Gece, Selim Vural’ın içindeki fırtınayı yansıtan karanlıkla örtülüydü. Emir’in ölümünün ardından, kalbinin içindeki öfke seli, bir türlü dinmiyordu. Etrafındaki her şey, sanki gerçek olmaktan çıkmıştı. Kendini bir yılan gibi hissediyordu. Ne kadar kaçsa da, geçmişin karanlık sokaklarından, hainlerin gölgelerinden kaçamayacaktı.
Emir’in son sözleri kulaklarında çınlıyordu: “İçimizdeki hain… O sensin…” Bu sözler, Selim’in aklını karıştırıyordu. Kimdi içlerindeki düşman? Kimdi onları birbirine kırdırmaya çalışan? Ve en önemlisi, kimdi Emir’i öldüren?
İstanbul’un soğuk gece havası, onu biraz olsun sakinleştirmeyi başarmıştı. Ancak, içinde patlayan soru işaretlerinin önüne geçmek neredeyse imkansızdı. Başında bir lider olarak sorumlulukları vardı, fakat bu ölümler, her geçen gün biraz daha yavaşlıyordu. İçindeki lideri kaybetmek, onun düşmanları tarafından yok edilmesi anlamına gelecekti.
---
Selim, eski bir depoya doğru ilerliyordu. Depo, eski İstanbul’un unuttuğu köhne köşe başlarından biriydi. Burada, Selim’in akıl hocası olan Hakkı vardı. Hakkı, her zaman Selim’in en güvenilir dostu ve aynı zamanda en büyük rakibi olmayı başarmıştı. Selim, onun ne düşündüğünü, neler bildiğini ya da bu gece nasıl bir hamle yapacağını çok iyi biliyordu.
Depoya girdiğinde, ışıklar titrek bir şekilde yanıyordu. Hakkı, uzun zamandır bekliyormuş gibi köhne masasında oturuyordu. Selim, adımlarını sert bir şekilde attı, Hakkı’nın gözlerinin derinliklerinde yine birşeylerin değiştiğini fark etti. Hakkı, her zaman ne düşündüğünü gizleyen biri olarak biliniyordu. Fakat bu gece, görünüşe göre her şey farklıydı.
“Selim,” dedi Hakkı, sesindeki soğukluk, havasını yavaşça değiştiriyordu. “Emir’in ölümünden sonra ne yapacağını bilmiyorum. Ama bilmen gereken bir şey var: Bu gece, biz çok daha büyük bir tuzağa düşeceğiz.”
Selim, Hakkı’nın sözlerini dikkatle dinledi. İçinde bulunduğu bu tuhaf atmosferde, hala yapması gereken bir şeyler vardı. Ancak Hakkı, onun her zaman çok iyi bildiği bir insandı. Birbirlerinin zayıf noktalarını her zaman bilmişlerdi.
“Tuzağa düşmekten bahsediyorsun ama biz zaten tuzaklarda yaşıyoruz,” dedi Selim, yüzünde gergin bir ifadeyle. “Bizim için, her an ölümün kapısını çalması olağan.”
Hakkı, başını sallayarak, masadaki haritalara göz attı. “Hayır,” dedi. “Bu başka bir şey. Senin liderliğini zayıflatacak bir şey var. Bunu anlamalısın. Kendi içinde bir çelişki var, Selim. İçinde bir ses, bir şey seni karanlık bir yola itiyor.”
Selim, bu uyarıya karşılık vermedi. Kafası karışıktı. Hakkı’nın söylediklerinde bir gerçeklik payı vardı, ama her şeyin iç yüzünü görmek zordu. Bazen dostlar bile, seni en çok düşündüğün anda tuzağa düşürebilirlerdi.
“Kimse kimseye güvenemez, Hakkı,” dedi Selim, derin bir nefes alarak. “Ama bana bir şey söyle: Bu gece, kimseye güvenmeyecek kadar yalnız mıyım?”
Hakkı, bir an için gülümsedi. “Hayır,” dedi. “Ama bu gece, yalnız kalmak zorunda kalacaksın. Sadece bu gece değil, her şeyin sonunda… Kimse senin yanında olmayacak.”
