ASİ +18

2496 Words
İki erkek şahit ve nikahı izleyenlerin huzurunda İmam Mirzaya bakarak “Reşit oğlu Mirza, bize otuz iki farzı sayar mısın” dedi. Mirza içinden ya sabır çekerek imamın sorusunu cevapladığında hemen arkasından ikinci soru geldi. “Bize gusül abdestini tarif eder misin?” İkinci gelen soru ile Mirza’nın sinirden rengi kızardı. Odadan çıkıp gitmeyi istedi. Nefes alamıyormuş gibi gömleğinin yaka kısmını açtı. O an babasıyla göz göze geldiğinde imam soruyu tekrarladı. “Nikaha geçe bilmemiz için soruyu cevaplaman gerekiyor.” Mirza üzerindeki baskı yüzünden mecbur cevap verdi, gusül abdestini tarif etti. Verilen iki cevaptan sonra imam Mirzaya nikah şartlarından biri olan mehiri belirleyip belirlemediklerini sordu. Bu konuya yabancı olan genç adam ne cevap vereceğini bilemediğinden bir an duraksayınca imam Güneş’e mehir olarak ne istediğini sordu. Güneş başını yerden kaldırmadan “Hiçbir şey istemiyorum” dedi. İmam istemek zorunda olduğunu, mehirin farz olduğunu söyledi. Güneş’in kadifemsi sesini ilk defa duyan Mirza ister istemez onun yüzünü merak etti. Sonra merak ettiği için kendi kendine kızdı. O, kendine kızmakla meşgulken Zöhre hanım Güneş’in arkasından yaklaşıp kulağına bir kilo altın istemesini söylediğinde mehire karar verilmişti. Sırada nikah vardı. İmam Mirzaya “Reşit oğlu Mirza Zorlubey, Cemil kızı Güneş Tüzün’ü eş olarak kabul ettin mi?” dedi. Mirza derin bir nefes alarak “Ettim” dedi. Bu soru üç kere tekrarlandı. Şahitler şahit olduklarını söylediklerinde sırada Güneş vardı. “Cemil kızı Güneş Tüzün, Reşit oğlu Mirza Zorlubey’i eş olarak kabul ettin mi?” Güneş kısa bir an bekledi. Önünde birleştirdiği elleri terden sırılsıklam olmuştu. Cevap vermesi çok zor olsa da tutamadığı gözyaşlarıyla “Ettim” dedi. Verilen cevapların ardından imam dualarını etti. Böylece Mirza ve Güneş artık dinen karı koca olmuşlardı. Nikah bitip aile dışındakiler dışarıya çıkınca Zöhre konağın çalışanı Nuran’a bakışlarıyla Güneş’i odasına götürmesini işaret etti. Nuran hemen Güneş’in koluna girdi. İkisi beraber kapıya dönerken Mirza ilk defa o zaman gördü evlendiği kadının badem şeklindeki kara gözlerini. Genç kızın zayıflamaktan neredeyse avuç içi kadar kalan yüzünde, gözleri tıpkı birer elmas gibi parlıyordu. Güneş odadan çıktığında Mirza anne ve babasıyla kalmıştı. “İstediğiniz oldu. Mutlu musunuz” dedi. Zöhre hanım oğluna yaklaşarak Mirzanın yüzünü avuçlarının içine aldı. Gözlerinin içine bakarak en fazla altı ay sabretmesini söyledi. “Amacımız abinin emanetine sahip çıkmak, onun ailesinin evinde rezil olmasını önlemek. Bunu sana anlattık. Ona kocalık yapmak zorunda değilsin. Baktın bu süre bittiğinde olmuyor, ben sana Urfa’nın en güzel kızını alırım, söz” Mirza annesinin ellerinden kurtulmak için yüzünü çevirdi. “Sakın! Bir daha bana birini falan bulacağını söyleme. Bu evlilik, size verdiğim söz yüzünden gerçekleşiyor. Allah