Öyle gerçekler vardır ki insan öğrendiğinde tüm kemiklerinin kırıldığını iliklerine kadar titrediğini hisseder. Aldığı nefesin kezzap etkisi o an fark eder.
Dilşah, duydukları ile donup kalırken gözlerindeki titreme yanağından süzülen yaş ve hiçbir şeyi anlamayan ama en çok da anlayan ifade kitap gibi Aram’ın önündeydi. Kollarından tutan genç adam “Otur. Anlatacağım ama sakin olman lazım.” dediğinde titreyen ince bedeni koltukla buluştu.
Hemen masadaki kapalı suyu açan adam içmesini sağladı. Ardından da kendi koltuğunu kızın yanına çekip elini iri avucu içine alırken sakin ama ihtiyatlı bir sesle konuşmaya başladı. Dilşah hala tek kelime etmemişti.
“Ciwan Amcanın bir süredir başında yani beyninde sorun var. Doktorlar bir kitleden bahsediyor ve bu kitle tüm sinir sistemi ile fiziki hareketlerin işlem gördüğü kısımda büyümeye devam ediyor. Ameliyat kurtuluş değil masada kalma ihtimali var. Doktor bir yıl da yaşayabilir diyor bir ay da. Sadece iyi bakılması üzülmemesi gerekiyor. Stres üzüntü onun için resmen ölüme yürümek demek.”
Önündeki sudan bir yudum daha alan kız titreyen ellerini yumruk yaptı. Sonunda konuşabildiğinde “İyi ama bunu bana söylese ne olacaktı ki? Annemi kaybettim ben babamın sağlığı konusunda da bunları bilmem gerekirdi.” dedi. Sesi de elleri gibi titriyordu.
Aram iç çekti.
“Deden ve amcanların gözü üzerinizde. Sen eğer bu durumu bilseydin öfke anında ya da bazı şeyleri kolay kabul edince anlarlardı. Bir de üzerinde senin hayatının teminatı olarak çok fazla mal mülk var. Üstelik sadece senin de değil. Dila yengenin Karwan’ın ve Evin’in. Onların da hakkı senin üzerinde. Çünkü olur da amcam ölürse üçünün üzerine kalacak malı dedenler alacak. Evin'i daha on beşine basmadan kuma olarak İran da bir yere verirler. Karwan, ellerinde büyümek zorunda kalır. Dila yenge de artık amcanlardan birine kuma mı olur ya da onu da Evin gibi sınır dışında bir ülke de başkasının eşi olarak yaşatırlar mı bilmiyorum.”
Dilşah bunları duyunca sertçe yutkundu. Olma ihtimalleri bile midesini bulandırdı. Evin daha çocuktu. Dila da ona abla olmuştu. Karwan'ın onlarla yetişmesi demek ikinci Dilşad’ın büyümesi demekti. Elinin biri masa üzerinden yumruk oldu. Aram bunu gördüğünde iç çekti. Dilşah mantıklı bir kızdı. Eğer düzgünce anlatırsa evlilik işinde sorun çıkarmazdı. Soğumaya yüz tutmuş kahvesinden bir yudum aldı.
“İşte bu yüzden malların sende kalması gerekiyor. Babamla konuşmuşlar. Bana söylediler. Yalan yok başta itiraz ettim çünkü Almanya da sevdiğin ya da birlikte olduğun biri olabilirdi. Ama sonra amcamın hastalığını öğrendim. Senin korunman gerektiğini ve bir şey olursa babama emanet olduğunu. İnan bende senin gibi olmaz demiştim ama sonuç ortada. Dilşad delirmiş gibi babasının ve dedesinin lafıyla hareket ediyor. Zaten aile büyükleri kafayı yemiş. Üzgünüm ama durum bu. Benimle evlenirsem bizim aşiretin büyüklüğünden ve gücünden dolayı sana ve dolayısıyla Dila yengelere dokunamayacaklar. Onların istediği biri ile zorla da olsa evlendirilirsen senden tüm malları kocan vasıtasıyla alacaklar. Biliyorum çok düz mantık çok saçma ve acımasızca ama ne yazık ki bazı durumlarda coğrafya kader oluyor.”
Dilşah ne diyeceğini bilemedi. Hangi cümle soru ya da betimleme bu anı, içindeki savaşı kargaşayı çözebilirdi ki. Beş dakika sonra önlerine kahveler geldi. Dilşah sadece düşünüyordu. Ara ara kaşları çatılıyor düzeliyor kalkıyor iniyor ama gözleri hep fincanında sabitli.
“Bir tedavisi ilacı ne bileyim öyle ya da böyle çözümü olmalı.”
Aram başını eğdi.
