adamın ardından gidemedi. Çünkü elini kızın ensesine attığı an saçı keserken oluşan küçük çiziklerden avucuna kan bulaşmıştı.
Kelin gitmesi ile diğerleri de çekilirken Asım hemen Acar’ın yanına geldi. Kucağına aldığı kızla arabaya doğru yürüyen adam hırlar gibi “Bana şunlardan birkaçını bulun yoksa derinizi yüzerim” dediğinde “Tamam abi” diyen adamı geri döndü. Ön koltuğa oturtup düzgünce kemerini bağlayan Acar aşırı öfkeli bir şekilde soluyordu.
Eve geldiklerinde kucağında içeri girmesi ile Zehra gözlerini büyütmüş “Acar abi ne oldu?” demekle kalmıştı.
“Ne olacak Zehra, baş belası yine itina ile o kopacak kafasını derde sokuyor.”
Yatağına yatırdığında “Benim çantayı” getir demesiyle Zehra koşarak odadan çıktı. Geri geldiğinde üzerindeki kazağı çıkarmış sadece atletle bıraktığı kızın başına dikkatle bakıyordu.
“Ay saçına ne oldu? Ensesi mi kanıyor?”
Acar ters bir biçimde dönüp baktığında dudaklarını birbirine bastıran kız sustu. Ensesindeki yarayı Burcu’yu oturtarak temizledikten sonra bandaj yapıştırdı. Geri yatırdığında “Üzerini dikkat ederek değiştir.” dedi. Kendi ellerini banyo da yıkadığında telefonu çaldı.
Açtığında “Abi üç kişi elimizde” diyen Mehmet ile mavileri koyulaştı.
“Geliyorum.”
Evden çıkmadan önce Zehra’ya dikkat etmesi gerektiğini sıkıca tembihledi. Geri geldiğinde ise Burcu ile sağlam bir maçı vardı.
Yola çıkıp diğer korumalarla mekana vardığında yerde yatan üç kişinin başında dikilen Kemal dudağındaki kurumuş kanı su ile yıkıyordu.
Acar “Kemal, ben size yanınıza adam alın dedim. Adamları sağa sola yollayın sonra da kabak gibi orta da kalın mı dedim koçum?” dediğinde sinirden boynunu kütletiyordu.
“Abi valla Burcu alınacakları söyleyince hızlıca halledelim dedim. Çocukların durumu kötüydü içim el vermedi.”
“O el vermeyen içini dışını var ya. Neyse. Dua et kız da sende yara almadınız pek. Bu itlerden başka yok mu? Özellikle o kel olan piç?”
Asım “Abi onlar önden gitmişti. Bunlar yaralı olarak yakaladıklarımız.”
“Bunlar da olur. Konuştular mı?”
Mehmet başını olumsuz anlamda salladı.
“Yok abi. Tek kelime etmediler. Zaten Kemal abi konuşacak hal bırakmadı.”
“Soğuk su döküp uyandırın şunları.”
Korumalar ellerinde soğuk bu bidonları ile geldiler. Adamların tepesinden dökerken öksürüklerle yavaştan kendine geldiklerinde enselerinden tutulup ahşap sandalyeye oturtuldular. Ellerini beline koyan Acar bir aslanın ormanda gezmesi gibi sağa sola yürürken boynunu yine oynatıp kütletiyordu.
“Patronunuz nerede? Ya da sizinle gelen o kel pezevenk?”
Adamlar yarı baygın mavilere baksa da yine tek kelime etmediler. Kemal bir yumruk daha atıp “Konuşsana lan!” diye bağırdığında yere devrilen adam kollarından kaldırılırken ağzını açtı ve boğuk sesler çıkardı. O an adamın ağzının içine bakan Asım “Siktir. Dilleri yok. Dilleri kesilmiş bunların” dedi.
Acar, kaşlarını çatmış bakarken Mehmet diğer iki adama da bakıp “Bunlar da aynı şekilde” değince küfreden kral elini ensesine atıp sıktı. Resmen baş ağrısı adım adım kulak arkasından şakağına oradan da kafasına yayılıyordu.
“İster diliniz olsun ister olmasın. Yazarak da olsa Savaş ya da o kel olan piçin yerini bana ileteceksiniz. Yoksa derinizi yüzüp size yedirmesini bilirim.”