şahidim olsun bu bana kıydırdığınız ilk ve son nikah. Bu kızdan başkasıyla bir daha evlenmeyeceğime sahip olduğum bütün değerler üzerine yemin ediyorum” Mirza yeminini edip odadan çıktığında Zöhre hanım korkuyla kocasına baktı. “Reşit, duydun değil mi?” Reşit ağa karısına “Ne bekliyordun ki?” dedi. “Mirza, ne Vahit ne de Salih abisi gibi. Onlara benzeseydi dizimizin dibinden ayrılıp İstanbul’a gitmezdi. Çocukları sen doğurdun büyüttün. Anneleri olarak oğullarını benden daha iyi tanıyorsun Zöhre. Eğer bize verdiği söz ve saygısı olmasaydı ona bu evliliği yaptırabilir miydik?” Zöhre hanım bezgince yakınındaki koltuğa oturdu. Kocasının haklı olduğunu biliyordu. Mirza, diğer çocuklarından çok farklı olmuştu hep. Salih ve Vahit yumuşak başlılardı. Sözlerinden hiç çıkmamışlardı. Ne istedilerse yapmışlardı, kimle istedilerse sorgulamadan evlenmişlerdi ama Mirza öyle miydi? Değildi. Mirza asiydi, dik başlıydı, inattı. Eğer İstanbul’da yeni bir hayat kurmasını engellemek isteselerdi onu tamamen kaybedeceklerini bildikleri için istemeye istemeye gitmesine izin vermişlerdi. *** Mirza uçaktan indiği an İstanbul’un özlediği kokusunu içine çekti. Cehennemden cennetine gelmiş gibi huzur bulmuştu. Berfin’in hatıraları, ailesinin zorlamaları ve o Güneş denilen kız… hepsi geride kalmıştı. Mirza kendini kuş kadar hafiflemiş hissederken kapalı olan telefonunu açtı, Cansu’yu aradı. “Geldim” dedi. “Neredesin” “Çıkışta bekliyorum” Mirza siyah güneş gözlüğünü taktı, sırt çantasını omzuna yerleştirdi. Hava alanından çıktığında Cansu tam önünde durdu. Araca bindiğinde genç kadın dudaklarına uzandı. “Seni özledim” dedi ve geri çekilerek aracı hareket ettirdi. Mirza cevap vermedi. Konuşmak yerine sırtını oturduğu tarafın kapısına hafifçe çevirerek yasladı. Cansu’nun süper mini eteğinin altında parlayan çıplak bacaklarına süzdü. Ardından Cansu’dan tarafa eğilerek elini kadının diz kapaklarının üzerine yerleştirdi. Okşayarak adım adım bacağının arasına ilerlerken “Ne kadar özledin, göster bana” dedi. Cansu arabayı kullanırken Mirza kadınlığına rahatça ulaşabilsin diye bacaklarını araladı. “Çok” dedi. Mirzanın parmakları Cansu’nun tamamen dantel olan külotuna ulaştığında Cansu direksiyonu daha sıkı kavradı. Sırtını geriye yaslarken Mirza parmağını külotun kenarından içine soktu. Parmağını vajinasının dudakları arasında hareket ettirirken Cansu kendinden geçmek üzereydi. Nefe nefese kalmış halde Mirzaya “Dur!” dedi. “Biraz daha devam edersen kaza yapacağız” Genç adam sırıtarak geri çekildi. Gaza basmasını, bir an önce eve gitmek istediğini söyledi. “Seni oturamaz hale gelinceye kadar becermek istiyorum” dedi. Bu sözler üzerine genç kadın gaza daha çok bastı. Eve ulaştıklarında Mirza kapıdan girer girmez çantasını yere fırlatıp Cansu'yu kendine çekip dudaklarına kapandı. Bir taraftan da eteğinin altındaki külotunu sıyırıyordu. Hırıltılı çıkan