Küçük kıvılcımlar kalbin soğukluğunu ısıtmaya yeter mi bilinmez ama büyüdükçe duyguların karmaşasını tetikler.
Baba kız bağ evine geldiklerinde hava kararmış serin hava kendini belli etmişti. Eve girdiklerinde arkalarından gelen adam çantaları içeri bırakıp çıktı. Ev sıcaktı. Temizdi ve güzeldi. Klasik ve otantik bir evdi. Dilşah, gözleri ışıl ışıl etrafı gezdi.
Salona geri döndüğünde babası duvara sonradan yapıldığı belli olan şöminenin başında oturuyordu. Düşünceli ve yorgun görünüyordu. Hemen dizinin dibine oturan ve başını dizlerine yaslayan genç kız o neşeli halinden sıyrılmış hüzün dört bir yanında dolanır olmuştu.
“Neden benden sakladın baba?”
İç çeken yaşlı adam ne diyeceğini bilemedi.
“Bilmeni istemedim.”
“Ama neden? Ben senin evladınım. Belki başka bir çare bulabilirdik.”
Kızının başını okşayan adam “Çaresi yok kızım. Sizin için Almanya’ya geldiğimde de doktor kontrolüm oldu. Oradaki doktorlarında yapabileceği bir şey yoktu. Tek derdim senin ve kardeşlerinin hayatının güvende olmasıydı. Acı ama gerçek. Sizi uzun süre ailemden koruyamam. Benden sonra başınız onlarla belaya girebilir. Malınızı ve en önemlisi canınızı korumak için bazı şeylere mecbur kaldım.” Dedi. Onu kırdığı her an bir baba olarak kendi daha fazla kırılmış aciz hissetmiş yetemeyişi yüzüne tokat gibi çarpılıyordu.
Dilşah başını kaldırıp aşağıdan babasına bakarken “Evlenmek zorunda mıyım baba?” dediğinde sanki ördüğü duvarlar çatırdamıştı.
“Dijvar ve ailesi sizin arkanızda olursa abim babam size ulaşamaz. En azından bazı durumları tehdit ve zorla yapamaz. Korkum canınız kızım. Benden sonra Karwan’ı yanlarına alırlar. Dila’yı buradan sürerler başkası ile evlendirip. Yaşına başına bakmazlar. Evin ise ona da kıyarlar kızım. Daha çocuk ama dedesi yaşında adama kadın ederler. Senin elinden ne var ne yok aldıklarında ise namussuzluk ettiğini öne sürer öldürür bir de kendilerini haklı çıkarırlar. Aram senin yanında olursa ilişemezler.”
Kızının gözlerine bakarken derince soludu.
“Kızım. Dilşah’ım. Ben senin babanım. Kötülüğünü canının yanmasını ister miyim? Mutlu olacağına inanmasam Aram’ı bu işe katar mıyım? Siz çocukken de güzel anlaşırdınız. Yalan yok kavganız da çok oldu ama Aram ile hep başkaydınız. Belki güzel olur ilerisi. Bunu bir düşün. Bu evlilik hem malın hem canın hem de ailen için gerekli.”
Genç kız bakışlarını kaçırdı. Onun yetişme düzeninde bu tür mecburiyetler yoktu. Şimdi buna karşı gelmeye çalışmasının da amacı buydu. Kalkacağı esnada babasının alnını ovduğunu görünce telaşlandı.
“Baba. Babam iyi misin?”
Ciwan kızının merhameti sevgisi karşısında onu mecbur bıraktığı şeyler yüzünden kendinden utandı. Korkutmamak adına tebessüm etmeye çalışıp “İyiyim kızım. Yoruldum sadece. Bu gece bana müsaade et bu gece erkenden yatayım. Yarın etrafı gezeriz.” Dediğinde genç kız başını salladı.
Babası yattıktan sonra mutfağa girip sağı solu karıştırdı. Kahve kutusunu görünce cezve ve fincan aradı. Bulduğunda kendine bol köpüklü bir kahve yaptı. Bağ evinin terasına çıkıp karanlığı izlerken telefonuna mesaj geldi. Açtığında Aram’dandı.
A – “Nasılsın? Beğendin mi bağ evini?”
D – “İyiyim. Oldukça beğendim çok hoş bir yer burası.”
A – “Biliyorum. Orası yapılırken sen daha küçüktün. Annenin kucağındaydın hatta.”
D – “Şaka yapıyorsun.”
A – “Yoo gayet de ciddiyim. Hatta resimler bile vardı. babam ara ara bakar Ciwan amca ile gülerdi.”
D – “Anladım. Bu arada sormayı unuttum sen nasılsın?”
A – “Sorun değil. İyiyim bende konaktayım. İstanbul’daki şirketten gelen mailleri inceliyorum.”