Adamlardan zor soluk alanı eliyle kalem işareti yaptı. Önüne kağıtla kalem konduğunda yazmaya başladı. Zorlansa da işi bittiğinde kağıdı alan Kemal Acar’a verdi.
Okumaya başladığında dişlerini sıkıyor çene kası dalgalanıyordu.
“Bizi yakalayacağını biliyorlardı. Hepimizin dili kesildi. Adres ya da yer bilgimiz olmasın diye eski depolarda bir araya geldik. Savaş abiyi bir kez gördük. Kel olanın adı bile doğru değil. Herkes ona Alexi diyor ama adam Türk. Kız içinse yeniden gelecekler. Size de saldıracaklar. Belleğin sizde olduğunu biliyorlar. Yer değiştirme ve hesapları boşaltma derdindeler. Abi yemin ederim başka bir şey bilmiyoruz.”
Başı ile adamları işaret ettiğin de arkalarına geçen korumalar silahlarını çıkardı ve birer kurşun ile üçünü de öldürdüler. Asım “Ne yazmışlar abi?” dediğinde gözlerini kapayıp derin bir soluk alan Acar “Ne yazacak, belasını siktiğim Savaş güya bizle oyun oynuyor. Krala kafa tutuyor. Bilmiyor ki elime geçtiğinde başına gelecekler otopsicileri bile kusturcak.” dedi. Mekandan çıkıp eve geçerken birkaç telefon görüşmesi yaptı.
Burcu, baş ağrısı ve ense acısı ile gözlerini aralarken başında bekleyen Zehra sevinçle “Çok şükür” dedi.
“Kızım bela seni takip mi ediyor ne yapıyor anlamadım. Evden çıkıyorsun sorun evdesin başka sıkıntı. Bir kurşun falan mı döktürsek sana.”
Yatağında oturur hale gelen Burcu elini ensesine götürürken kaşları çatıktı. Saçlarının olmadığını ve bandajı fark edince gözleri büyüdü.
“Hadi canım. Saçımı da mı kopardılar? Hay ellerinin ayarını ben var ya.”
Başı biraz dönse de ayağa kalkıp banyoya gitti. Aynada kendine bakarken göz bebekleri titredi resmen. Eli yeniden saçlarına giderken parmak uçlarının acıdığını hissetti. Yanları uzun arkası ense köküne kadar kısalmıştı. Bir süre öylece aksi ile bakıştı. Ardından dolabın gözlerini aradı. Makas bulamayınca sertçe yutkundu. Göz pınarları doluyor dudakları titriyordu. Banyodan çıktığında Zehra’ya “Bana makas bul. Çabuk" dediğinde yanağından süzülen yaşı sertçe sildi.
“Burcu, bir dur Allah aşkına düzeltirim ben saçlarını.”
“Fingirdek. Bana. Makas. Getir. Daha açık söyleyemem galiba değil mi?”
Zehra bu defa kızın oldukça ciddi sesi ile dudaklarını birbirine bastırdı ve odadan çıkıp diğer ana banyoya girdi. Oradan makası alıp geri döndüğünde Burcu kızın elinden istediğini aldığı gibi kendini banyoya kilitledi. Ayna karşısına geçip alt dudağını ısırdı ve makasla uzun olan kısımları kısalttı. Sanki her telde biraz daha sakinleşiyordu. Enerjisi çekiliyor gibiydi. Banyodan işi bitip çıktığında Zehra yine endişeyle ona bakıyordu.
“Bakma öyle fingirdek. Yanında hiç saç boyası var mı? Hani senin de dibin gelmiş ya lazım olmuştur falan.”
Eli saçlarına giden genç kız “Ay dibim mi gelmiş? Kızım niye erkenden söylemiyorsun ya” derken hemen dışarı çıkıp korumalardan birine hızlıca kağıda yazdığı marka ve numarayı verdi.
“Acil. En yakın marketten alıp gel.”
“Acar Beyin haberi var mı?”
“Var. Çabuk dedim sana. İki tane olacak.”
Çok geçmeden gidip gelen koruma ile Burcu kutuyu kaptığı gibi kendini yeniden banyoya kilitledi. Önce tüpten boyayı diğerine boşalttı. Salladı ve kısacık olan saçlarına resmen boca etti. Bir saat sonra duşa girip saçlarını yıkamış ayna karşısında kurutuyordu.
