Mirza nikah işlemleri için Urfa’ya gideceği gün yatakta Cansu ile çırılçıplak yatıyorlardı. Cansu Mirzanın göğsündeki seyrek olan kılları okşarken “Nereden çıktı bu seyahat şimdi” dedi. “Çok kalacak mısın?”
Genç adamın aklına evleneceği geldiği için dişlerini sıktı. Sinirden gerildi fakat Cansu’ya açıklama yapmak istemiyordu. Mirza ailesi dışında kimseye hesap vermeyi sevmezdi çünkü. “Çok konuşuyorsun” diyerek hızla Cansu’yu altına alıp bacaklarının arasına girdi. Uyluk kemiklerinden tutup onu kendine çektiğinde hiç beklemeden aletini kadınlığına sokup üzerine eğildi. “Seni becermek için geri döneceğim” dedikten sonra dudaklarına yapıştı, içinde gidip gelmeye başladı. Cansu Mirzanın darbeleri sayesinde sorduğu sorunun cevapsız kalmasını umursamadı. Bacaklarını Mirzanın beline, kollarını boynuna dolayarak dilini ağzının içine çekti.
Neredeyse yarım saat süren sevişmeleri sona erdiğinde Mirza Cansu’nun içine spermlerini bırakarak geri çekildi. Soluk soluğa başını yastığa bıraktı. Nefes alıp verişinin düzene girmesini bekliyordu. Kuruyan boğazını ıslatmak için komodinin üzerinde bulunan bardağa uzandı. O suyunu içerken Cansu peçeteyle ondan geriye kalanları temizliyordu. Mirzaya bakarak “Peçeteyi dokundururken bile canım yanıyor” dedi. “Daha önce bir sabahta dört kere hiç yapmamıştık”
Mirza onu duymazdan gelerek “Bir süre görüşmeyelim” dedi. “Ara vermek ikimizde iyi gelecek”
Cansu şaşırdı. Morali bozuldu. Seni becermek için döneceğim diyen adam neden böyle söylemişti anlayamıyordu. Az önce şikayetlendiği için onun böyle söylediğini sandı. Mirzaya sokulup özür diledi. “Dört değil istersen bir günde on kere becer beni. Hiç önemli değil. Zevk aldığımı biliyorsun. Lütfen görüşmeyelim deme. Ben sensiz yapamam”
Mirza cevap vermeden yataktan kalktı. “Duş alıp hazırlanacağım. Bir saate kadar evden çıkmam gerekiyor. Gitsen iyi olur” dedi.
Cansu normalde onun seks yaptıktan sonra böyle davranmasına alışıktı ama dört yıldır süren ilişkilerinde ilk defa ara verelim dediğini duymuştu. Banyoya girmekte olan Mirzanın arkasından bakarken genç adam “Arabanı değiştirmek için ihtiyacın olan parayı bugün hesabına geçerim” diyerek banyoya girdi, kapıyı kapattı. Parayı duyan Cansu heyecanla kendini yatağa attı. Az önce asık olan yüzünde şimdi kocaman bir sırıtma vardı. Sonunda Mirzadan arabanın parasını kapmıştı. Banyodan gelen su sesini duyunca hızla yataktan doğrulup aceleyle üzerini giyindi. O banyodan çıkmadan gitmesi gerektiğini biliyordu.
ŞANLIURFA
Mirza kendi topraklarına döndüğünde hava alanı çıkışı adımlarını yeri döver gibi atıyordu. Anne ve babasına duyduğu öfke nedeniyle içi içine sığmıyordu. Yaşadığı bu zorunluluk aslında ailesi ile olan bağlarını kopma noktasına getirmişti. Tıpkı pimi çekilmiş bomba gibi hissediyordu kendini. Bir aydan fazla bir süredir çevresinde olan herkes öfkesinden nasibini almıştı. Kulüptekiler bile mümkün oldukça onunla göz teması kurmaktan kaçınmışlardı.