D – “İşin varsa ben tutmayayım seni.”
A – “Sana her zaman müsaitim. Kahve molası da vereceğim zaten.”
D – “Ben içiyorum. Buranın kahvesi değişikmiş çok lezzetli.”
Aram, kendi odasındaki balkona çıktığında çalışan kızlardan biri kahvesini getirdi.
A – “Bilmez miyim? İstanbul’a giderken ben buradan götürüyorum kahvemi. Ya Dilşah sana sorun olmazsa eğer mesajlaşmak yerine arayayım konuşalım. Daha iyi olmaz mı?”
Dilşah adamın yazdığını okuduğunda alt dudağının iç kısmını ısırdı. Üzerine aldığı şala biraz daha sarınıp “Olur” diye mesaj attı. Görünen yol oydu ki bu evlilik olacaktı. En azından evleneceği adamı tanıma şansı vardı. Ne kadar tanırsa o kadar sağlamlaşırdı adımları.
İkinci çalışta açtı.
“Selam.”
“Selam.”
“Nasılsın? Yeniden oldu ama?”
“İyiyim Aram sen nasılsın tabi yeniden?”
“Bende iyiyim. Neredesin? Ciwan amca iyi değil mi?”
“İyi merak etme. Biraz yorulmuş sadece uyuyor. Bende terasa çıktım kahve içiyorum sessizliği dinliyorum.”
“Güzelmiş. Afiyet olsun.”
Biraz daha havadan sudan konuştular. Ardından Aram “Düşündün mü? Yani evlilik işini.” Deyip sustu. Dilşah alt dudağını ısırıp soluğunu titrekçe aldı.
“Ben, bilmiyorum Aram. Yani illaki bir gün evlenecektim ama bunun sevdiğim adamla olmasını isterdim. Böyle mecburiyetten olacağı hiç aklıma gelmezdi. Üstelik babamı üzemem. Ona da bir şey olursa toparlayamam kendimi. Bir de Dila ablalar ve dedemler var. Off kafam çok karışık.”
Aram dikleşti. Sevdiği adamla evlenme düşüncesi sanki bir anlık onu rahatsız etmişti. Daha çok başka birini sevme düşüncesi komik bir şekilde midesini kıpırdatmıştı. Başını sağa sola salladığında “Bence zaman ikimizde doğru yolu gösterecek. Herkese gösterecek.” Dediğinde genç kız onu onayladı.
“Ben kapatayım sende çalış. Hem kitap okuyacağım zaten.”
“Sen bilirsin. Benim için sorun yok. Hangi kitabı okuyorsun merak ettim?”
“Fyodor Dostoyevski’den Suç ve Ceza. Yeni başladım. Aslında üniversitede birkaç kez okumuştum ama galiba şimdi okuduğumda çok daha başka çıkarımlarım olacak.”
Aram kaşlarını kaldırdı. Karşısındaki kızın aslında ne kadar da zeki ve kendini bilen biri olduğunu bu olayla da görüyordu. Sakince “Onu bende okumuştum ama dediğin gibi yaş ilerledikçe ve yaşanılanlar arttıkça yeniden okumak farklı şeyleri düşündürür insana. Sana keyifli okumalar.” dediğinde kısaca vedalaşıp telefonu kapadılar. O gece uzunca bir süre Dilşah kitap okudu ama kafası o kadar dağınıktı ki bazı cümleleri üç beş kere okudu. Baktı ki anlayamıyor kitabı bıraktı.
Kendine bir kahve daha yapıp cam kıyısına oturdu ve birkaç saat dışarıdaki karanlığı izledi. Öyle bir halde kalmıştı ki evlense bir dert evlenmese çok başka bir dertti. Üzerinde hiç bu kadar sorumluluk hissetmemişti. Dila, Evin, Karwan, babası ve onların hayatı gelecekleri. Alnını hissettiği ağrı ile ovarken kalkıp kupasını mutfağa bıraktı. Odasına geçtiğinde telefonunu şarja takarken saate baktığında çoktan üçe gelmişti.
Gözleri sızlıyordu. Başını yastığa koyduğunda bazı şeyleri hayal etti. Aram ile normal arkadaş değil de karı koca olduklarını, geceleri birlikte uyuduklarını ve daha da ileri gittiklerini. Bir evi paylaşıp birbirlerine karşı sorumluluk alacaklardı. Başarabilir miydi bilmiyordu. Daha önce sevgilisi olmuştu elbette ama öpüşmek bile yanlış gelmişti.