“Aylardır uğraşıyoruz. Sonuç yok. Üstelik bu durum dedenlerin de dikkatini çekti ve sen kaçmaya çalıştığında bu nedenle başkası ile kaçıyordu vs değip babanı da mecbur bırakmak istediler. Onların yanında babanın sana davranışlarını mazur görmelisin. Eğer seni savunup arkasına alsa üstüne çok gideceklerdi. Kalbini kırıp canını yakmış oldu ama tek amacı sizi korumaktı. En acısı da bu biliyor musun? Ailene karşı aileni savunmak korumak istemek bu yolda onların canını yakmayı bile göze almak.”
Aram ile bir süre daha konuştular. Dilşah resmen vicdan azabı ile mantık arasında sıkışıp kalmıştı. Bir türlü sıcak içemedikleri kahveleri masada bırakıp öylece kalkan iki sessizce arabaya geçti ve konağa geri döndü. Konağın kapısında karşı karşıya kalan Dilşah ile Aram bir süre bakışlarını birbirlerinden ayırmadı.
“Bana doğruları söylediğin için teşekkür ederim.”
“Beni dinleyip en azından bazı konular için mantıklı davranacağını bilmek içimi rahatlatıyor. Dediklerimi iyi düşün. Evlensek bile birkaç ay burada kalıp Dila yenge ile diğerlerini alarak İstanbul’a dönebiliriz. Bir yıl dolunca da sessiz sedasız ayrılırız ve herkes kendi yoluna bakar.”
Göğsünü şişirecek kadar büyük bir soluk alan kız “Düşüneceğim” dediğinde artık açılmış kapıdan girmesi gerektiğini biliyordu.
“Kahve için de teşekkürler. Peki tadını alamadık ama.”
Aram güldü. Omuz silkip küçük sevimli bir oğlan çocuğu gibi başını yana eğerken “Bu defa da sen ısmarlarsın sıcak sıcak içer kitap okuruz” dedi. Tabi göz kırpmayı da ihmal etmedi. Dilşah anlık kıkırdasa da “Tamam. Sözüm olsun” diyerek elini uzattı. İkili el sıkışırken aslında bazı şeylerin adımı atılmıştı.
Konağa gire Dilşah odasına çıktığında birkaç kez telefonla babasını aramak istedi ama kapalıydı. Ardından daha fazla duramayınca Aram’ı aradı ve Dijvar’ın telefonunu istedi. Genç adam sorgulamadan verdi. Bu defa da yaşlı adamı arayan kız yorgun bir “Alo” ile yutkundu.
“Dijvar amca?”
“Dilşah? Kızım.”
“Benim. Şey, babam yanında mı? Seninle çıkmış en son ulaşamıyorum da merak ettim.”
Birkaç kısık fısıltı sonrası ses veren adam “Şarjı bitmiş kızım. Merak etmesin dedi.” değince “Telefonu babama verir misin amca?” deyip diretti. Beş saniye kadar sonra yorgun bir ses “Dilşah, kızım hayırdır inşallah?” dedi.
Tok tutmaya çalıştığı o ses aslında öyle bir yorgundu ki Dilşah alt dudağını ısırarak yatağın kıyısına oturdu. Ses çıkarmayınca Ciwan Ağa bir kez daha “Kızım” değince içi yana yana “Baba, özür dilerim” dedi. Haklıydı belki de her cümlesinde ama annesinden sonra babasının da gideceğini böyle öğrenmek tüm haklı yanlarını köşeye itmişti.
“Ne için kızım? Sen iyi misin?”
“İyiyim baba. O kadar laf ettim. Suçlarım seni. Özür dilerim. Bir de iyi ki benim babamsın. Seni çok seviyorum.”
Derin bir iç çekiş kulağına dolarken “Sende iyi ki benim kızımsın. Bende seni çok seviyorum Dilşah. Biliyorum çok söyleyemem belli edemem ama sen de kardeşlerin de benim canımın parçasısınız.” diyen adamla dudaklarından bir hıçkırık kaçtı.
“Ağlıyor musun sen?”
“Yoo. Gözüme toz kaçtı da ondan. Çok tutmayayım seni ama geleceksin değil mi baba?”
“Söyle o toza kızımın gözünden uzak dursun. Geleceğim babam. Yarın akşam konakta olurum.”
“Tamam baba. Bir de geldiğinde sadece ikimiz birkaç günlüğüne bağ evine gidelim mi?”
“Gidelim kızım.”
“Ben seni tutmayayım baba kendine dikkat et. Önce Allah’a sonra Dijvar amcaya emanetsin.”
“Sende kızım.”
Telefonu kapadığında yatağın üzerine atan kız omuzları sarsılarak ağladı. Ne yaşıyor neleri çekmek zorunda kalıyordu aklı almıyordu. Günden güne kanser annesinin eriyişini izlemişti. Şimdi sırada babası mı vardı?
