Bir insan kendine kaç kez sorar ben ne yaşıyorum diye? Kaç kez bu sorunun içinde kaybolup gider? Anlayamadığı, aklının almadığı onca şeyin içinde nasıl nefes almaya çalışır? İsyan edip asi olmak ne boyutta işe yarar?
Dilşah bunları belki de yaşamı boyunca belli aralıklarla milyon kez düşünmüş hissetmiş ve üzerini örtmüştü ama Mardin’e geldiğinden bu ya da değil üzerini kapamak altında ezilip kalmıştı.
Babası yaşamak istiyorsan mecbursun diyordu. Neye mecburdu? Evlenmeye. Dedesi ve amcası olacak vicdan yoksunları ne diyordu? Evleneceksin gideceksin mecbursun. Özetle konu şuydu. Dilşah her halükârda evlenmeye mecburdu. Peki ama neden? Bunun bir nedeni olmak zorundaydı. Dedesi ve amcasını bir nebze anlıyordu. Annesinden ötürü ve dahi kız olduğu için ondan nefret ediyor ve uzaklaştırmak hayatını karartmak istiyorlardı. Çünkü zihniyetleri ve tihniyetleri bunu kaldırıyordu. Ama babası neden yaşamak için evlenmelisin diyordu ki? Evlenmese ölecek miydi? Peki bunu kim yapacaktı?
Oturduğu yerde dirseklerini dizlerine dayadı ve yüzünü sıvazladı. Beyni patlamak üzereydi. Bir süre öylece kaldı. Ardından aklına gelen bir durumla göz bebekleri büyüdü. Hemen bilgisayarını aldı ve üzerine taşınmaz ya da taşınır mal varlığını nasıl öğrenebileceğini arama motoruna yazdı. E devlet uygulaması üzerinden tapu kayıtlarına ulaşabilirdi. Bunu gördüğünde gözleri ışıldadı. Eğer sorun buysa hemen üzerindekileri babasına devreder bu sayede de dedesi ve amcasının radarından çıkardı. Belki babası bile bu işlemden sonra onu rahat bırakabilirdi.
Uygulamaya girdi ama şifre gerekiyordu ve ilk şifreyi postaneden alması gerektiğini de öğrendi. Dışarı çıktığı an ilk işi bu olacaktı. Ardından telefonu aklına geldi. Babasının ona yeni bıraktığı cihaza bakarken ofladı. Rehbere girdiğinde belli kişilerin numarası vardı. Bildirim de bu numaralardan birinden gelmişti.
Mesajlaşma uygulamasını açtığında yazılanı okudu.
“Dilşah, Aram ben. Nasılsın daha iyi misin? Aklım sende kaldı.”
Soluğunu bırakan genç kız adamı terslemek istedi ama onun da bazı şeylerde ne tür bir rolü var bilmiyordu. Bu nedenle normal bir şeyler yazdı.
“İyiyim. Merak etme. Sen nasılsın?”
Soluğunu bıraktı. Mesaj tek tik olduğu için oradan çıkıp sosyal medyaya girdi. Oradan Almanya’daki arkadaşlarına mesaj yolladı. Anında geri dönüş aldığında ise mutlu oldu. Tek sorun babasının onun telefonundan arkadaşlarını araması ve bir daha görüşmemeleri konusunda uyarmasıydı. Bunu öğrendiğinde sinirlense de durması gerektiğini de biliyordu. Durup daha akılcı davranmalıydı.
Derken mesaj geldi. Aram cevap vermişti. Üzerine tıkladığında duraksadı.
“İyiyim, sorduğun için teşekkür ederim. Ayrıca merak etme demekle olmuyor. İyi olduğunu bilmeye ihtiyacım var.”
Dilşah başta ne diyeceğini bilemedi. Öyle bir kargaşa ve karmaşa içindeydi ki aklını kaçırmamak için çabalıyordu. Aram bir mesaj daha yolladı.
“Eğer daha iyiysen ve konakta da bir sorun yoksa kahve içmeye çıkalım mı? Küçük ama güzel bir yer biliyorum. Buraya her geldiğimde orada mutlaka kahve içeri birkaç kitap okurum. Sana da iyi gelebilir.”
Kaşlarını kaldıran Dilşah şaşkındı. Bunca ağa bey konak meraklısı insanın içinde günümüze uyum sağlamış biri garip gelmişti gözüne. Hala yorgun ve bitkin hissediyordu. Biraz daha yatakta kalsa iyiydi. Bu nedenle olumsuz cevap verirken derin soluk alıp veriyordu.
“Teklifin için teşekkür ederim ama hala yorgun ve bitkinim. Daha sonrası için sözüm olsun.”
Hemen çift tik olup yazıyor yazısı çıkınca gelecek cevabı bekledi. Sonra uyumak istiyordu. En azından zihni biraz olsun dinlenebilirdi.
“Tamam, istediğin gibi olsun ama en kısa zaman da karşılıklı birer kahve içeceğiz. Konuşmamız gereken konular var. Önemli konular.”
