On yıl sonra Berfin’i karşısında görmek Mirzayı afallattı. Sanki içinde yanan cehennem onun varlığıyla harlanmıştı. Yanından geçip gitmek istedi, yapamadı. Bacakları milim kıpırdayamıyordu. Konuşmadan Berfin’in laciverte yakın olan iri mavi gözlerine takıldı. O gözlerde geçmişi, ilk aşkı vardı. Karşılıklı konuşmadan birbirlerine bakarlarken Berfin’in dokuz yaşındaki oğlu annesine “Hadi gidelim!” dediğinde Mirza silkelenerek Berfin’in bir girdap misali içine çeken gözlerinden uzaklaştı. Hayal kırıklıklarıyla dolu gözleri önce çocuğu buldu. Sonra üçüncü çocuğuna sekiz aylık hamile olan Berfin’in büyümüş karnını. O an boğazına bir yumru oturdu. Neredeyse gözleri dolacaktı. Duygularını güçlükle dizginlemeye çabalarken Berfin bakışlarını kaçırarak “Başın sağ olsun” dedi. Tam on yıl sonra onun sesini duyduğunda Mirza bacaklarının gücünü kaybettiğini hissetti. Kalbindeki acı dayanılmaz bir hal almıştı. Bir fısıltı gibi çıkan kırgın sesiyle “Dostlar sağ olsun” diyerek avluda ilerleyeceği sırada Berfin’in arkasından yaklaşan kocası Engin’i gördü.
Engin yanına geldiğinde elini uzattı. “Başın sağ olsun Mirza. Burada değildik cenazeye katılamadık”
Mirza adamın elini sıkıp Berfin’e dediği gibi “Dostlar sağ olsun” dedi “Benim içeriye girmem gerekiyor.” Diyerek hızla yanlarından uzaklaştı.
Mirza odaya girer girmez, kapıyı hızla kapattı. Gözleri kızarmıştı. Ağlamamak için direniyordu. Berfin gibi biri için değmeyeceğini kendine tekrar tekrar hatırlatıyordu ama gönül dinlemiyordu. Yatağın ayak ucuna gidip ahşap mobilyaya ellerini yasladı. Parmaklarını sıkarken aklına Berfin ile ilk birlikte oldukları gün geldi.
2014- EYLÜL
Mirza iki gün sonra üniversiteye başlamak için İstanbul’a gidecekti. Berfin’e buluşmak istediğini söylemişti. O gelmeden, hissettiği heyecanla ıslık çalarak bağ evini temizledi. Marketten aldığı atıştırmalıkları salondaki masanın üzerine hazırladı. Berfin’in seveceği türde iki yeni film DVD’si almıştı. O, hangisini isterse onu izleyeceklerdi. Öyle planlamıştı.
Buluşma saati gelince Berfin kapıyı tıklattı. Mirza heyecanla kapıyı açıp önce aşık olduğu kıza sonra etrafa bakındı. Kimseyi görmeyince Berfin’in dudaklarına yapışarak onu içeriye çekti. Kapıyı kapatıp sırtını duvara yasladı. Berfin’in boynunu öperken soluk soluğa “Bir an için hiç gelmeyeceksin sandım” dedi.
Berfin ise gıdıklandığı için kıkırdayarak fazla vakti olmadığını söyledi. “Annemler biber almış, salça yapılacaklar. Fazla vaktim yok” dedi. “En fazla bir saat kalabileceğim”
Bunu duymayı beklemeyen Mirza hevesi kırılarak geri çekildi. Birlikte izlemeleri için film aldığını söyledi. Berfin’in elini tutup yaptığı hazırlığı göstermek için onu salona götürdü. “Gitmeme iki gün kala akşama kadar vakit geçiririz diye düşünmüştüm” dedi. Sesi uğradığı hayal kırıklığını yansıtıyordu.