Ona biçilen kadere doğru adım adım ilerlerken kendisini bekleyen araca ilerledi. Binmeden önce bir sigara yaktı. Onu karşılayan iki adam “Hoş geldiniz ağam” dediğinde dudaklarının arasındaki izmariti ısırdı. Sigaradan bir nefes çekip izmariti parmaklarının arasında ağzından çekerken “S*ktirtmeyin ağanızı” dedi. “Lan ben size daha kaç defa bana ağa demeyin diyeceğim!”
Adamlar başlarını önlerine eğdiler. Kusura bakmayın” diyerek biri bavulunu aldı diğeri binmesi için kapıyı açtı.
Mirza gergin geçen yolculuk sonrası arabadan indiğinde önünde durdukları konağa baktı. Baktıkça midesine her zaman alışık olduğu ağrı girmeye başlamıştı. Midesini tutarak abilerinin hapsolduğu konaktan kurtulduğunu sandığı günü hatırladı. Kendi kendine “Onlar gibi olmayacağım” demişti ama onlardan bir farkı kalmamıştı. Mirzaya göre asıl lanetli olan bağ evi değil, asıl lanetli olan bu konaktı. Çünkü nereye giderse gitsin onu tekrar bir şekilde içine çekiyordu.
“Oğlum! İçeriye girmek için neyi bekliyorsun?”
Annesinin sesini duyduğu an düşüncelerinden silkelendi. İsteksiz adımlarla konağın kapısına doğru yürüyüp Zöhre’nin elini öptü. Annesi “Hoş geldin oğlum” diyerek sarıldığında Mirza ona sarılmadı. Aksine birkaç saniye sonra kendini çekerek uzaklaştırdı. “Yorgunum. Odama çıkıp biraz uzanmak istiyorum” dedi.
Zöhre onun neden böyle yaptığını çok iyi biliyordu. İstemediği bu evlilik yüzünden tavırlıydı oğlu ama şimdi surat asacak zaman değildi. Gülümseyerek “Baban evde. Bir görünüp elini öp, öyle dinlen” dedi. “Saat üç gibi Güneşe hazırlanmasını söylerim. Gidip şu işlemleri halledin”
Mirza’nın içinden ettiği küfürler dilinin ucuna kadar geldi ama cevap vermedi. Başını sallayarak avludan konağa girdi.
Mirza babasının elini öpüp ayak üstü onunla konuşurken Güneş odasında bütün gün yaptığı gibi yer yatağında yatıyordu. İçeriye Nuran girdi. “Güneş kızım, Zöhre hanım üçte hazır olmanı istiyor. Mirza geldi. Beraber nikah için başvuru yapmaya gidecekmişsiniz.”
Güneş başını eğerek kısık sesle “Tamam abla” dedi. Ağlamak istiyordu, ama artık gözyaşları tükenmişti. Gözünden tek damla yaş düşmüyordu.
Nuran odadan çıkıp kapıyı kilitledikten sonra Güneş duvardaki saate baktı. İki olmak üzereydi. Bedenini zorlayarak gardırobu açıp ilk gördüğü elbiseyi askısıyla aldı. Uzun kollu, etek boyu dizlerinin altında olan bordo renk şifon elbise sıfır yakaydı. Beli lastikli, yaka kısmında fiyonk olarak bağlanacak ince bir şerit vardı. Evliliğinin ilk senesi bir kere, bir düğünde giymişti Askısından tuttuğu elbiseyi yatağın üzerine bırakmak istedi ama vazgeçti. Salih’in yatağını kullanmak istemiyordu. O nedenle askıyı pencerenin koluna taktı. Vakit erken olduğu için tekrar yatağına yattı. O an aklına üç yıl önce kendi ailesiyle gittikleri akraba düğünü geldi. Zorlubeyler’in bir tanıdığı Güneş’i o düğünde görmüş ve oğlu Salih’e kız arayan Zöhre’ye haber vermişti. O düğün Güneş için hayatının en büyük pişmanlığıydı. Çünkü ilk defa o gün annesinin bekarlığından kalan elbiseyi giyip düğüne gitmişti. Gitmemeliydi. Belki de annesinin kaderini üzerine o elbise yüzünden geçirmişti. Çünkü annesinin yaşadıklarıyla kendisininki birbirine çok benziyordu. Annesi de babaannesi tarafından bir düğünde beğenilip evlenince eve hapsedilmişti. O da kocasından yıllarca dayak yemiş eziyet görmüştü. Ona da insan gibi davranmamışlardı.