İşte bu cevapla göğsünün ortasına bir ağırlık oturdu. Sadece “Tamam.” Yazıp yolladı ve internetini kapayıp telefonu komodinin üzerine bıraktı. Az biraz bir şeyler yemişti. İlacını aldı ve yatağa uzandı. Gözlerini kapadı. Uyumak, biraz olsun kafasındaki curcunayı kesmek istiyordu.
O sırada Serçiyan konağında sağa sola yürüyen Baran Ağa “Bu böyle olmayacak. Dijvar da bize karşı oldu. O piç kurusunu koruma altına aldı. Bir de oğluna alacakmış. Tabi biliyor neyin ne olduğunu uyanıklık yapıyor.” Derken Dilşad sinirle soludu.
“Geldiklerinde kızı vermeyecektik. Amcam da ses edemezdi. Dijvar amca için bıraktınız o kahpeyi.”
Firaz Ağa kaşları çatık elinde sıktığı tespihle baş köşede bastonuna yaslanmış duruyordu. Zamanında oğluna kadınla çocuğun gitmelerine karşın birçok malı devretmişti. Lakin o kadar emindi ki bunları daha sonra geri alacağına Helen ile Dilşah gittiğinde hiçbir şey istedikleri gibi olmadı. Hayvansal ürünlerin üretildiği şirketin yüzde elli birlik hissesinden yaşadıkları konağa, birçok taşınmaz bağdan araca kadar hepsi Ciwan sayesinde önce Helen’in sonra da Dilşah’ın üzerine geçmişti.
Oğlu ona sağlam oyun oynamıştı. Şimdilerde ise onlara yeniden karşı gelip Dijvar ile iş birliği yapmış yeniden ailesine baş kaldırmıştı. Nedenini iyi biliyordu. Bu nedenle o ölmeden önce kızın evlenmesine izin vermemeliydi. Eğer kızı kendi istedikleri biri ile evlendirirlerse malları kolayca geri alabilirlerdi. Elbette planları istediği gibi gitmiyordu.
O sırada Cihan ile Eğit ortaya bir öneri attı.
“Neden Dilşah’ı Dilşad’la evlendirmiyoruz. Sonuçta amacımız malları ve hisseleri almak değil mi? Aileye girsin istediğimizi yaparız. Sonra da baktık zorluk çıkarıyor atarız namusumuza halel getirdi diye lafı dillendirir ortadan kaldırırız.”
Baran ile Firaz birbirine bakarken odaya o an girmiş olan kadın Baran’ın hanımıydı. Duydukları ile öylece kalan Ezman hemen babası ve kocasına baktı. Ardından “Olmaz. Ben Dilşad’ımı o kızla ziyan edemem. Hem onlara nikah düşmez.” Dediğinde kaşları çatılan Eğit “Neden yenge? Kardeş çocukları ilk defa evlenmiyor ya ailemizde” dedi.
Merak etmişti. Ezman soluğunu sıkkınca bırakırken “O kadın. Alman orospusu. Biz konakta yokken emzirmiş Dilşad’ımı. Süt kardeşi oldular.” Dedi. O zamanları düşünür gibi yüzünü buruşturmuştu. O an Cihan “Hatırladım. Kadını dövmüştün Dilşad’a dokundu diye. Ama haklısın. Aynı anadan süt içmişler. Evlenmeleri caiz değildir.” Derken Baran “Aileden biri olmamalı zaten. Bir de hanemize mi sokalım o yılanı. Ama bir şey yapmamız lazım orası kesin.” Diyerek babasının karşısındaki sedire oturdu.
Planlar yapılıyor sonra açık olunca vazgeçiliyordu. Aslında yapılacak şey çok basitti. Dilşah’tan malları geri istemek. Ama buna Ciwan ve Dijvar asla izin vermezdi. O mallar genç kızın hayatının teminatıydı.
1 HAFTA SONRA…
Dilşah, üzerindeki gömleği düzeltirken Dila içeri girdi.
“Hazır mısın kızım Aram geldi.”
“Hazırım abla. Babam nerede?”
“Bilmiyorum ki kızım. Sabah Dijvar Ağa geldi. Onunla gittiler. Belki akşama da gelmez. Ara ara yapıyorlar bunu.”
“Anladım. Peki, sana bir şey dedi mi? Yani çıkacağımızı biliyor?”
Dila başını olumlu anlamda sallarken “Aram söylemiş izin almış kızım.” Değince göz deviren kız “Yirmi beş yaşında kızım ben ya Allah razı olsun bir de izin vermiş.” Derken sinirlendiğini gözleri belli ediyordu.
Saçlarını tepeden at kuyruğu yapıp üzerine uzun kaşe kabanını geçirdi. Dışarısı serindi. Çantasını alıp odadan çıktığında merdivenleri heyecanla indi. Bu Aram ile buluşmanın heyecanı değil postaneye uğrayıp şifre almanın yolunun açılmasınaydı.
Konağın kapısından çıktığında Aram, arabasına yaslanmış elleri cebinde üzerinde takım elbisesi ve siyah kabanı ile başı önünde duruyordu. Botlarının sesiyle geldiğini belli ederken başını kaldıran adam mavileriyle onun irislerine bakarken tebessüm etti. Dilşah heyecanını bastırmak ister gibi gülümserken oluşan gamzeler Aram’ın tek kaşını kaldırmasına yetti.
Ona doğru gelen kızla doğrulan adam “Hoş geldin” deyip elini uzattı. Elini tutup sıkan kız “Bekletmedim değil mi?” derken bakışları kapıdaki adamlara kaydı. Hepsi pür dikkat izliyordu.
“Sorun değil. Ben biraz erken gelmiş olabilirim. Neyse hava soğuk gidelim mi?”
Dilşah başını salladı ve ön kapıya uzandı ama aynı anda Aram da uzanmıştı ve elleri birbirine değdi. Adamın elleri sıcacıktı. Dilşah elini çektiğinde Aram kapıyı açtı. Koltuğa oturup kemerini takıp kapının kapanmasını bekledi. Genç adam kapıyı kapadı ve direksiyona geçti. Yola çıktıklarında “Nasılsın?” diyerek sohbete başlayan Aram’dı.
“İyi sen?”
“Bende iyiyim. Şirketten erken çıkmak işime yaradı.”
“Bir sorun çıkmaz değil mi?”
Aram tebessüm etti.
“Zannetmem. Adem abime senle çıkacağımı söyleyince ofisten bir kovuşu vardı sekreterlerin gülüşü kata yayılmıştı.”
Dilşah, alt dudağının iç kısmını kemirirken camdan dışarıya baktı. Yanağının ufaktan kızarması Aram’ın dikkatinden kaçmamıştı. O sırada geçtikleri dükkanların sırasında postaneyi görünce gözleri parlayan genç kız “Aram, senden bir şey rica etsem” dedi.
“Tabi, dinliyorum. Kaçma planına beni alet etmediğin sürece her dediğini yaparım.”
Soluğunu bırakan kız ışıklarda durduklarında postaneyi işaret edip “Beş dakikalığına postaneye uğrayabilir miyiz?” dediğinde sakin ve uysal davranmaya çalışıyordu. Aram kaşlarını kaldırırken “Postane? Hayırdır.” Dediğinde yanan yeşiller devam etti ama yine de ileride olan postane önüne doğru direksiyonu çevirdi.
“Şifre almam lazım.”
“Şifre?”
Aram arabayı durdurmuş yan dönerek sorar gibi genç kızın gözlerine bakmıştı. Yutkunan kız “E devlet şifresi alacağım. Sonuçta artık burada yaşayacaksam bu ülkenin gidişatına ayak uydurmam lazım.” Derken adam gözlerini kıstı.
“Bir anda mı aklına geldi?”
“Aram, sadece bir şifre. Neden bu kadar sorguladın ki?”
“Sorgulamıyorum sadece merak ediyorum.”
“Merak edilecek bir durum yok. Sadece merak ediyorum ve şifre alıp bakmak istiyorum. Neler oluyor görmek için buna ihtiyacım var. Başka sorun yoksa artık gidip alabilir miyiz?”
Dilşah, aynı renk gözlere sahip adama bakarken aldığı soluklar sıklaşmıştı. Başını sallayan genç adam “Tamam. Gidip alalım.” Dedi sadece ve arabadan indi. Çok sürmedi işlemleri. On dakika da çıktılar. Arabaya geçtiklerinde çarşı içindeki kafeye kadar konuşmadılar. Uygulamayı telefona yükleyen kız hemen zarfı açıp şifreyle girdi. Aram göz ucuyla bakıyor ne yapmak istediğini anlıyordu. Zeki kız dedi içinden. Kafeye girip üst kattaki aile salonuna çıktıklarında cam kıyısında güzel bir masaya geçtiler. Birer kahve istediler. Bu kısımda iki duvar boylu boyunca kütüphaneydi.
Dilşah, merakla inceledi ve gülümseyip “Burası çok güzelmiş” dedi. Aram başını sallarken “Huzur veriyor. İnsanın kafası rahatlıyor.” Diyerek cevap verdi. Dilşah, gelen kahveler sonrası yine telefona gömüldü. İnternetten araştırdığı kadarıyla arama motorundan tapu işlemlerine girdi. Ve açılan sayfa ile o an yudumladığı kahveyi püskürtürken öksürmeye başladı. Aram hemen kalkarken peçete ile kıza yardım etmek istedi.
Göz göze geldiklerinde Aram’ın dudakları aralandı. Durumu başka tarafa çekmesi gerekiyordu.
“Baban iyi değil Dilşah. Ölüyor.”
Bu söz genç kızın öksürüğünü, soluğunu, kalbinin atışını, kanının damarlarından geçişini bile dondurdu. Dudakları aralanırken “Ne?” diyebildi.