Berfin kollarını Mirzanın boynuna doladı. Gideceği için ne kadar üzüldüğünü anlattı. “Senin için gitmek, benim için ise kalmak zor” dedi. “Sensiz buralarda ne yapacağımı hiç düşündün mü?”
Mirza kollarını Berfin’in beline sarıp alnını alnına dayadı. Üç yıldır gizli gizli buluşuyorlardı. Birbirlerine aşık olduklarını bilen üç kişi vardı. Her şeyini anlattığı anneannesi, Amed ve Samira. Samira, Berfin’in komşusunun kızıydı. Mirza “Beni özlersen buraya gel” dedi. “Burası ‘Ay Tapınağı’ yani bizim mabedimiz.”
Berfin gülmeye başladı. “Burası ailenin kullanmadığı dedenden kalma bağ evi değil mi? Neresi tapınak”
Mirza alınmış gibi ciddileşti. Annesine göre bağ evi uğursuzdu. Zaten o sebepten ailesi tarafından yok sayılıyordu. Aile yadigarı olduğu için ne satıyorlardı, ne de annesi uğursuz olduğuna inandığı için kullanıyorlardı. Ev kendi kendine çürüyordu. Mirza başıyla koltuğu işarete etti. “Seninle orada ilk seviştiğimiz günü hatırlıyor musun?” dedi. “Herkes uyuduktan sonra gece buraya gelmiştin”
Berfin utangaç bakışlarını kaçırarak başını salladığında Mirza devam etti. “Işıkları kapattığımızda ay ışığı tül perdenin arkasından çıplak tenine vuruyordu. Bütün ayrıntılarını apaçık görüyordum. O an gözüme bir tanrıça gibi görünüyordun. Burası… Benim tapınağım, sende benim ay tanrıçamsın.” Dedi
Berfin onu heyecanla dinliyordu. Duydukları hem ilginç geliyordu hem de çok hoşuna gidiyordu. Mirzaya “Sen babam ya da tanıdığım diğer erkeklerden çok farklısın” derken Mirza Berfin’in dudaklarına kapandı “Madem vaktimiz çok az seni biraz seveyim” dedi. Öpüşerek koltuğa gittiler Mirza genç kızın elbisesinin arka boyun kısmındaki düğmesini açtı. Elbiseyi hızla üzerinden sıyırdı. Ardından kendi tişörtünü çıkartıp birlikte koltuğa uzandılar. Ara vermeden tutkuyla öpüşüyorlardı. Mirza Berfin’in atletinin üzerinden memesini avuçlayarak okşadığında genç kız kendini aldığı zevke bıraktı. Bedeni öyle bir hale gelmişti ki dudaklarını tüketircesine öpen Mirzaya karşılık veremiyordu artık. Mirza Berfin’in dudaklarından boynuna indi. Boynunu öpüp yalarken Berfin kesik kesik çıkan sesiyle onu uyardı. “Dikkat et… kızartma”
Genç adam bu uyarıdan sonra uzandığı yerden doğrulup Berfin’in atletini çıkarttı. “Öyleyse kapalı olan yerlerinden devam ederim” dedi tebessüm ederek. Karşısında külotu ve sutyeniyle kalan sevgilisinin üzerine tekrar uzandı. Sutyeninin içindeki memelerini kopçasını açmadan dışarı çıkarttı. Meme başını ağzının içine alıp emmeye başladığında Berfin inlemeye başlamıştı. Kendini kaybetti. Memesini emerken eli bacağının arasına kaydı. Ağzını geri çekmeden zevkten ıslanan külotunu kumaşın yüzeyinden okşadı. Neredeyse çığlık atma noktasına gelen genç kız onu kendinden itti. “Diğer odaya gidelim. Burası rahat değil” dedi. Mirza Berfin’e emin olup olmadığını sordu. “Oraya gidersek daha da uzar, benden söylemesi” dedi. Genç kız başıyla onaylayınca onu kucağına aldı. Birlikte yatak odasına girdiler. Mirza Berfin’le birlikte