Dün akşam Ayşe'yi arayıp okula gelmeyeceğimi söyledim. Sebebini sorduğunda babamla birlikte bir kampa gideceğimi söyledim. Sanırım bulup bulabileceğim en saçma yalandı. Ama o bunu sorgulamadı. Okula gitmeyeceğim için siyah renk bir crop ve altına mini etek giydim. Spor ayakkabımı da giydikten sonra dışarı çıktım. Elimde çantam ve elbise olan bir alışveriş poşeti vardı. Adem abiye arkadaşımın alacağını söyledim ve evden biraz uzaklaştım. O sırada Yiğit aradı.
"Bittiyse işin gelip seni alayım," dedi. Nefret ediyordum ondan, ama bunu ona belli edersem yine tehdide başlardı.
"Bitti, adresi mesaj olarak atarım," dedim sakin kalmaya çalışarak.
"Adresin var, atmana gerek yok," dedi ve suratıma kapattı. Neydi şimdi bu, neden beni araştırma gereği duymuştu? Gerçekten bu çocuğun sorunları vardı, Ayşe ilk gün doğru söylemişti, ondan uzak dursaydım keşke. O zaman başıma bunlar gelmezdi, şu an rahat rahat okulda dersimi dinliyor olurdum. Ama son pişmanlık fayda etmiyordu işte. Ben bunları düşünürken bir araba yaklaştı yanıma. Siyah bir cipti bu. Yanımda durunca penceresini açtı.
"Orada öyle dikilme de atla arabaya, tüm gün seni bekleyemem," dedi. Göz devirerek arabaya bindim. Arabayı çalıştırmadan önce beni süzdü tepeden tırnağa. Bu beni rahatsız etmişti.
"Sür şu arabayı, beni süzmeyi kes, rahatsız ediyorsun bakışlarınla!"
"Anlaşmamızı bozmak için bu kadar uğraşma, artık sinirlerimi bozmaya başlıyorsun. Beni ilk gün sen karşına aldın, o yüzden başına gelecekleri hesaplaman gerekirdi. O yüzden sesini kes, ben ne dersem o olacak!"
Ona ne desem boştu, o yüzden onu dinlemeyerek başımı pencereye çevirdim. Arabayı sürdü. Bir saat sürdü yol. Ne o, ne ben konuşuyordum. Sessiz sedasız bir yolculuk oluyordu, daha nereye gideceğimizi bile bilmiyordum. Umarım saçma sapan şeyler için beni tenha bir yere götürmezdi diye düşünüyordum ki eski püskü bir binanın önünde durdurdu arabayı. Çok güvenilir bir yer değil gibiydi burası, midemde cardınlar geziniyordu sanki, korku vücudumu ele geçirmişti iyice. Ama bunu ona belli edemezdim, sesimi kontrol etmeye çalışarak konuştum.
"Burası neresi?"
"Burada bir kat kerhane," diyince kalp atışlarım hızlandı. Ne diyeceğimi bilmiyordum, bu durumdan rahatsız olmuştum. Beynim sanki kaç emri vermişti, kapının kolunu çekerek açmaya çalıştım, ama Yiğit kolumu tuttu.
"Korkma hemen, kerhaneye getirmedim seni. En alt katında kumarhane var, oraya getirdim," dedi yüzünde alay eder gibi bir gülümsemeyle.
"İçim o kadar rahatladı ki, anlatamam sana şu an," dedim göz devirerek. Sanki çok iyi birşeymiş gibi övünüyordu birde. Arabadan indi, benim hareket edecek halim yoktu, bacaklarım titriyordu istemsizce, sanki kötü birşey yapacakmış gibi hissediyordum bana. Yiğit bir süre bekledi, inmediğimi görünce kapımı açtı.
"İnsene arabadan, cayma şu anlaşmadan, ağırdan da alma!"
Konuşmaya çalışıyordum, ama nefes alamıyordum. Nefes darlığım tutmuştu, Yiğit anlamsız bir şekilde yüzüme bakıyordu. Eline dokundum anlaması için, ama hâlâ boş boş yüzüme bakıyordu.
"Nefes, nefes alamı-" konuşmakta zorlanıyordum. Yiğit bunu anlayınca beni tuttu ve kendine çekti. Arabadan inmeme yardımcı oldu, kaldırıma oturttu.
"Hava al biraz, iyisin, korkmanı gerektirecek bir durum yok şu an, sakin kalmaya çalış," diye aklınca beni teskin etmeye çalıştı. Bir süre böyle oturup sakinleşmeye çalıştım. Nefesim düzelince ayağa kalkmaya çalıştım, ama başım dönüyordu. Geri oturmak zorunda kaldım.
"İçeriye girmemek için rol yapmıyorsun, değil mi?" Diye sordu şüpheli bir ses tonuyla. Tam bir ahmaktı.
"Rol falan yaptığım yok, nefesim daraldı sadece. Role gerek yok ayrıca, yanında olmak istemediğimi biliyorsun zaten."
"Toparlandığına göre girebiliriz o zaman içeriye," diyerek dediklerimi kestirip attı. İçeriye girmek istemiyordum, ona yakın olmak istemiyordum.