Güneş geçmişi düşünürken dakikalar su misali akıp geçmiş, vakit gelmişti. Elbiseyi üzerine giyip saçlarını at kuyruğu topladığında Nuran geldi. “Hazırsan hadi çıkalım. Seni bekliyorlar” dedi. Genç kız konuşmadan başını sallayıp düz taban olan krem rengi ayakkabısını giydi, çantasını aldı.
Güneş konağın iç kapısından avluya çıktığı an temiz havayı ciğerlerine çekti. En son vesikalık fotoğraf çektirmek ve bir şeyler imzalatmak için onu dışarıya çıkartmışlardı. Kuşların cıvıltısı, yüzüne vuran güneşin yakıcılığı bile kendini canlı hissettirdi. Nuran hanım “Hadi kızım” dediğinde konağın avlusundan çıktılar. Dışarıda araba da Zöhre ve Mirza onu bekliyorlardı.
O an Mirza kendilerine yaklaşmakta olan Güneş’e baktı. Kendi evleneceği kadından çok abisinin bir zamanlar nasıl birisiyle evli olduğunu merak etmişti. Güneş’e abisinin karısı gözüyle baktığında onu hoş buldu. Uzun boyluydu Güneş, fakat aşırı zayıf olması onu çirkinleştirmişti. Böyle düşündü Mirza. Güneş arabaya bineceği sırada Mirza onunla göz teması kurmamak için başını çevirdi.
Zöhre “Gel kızım” dedi.
Kayınvalidesinin kendisine ilk defa kızım diye hitap etmesi Güneşin tuhafına gitti. Arabada onun yanında oturduğunda “Vesikalık fotoğrafını, kimliğini aldın mı yavrum” dediğinde ise şok oldu.
“Aldım efendim.”
Zöhre bakışlarıyla ön koltuktaki Mirzayı işaret ederek “Efendim ne demek kızım, ben senin annenim” deyince Güneş sesini çıkartamadı.
Sağlık merkezinde arabadan indiklerinde birbirlerinin yüzlerine bakmasalarda Mirza ve Güneş ilk defa yan yana yürüdüler. Birlikte kan verdiler. Akşam beşe kadar sonucu alıp evlenmeleri için gerekli başvuruları yaptılar. Zöhre hanım, Zorlubey ailesinin gücünü kullanarak ertesi güne nikah tarihi aldı. Bu süreçte Güneş’te Mirzada hissizleşmişlerdi artık. Mekanikleşmişler gibi Zöhre ne derse onu yapıyorlardı.
Konağa dönmeden önce Zöhre Güneş’e bakarak “Sana yarın giyineceğin yeni bir şeyler alalım” dedi. Genç kız cevap vermek yerine başıyla onu onayladı. Zaten başka bir şansı yoktu. Zöhre şoförden onları her zaman alışveriş yaptıkları butiğe götürmesini istedi. Mirza mecbur onlarla birlikte gitmek zorunda kaldı.
Butiğe girdiklerinde Mirza gördüğü boş koltuğa oturdu. O da Güneş gibi hiç konuşmuyordu. Mağazanın çalışanları hemen etraflarında toplandılar. İkramda bulunmak istediler. Bu sırada Güneş ayakta dikilmiş kıyafet arayışında olan Zöhre’ye bakıyordu. Mirza annesinin elbiselere bakıp içlerinden birini seçtiğini, seçtiği elbiseyi giyinmesi için Güneş’e vermesini izledi. “Sen giyin, biz burada bekliyoruz” deyince genç kızın giyinmek için kabine girmesini bekledi. Güneş kabinin kapısını kapatınca Zöhre yanındaki boş koltuğa oturdu. Annesine dönerek “Allah aşkına ne o elbise öyle.” Dedi. “Yaşlı kadın işi. Seçerken keşke kendine göre değil ona göre alsaydın”
Mirza annesinin yaş konusundaki takıntısını bildiğinden sırf moralini bozmak için böyle söylemişti. Başarmıştı da. Zöhre “Ne varmış yaşımda” dedi. “Beğenmediysen müstakbel karına kendi beğeneceğin elbiseyi seçseydin.”