yatağa uzanıp ikisinin de iç çamaşırları üzerlerindeyken bacaklarının arasına girdi. Sertleşen erkekliğini kadınlığına bastırarak öpüşmeye devam ettiler. O an genç kızın gözüne odanın perdesi takıldı. Güneşlik kapalı değildi. Birisi dışarıdan dikkatli baksa tül perdenin arkasından onları görebilirdi. Hızla geri çekilip yataktan atladı. Perdenin güneşliğini kapattı. Sonra hemen Mirzanın yanına dönüp üzerine uzandı. Genç adam başını yastıktan hafifçe kaldırıp memelerini okşadı. Yoğurur gibi okşadığı memelerini tek tek ağzının içine çekti. Bunu yaparken teninin her yerine bilerek izler bırakıyordu. Kendisi gittikten sonra Berfin o izleri görerek onu hatırlasın, unutmasın istiyordu. Ayrılık gününün yaklaştığını düşünen Mirza Berfin’in meme uçlarına hafif ısırıklar bıraktı. O örseleyerek öpüp ısırıklar bıraktıkça Berfin’in inlemeleri odayı dolduruyordu. Neredeyse boşalmak üzereydi. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu, dayanamıyordu. Erkekliği zonklamaya başladığından genç kızı altına alıp külotunu çıkarttı. Ardından kendi iç çamaşırlarından kurtulduktan sonra bacağını iki yana ayırıp sertleşen aletini eline aldı. Berfin onu izliyordu. Aletinin ucunu Berfin’in vajinasının dudakları arasında aşağı yukarı kaydırmaya başladı. İkisi her zaman bu şekilde boşalıyorlardı. Mirza asla daha ileriye gitmiyordu. Zevk suları birbirine karışarak sürtünmeyi daha zevkli hale getirdiğinde ikisi birlikte inlemeye başladılar. Odada tek duyulan ses onların birbirlerine karışan nefes ve inleme sesleriydi. Mirza sona yaklaştığını ama boşalmak istemediğini söylerken Berfin ondan hiç beklenmeyen bir harekette bulundu. Mirzayı kolundan tutup yatağa çekti. “Bu sefer ben yapacağım” dedi. Genç adam gülümsedi. “Ciddi misin?”
“Hiç olmadığım kadar” diyen Berfin bacağını iki yana açarak Mirzanın kasığına oturdu. Aletini eline alıp üzerinde yükseldi ve vajinasının dudakları arasında aşağı yukarı sürtmeye başladı. Mirzanın aleti kadınlığının dilinden deliğine kadar her indiğinde göğsü aldığı haz yüzünden yükseliyordu. Zevkten adete çıldırıyordu. O nedenle aletinin başını en çok zevk veren yere, kadınlığının girişine daha çok sürttü. Olduğu yerde biraz fazla oyalanınca Mirza “ne yapıyorsun?” dedi.
Berfin hissettiği şehvet yüzünden kapattığı gözlerini açtı. Mavi gözleri Mirzanın ela gözleriyle buluştuğunda “Sence?” dedi. Genç adam onu uyardı. “Sakın!” dedi. “Bunu evlendiğimizde gerdekte yapacağız.”
Mirzanın yüzünde beliren hafif panik ifadesi Berfin’in hoşuna gitti. Ona cesaret verdi. Eğilip Mirzanın dudaklarını uzun uzun öptü. Bir yandan da tuttuğu aletini kadınlığının girişine baskı uygulayarak sürtmeye devam etti. Genç adam inleyerek ağzının içine soluduğunda Berfin “Seni seviyorum” dedi ve hızla geri çekilerek kendini Mirzanın erkekliğinin üzerine bıraktı. Acı içinde çığlık atarken Mirza’nın nefesi kesilmiş gibi hareketsiz kaldı. Tamamen Berfin’in içindeydi. Birleştikleri noktaya bakarak “Bunu neden yaptın!” dedi.