---
O sırada telefon çaldı. Selim, gözlerini Hakkı’nın yüzünden çevirerek telefonu cebinden çıkardı. Ekranda, Ferhat’ın adı yazıyordu. Hemen açtı.
“Selim… Onları bulduk,” dedi Ferhat, sesindeki gerginlik her kelimede hissediliyordu. “Selahattin’in adamları, şehrin bir köşesinde saklanıyorlar. Yarın gece, büyük bir harekete geçeceğiz. Eğer onların izini kaybettirirsek, bu sefer işler gerçekten farklı olur.”
Selim, telefonu kapattı ve bir an duraksadı. Ferhat’ın söylediği, her şeyin başlangıcını işaret ediyordu. Artık yalnızca Selahattin’in adamlarını bulmak değil, içindeki hainleri de ortaya çıkarmalıydı. Selim, bunun için her şeyi yapmaya kararlıydı.
“Bundan sonra, ne yapacağımıza karar vermelisin,” dedi Hakkı, derin bir nefes alarak. “Kimseyi tanıma lüksün yok, Selim. İçindeki güçle hareket etmelisin. Yoksa seni yok ederler.”
Selim, gözlerini Hakkı’dan ayırarak masadaki haritalara baktı. Gerçekten de, yalnızca bir adım ötesi vardı. Bu adım, onu ya zirveye çıkaracak ya da onu tamamen silip yok edecekti.
“Geceyi bekleyeceğiz,” dedi Selim. “Yarın, her şeyin sonu olacak.”
---
Sabahın ilk ışıkları, İstanbul’u yavaşça sarhoş bir şekilde aydınlatıyordu. Şehir, gece boyunca geçirdiği kaostan sonra sanki uyanıyordu. Her köşe, her cadde, her ara sokak, sanki bir savaş alanı gibiydi. Ama Selim için, yeni bir savaş başlıyordu. Hem dışarıdaki düşmanlara hem de içindeki karanlığa karşı savaşacak bir liderin vakti gelmişti.
Kırılma Noktası
İstanbul, karanlıkta bir yılan gibi kıvrılmaya devam ediyordu. Şehrin her köşesinde, Selim Vural’ın karanlık oyunları, ölümle dans eden hikayeleri yankılanıyordu. O gece, bir adım daha attı, ama neyle karşılaşacağını hala bilmiyordu. İçindeki his, bir tür bilinçaltı korkuydu; bir şeyler değişiyordu, ama Selim’in kimseye güvenmeye niyeti yoktu. Herkes bir tehdit haline gelmişti. Dostlar, düşmanlar, hatta ruhunun derinlikleri… Hepsi birbirine karışıyordu.
Hakkı’yla yaptığı konuşmadan sonra, Selim’in kafasında pek çok soru işareti vardı. Hakkı, onu her zaman zor bir noktada bırakmıştı, ama şimdi, gerçekten de her şeyin başka bir yöne gittiğini hissediyordu. Hakkı’nın söyledikleri, ona bir tehdit gibi gelmişti: "Kendine dikkat et, Selim. O kadar derine inme." Ama, Selim’in inatçı ruhu buna karşı koyuyordu. Derinlere inmek, her şeyin sonu olabilirdi. Ama bunu kabul ederse, kazananın kim olduğunu kimse bilemezdi.
---
Sabah, Selim, İstanbul’un yoğun trafiğinde kaybolmuştu. Şehrin gürültüsünü bir anda arkasında bırakarak, aracıyla şehrin dışına doğru yol alıyordu. Karşısında Ferhat vardı. Ferhat, her zaman olduğu gibi soğukkanlıydı, ancak bu sefer gözlerinde bir tedirginlik vardı. Onunla uzun zamandır çalışıyorlardı ve Ferhat’ın tavırları, onun bir şeyler sakladığını gösteriyordu.
"Ferhat," dedi Selim, gözlerini yoldan ayırmadan. "Bugün son şansımız. Yarın, her şeyin sonu olabilir."
Ferhat, kafasını hafifçe eğdi. "Beni dinle, Selim," dedi, "Selahattin’in adamlarını bulduğumuzda, her şey çok daha karmaşık hale gelecek. Onlar sadece Selahattin’in elinde olanlar değil. Bu işin içinde büyük bir oyun var. O kadar büyük ki, biz sadece piyonlarız."