Bu defa morali bozulan kişi nikah hatırlatılan Mirza olmuştu. Genç adam cevap verecekti ancak kahve servisini getiren personel yüzünden konuşmadı.
Mirza kahveyi alıp geriye yaslandığında Güneş üzerinde ki çimen yeşili elbiseyle başı önünde dışarıya çıktı. Zöhre gülümseyerek “Çok yakışmış yavrum. Sende beğendin, öyle değil mi?” dedi. Güneş beğenmek zorunda olduğu için yine onaylamak için başını sallayınca Zöhre “Şöyle bir dön bakalım, birde arkadan göreyim” dedi.
Mirza kahvesini yudumlarken Güneş’e uzun uzun baktı. Kolları şifon olan V yaka elbise dizinin hemen altındaydı. Elbise güzel dedi içinden ama yorum yapmadı.
Kıyafet, ayakkabı alışverişiydi derken Mirza bir ara annesinden Güneş’in kimliğini istemiş, uçak biletini de almıştı. Alış veriş sonrası eve döndüklerinde akşam olmuştu. Yemekte Güneş hariç herkes vardı. Mirza merak ettiğinden “O, neden bu masaya oturmuyor” dedi. Çünkü daha önce de Güneşin aileyle yemek yememesi dikkatini çekmişti. Zorlubey konağında bütün aile bireyleri yemeği daima bir arada yemek mecburiyetindeydi. Bu, konağın değiştirilemeyecek olan en önemli kuralıydı. Babası Reşit “O kim” dediğinde Zöhre kocasının gözünün içine bakarak cevap verdi. “Güneş rahatsızlanmış biraz. O nedenle odasında yemesini söyledim”
Bu cevap Mirzaya çok inandırıcı gelmese bile üstelemedi. Güneş onun umurunda değildi çünkü. Sadece aile kurallarının suistimal edilmesinin sebebini öğrenmek istemişti.
Yengesi Zelal yemeğini yerken Mirzaya sinsice gülümsedi. “Demek bugün bekarlığının son gecesi, ha Mirza. Seni de evliler kervanına katıyoruz” dedi. Mirza cevap vermedi. O susunca yengesi damarına basmak için daha da ileriye gitti. “Konağa İstanbullu gelin beklerken Salih’in karısıyla evlenecek olmana hala inanamıyorum”
Gelinin söylediklerini duyan Reşit ağa yumruğunu masaya vurdu. Sesini yükselterek “Zelal yemeğini ye!” dedi. Gelininin yemekte yaptığı terbiyesizliğe sinirlendiği için konuşmaya devam etti. “Vahit’in seninle evlenmesine nasıl biz karar verdiysek, Mirzanın Güneşle evlenmesine de öyle karar verdik. Başka bir diyeceğin var mı gelinim?”
Zelal karşısında oturan kocasından destek beklediği için Vahit’e baktı. Fakat kocası ona bakmak yerine önündeki yemek tabağına bakıyordu. Hem çocuklarının hem de Mirzanın yanında rezil olmuştu. Kırmızının en koyu rengini alan yüzünü eğdi. “Yok baba” dedi. Sonrasında yemek sessizlik içinde geçse bile Zelal’in öfkesi an be an büyüyordu. Çünkü o, Güneş gibi, bir marabanın kızı değildi. Ağa kızıydı. El üstünde tutularak büyütülmüştü. Bu şekilde azarlanmayı asla hak etmiyordu.