sesiyle “Yatak odasına gidecek kadar sabrım yok” dedi. Öpüşerek salona gittiler. Mirza Cansu’nun belinden tutarak onu kapının girişindeki konsolun üzerine oturttu. Hızla pantolonunun kemerini açıp aletini çıkarttıktan sonra Cansu’nun bacağını ikiye ayırarak zevkten sırılsıklam olmuş vajinasını okşadı. Erkekliğinden önce parmaklarını içine arka arkaya sokup çekerken Cansu’nun yüzünün aldığı ifadeyi izlemek ona daha çok haz veriyordu. Kadını istediği kıvama gelince aletini girişine yerleştirip birden içine gömüldü. Cansu Mirzanın ismini haykırarak omuzlarına tutundu. Birleştikleri anı izlemek için sırtını duvara yasladı. Mirzanın vajinasına girip çıkışını izlerken daha çok zevk alıyordu. “Daha hızlı” dedi. “Daha sert” Mirza olabilecek en sert şekilde darbelerini hızlandırırken Cansu “Sende beni özlemişsin” dedi. Soluk soluğa sona yaklaşmakta olan Mirza “Ben kimseyi özlemem” diye cevap verdi. Mirza Cansuyu gönderdikten sonra birkaç saat uyudu. Akşam kulübe geçmeden önce yakın arkadaşı olan Serhan’ı görmek istedi. Saate baktı. Altıya geliyordu. Adliyeden çıkmış olmalı diye geçirdi içinden. O nedenle direkt aradı. “Evdeysen bir saat sonra sana uğramak istiyorum” dedi. Serhan müsait olduğunu söyledikten bir saat sonra Mirza arkadaşının kapısındaydı. Serhan kapıyı açıp selam verirken onun hemen yan tarafından dört yaşındaki meraklı oğlu Koray çıktı. Çocuk Mirzayı görür görmez sevinçle “Mirza amca!” diyerek üzerine atladı. “ “Dostum! Ne haber” Koray yaşından büyük bir tavırlarla cevap verdi. “İyidir dostum. Senden ne haber?” Serhan en yakın arkadaşı ile oğlunu izlerken gülümsüyordu. “Hadi içeriye geçelim artık” dedi. O an Mirzanın aklına arabada unuttuğu çanta geldi. Kucağındaki Korayla birlikte arabaya gidip bagajdaki çantayı aldırlar. Tekrar eve dönüklerinde Mirza çocuğu salonun ortasında indirip hediyesinin olduğu çantayı uzattı. “Aç bakalım” dedi. Koray hevesle çantayı açtığında kollarını havaya kaldırarak sevinçten çığlık çığlığa bağırdı. “Oley be! Yeni logolar. Teşekkür ederim Mirza amca” Serhan elini hafifçe alnına vurarak “Yine mi?” dedi. “Oğlum alma artık şunları. Sonra koyacak yer bulamıyorum. Her yana dağıtıyor” Mirza sesini alçaltarak Serhan’ın omzuna doğru eğildi. “Yıllardır sana evlenmeni söylüyorum. Bir çocuğa hem anne hem baba olmak kolay değil” İki arkadaş bu konuyu defalarca konuşmuşlardı. Serhan’ın eşi Koray’ı doğurduktan bir yıl sonra vefat etmişti ve sonrasında hayatını oğluna adamıştı. Çocuğu için üvey bir anne asla düşünmemişti. Serhan imalı bir şekilde gülümseyerek “Ve dedi evlilik düşmanı arkadaşım” dedi. “Ben bir kere evlenip sıramı savdım. Sıra sende. Söz, sen evlen ben ondan sonra bu söylediğini değerlendireceğim” Mirzanın suratı asıldı. “O zaman değerlendirmeye başla çünkü evlendim” dedi. Serhan onun önce şaka yaptığını sandı ama yüzündeki öfkeyi görünce şaka olmadığını anladı. “Nasıl? Ne