Berfin “Acı çekiyorum, sana şu an cevap veremeyeceğim” dedi.
Mirza bunu hiç istemese bile olan olmuştu artık. “Üzerimde sonsuza dek öyle kalamazsın” dedi. Berfin’in belinin iki yanından tuttu. Onu hafifçe aletinin üzerinden kaldırdı. Erkekliğini dışarı çıkarttığında kan Mirzanın kasığına damladı.
Berfin onun moralinin bozulduğunu görebiliyordu. Kızlığını Mirzaya verdiği için içinde hiç pişmanlık yoktu fakat onun yüz ifadesi ister istemez kendini sorgulamasına sebep oldu. Yastığın hemen yanında duran penye atletini yırtarak ikiye böldü. Yarısıyla Mirzanın kasığındaki kanı sildi diğer yarısını bacağının arasına yerleştirip yanına uzandı. Mavi gözleri kızarmıştı. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. “Kendini benimle evlenmek zorunda hissetme” dedi. “Üniversiteye gideceksin. Belki karşına başka…” Berfin konuşurken Mirza susması için parmaklarını genç kızın dudaklarının üzerine yerleştirdi. “Ne saçmalıyorsun Berfin. Benim seninle bir hayat kurmak tek gayem değil mi? Bunu bildiğin halde bunları söylemeye nasıl dilin varıyor”
Mirza sessizce ağlayan Berfin’i göğsüne çekip saçlarını okşadı, öptü. “Senden başka birisini hayatıma alabileceğimi nasıl düşünebilirsin. Sadece düğün gecemizin özel olmasını istiyordum” dedi.
Bir süre konuşmadan birbirlerine sarılı kaldılar. Vakit geçiyordu. Berfin’in eve dönmesi gerekiyordu. “Annemler beni bekler” diyerek hareket edecekken Mirza onu bir mengene gibi kollarının arasında tuttu. “Canın hala acıyor mu?” diye sordu.
Berfin bacaklarını oynattı. “Galiba hayır” dedi. Genç adam aldığı cevaptan sonra Berfin’in dudaklarını, boynunu öptü. Öperken harekete geçti. “Madem aramızda bir engel kalmadı” diyerek üzerinde doğrulup bacaklarının arasına konumlandı. Kanama durmuştu ve zamanları azdı. Aletinin başını Berfin’in girişine yaslayıp kendini yavaşça içine itti. İttikçe genç kızın yüzünün ifadesi değişiyordu. “İstersen durabilirim” dediğinde Berfin bacaklarını Mirzanın beline doladı. Önceki kadar olmasa bile canı yanıyordu ama umursamadı. “Durma” dedi.
Mirza tamamen içini doldurduğunda birbirlerine sarıldılar. Genç adam ağır ağır kadınlığında gidip gelemeye başladı. Alnından damlayan ter damlaları Berfin’in tenine düşerken “Seni seviyorum” dedi.
Mirza odasında kendine geldiğinde gözlerinden yaşlar akıyordu. Artık kendisi o on dokuz yaşında ki çocuk değildi. Bir zamanlar bekaretini ona veren, tamamen ona teslim olan on yedi yaşındaki o kız da dakikalar önce gördüğü Berfin değildi. Bugün başkasının kadınıydı. Öpmeye doyamadığı dudaklarını başkası öpüyordu. Dokunmaya kıyamadığı bedeni başkasına aitti. Ve rahminde başka adamın çocuklarını taşıyordu. Gözlerini silerek ellerini yatak başlığından çekti. Derin derin nefes aldı. Bir an önce İstanbul’a dönmeliydi. Cebinden telefonunu çıkartıp ertesi sabah için uçak biletini aldı. Geriye anne ve babasına gideceğini haber vermek kalmıştı.
Odasından çıkınca Zelal yengesiyle yüz yüze geldi. “Yenge babamlar nerede” dedi. Konak kalabalıktı. O kalabalıkta onları aramak istemiyordu.
Yengesi, anne ve babasının anneannesinin odasında olduklarını söyledi. Mirza tam yengesinin yanından uzaklaşacakken Zelal önüne geçti. “Gerçekten Güneş ile evlenecek misin?” dedi.
Mirza cevap bile vermedi. Gitmesi gerektiğini söyleyerek anneannesinin odasına gitti. Yaşlı kadının tansiyonu yükseldiği için Zöhre hanım ve Reşit ağa yanındaydılar. Torununu gören Berivan hanım ellerini uzatarak “Gel oğlum” dedi. “Ben yataktan çıkamıyorum. Sen niye gelmiyorsun”
Mirza en son cenazede gördüğü anneannesinin ellerini öptü. Onu ihmal ettiği için vicdan azabı çekerken “Geldim ya işte, Berivan sultan” dedi. “Seni görmeden gitmek istemedim”
Mizanın gideceğini duyan Reşit ağa “Oğlum bari abinin yedisi çıkana kadar kalsaydın” dedi. “Elalem ne der”
“İşlerim İstanbul da. Gitmem gerekiyor”
Torununun Urfa’dan kaçmak istediğinin fakında olan Berivan hanım diğerlerine “Bizi torunumla yalnız bırakın” dedi. “Mirza ile konuşmak istiyorum”
Reşit ağa ve Zöhre hanım dışarıya çıkınca anneanne-torun yalnız kalmışlardı. Berivan hanım torunundan yatağın kenarına oturmasını istedi. Mirza onun isteğini yerine getirdiğinde “Acın yaşadıklarından mı, yoksa yaşayamadıklarından mı geliyor” dedi. Mirza başını eğerek sustu. O cevap vermeyin Berivan hanım elini torununun kalbinin üzerine yerleştirdi. “Son sözü hep alın yazısı söyler yavrum” dedi. “Sabır gamdan kurtulmak için tek anahtardır. Sabret.”
Mirza başını iki yana salladı. “Daha kaç yıl sürecek anneanne. Sabretmekten tükendim ama o acı hiç geçmiyor” diyerek başını yaşlı kadının dizine yasladı. “Babamlar beni Salih abimin karısıyla evlendiriyorlar. Ve ben onlara yok diyemiyorum. Sabrettikçe her şey daha da kötüye gidiyor. Hayatım iyice alt üst olacak”
Berivan hanım Mirzanın saçlarını okşarken gülümsedi. “Oğlum, ne korkuyorsun hayatının altı üstüne gelecek diye? Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmadığını?”
Mirza başını anneannesinin dizlerinden kaldırıp çizgilerin derinleştiği yüzüne baktı. “Şems-i Tebrizi’nin sözü” dedi. “Yıllardır bende bu sözü kendime tekrarlayıp duruyorum ama altı da üstü de birmiş. Ben bir fark göremedim”
Berivan hanım torununun yanağına şefkatle dokundu. “Demek ki vakti gelmemiş evladım”
Mirza anneannesiyle konuşurken odanın kapısı çaldı. Az sonra içeriye Zelal girdi. “Mirza, Reşit ağa seni bekliyor” dedi.
Güneş kilitli odasında yer yatağında yatıyordu. Zaten bütün günü orada geçiyordu. Üç yıldır hayattan soyutlandığı için tıpkı bir hayalete dönüşmüştü. Belirsiz olan geleceğine gözyaşı dökerken kapı açıldı. Hemen ardından içeriye Zöhre hanım girdi. Kadın elindeki büyük baş örtüsünü Güneş’in üzerine fırlattı. “Al şunu sar başına. Yüzünün morluklarını iyi sakla, kimse görmesin. Üstüne başına da düzgün bir şeyler giyin. Birazdan imam nikahınız kıyılacak.”
Güneş tepki göstermeden boş bakan gözlerle üzerine atılan baş örtüsüne baktı. Kolunu kaldıracak hali yoktu. Onun yataktaki uyuşuk haline katlanamayan Zöhre hanım kolunu tutup çekerek yerden kaldırdı. “Kendine gel yoksa ben seni kendine getirmesini bilirim” dedi. Güneş korkarak omuzlarını içine çekti, yüzünü sakındı. O an yine Zöhre’nin ona vuracağını sandı. Çünkü daha önce iki kere genç kıza vurmuştu. Titreyen sesiyle “Tamam” dedi.
“Ben şimdi gidiyorum. On dakika sonra geldiğimde hazır ol”
Zöhre odadan çıkıp kapıyı tekrar kilitlediğinde Güneş dizlerinin üzerine düştü. Diz kapaklarının acıması umurunda değildi artık. Kalbi, ruhu sızlıyordu. Birkaç dakika ağladıktan sonra takati biten bacaklarını zorlayarak ayağa kalktı. Eğer hazırlanmazsa başına gelecekleri biliyordu. Gardırobu açıp içindeki elbiselere umursamaz bir şekilde baktı. Nasıl göründüğü hiç umurunda değildi. Gözüne ilk çarpan elbiseyi aldı. Dolaptaki tüm kıyafetler, nadiren özel günlerde Salih’e eşlik edeceği zaman giyinmesi için alınmıştı. Bu, genellikle yakın bir akrabalarının düğünü olurdu. Kalabalıkta Salih’in yanında en fazla bir saat görünür gittikleri yerden ilk ayrılan onlar olurdu. Salih eve döndüklerinde Güneş’i döver üzerini kilitleyip giderdi. Her seferinde istisnasız böyle olmuştu.
Mirza aceleye gelen imam nikahı yüzünden babasına sesini yükseltmeden çıkıştı. “Kırk gün sonra zaten geleceğim. Bu neyin acelesi” dedi. Reşit ağa her ihtimali değerlendiriyordu. “Olsun oğlum, bir kere niyetimiz belli olduğuna göre zaman kaybetmeyelim. Sen dedin işte, ha kırk gün sonra ha bugün. Ne fark eder ki. Nikahı Güneşin ailesi istiyor. E haklılar tabii.”
Köşeye sıkışan Mirza boğulduğunu hissetti. Yavaş yavaş midesine ağrılar girmeye başlamıştı. Evin kalabalığına aldırmayan anne ve babasının konaktaki bir odada yangından mal kaçırır gibi nikah kıyılmasını istemelerini hayretle karşılıyordu. O, öfkeyle kendini koltuğa bırakırken kapı açıldı. İçeriye Güneşin abisi, annesi, babası ve imam girdi. Onların hemen ardından da Zöhre hanım koluna girdiği Güneş ile içeriye girdiler. Mirza oturduğu koltuktan Güneş’e baktı fakat başındaki örtü ve eğilmiş olan boynu nedeniyle yüzünü göremiyordu. Tiksinir gibi genç kızın sıska vücuduna baktı. Boyu uzun olsa bile kilosu en fazla kırk olmalıydı. O kadar cılızdı. Annesi kolunu bıraksa düşecekmiş gibi görünüyordu.
Güneş’in annesi “Kızım” diyerek hareket edecekken Güneş başını yerden kaldırmadan, hatta tek kelime etmeden annesini elini kaldırarak durdurdu. Babasından ve abisinden ne kadar nefret ediyorsa annesine de o kadar kırgındı çünkü yaşadıklarına göz yummuştu.
İki dakika içerisinde odaya nikah şahitleri ve Vahit ile Zelal geldiğinde hazırlıklar tamamdı. İlk defa Mirza ile Güneş istemedikleri bu evlilik için yan yana durdular. İkisi de hayatlarının sonu gelmiş gibi hissediyorlardı ancak sürprizlere gebe olan yeni hayatlarının onlar için neler hazırladığını bilmiyorlardı. Çok yakın bir gelecekte öğreneceklerdi.