Artık kızıl değildi. İnce saç telleri siyahın karanlığına bulanmıştı. Ela gözleri kızarmıştı. Saç, bir kadın için önemliydi. Her ne kadar sokakta yaşasa da saçlarını seviyordu. Nenesi onu al kuzum diye severdi.
Acar eve geldiğinde kapıyı açan Zehra tedirgince “Abi, Burcu iyi değil.” dedi. Kaşları çatılan adam “Neyi var? Ne oldu yine?” derken sesi bıkkın çıkmıştı.
“Kendini banyoya kapadı ve benden önce makas sonra da saç boyası istedi. Bir saate yakındır da çıkmıyor. Bir ara ağladığını duydum.”
Asım ile Mehmet birbirine bakarken Acar sert adımlarla genç kızın odasına girdi. Aynı anda banyo kapısı açıldı ve içeriden pijama ile Burcu çıktı. Saçları kısa ve siyahtı. Gözleri kızarmış, bakışları donuklaşmıştı.
“Sen? Ne yaptın kendine böyle?”
“Hiç. Sadece daha iyi hissetmek istedim.”
Acar, durdu. Ne diyeceğini düşündü. Anlık kilitlenme yaşamıştı. Dudaklarını birbirine bastıran Burcu odasından çıkıp salona geçtiğinde koltuğa oturdu. Gözleri yerdeki halının desenindeydi.
“Sen, sen benim başıma bela mısın? Neden dikkat etmiyorsun ki? Bana bak kokarca bıktım anlıyor musun bıktım. Sürekli başının belaya girmesinden seninle uğraşmaktan yoruldum.”
“Haklısın.”
“Sürekli bunlarla uğraşamam.”
“Haklısın.”
“Senin peşinde koşmaktan kendi işlerime bakamı- dur bir dakika sen ne dedin?”
“Haklısın.”
Acar'ın ilk kez kaşları şaşkınlıkla havalandı. Diğer üçlü de ondan farksız değildi. Zehra ise alt dudağını ısırmış eliyle yüzünü kapatıyordu.
“Sen iyi misin?”
“Bilmem.”
“Sana o kadar şey saydım ve sen bana laf sokmak yerine haklısın mı dedin?”
“Evet.”
“Yani baş belası Allah’ın cezası bir kokarca olduğunu da kabul ediyorsun.”
“Hıhı.”
“Bela paratonerisin de ayrıca.”
“Olabilir.”
“Senin yüzünden yaşadığım sıkıntıların da farkındasın. Genelde de dayaklık olduğunun.”
Bakışlarını adama kaldıran genç kız “Bokunu çıkarma ihtiyar.” dediğinde üçlü soluğunu bırakmış rahatlamıştı.
Kemal “Sonunda özüne döndü.”
Mehmet “Bence de.”
Asım “Bir an korkmadım desem yeridir.”
Bu defa Burcu onlara döndü ve “Üç silahşörler gibi konuşmayı bırakıp tepemden gidecekmisiniz yoksa ben size laf sokup kafamı dağıtayım mı?” dedi.
Ellerini teslim olur gibi kaldıran adamlar birkaç adım geri giderken tek kaşı havada onlara bakan Acar “Bu bacaksız küçük şeytanın lafını mı dinliyorsunuz lan siz?” deyip cevap bekledi. Mehmet tedirgince Burcu’ya bakıp “Abi çenesi açıldı mı durmuyor. Dünyanın lafını sokuyor karşılık verene kadar da iflahımız kuruyor. El mahkum.” dediğinde Zehra kıkırdadı. Asım anlık bakışlarını ona çevirse de geri döndü.
Burcu bu defa Acar’a dönüp “Senin de içinde amma şey birikmiş be dayı oğlu. Hani varsa salla gelsin. Sonuçta sen konuşacaksın ki ben sana laf sokacağım demi ama” dediğinde ellerini cebine sokan adam “Kes sesini küçük şeytan.” diye kestirip attı.