Akşam yemeğinden sonra herkes kendi odasına çekilirken Mirza konakta daha fazla kalmaya dayanamadı. Arabasına binip doğruca bağ evine gitti. Dakikalarca arabasının farlarının aydınlattığı eve baktı. O an abisinin cenazesinde, Berfin’in karnı burnundaki hali canlandı hafızasında. Tam arabadan inecekken vazgeçti. Aracını çalıştırdı. Uzaklaştıkça gözünde küçülen bağ evine bakarak yola çıktı. İstikameti arkadaşı Amed’in eviydi. Yolda onu aradı. “On dakikaya kadar orada olacağım. Beş dakika kapıya çıkar mısın?” dedi. Amed kabul etti.
Mirza dediği gibi on dakika sonra Amed’in evinin önündeydi. Direksiyon koltuğundan eğilip açık olan camdan Arkadaşına seslendi. “Gelsene”
Amed arabaya binince selamlaştıktan sonra cebinden çıkarttığı kutuyu ona uzattı. “Bebek için” dedi. Birkaç gün önce Samira’nın doğum yaptığını bildiğinden hediyesini getirmişti.
Amed içeriye girmesini istedi fakat Mirza eskiyi hatırlamak istemediği için kabul etmedi. Çünkü Samira Berfin’in komşusunun kızı, aynı zamanda en yakın arkadaşıydı. Zaten bu vesile ile Amed ile Samira tanışıp aşık olmuşlardı. Tabii onlar evlenmiş, Berfin ile Mirza ayrılmıştı.
Mirzayı anlayışla karşılayan Amed hediye kutusunu açtı. İçinde bir çift bilezik vardı. “Yine abartmışsın” dedi Mirzaya. “Bu kadarına gerek yoktu”
Genç adam gülümsedi. “Bebeğiniz analı babalı büyüsün. Hayırlı olsun” dedi.
Birden ikisi aynı anda ciddileştiğinde Amed “Urfa’ya geldiğine göre, seninle birlikte büyük günde gelmiş demektir” dedi. “Nikah ne zaman?”
Mirza içine çektiği havayı sesli şekilde dışarı verdi. “Yarın öğleden önce. Şahidim olmak için gelir misin?”
İkisi aynı anda yıllar öncesini hatırladı. Amed, Mirza, Samira ve Berfin hep birlikte piknik yaparken söz vermişlerdi. Birgün evlendiklerinde birbirlerinin nikah şahitleri olacaklardı. Yıllar sonra Mirza sözünü tutup düğünlerinde Amed’in şahidi olmuştu fakat ikinci çocuğunu düğünden bir gün önce doğuran Berfin nikahta bulunamadığından Samira’ya şahitlik edememişti. Amed elini sıkmak için Mirzaya uzatırken “Olurum tabii” dedi. “Biz seninle sadece arkadaş, dost değil. Aynı zamanda kan kardeşiyiz. Unuttun mu?”
Mirzanın yüz ifadesi değişti. Gülmeye başladı. “Unutabilmem mümkün mü?” dedi. “İlk okulda kalem açacağının keskin ucuyla parmaklarımızın ucunu kanatmıştık ve seni kan tuttuğu için az daha bayılacaktın”
Amed de onun gibi gülmeye başladı. “Her görüştüğümüzde illa hatırlatacaksın yani” dedi.
Bir süre arabada bebeğin sağlığından, babalıktan, Mirzanın ertesi gün Güneşle İstanbul’a dönecek olmasından konuştular. Amed “Aralıkta Samira ve bebekle İstanbul’a geleceğiz. Bu yıl noeli oradaki akrabalarla kutlayacağız” dedi. “Gelmişken seninle de görüşürüz.”
Mirza aralığın yirmi beşine iki buçuk ay olduğunu söylerken Amed’in telefonu çaldı. Karısı Samira arıyordu. Heyecanla “Benim gitmem gerekiyor. Bebeği yıkayacaktık” dedi.