Şimdi ise çok başka bir olay silsilesinin içine düşmüştü. Sabahın nasıl olduğunu bilmiyordu ama uyandığında neredeyse öğlen olmuştu. Saati gördüğü an gözleri kocaman olmuş ve hemen kalkıp üzerine bahçıvan pantolonunu ve uzun kollu siyah badisini giydi ve saçlarını toparlayıp odasından çıktı. Elini yüzünü yıkayıp salona geçerken evdeki bir hizmetli durup “Günaydın Dilşah Hanım” dediğinde merakla “Babam nerede?” diye soran kız sağa sola bakınıyordu.
“Ciwan Ağam bahçede gelen atla ilgileniyor.”
“At?”
“He at. Bir saat oluyor. Aram Ağam hediye olarak at yollamış. Kar gibi bembeyaz. Onun yanındaydı.”
Dilşah duyduklarını birkaç saniye kafasında oturtmaya çalıştı ama hala kendini biraz yorgun hissettiğinden bir isim koyamadı ve hizmetlinin yanından ayrılıp dışarı çıktı.
Babasını ve iki adamı bahçede güneş ışığı vurduğunda altın gibi parlayan harika bir atın yanında gördüğünde yanlarına doğru adımladı. Attan gözünü alamıyordu çünkü dünyanın sekizinci harikası olabilirdi. Babası kızını gördüğünde tebessüm etti.
“Gel kızım.”
“Baba. Ben uyuya kalmışım. Keşke daha erken uyandırsaydınız beni.”
“Olsun kızım. Geç yattın ben seni duydum. Uyu dinlen istedim.”
Babasına yandan sarılan kız omuzuna kolunu sarması ile resmen babasının kanatları altına sığınmıştı. Atı işaret eden yaşlı adam “Dijvar ve Aram’ın sana hediyesi kızım.” dediğinde gözleri büyüyen kız babasına baktı.
“Gerçekten mi?”
“Evet. Dün konuşmuştuk Dijvar’la. Aram özellikle getirtmiş bir hafta kadar önce. Buraya geleceğimizi öğrenince de göndermiş.”
Dilşah babasına dönüp “Bu atın cinsi ne baba? Resmen altın gibi parlıyor” deyip merakla dinlemeye başladı. Bu sefer konuşan onlardan birkaç adım uzaklaşan adamdı.
“Bu artlara Ahal Teke derler. Türkmen atıdır. Dayanıklı güçlü ve hız konusunda en iyiler arasındadır. Tüy rengi aslında metalik ama güneş ve gün ışığı altın gibi parlamasına neden olur. Sahibine de oldukça sıkı bağlarla bağlanır.”
Dilşah'ın gözlerinden resmen kalpler çıkıyordu. Ata yaklaştığında ona atı anlatan adam bir tane büyük havucu eline verdi ve “Yedirin. Size alışsın aranızdaki bağı kurun” dedi.
Dediğini yaptığında at başta onu kokladı. Biraz ses çıkardı ama havucu yedi. Dilşah daha önceden at binme ve atlarla haşır neşir olma konusunda deneyimli olduğu için zorlanmadı. Korkmadı. O korkmayıp cesaretle yaklaşınca at da fazla sorun çıkarmadı.
Eve geri girdiklerinde Dilşah kahvaltı için mutfağa geçmiş Ciwan Ağa ise televizyonda haber izliyordu. Telefonunu alan kız çayından içerken gelen bildirimlere tıkladı.
Aram mesaj atmıştı.
“Günaydın Dilşah.”
“Sürprizim gelmiş olmalı. Nasıl? Beğendin mi?”
“Haber aldığıma göre hala uyuyorsun. Bir sorun yok değil mi?”
“Dilşah lütfen bir cevap yazar mısın? Seni merak ediyorum.”
“Uyandığında beni mutlaka ara çünkü sesini duymadan rahat edemeyecek gibiyim.”
Kalbinin kıpırtısı ile dudak kıyısını dişlerken numarasına tuşladı ve çalmasını bekledi. Daha ikinci kez çalması yeni bitmişti ki açılan telefondan ona ulaşan ses tedirgin bir Aram’a aitti.
“Neredesin sen Allah aşkına? Çok merak ettim. Uyuduğunu söylediler ama sen bu kadar uyur muydun?”
Dilşah, istemsiz kıkırtı ile onu böldü.
“Aram sakin olur musun sadece uyuyordum. Geç yattım hatta neredeyse sabah olacaktı. Ondan kalkamadım. Ayrıca tünaydın ve hediyene bayıldım. Lakin bu atlar çok pahalı olurlarmış. Netten biraz araştırdım da. Ne gerek vardı böylesine büyük bir şeye?”
Aram “Tamam sakinim. Sadece merak ettim. Tünaydın ve hediyemi sevmene sevindim. Ayrıca fiyat konusunda da her okuduğuna inanma istersen. O gördüğü babamın atının tayıydı. Büyüyünce sana hediye etmek istedik daha doğrusu babam gelinine kıymetli bir şey vermek istedi. Baban bahsetmişti atları çok seviyormuşsun. Buradaki yoldaşın olur diye düşündüm. Tabi benden sonra.” deyip bekledi. Dilşah ise sakince içtiği çayın bardağını masaya koyarken ne diyeceğini bilemedi.