Omuz silken genç kız “Erken yırttın İhtiyar. Yoksa formumda olsam beynini çürütmüştüm. Hoş bir ayağı çukurda olunca o da çürümeye yüz tutmuş olur ama neyse.” dedi. Zehra'ya dönüp “Kız fingirdek şu senin pezevenk eski kocan için haber saldım kimsesizlere. Sokaklarda ona denk gelenler az okşayacak.” deyip ayaklandı. Ona uzaylı görmüş gibi bakan ama çok sinirli olan Acar’a aldırmadan mutfağa geçip dolaptan bir şeyler çıkardı.
3 AY SONRA... MART SONU...
Günler geçiyor zaman akıyordu. Burcu o günden sonra bir süre daha sessizleşti. Elbette laf sokmak için her zaman enerjisi vardı ama eski performansını kaybetmiş gibiydi.
Odanın temizliği bittiğinde soluk soluğa elini beline koydu. Acar'ın titiz hallerinden gına gelse de dışarıda onun peşine düşmüş bir manyak varken evde olmak en azından güvenilirdi.
Komodinin üzerindeki saati düzeltirken kulağındaki kulaklığın teki yere düştü ve yatağın altına yuvarlandı. Kemal'in hediyesi olduğundan kıymet verirdi. Onunla barışmış ve abi olarak kabullenmişti. Asım ve Mehmet’i de öyle.
Eğilip yatağın altından kulaklığı almaya çalışırken kapının açıldığını duydu. Kafası yatak karyolasının altında olduğu için çıkarmadı ama sövüp sayarak üzerini çıkaran adam ile duraksadı. Sonunda kulaklığı alıp başını yatağın altından çıkardığında kaldırıp sesin geldiği yöne baktı ve “Oha, o ne lla öyle” dedi.
Çünkü Acar karşısında anadan üryan duruyordu. Kaslı bedeni, hafif kıllı göğsü ve v şekilli adonisleri muhteşemdi. Üstelik erkekliği bütün zincirlerinden kurtulmuş gibi sallanıyordu.
Ellerini anında gözlerine kapayan Burcu “Ya ihtiyar odada banyo var. Giyinme odan var. Sen neden burada soyunuyorsun ki.” diye yakınırken uzanıp baksırını giyen adam “Burcu şu an çok sinirliyim siktir git şu odadan hırsımı senden çıkarmayayım” diyerek dişleri arasından hırladı.
Burcu da sinirlenip ellerini indirdi ve “Çok pardon ya burada senin kıçını toplarken sinirini hesap edemiyorum. Yoksa çok da meraklı değilim kıllı kıçını görmeye.” diye bağırdı.
“Lan, kızım bas git. Delirtme adamı.”
Geçen üç ayda Burcu kendi içinde savaş halindeydi. Kırılmış bir yanı vardı ve Acar konusunda da resmen sudan çıkmış balık oluyordu. Siniri de bu yüzdendi.
“Delir ya. Merak ediyorum delirirsen ne olacak.”
“Küçük şeytan. Git diyorsam git.”
“Bende diyorum ki bey amca kıllı bir yerlerine meraklı değilim.”
Acar o kadar sinirliydi ki birkaç adımda kızın dibine girip gözlerini öfkeyle büyütürken kızında ona çakmak çakmak baktığını gördü.
“Baş belasının tekisin kokarca.”
“Sen de küçük bir kedi değilsin bey amca.”
“Kaşınma.”
“Hadi be, kaşısana.”
Dikine dikine gitmek istemiyordu ama içinden gelen şeylere de engel olamıyordu.
Acar bir anda çenesini kavrayıp sıkarken dudaklarını büzdü.
“Zorluyorsun küçük şeytan. Çok zorluyorsun.”
Burcu bir anda heyecanlanmıştı. Sinir elbette vardı ama farklı bir şeyler de bedeninde geziniyordu. Yutkunurken daha boğuk bir tonla “Git yoksa iyi şeyler olmayacak küçük şeytan.” diyen adamla öylece durdu. Acar bir süredir boğuştuğu şeylerle şimdi burun buruna kalmakla resmen sınanıyordu.
Biraz daha eğildi. Şimdi solukları birbirine karışıyordu. Başını az daha kaldıran Burcu ise resmen kalp krizi geçirmek üzereydi.
Sonunda “Sikerler böyle işi” der demez kızın büzdüğü dudaklara kapandı ve boşta olan kolunu beline doladı. Deli gibi öperken solukları birbirine karışıyordu.