"Beni öyle yerlere götürme, nefes darlığım var. Gördün şimdi ne olduğunu, orada sigara içen kişiler vardır, dayanamam ben," dedim. Onu vazgeçirmek için bahane arıyordum. Yüzüne bakınca dikkatle beni incelediğini fark ettim. Yalan sanmasın diye gözlerimi kaçırmadım. İlk bakmayı kesen o oldu.
"Pekâlâ, o zaman sigara içilmeyen, ama yalnız olacağımız bir yere gidelim. Buna da itirazım uoktur umarım," dedi. Of ya, batırmıştım herşeyi kendi ağzımla. Hangisi daha kötü karar veremedim bir türlü. Şimdi yalan söylediğimi düşünmesin diye sessiz kaldım. Bunu Ayşe için yapmak zorundaydım.
"Halsizim, ne istiyorsan olsun, daha fazla sürmesin bu oyun."
"O dediğin olamaz işte, saf sandın sanırım sen beni. Bugün istediklerim olmazsa başka gün yapacaksın, ama illa olacak, anladın değil mi?"
Gerçekten bu çocuğun aklında aşırı derecede bir sıkıntı vardı. Ne desem boştu. O yüzden sessiz kaldım.
"Kalk artık, gidiyoruz," diyerek ayağa kalktı ve arabaya bindi. Bende kalktım ve yavaş adımlarla arabaya bindim. Ben biner binmez çalıştırdı. Bir süre yol aldıktan sonra yollar iyice tenhalaşmaya başladı. Az önceki tedirginlik hissi yine içimde dolanıyordu.
"Nereye götürüyorsun beni?" Diye sordum kısık bir sesle. Yüzüne bakınca alaylı bir ifade takındığını fark ettim.
"Dağ evine gidiyoruz, şimdi oranın havası buradan daha güzeldir," dedi. Bunun şaka olmasını diledim içimden.
"Şamatayı kes, gerçekten nereye gittiğimizi soruyorum."
"Sen bunun şaka olduğunu sanıyorsun, ama ben bu konuda ciddiyim, az kaldı zaten, vardık neredeyse."
Ağaçlarla kaplı bir yerden geçiyorduk. Korkuyordum iyice, ama bunu belli edersem daha çok üstüme gelirdi. Ben bunları düşünürken durdu.
"Az bir yol kaldı, gerisini yürüyerek gideceğiz," dedi ve arabadan indi. Mecbur kaldığım için bende indim ve onu takip ettim. Ondan geride kalmıştım.
"Hem beni zorla saçma bir yere getiriyorsun, hemde bir zahmet edip beklemiyorsun bile!"
Ben bunu diyince yerinde durdu ve beni bekledi. Ona yetişmek için hızlandım, tam yanına yaklaştığında bir dal parçasına takıldım. Düşecek gibi oldum, ama Yiğit kolumdan tuttu ve beni kendine çekti. Onun yüzünden ne hale gelmiştim, az kalsın düşüyordum. Kaşlarımı çatarak ondan uzaklaştım.
"Yürürken önüne bak biraz, podyumda yürümüyorsun."
"Ha ha ha, ne kadar komik bir insansın sen ya?! Aklını kendine sakla, kendin için kullan!"
"Çok komuşma da önüne bak, yine takılıp düşersen bu sefer tutmam. Aksine, düşene birde ben vururum," dedi alay eder gibi. Gözlerimi devirdim, cevap vermek istemiyordum. Birkaç dakika daha yürüdükten sonra vardık onun bahsettiği yere. Burası güzel bir yerdi, ama yanımda olmak isteyeceğim en son insan vardı ne yazık ki.
"Şimdi gir eve, evi incele. Mutfağa gir ve bana güzel yemekler pişir. Bende o sırada ormana girip odun keseceğim," dedi ve arkasını döndü. Anında itiraz ettim.
"Ne yemek hazırlamasından bahsediyorsun sen, saçmalama istersen. Sana yemek falan hazırlayamam!" Ben bunları diyince tekrar bana döndü ve gelerek kolumu sıktı.
"Bana bak kızım, seni daha tanıyalı üç gün oldu, ve sen şimdiden sabrımın sınırını aşar oldun. Şimdi ya emrimi yerine getirirsin, ya da arkadaşın senin yüzünden çok üzülür. Ben geldiğimde o yemek hazır olsun, olmazsa da sen bilirsin!"
Bunları dedikten sonra geri döndü ve ormana doğru yol aldı. Gerizekalı şizofren! Ondan nefret ediyordum, bunu ona da söyledim.
"Senden nefret ediyorum, hayatımda gördüğüm en pislik insansın. Zehir zıkkım olsun yapacağım yemekler sana!"
"Yemeği yaparken sevgini de katmayı unutma, o da tadında farklılık yapar," diye bağırdı arkasını bile dönmeden. Beni duymazdan geliyordu aklınca. Onun yüzüne ne kadar haykırsam da bu nefretim dinmeyecekti. Zaten ona nefretimi haykırmak hiçbir şey getirmezdi bana, o yüzden eve girdim ve kendimi mutfağa atarak ona zehir gibi yemekler hazırlamak için kollarımı sıvadım.