Selim, bu sözlere tepki vermedi. Zaten her zaman böyle olmuştu. Onların oyunu, büyük bir savaşın küçük parçalarıydı. Ama her küçük parça, sonunda dev bir çözümü ortaya çıkaracaktı. Önemli olan, doğru hamleleri yapmaktı.
"Anlıyorum," dedi Selim, Ferhat’a dönerek. "Ama hala net bir planımız yok. Kimseye güvenemezsin, bu şehirdeki herkes bir düşman olabilir. Bizim hareket etmemiz gerek."
Ferhat’ın yüzündeki gerilim giderek arttı. "Bunu biliyorum, ama Selahattin’in adamları kolayca bulunabilecek bir hedef değil. Onlar, bizim içimizdeki hainlerle birleşmiş olabilir. Hakkı’nın söyledikleri doğru olabilir. Bizi çökertmek için her şeyleri var."
Selim, durakladı. Hakkı’nın söyledikleri aklında yankılanıyordu. İçindeki hain, kimdi? Kim onun liderliğini hedef alıyordu? Selim, bu sorunun yanıtını alana kadar rahat etmeyecekti. Ve ne olursa olsun, Selahattin’in adamları bu şehri terk edene kadar her şey çok geç olabilirdi.
---
Selim ve Ferhat, şehrin dışındaki terkedilmiş fabrikalardan birine ulaştı. Fabrika, uzun zamandır kullanılmıyordu ve şehre uzaklığı, onları gizli operasyonlar için uygun hale getirmişti. Fabrikanın içine girdiklerinde, ortamın soğukluğu, onlara bir tuzağa düşme hissi veriyordu. Ferhat, gözlerini açarak her köşeyi incelemeye başladı.
"Bu yer… doğru yer değil," dedi Ferhat, sesi gergindi. "Burası tuhaf. Fazla güvenli… Hem de fazla sessiz."
Selim, Ferhat’ın uyarısını duymazdan gelerek ilerledi. "Burada değil, biz başka bir şey arıyoruz. Selahattin’in adamlarıyla ilgili daha fazla bilgiye ihtiyacımız var."
İçeri girdiklerinde, birden bir patlama sesi duyuldu. Fabrikanın duvarlarından biri çökmeye başlamıştı. Göz gözü görmüyordu. Patlamanın ardından, karanlıkta siluetler belirdi. Ama bu siluetler, sadece düşmanlardan biri olamazdı. Bu, tuzakların sadece başlangıcıydı.
"Selim!" Ferhat bağırarak yere düştü. "Burada bir şeyler ters gidiyor!"
Selim, hızla hareket ederek Ferhat’ın yanına koştu. Fabrikanın içinde hızlıca hareket etmeye başladılar, ama her adımda, bir tuzakla karşılaşıyorlardı. İçeride bir şeyler vardı, ama Selim tam olarak ne olduğunu çözemediyordu. O anda, her şey birbirine karıştı. Bir grup silahlı adam, karanlık köşelerden fırlayarak onlara ateş etmeye başladı. Selim ve Ferhat, hızla kaçmaya çalışarak, fabrikadan dışarı çıkmaya başladılar.
"Burada biri var, ve bu sadece Selahattin değil!" Selim, yavaşça Ferhat’a döndü, “Bu bir tuzak! Hakkı’nın dediği doğru! Bizi içeride bekliyorlar."
Fabrikadan kaçarken, patlamalar arkasından gelip onları sarhoş ediyordu. Selim, bir yandan Ferhat’ı korurken, bir yandan da düşmanlarının peşinden gitmeye başladı. Ama kimseyi affetmeye niyeti yoktu.
---
Gecenin ilerleyen saatlerinde, Selim’in kafasında bir çözüm şekli belirlemeye başlamıştı. İçindeki hain kimdi? Hakkı, ona uyarıda bulunmuştu, ama Selim hala neye inanması gerektiğini bilmiyordu. O an, bir şey netleşti: Bu savaş, sadece bir mafya savaşından ibaret değildi. Bu, Selim’in kendi içindeki savaştı.
Bölüm 5 sona erdi.