Mirza özür diledi. “Vaktini aldım kusura bakma. O zaman yarın nikah için haberleşiriz”
***
Nikah sabahı Güneş Üç yılının geçtiği odaya baktı. Yaşadığı acıların, döktüğü gözyaşlarının şahitleriydi dört duvarlar. Bu odadan kurtulduğu için bir yanı huzurluydu, diğer yanı bilinmeyen bir hayata yolculuk yapacağı için korku doluydu. Eşyalarını Nuran’ın getirdiği bavula yerleştirirken yaşların aktığı gözlerini sildi. Gidiyordu Urfa’dan. Hem de dönmemek üzere. Bir daha ne abisini ne de babasını görmeyecekti. Bir tek kırgın olduğu, onu böyle bir hayata mahkum ederlerken el gibi uzaktan izleyen annesini özleyecekti. Çoğu zaman annesinden nefret etmek istemişti ama yapamamıştı. Çünkü içinde bir yerde annesinin de üzgün olduğunu biliyordu ama elinde değildi. Bu kadar güçsüz olduğu ve kendisinin de güçsüz olmasına izin verdiği için ona kırgın olduğu kadar öfkeliydi de.
Güneş bir saat sonra bavulunu toplamış, üzerini giyinmişti. Onu almak için odaya Nuran hanım geldi. Güneşi gören kadın ağlayarak boynuna sarıldı. “Su gibi olmuşsun. Yolun açık olsun kızım. Bundan sonraki hayatında çok mutlu olursun inşallah” dedi. “Cebinden çıkarttığı kağıdı uzattı. “Numaram burada yazıyor kızım. Dertlenir, konuşmak istersen beni dilediğin zaman arayabilirsin. Senin için ancak bu kadarını yapabilirim.”
Güneş teşekkür etti. Numarayı çantasının içine koyup helallik istedi. Karşılıklı helalleştikten sonra son bir defa daha sarıldıklarında odaya Zelal geldi. “Hadi! Seni bekliyorlar” dedi.
Eltisinin sert çıkan sesinden sonra Güneş Nuran ile birlikte avluya açılan kapıya gittiler. Ürkek adımını dışarıya atacakken bir an duraksadı. Korkuyordu. Nuran kulağına korkmamasını fısıldadığında yıllardır camdan izlediği gökyüzüne baktı. Masmaviydi. Cesaretini toplayıp adımını attı. Bu adım Güneş için hayatının dönüm noktasıydı.
Hep birlikte evlendirme dairesine gittiler. Onları orada Güneşin ailesi de bekliyordu. Mirza ve Güneş nikah masasına oturunca Güneşin şahidi Nuran, Mirzanın şahidi Amed de yerlerini aldılar. Herkes salonda koltuklara yerleşince nikâh başladı.
Nikah memuru sorusunu ilk geline sordu. “Hiçbir etki altında kalmaksızın kendi arzunuzla Mirza Zorlubey’i eş olarak kabul ediyor musunuz”
Güneş karşılarındaki koltuklarda oturan ailesine baktı. Babası ve abisinin sırıtarak onları izlediğini gördü. Annesi ise elindeki peçeteye yaşlı gözlerini siliyordu. Abisi ve babasından sonsuza dek kurtulma ümidi ile “Evet” dedi. Çünkü bir daha satılmak istemiyordu.
Nikah memuru Güneşten sonra aynı soruyu Mirzaya sordu. “Hiçbir etki altında kalmaksızın kendi arzunuzla Güneş Tüzün’ü eş olarak kabul ediyor musunuz”
Mirza yan yana oturan anne ve babasına baktı. Her ikisi de vereceği cevabı gözünün içine bakarak bekliyorlardı. Onlara verdiği sözü tutmak ve ailesinin baskısından kurtulmak için “Evet” dedi.
Ailelerinin yaptırımlarından kurtulmak için önce onlar sonra şahitleri defteri imzaladılar. Nikah memuru, gelin ve damadı karı koca ilan edip nikah defterini Güneş’e uzattıktan sonra gülümsedi. “Gelini öpebilirsiniz”
Yan yana oturan Güneş ve Mirza şaşkınlıkla birbirlerine döndüler. Daha önce bir arada bulunmalarına rağmen hiç birbirlerinin yüzüne bakmamışlardı. İlk defa bu kadar yakından göz göze geliyorlardı.