Mirza, Güneş’in abisi ve babası evden çıkar çıkmaz konaktan hızla uzaklaşmak istedi. İçindeki öfke nedeniyle yerinde duramaz hale getirmişti. Babası onu durdurmak için kolunu tuttu. Gitmesini engellemeye çalıştı. “Delirdin mi oğlum? Taziye için o kadar insan geliyor. Ayıp!” Bu sözler, Mirza’nın içindeki öfkeyi daha da alevlendirdi. Babasının yüzüne asıl ayıbın kendisine yapıldığını haykırmak istedi. Ama içten içe, aile büyüğüne saygısızlık yapmanın ağır bir bedeli olduğunu biliyordu. Onun için ağzını sıkıca kapattı. Ancak, sustukça içindeki öfkesi engellenemez şekilde büyüyordu. Gözlerini babasından kaçırarak, dişlerini sıktı. “Siz idare edersiniz,” dedi zorla sakin bir sesle. “Eğer konakta kalırsam, birbirimizi kırarız,” diyerek babasının yanından hızla geçti.
Mirza konaktan çıkar çıkmaz ayakları, sanki yıllar öncesinin hatıralarına çekiliyormuş gibi, onu doğruca kullanılmayan bağ evine götürdü. Şanlıurfa’nın kırsalında, geniş arazilerin ortasında yer alan bu ev, zamanın acımasız ellerine terk edilmişti. Etrafı uzun süredir budanmayan üzüm bağlarıyla çevriliydi. Evin taş duvarları, güneşin kavurucu sıcağıyla kararmış, yer yer yosun tutmuştu. Mirza, seneler sonra bu evin girişine vardığında, geçmişin izleriyle dolu bu yapıya hüzünle baktı. Kalbi sıkışmış, boğazı düğümlenmişti. Titreyen elini kapının üst kısmındaki boşluğa attı. Anahtar eskisi gibi oradaydı.
En son beş yıl önce Amed’in düğünü için geldiğinde uğradığı evin kapısını açtı. İçeri girdiğinde, evin havasında yılların sessizliği asılıydı. Toz kokusu, çürümeye yüz tutmuş ahşap mobilyaların kokusuna karışmıştı. Güneşin pencereden süzülen ışığı salonda ki toz zerreciklerinin arasında dans ediyordu. Mirza, adım adım odaları gezmeye başladı. İlk olarak evin geniş salonuna vardığında hafızasında canlanan anılar bir bir gözlerinin önüne geldi. Pencerenin kenarındaki solmuş, yıpranmış koltuğa bakarken kalbi hızla çarpmaya başladı. Berfin… O koltukta oturdukları ilk günü hatırladı. İlk kez orada öpüşmüşlerdi. Ve yine ilk o koltuğun üzerinde sevişmişlerdi. Koltuk, masumiyetlerini, aşklarını, tutkularını saklayan sessiz bir tanık gibiydi.
Bir an gözlerini kapatıp içindeki yangını dinledi. İçinden bir ses kendine bunu yapma diyordu. Anıların ağırlığı altında ezileceğini biliyordu ama Mirza, içindeki acıya karşılık kulaklarını tüm seslere tıkamıştı. Çünkü yaşadıkları, kadınlara olan öfkesini canlı tutan tek şeydi. Geçmiş, ona acı verse de o acıyla yaşamayı öğrenmişti.
Salonun ardından, ağır adımlarla yatak odasına yöneldi. Kapıya yaklaştığında, kalbi göğsünde çarpıyor, boğazı düğümleniyordu. Sanki on yıl öncesini yaşıyordu. Aradan bunca sene geçmemiş gibi hatıraları o günkü kadar tazeydi. Parmakları titreyerek kapıyı itti ama içeri adım atmadı. Kapı pervazına omzunu yaslayarak odanın içini izledi. Yıllar önce Berfin’in yarı çıplak odada dolaştığı anları hayal etti. Hızlı adımlarla pencereye koşup perdeyi çekmesini, ardından dönüp gülümsemesini. “Biri görecek,” dediği o uyarıyı tekrar tekrar zihninde canlandırdı.
Gözleri yatağa takıldı. Seneler geçmesine rağmen Berfin’in orada bıraktığı izler silinmemişti. Onu ilk kez bu yatakta çırılçıplak görmüştü. Berfin, bütün masumiyeti ve tereddütsüz güveniyle kendini ona bu yatakta vermişti. Bu odada, birbirlerinin ilki olmuşlardı. Berfin, Mirza’nın bütün ilklerinin tek sahibiydi. Teninin kokusu, nefes alışverişi, sıcaklığı odanın her köşesine sinmişti. O günleri hatırladıkça içindeki öfke yeniden harlanıyordu. Bu anılar kalbine düşen bir ateş gibiydi; her hatırlayışında yanıyordu ama o, acıların üzerine üzerine gitmekten kaçınmıyordu. Çünkü Berfin’i hatırlamak, ona kadınlara duyduğu öfkeyi diri tutması için bir sebep veriyordu.
Bağ evinin sessizliği içinde Mirza, geçmişin izleriyle yüzleşmeye devam etti. O anıların yakıcılığı onu her ne kadar tüketse de, içindeki öfkeyi diri tutan şey tam da bu anılardı. Çünkü bu bağ evinin her köşesinde, Berfin’in izleri vardı ve o izler, Mirza’nın kalbinde sonsuz bir yara bırakmıştı.
Mirza, kapı pervazına yaslanmış halde geçmişin izleriyle dolu odaya bakarken, düşüncelerinin karmaşasında boğulmuştu. O sırada, evin sessizliğini yırtan tanıdık bir ses duydu: “Seni burada bulacağımı biliyordum.” Ses, çocukluk arkadaşı Amed’e aitti. Aniden gerçeğe dönen Mirza, hızlıca kapıyı kapatıp Berfin’in anılarından sıyrıldı. Arkasında yankılanan geçmişe değil, karşısında duran dostuna odaklanmak zorundaydı.
Ağır adımlarla kapının girişinde bekleyen Amed’in yanına yürüdü. Biraz şaşkın ama bir o kadar da meraklıydı. “Beni nasıl buldun?” diye sordu Mirza, cevabını aslında tahmin ediyor olsa da. Amed, dudaklarının köşesinde hafif bir gülümseme ile yanıtladı: “Zor olmadı.” Arkadaşının gözlerindeki ifadeden, söyleyeceklerinin onu şaşırtacağını anlamış gibiydi. “İnanmayacaksın ama Vahit abin bana ulaştı. Evden çıkarken iyi görünmediğini söyledi. Sana bakmamı istedi.”
Mirza, duyduklarına inanmakta zorlandı. Abisi Vahit'in onu Amed’e emanet etmesi tuhaftı, hatta neredeyse imkansızdı. Çünkü Vahit, yıllar boyunca Amed’i, Süryani olduğu için bir türlü kabullenmemiş, hatta defalarca onunla arkadaşlıklarını bozmak için uğraşmıştı. Çocukluk yıllarında bile Amed ile olan bağını koparması için baskı yapmış, farklılıklarını sürekli bir engel olarak önüne koymuştu. Mirza, o yılları düşünürken Amed geri çekilerek bir adım attı ve evin önünde geniş açıdan durup bağ evine baktı.
Evin harap olmuş görüntüsü, yıllar boyunca dokunulmamış, kaderine terk edilmiş haliyle Amed’in gözünde Mirza’nın iç dünyasının bir yansıması gibiydi. Yıkık duvarlar, çatlamış taşlar, yer yer dökülmüş sıvalar… Her şey, Mirza’nın içindeki kırgınlık ve öfkenin dışa vurumuydu sanki.
“Yıllar abini bile değiştirdi,” dedi Amed, gözlerini Mirza’ya çevirmeden, eve doğru konuşur gibi. “Ama bir tek seni değiştirmedi. Buraya gelerek kendine işkence etmeye devam ediyorsun.”
Mirza, arkadaşının söylediği sözler karşısında bir şey diyemedi. Çünkü Amed haklıydı. Her defasında bu eve dönmek, acısını tazelemek, geçmişin izlerinde kaybolmak ona zarar veriyordu. Ama bu acıya bağımlı hale gelmişti. Berfin’in anıları, ona karşı duyduğu derin sevgiyi ve kaybetmenin yarattığı derin acıyı her gün yeniden yaşatıyordu.
Amed, sessizliği bozarak Mirza’ya dönüp yüzüne baktı. “Neden hâlâ kendine bunu yapıyorsun, Mirza? Neden bu evde, bu anılarda boğulmak zorundaymışsın gibi davranıyorsun. Hayatını yaşamak için önünde bir yol var ve sen bu yolda ilerleyebilmek için her türlü imkâna sahip olduğun halde o yolda yürümeyi reddediyorsun.”
Mirza ona aldırmıyormuş gibi kapıyı kapatıp kilitledi. Anahtarı aldığı yere bıraktı. “Belki de benim bu hayattaki motivasyonum geçmişte yaşadığı hayal kırıklıklarımdır” dedi. “Onun sayesinde hiç kimsenin beni üzmesine izin vermedim. Onun sayesinde güçlendim”
Amed alay eder gibi “Ve onun sayesinde hiçbir zaman mutlu olamadın “diye devam etti. “Bence bu motivasyon olayını sen tekrar bir gözden geçir. Üzerinden on yıl geçti Mirza. Çık artık şu cendereden”
Mirza konuşmadı. Evin yakınındaki devrilmiş bir ağaç gövdesinin üzerine oturdu. Güneşin babası abisinin eve geldiklerini anlattı. “Adamlar açık açık kızı sattılar. Hem de ikinci defa” dedi. “Üstüne bir de resmi nikah istediler.”
Bir süre konuşmadan ikisi de sessiz kaldılar. Çünkü söylenecek hiçbir şey kalmamıştı. Bir süre sonra Mirza dizine yumruğuyla vurarak “Ben buraya cenaze için gelmiştim ama düştüğüm şu hale bak. Abimin arkasından gözyaşı dökmem gerekirken karısıyla evleneceğim için kafayı yemek üzereyim” dedi.
Amed ne söylerse söylesin Mirzanın içindeki ateşi söndüremeyeceğini biliyordu. “Her şeyi zamana bırakmak gerek. Belki de hiçbir şey düşündüğün gibi kötü olmayacaktır” dedi. “Bazen şer gibi gördüğün şeyler tam tersi çıkabiliyor.
Mirza arkadaşına sen ne diyorsun der gibi bakıp ayağa kalktı. “Gidip evde görüneyim biraz. Cenaze için gelen giden oluyor.” Dedi.
Mirza Amed ile vedalaşıp ölen abisinin hatırı için konağa geri döndü. Avlunun kapısından içeri adım atarken karşısına çıkan yüz ile bir anda tüm ruhu buz kesti. Berfin…