zaman? Nerede? Kiminle ve benim neden bundan haberim yok?” Mirza arka arkaya gelen sorular yüzünden bunaldı. Koraya bakarak balkona çıkmak istediğini söyledi. Serhan “Sen çık ben içecek bir şey ve kül tablası alıp geliyorum” dedi. Koray içeride legolarıyla oynarken Mirza balkona çıkıp sigarasını yaktı. İzmaritten çektiği ikinci nefesinde Serhan yanına dönmüştü. Birlikte masanın yanındaki sandalyelere oturdular. Serhan sade sodanın bulunduğu bardağı uzatırken “Anlat bakalım, neler oluyor” dedi. Mirza Urfa’da olanları anlatırken Serhan duyduklarına inanamıyordu. Bir adamın abisinin karısıyla evlendirilmesi onun için mide bulandırıcıydı. Bir aile kendi çocuklarına bunu nasıl yapardı aklı almıyordu. Mirza her şeyi anlattığında Serhan şok olmuş halde arkadaşının yüzüne baktı. “Koray cenaze günü ateşlenmeseydi yanında olurdum ve böyle bir şey yapmana asla izin vermezdim” dedi. Mirza bunun hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini belirtmek için başını iki yana salladı. “Bizde anne baba karar verdiyse o olur. Hayır deme gibi bir lüksün olamaz. Gerçi, ben yine kabul etmezdim ama İstanbul’da yaşamamı onlara kabul ettirmek için verdiğim söz elimi dilimi bağladı işte” İkisi bir süre düşünceli halde sustular. Mirza ikinci sigarasını yakarken Serhan “Yengen için de zor olmalı” dedi. “Kocasının kardeşiyle evlenmek yani. Abi bu ne iğrenç bir durum” Mirza Serhan’a kaşlarını çatarak ters bir bakış attı. “Ona kocalık yapacağımı, aynı yatağa gireceğimi falan düşünmüyorsundur herhalde” dedi. “Bu evlilik sadece kağıt üzerinde kalacak. Ben hayatıma kaldığım yerden Cansu’yla ya da başkalarıyla devam edeceğim. Evlilik normalde benim tabiatıma aykırıyken bir de böyle bir şeyi hayatta benimseyemem” Mirza evliliği hakkındaki düşüncelerini dile getirdikten sonra imam nikahının kıyıldığını, resmi nikahın kırk gün sonra yapılacağını anlattı. Serhan şaşırdı. “Hem dinen hem de yasal olarak iddet süresi var. Senin dinen nikahın bile sayılmaz ki” dedi Mirza kulübe gitmek için ayağa kalktığında ailesinin tüm bunları düşünebildiğini anlattı. “Sen avukatsın bilirsin. Sağlık raporuyla bu engeli ortadan kaldırmak zor değil. Tabii abimle resmi nikahı olsaydı” dedi. Serhan Mirzayı kapıya kadar yolcu ederken kendisinin ağır ceza avukatı olduğunu hatırlattı. “Aile hukuku uzmanlığım yok. Ama bunu bilmek için hukuk okumaya gerekte yok. İnternetin arama motoruna yazdığında oradan bile çıkıyor. Benim anlamadığım resmi nikah olmadan abinle üç yıl hangi akla hizmet yaşamış. ” “Kızın yaşı şu an on dokuz. Evlendiğinde on altı yaşında olduğu için on sekizini doldurmasını beklemişler. Öyle dediler. Sonrasında neden yapılmadı sorgulamadım” Güneşin yaşını duyunca Serhan resmen dondu kaldı. “E çocukmuş daha” “Bende biliyorum ama yapacak bir şey yok” İkisi konuşurken Koray peşlerinden gelip Mirzanın kollarına atladı. “Dostum nereye” dedi. 1 AY SONRA Nikaha bir hafta