Tabi genç adam üsteledi. Bir yol bulmaya var olan yolu güzelleştirmeye çalışıyordu.
“Dilşah, ben durumu kabullendim ve sana ısınmaya başladım. Yalan söyleyemem. Oldukça güzel ve alımlı genç kızsın. Buralarda yaşamış ve büyümüş olsaydın birçok ağa oğlu seninle evlenebilmek için görücü yollardı. Şimdi ise bu güzellik benim yolumun incisi oldu. Ben o inciyi sert kabukları içinden çıkarmak istiyorum. Cüretimi bağışla ama öyle bir şeyleri içinde tutabilen adamlardan değilim. Senden daha cenaze zamanı geldiğinde ve seni ilk gördüğümde hoşlandım. Senin de kafandaki soruları atman için beni tanıma şansı istiyorum.”
Genç kızın irisleri büyürken sarı saçlarının ucunu parmağına doladı. Ah hayat ah. Mantığını ve düşüncelerini kalbinin önüne koyan bu genç kızı bile bir adamın cümlelerine kurban verdiriyordu. Derince soluyan kız yutkunduğunda kafasında diyeceklerini toparladı.
“Aram. Ben yani biz bu durum gereklilik ve var olan sorunlar içinde sana ne desem eksik ya da yarım olacak gibi. Sonuç pek değişmeyecek gibi bu nedenle bir yola gireceksek elbette birbirimizi tanımalı ve buna şans vermeliyiz ama ne bileyim hızlı gibi değil miyiz?”
Genç adamın yasladığı koltukta sırtı iğne varmış gibi dikleşirken “Dilşah, ay sonu isteme olacak.” dedi. Genç kız “Nasıl yani?” dediğinde genç adamın sesi ciddileşti.
“Firaz deden ve Baran amcan ortalığı karıştırma peşine düşmüşler. O Dilşad denen kuzenin de boş durmuyor. Baban bir an önce bu iş olsun istiyor.”
Genç kızın çıkış yolları sanki birer birer tıkanıyordu. Dudaklarını ıslattığında ona yapma diyen yanının sesini kısıp “Haklısın. Bir an önce olmalı. Ay sonunu beklemeye gerek yok. Babamla geri döndüğümüzde görüşüp konuşalım ve isteme olsun. Başka türlü ne babamın ne de diğerlerinin başını sözde amcam ve dedemden kurtaramayacağım.” dedi. Genç adam rahatlamıştı. Dilşah ise kafasında bin soru ile öylece boş çay bardağına bakıyordu.
BİLİYORUM BURAYI ÇOK FAZLA BOŞLUYORUM. NORMAL ŞARTLARDA KISA DA OLSA BÖLÜM GELMESİ LAZIMDI. LAKİN HEM MENTAL HEM DE FİZİKİ OLARAK PEK İYİ BİR DÖNEMDEN GEÇMİYORUM. ÜZERİME ÖYLE BİR KARAMSARLIK ÇÖKTÜ Kİ YAPTIKLARIMIN DEĞERSİZ GÖRÜLDÜĞÜNE İNANMAYA BAŞLADIM. ÖYLE KİTAPLAR DEĞER GÖRÜP YÜKSELİYOR Kİ SANKİ NE YAPSAM KIYMET GÖRMEYECEK GİBİ. ELİMDEN GELENİN EN İYİSİ İÇİN UĞRAŞIYORUM. KİMSENİN KONUSUNA KONUŞMASINA KARAKTERİNE BENZEMESİN DİYE BURADA KİTAP OKUMUYORUM. ÇALINTI DENMESİN DİYE KENDİMİ PARÇALIYORUM AMA SONUÇ DEĞİŞMİYOR. DREAME DE TEK SEVDİĞİM NOKTA EĞER BİR KİTAPLA İLGİLİ DELİL VARSA VE BUNLAR DOĞRUYSA O KİTABI BURADA BARINDIRMIYORLAR. YİNE DE BAŞKALARINDAN BAKIP YAZMADIM ÇALMADIM SÖZDE ESİNLENMEDİM DİYE EMEĞİMİN GÖRÜNMEMESİ ÜZÜCÜ. OLSUN. BEN ÇİZGİMDEN VE SINIRIMDAN ÇIKMAYACAĞIM. OKUYAN VE DESTEK VEREN HERKESE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. BELKİ DE AZ ÖZ OLMASI DAHA İYİDİR. SİZLERİ ÇOK SEVİYORUM VE GECİKME İÇİN ÖZÜR DİLİYORUM.