Banyoya girdi. Suyun altına bedeni dikildiğinde dakikalarca göz yaşlarını suya sakladı. Düşündü. Aza koydu dolmadı. Doluya koydu taşıramadı. Sonunda çıktığında ise bir kararı kafasında netleştirmişti.
***
Babasını kapıda karşılayan kız önce elini öptü ardından boynuna sarıldı. Dijvar Ağa da onları izleyip babacan bir tebessümle “Maşallah size.” dedi. Yemek sonrası Ciwan Ağa Dila’ya “Biz Dilşah ile üç günlüğüne bağ evine geçeceğiz. Yarın akşam gitmiş oluruz. Haber et ortalığı temizleyip toparlasınlar kaç zamandır gidilmiyor batmıştır her yer” dediğinde kaşlarını kaldıran kadın “Tamam ağam” demekle yetindi. Karwan önce “Bende geleceğim ya” dese de “Okulun var senin olmaz” deyip önünü kesti. Evin ise yalan yok çocuk aklıyla kıskansa da bir süredir kötü olan araları düzelsin diye ses etmedi. Ablası iyi bir kızdı. Kendi babasıyla doğduğundan beri hep çok vakit geçirmişti ama Dilşah babasına hasretti.
Dila kızını böyle yetiştirmişti. Ablan babasına hasret büyüdü. Onları sakın kıskanma gönül koyma araya soğukluk sokma derdi. İşe yaramıştı. Sabah olduğunda kadın kocasına Dilşah da kendine küçük birer çanta yaptı. Akşama doğru Aram’a mesaj atan genç kız ise mantıklı yanının “Bu karar yanlış canın yanacak” nidalarına kulaklarını tıkadı.
“Aram merhaba. Duymuşsundur. Biz babamla birkaç gün yokuz ama geldiğimde seninle bir kahve daha içelim. Ben ısmarlıyorum ve şu evlilik işini konuşalım. Senin içinde uygunsa.”
Yola çıktıklarında mesaja “Merhaba karşımı yaran küçük arkadaşım. Bağ evine gideceğinizi duydum ve çok sevindim. Döndüğünde kahve teklifini kabul ediyorum. Diğer konu hakkında da en mantıklı kararı verdiğini hissediyorum. Kendine dikkat et. Bu arada oraya bizim çiftlikten bir hediye gelecek sabah. Umarım beğenirsin.” karşılığını veren adamla kaşlarını kaldıran kız meraklanmıştı. Hemen geri yazdı.
“Ne hediyesi?”
“Sürpriz.”
“Ya lütfen söyle.”
“Olmaaazz.”
“İlla kaşın yine yarılsın istiyorsun herhalde.”
“Olsun gülüm sorun yok yaran sen olunca.”
Dilşah bir an durdu ve mesajı yeniden okudu. Yanakları istemsiz kızarırken yutkundu. İşi cazgırlığa vurmak galiba en iyisiydi.
“Ben bilmem artık. Sonra ağlama da.”
“Olsun sorun yok. En fazla müstakbel karısı şimdiden eli maşalı olduğunu gösterdi derler. Beni bozmaz.”
“Müstakbel karısı? Sen ne de eminsin kabul ettiğimden.”
“Eminim.”
“Nasıl ama?”
“Gözlerin Dilşah. Onlar bana daha o masadan kalkmadan cevabı verdi.”
Dilşah yeniden yutkundu. Dudakları aralandı ve hafifçe soluk almaya çalıştı. Camdan kararmaya başlayan Midyat sokaklarını izlerken kalbinin sol yanında kıvranmasına bir isim bulamıyordu. Heyecan mıydı bu yoksa kararın etkisi mi? Belki de çocukluktan arkadaşlık ettiği adamla bir yola çıkacak olmanın verdiği ağırlıktı. Lafı çevirmeye çalıştı.
“Aram. Araya laf katma. Ne yollayacaksın bağ evine?”
“Sen onu unutmadın mı?”
“Yoo. Hadi ama merak ettim.”
“Merak iyidir gökyüzü. İnsanı dinç tutar.”
Bir de sırıtan emoji koyması yok muydu? Ağzının içinden “Deli ya” diye homurdansa da babası ile aracı kullanan kahya sohbet ettiği için duymadı kimse. Ardından tek kaşı kalkarken yine bir soru yöneltti.
“Gökyüzü?”
“Gözlerin. Bana her baktığımda bulutsuz Midyat göğünü hatırlatmaya başladı. Berrak. Tertemiz. Mis gibi. Kuşların özgür olduğu. Saçların güneş. Sen göğü kendinde toplamışsın.”
Genç kızın dudaklarındaki tebessümden kendinin bile haberi yoktu. İçten içe işlenmek böyleydi galiba çünkü Aram yatağına uzanmış kıza yazarken batmak üzerine olan güneşin turuncu ışıkları yüzüne çarpıyordu ve dudaklarında tebessüm bin türlü şeye yorulabilirdi.