kala Güneş, yer yatağında oturmuş hayal kuruyordu. Bir gün masallardaki gibi beyaz atlı bir prensin gelip onu bu cehennem hayatından kurtaracağına inanmak istiyordu. Gözlerini kapatıp hafızasında prensin nasıl birisi olduğunu canlandırmaya çalıştı. Zihninde bir anda bugüne kadar bir kere birkaç saniyeliğine gördüğü Mirzanın yüzü canlandı. Hemen gözlerini açtı. Hayal kurması bile yasakmış gibi ağlamaya başladı. Ne çocukluğunda yüzü gülmüştü, ne de gençliğinde. Kuru bir yaprak gibi rüzgar hangi yöne eserse oraya savrulmuştu. Yaşamı boyunca dertleşip konuşacağı bir arkadaşı bile olmamıştı hiç. İlk ve orta okulda babası sınıflarındaki kızlarla bile arkadaşlık etmesine izin vermemişti. Abisi okulun kapısında beklemişti. Zaten son okuduğu okul orta okul olmuştu. Güneş yaşayamadıklarına ve kaderine ağlarken kilit sesini duydu. Hemen sonra kapı açıldı. İçeriye Zöhre hanım girmişti. “Ayağa kalk!” Zöhrenin sesiyle ayağa kalkan Güneş’in zayıflıktan bacakları titriyordu. Kayın validesi iğrenir gibi onu tepeden ayağa süzdü. “Şu haline bak, iyice ite döndün” dedikten sonra kapıya bakarak bağırdı. “Nuran!” Nuran saniyeler içinde içeriye girdiğinde Zöhre kadını azarladı “Buna yiyecek bir şeyler vermiyor musunuz. Zayıflıktan ölecek elimizde kalacak.” Nuran başını eğerek üç öğün yemek getirdiklerini söyledi. Kadının zor durumda kaldığını gören Güneş “Onlar yemek getiriyor ama benim canım bir şey istemediğinden yiyemiyorum” dedi. Zöhre öfkeyle Güneşin üzerine yürüdü. “Sen ne yapmaya çalışıyorsun! Açlıktan ölüp başımıza belamı olacaksın?” dediği an Nuran araya girdi. “Hanımım oda güneş görmüyor. Aylardır dışarıya da hiç çıkmadı. Ondan…” Nuran konuşurken Zöhre kadına “Kes!” diye bağırdı. “Bundan sonra yemek yemeği getirdiğinde zıkkımlanıncaya kadar başında bekleyeceksin” “Emredersiniz Zöhre hanım” “Çık dışarı!” Nuran geri çekilerek dışarıya çıktığında Zöhre Güneş’e bir zamanlar Salih’in yattığı yatağı gösterdi. “Otur şuraya! Konuşacağız” Güneş korkudan ne yapacağını bilmiyordu. Zöhre her an ona vuracakmış gibi tedirgin olmuştu. Çekimser tavırlarla yatağa oturdu. “Seni dinliyorum” dediğinde Zöhre bağırarak “Sen ne dedin” dedi. Güneş özür dileyerek sorusunu düzeltmek zorunda kaldı. “Sizi dinliyorum efendim.” Dedi. Onun laf dinlemesi Zöhre’nin egosunu okşadığından daha fazla üzerine gitmeden konuya girdi. “İki güne kadar Mirza nikah için gelecek” dedi ve devam etti. “Nikahtan sonra onunla İstanbul’a gideceksin. En fazla altı ay sonra boşanacaksınız. Sana bir ev vereceğiz. Ömür boyunca rahat geçinebileceğin maaşın olacak. Ama tek bir şartımız var: Bir daha bu topraklara geri dönmeyecek, ailen başta olma üzere buradan kimseyle kesinlikle irtibat kurmayacaksın. Her zaman gözümüz kulağımız üzerinde olacak. Anlaşıldı mı!” Altı ay sonra boşanacağını ve özgür kalacağını duyan Güneş şaşırdı. Yalnız nasıl yaşanacağını bilmediğinden hem çok korktu hem de artık kimse, üzerinde söz sahibi olmayacağı için içinde bir ümit yeşerdi. Titreyen sesiyle “Anlaşıldı” dedi. Aldığı cevaptan memnun olan Zöhre odadan çıktıktan on dakika sonra kilitli kapı açıldı, içeriye Nuran girdi. “Konuştuklarınızı duydum. Senin adına çok mutlu oldum kızım” dedi. Güneş başını pencereye çevirip uzun uzun dışarıya baktı. Gözlerinden yaşlar damla damla düşerken “Ama çok korkuyorum” dedi. “Büyük şehirde, bilmediğim yerde, tek başıma nasıl yaparım, ne yaparım” Nuran yanına yaklaşıp yanağını okşadı. Başarabileceğine dair umut vermeye çalıştı. “Öğrenirsin. Zamanla alışırsın. Eğer üç yıldır şu dört duvarın arasında yalnızlıktan delirmediysen, korkma. Sen her şeyin üstesinden gelebilecek kadar güçlü bir kızsın.” Nuran cesaret vermeye çalışırken Güneş on altı yaşında konağa geldiği ilk ayları hatırladı. O zamanlar Nuran’a odada tek başına çok sıkıldığını söylemişti. Bunun üzerine Nuran bulduğu kullanılmayan radyoyu Güneş’e getirmişti. O günlerde insan sesine haset kalan Güneş radyodaki haberleri bile dinlemişti fakat kocası Salih radyoyu gördüğünde alıp yere çarparak kırmıştı. Üstüne Güneşi çok fena dövmüş, Nuran’da azar işitmişti. O günleri hatırladıkça gözyaşı döken Güneş Nuran’a teşekkür etti. “Delirmediysem birazda senin sayende abla. Senden başka konuşacak kimsem yoktu. Biliyorsun” Nuran’ın işittikleriyle gözleri doldu. “Keşke senin için bundan daha fazlasını yapabilseydim” diyerek gözlerini sildi. “Hadi kalk. Seni büyük hanım görmek istiyor” Güneş inanamıyormuş gibi “Berivan hanım mı?” dedi. “Evet, o. Seni alıp ona götürmemi istedi. Zöhre hanımında haberi var.” Güneş ve Nuran, Berivan hanımın odasına gittiler. Yaşlı kadın Güneş’i görünce yerinde doğrulmaya çalıştı. “Gel kızım, otur şöyle” diyerek eliyle yatağın kenarını gösterdi. Genç kız büyük hanımın elini öptükten sonra onun istediğini yaptı. Berivan hanım Nuran’a bakarak gidebileceğini söyledi. “Bizi yalnız bırak” dedi. Nihayet yalnız kaldıklarında yaşlı kadın zayıf kasları yüzünden titreyen elleriyle Güneşin yüzüne düşen saç tutamını omzumdan geriye attı. “Bu seninle ikinci görüşmemiz. İlki Salihle evlendiğiniz gündü” dedi. “Büyümüşsün” Güneş konuşmadı. Sadece ona söylenenleri dinliyordu. Berivan hanım “Mirza Salih’e benzemez” dedi. “Asidir, aksidir, inattır ama yüreği yumuşacıktır. Vicdanlıdır. Merhametlidir. Onunla yaşarken tek bir şeye dikkat et. Öfkeliyken sakın konuşma. Çünkü öfkesi deli borana benzer. Yıkar geçer. Sakinleşmesini bekle, ondan sonra söyle ne diyeceğin varsa.” Güneş tamam anlamında başını sallarken Berivan hanım onun yüzünü, duruşunu süzdü. Salih’le olan evliliğinin iç yüzünü kimse ona anlatmamış olsa da, ondan saklasalar da o yaşı ve hayat tecrübesi gereği her şeyin farkındaydı. Tıpkı Güneş’in ismine layık şekilde Mirzanın karanlığını aydınlatacağının farkında olduğu gibi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD