DİLŞAH’TAN...
Uçaktan inildiğinde insanın yüzüne vuran o sıcaklık ekim ayı olmasına rağmen kendini hissettiriyordu. Annem tabutla cenaze aracına alınırken birçok kişi alanda bizi bekliyordu. Yüzler yabancı, duruşlar yabancı, gözlerdeki nefret tanıdıktı. Büyük amcamlar tenezzül edip karşılamaya gelmişti lakin yanlarına vardığımızda duyduklarım aslında karşılama için gelmediklerinin kanıtıydı.
Baran amcam babama büyük bir sinirle “O kadını nasıl bu topraklara getirirsin? Hiç mi utanman yoktur?” dediğinde kaşlarımı çattım. Dirisine vermedikleri huzuru saygıyı ve anlayışı anlaşılan ölüsüne de vermeyeceklerdi.
Babam, kati bir sesle “Helen benim karım. Mezarı da Dilşah’ın ölen ikizinin yanında olacak. Vasiyetidir. O vasiyet etmeseydi bile ben karımı orada bırakacak değildim.” dese de küçük amcam Eğit ve Cihan abilerinin yanında durdular ve “Bu kadını toprağımıza koydurmayız” dediler. O an gözüm öyle bir döndü ki babama saygısızlık olacağını bilsem de bir adım öne çıkıp “Sizin topraklarınızda benim de hakkım var. Annem size ait bir toprağa değil evladının yanına diğer evladının toprağına konulacak” deyip dimdiz baktım. Acım tazeydi. Ağlamamak için verdiğim savaşı bir ben bir annem bilirdi ama susamazdım. Rahmetli annem kalkıp kendini savunamazdı. Bu görev benimdi.
Gözler bana döndüğünde büyük amcam Baran hiddetle üzerime yürüdü.
“Ne hakkından bahsedersin sen? Eksik aklınla anan olacak gavur neler doldurdu beynine?”
Sinirle gözlerimi açıp kapadım. Babam bana destek olmak istiyordu ama diğer iki kardeşine laf yetiştiremiyor onlardan kurtulamıyordu.
“Bir; benim aklım eksik değil gayet de yerinde. Neye hakkım olup neye olmadığını çok iyi biliyorum. İki; annem hakkında konuşurken laflarına dikkat et amca yoksa saygı sınırlarımı aşarım. Üç; benim annem sizden daha müslümandı. O ölmüş bir insana sizin yaptığınız bu zulmü yapmazdı. O yüzden kimin gavur kimin müslüman olduğunu oturup tartışırsak borçlu çıkarsınız.”
O an nereden geldiğini bilmediğim genç bir adam kolumu tutup beni geri çekti.
“Sen kimsin de babamla böyle konuşursun utanmaz” der demez tokat attığında yere düştüm. Ben anın şokuyla kalakalırken babam gür bir tonla “Dilşad!” diye bağırdı. Bu defa onun önüne dikilip yüzüne tokadı geçiren babamdı.
“Esas sen kimsin de benim kızıma el kaldırırsın. Hiç utanmaz mısın? O senin babana doğruyu söyledi diye zorunuza giden ne.”
Beni yanımda gelen en iyi iki arkadaşım kolumdan tutup kaldırırken biri dudağımın kıyısındaki kanı temizledi. Almanca “Bu insanlar ne böyle? Ne kadar barbarlar” derken diğeri “Kızım bunlar mağarada mı yaşıyordu. Cenazeniz var yaptıklarına bak” deyip bana sarılıyordu.
İşlerin iyice sarpa saracağını düşündüğüm bir anda yanımıza arkasındaki adamların kalabalığı ile yaşlı bir adam ve birkaç orta yaşlı adam geldi. Baran amcamın karşısında duran babamın yanında geçip “Yaptığın ettiğin ne töreye ne insanlığa ne de müslümanlığa sığar Baran ağa. Kardeşine baş sağlığı dileyip yeğenini bağrına basacağına sen topraktan dinden imandan bahsediyorsun oğlun edepsizlik ediyor. Olmaz böyle. Kendinize karşı utanmanız yoksa soy adınıza çevrenize size ağa diyen emir alan ekmeğinizi yiyenlere saygınız olsun. Kadına sağken ettiğinizi öldüğünde bari etmeyin. Günahtır. Ayıptır” dediğinde amcalarım ilk kez etraflarına baktılar.
O an onları izleyen korumaları ve diğer insanları fark ettiler. Hırsla geri döndüklerinde tokat yiyip sarsılan ve bana nefretle bakan Dilşad da dahil hepsi dönüp gitti. Yaşlı adam babama dönüp “Hoş gelmişsin kardeşim. Başın sağ olsun. Mekanı cennet olsun.” değip sarıldı. Ardından bana dönüp “Hoş gelmişsin kızım.” dedi.
Babam yanıma gelip yüzüme baktı. Onun bakışı ile gözlerim dolarken “Baba” diyebildim. Sarıldığımda sırtımı sıvazladı. “Affet babanı kızım. Seni de anneni de koruyamıyorum affet bu aciz adamı” diye kulağıma fısıldarken daha sıkı sarıldım. Ondan başka kimsem yoktu. Varken yok olmaları adama ayrı koysa da umurumda değildi. Annemi sevmeyen babama bunları yapan bir aileyi istemezdim zaten.
Yola çıktığımızda büyük aracın içinde iki arkadaşım, ben, babam ve adını sonradan hatırladığım Dijvar amca ile babamın kendine ait eve gidiyorduk. Öğle vaktine biraz daha olduğu için babamın konağının yanındaki camiden namazı kılınacak olan annem kardeşimin yanına defnedilecekti.
Tüm bedenim bunu düşündükçe kaskatı kesiliyor sanki büyük iğneler etimi deşip duruyordu. Eve vardığımızda buranın aslında bir konak olduğunu gördüm. Büyük ve ferah bir yerdi ama burada diğer ailesi ile yaşadığını bilmek girdiğim avluda o çocukların koşturduğunu düşünmek ruhumu acıtıyordu.
Büyük avludaki sedire oturduğumuzda kapıda bizi karşılayan kadın yani Dila yanımıza geldi.
“Hoş gelmişsin kızım.”
Yutkundum. Kalkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istedim ben senin kızın değilim diye ama yapamadım. Titrek bir soluk alıp başımla selam verdim. Onun arkasında beliren iki çocuğa mavilerim takıldığında yere oturup dizlerimi döve döve ağlamamak için kendimi zor tuttum. Ben baba hasreti çekerken babam onların saçlarını okşuyordu. Onlara kızmamam gerekiyordu ama içimi kaplayan şey daha on yaşında babasından uzakta yaşamak zorunda olan kız çocuğunun kıskançlığı vardı.
Küçük Karwan başını yana eğip “Sen benim ablam mısın?” dediğinde annesine baktım. Dila başını sallarken hafifçe tebessüm etti. Ne diyebilirdim ki kötü bir tavır sinir bozucu üvey anne bekliyordum.
Başımı salladım. Elimi uzattım “Ben Dilşah” dediğim an önüme kadar gelip boynuma sarıldı ve “Hoş geldin abla. Ben Karwan. Annen ölmüş. Başın sağ olsun.” dedi. Bu, içimde tuttuğum göz pınarlarıma yasakladığım göz yaşının bir damlasını yanaklarımdan akıttı.
“Teşekkür ederim canım.”
Evin daha geri durmuştu. Bakışlarını kaçırıyor başına taktığı tülbentin ucuyla oynuyordu. Saçları siyahtı. Gözleri siyaha yakın koyu bir renkti. Ona dikkatle baktığım için büyükçe soludu ve kardeşi gibi karşıma gelip “Hoş geldin abla. Ben Evin. Başın sağ olsun” dedi.
“Sağ ol canım. Bende Dilşah.”
Çocuklar annelerine baktılar. Dila başı ile işaret verince gözden kayboldular. Dila yaşlı bir kadın değildi. Annemden gençti. En fazla elli yaşında duruyordu. Bana “Cenaze için birazdan camiye geçilir. Dönüşte dinlenmen için sana odanı göstereyim.” dediğinde konağın çalışanı geldi.
“Hanımım, helvalar kavrulmaya başlandı” derken kanım çekilir gibi oldu. Tüm bedenim karıncalandı. Nefes almak zor geldiğinde boğazıma giden elim tırnaklarını deriye geçiriyordu. Yanımda olan Lena ve Marie kollarımdan tutup sakinleştirmeye çalışırken yanımıza başka kızlar ve kadınlar gelmeye başladı.
Hala nefes alamıyordum. Dila hemen oğlunu konağın içine yollarken kolonya istedi. Duyuyordum herkesi, görüyordum ama nefes alamamak canımı yakıyordu. Lena, omuzundaki çantayı karıştırdı. Ne çıkardı bilmiyorum ama dudaklarıma yerleştirdiği ilacı içmem için zorlarken kulaklarım uğuldamaya başlamıştı.
Yuttuğum şey sonrası su da içirdiler ama gözlerim kararırken konağın kapısından çıkan babamın ve Dijvar amcanın bana gelişlerini gördüm. Sonrası ise yoktu.
YAZARDAN...
Arkadaşlarının kollarında yığılıp kalan kız ile koşturarak gelen Ciwan ve Dijvar ağa hemen odaya götürülmesini istedi. Arkadaşı Lena “Panik atak geçirdi” derken yaşlı adam kızı için endişeleniyordu.
Dijvar, yanına yeni gelmiş olan oğlu Aram’a “Yardım et oğul” değip işaret verdi. Dila önce kucağına aldığı Dilşah ile Aram geride kızlar onun da arkasındaki içeri girip üst kata çıktılar. Ciwan burada kızı için bir oda hazır ettirmiş yıllarca özlemi ağır bastığında o odada uyuyup kızını hayal etmişti.
O odaya yatırılan kızın başında kalan arkadaşları herkesin çıkmasını istedi. Dakikalar geçti. Selası sabahtan okunan Helen, cami avlusundaki musallaya konduğunda namazı kılındı. Helallik istedi. Ciwan gelen ailesinin yüzüne dahi bakmazken onlar da elaleme karşı rezillik çıkmasın diye namazı kıldı. Çok hakları varmış gibi bir de haram ettiler. Dilşah ise annesini rüyasında görüyordu. Onun gidişini bir de rüyasında izleyince hemen uyandı. Patlayacak bir bomba gibiydi çünkü Dilşah ağlayamıyordu. Elbette göz yaşı dökmüştü ama bu onun için olması gerekenden çok azdı.
Arkadaşları cenaze için namazın kılındığını söylediğinde ok gibi yatağından fırladı ve konaktan çıkıp camiye doğru ilerledi. Arabaya konan tabutu gördüğünde yutkunamadı. Üvey annesi Dila onu fark ettiğinde hemen yanına geldi.
“Gel kızım” derken koluna girip büyük arabaya götürdü. Dilşah sanki uyanmaya çalıştığı bir kabusun içindeydi. Mezarlığa gelindiğinde küçücük bir mezarın yanındaki açılmış yeni kuyuyu uzaktan gördü. Gitmek istedi ama kadınlar izin vermedi. Annesi mezara konurken dizlerinin bağı çözüldü. Ellerini yere koyup kuru toprağı avuçlarken tahtaları dizildi. Kürek toprak atmak için elden ele gezdi. İlk toprağı atan babasına “Atma! Toprak atma üstüne. Yapamaz o orada. Yalnız kalmaktan korkar. Üşür. Atma baba. Annemin üstüne toprak atma!” diye bağırırken ağlamaya başlamıştı. Hava sabah geldiklerinde güneşli olsa da kapanmış gri bulutlar toplandıkça toplanmıştı.
Bir mezarı doldurmaya kaç kürek toprak yeter. Ölü ile yaşayan arasına kaç kilo toprak girer. Bir annenin kokusunu hangi toprak örter. Her şey bitip dualar sonrası baş sağlığı için konağa geçildiğinde resmen emekler gibi annesinin mezarı başına gelen kız toprağı okşadı.
“Canın acıdı mı anne? Sevilmediğin topraklara sırf kardeşim için geldin. Yerin rahat mı? Üzerindeki toprak ağır dimi anne. Seni boğacak yalnızlaştıracak kadar ağır. Anne, anne ben ne yapacağım. Yolumu pusulamı yıldızımı anne ben seninle canımın yarısını kaybettim. Kayboldum.”
Yanaklarından süzülen yaşlar toprağa düşerken büyük ve keskin bir gök gürültüsü ortalığı kaplarken şimşek çaktı. Yağmur sağanak şekilde başlarken Dilşah kaçmadı. Hala toprağı severken “Anne ağlama. Ben sana ağlayayım ama sen ağlama” diyen kız toprağa sarıldı.
“Üşüme anne ben buradayım.”
Başını kaldırdığında gördüğü beyaz mermerli ufak mezarla dudak büktü.
“Annemize iyi bak tamam mı? Onu sana emanet ediyorum kardeşim.”
Konağa geri geldiklerinde sırılsıklamdı ve üstü başı çamur içindeydi. Babası ona o haldeyken sarılıp saçlarını öperken “Kızım, kurban olurum yapma böyle. Annen elimden kayıp gitti sende gitme. Kendine gel ne olur.” diyor göğsünde saklamak ister gibi sarılıyordu.
Dila ona temiz kıyafet ve banyo için hiç açılmamış paket havlu verdi. Arkadaşları ona yardım ederken Helen için helvalar dağıtıldı. Dualar okundu. Yöresel bir kıyafeti üzerine geçiren Dilşah gitmek istemese de kadınların olduğu kısımda bir köşeye çöküp kaldı.
Arkadaşları da onun gibiydi. Yanından ayrılmıyorlardı. Sonra kadınlar arasında sessizce mevlit dinlemek varken konuşmalar başladı. Özellikle kürtçe tercih ediyorlardı ki kız anlamasın.
“Bunun anası adamı kandırmış diyorlar. Abileri Dila’yı aldırmasa erkek çocuğu olmazmış.”
“Bir de utanmadan Midyat’a getirmişler cenazeyi. Yaksalarmış ya Almanya da.”
“Huzur kaçırır bu kız söylemedi demeyin.”
“Amcaları dedesi falan istemiyordu anasını kızını da istemezler.”
“Uğursuz anam bunlar. Bak yıllar önce anası geldi huzur bozdu kaçtı yıllar sonra da ölüsüyle kızı geldi huzur bırakmadı. Allah Dila’ya sabır versin.”
“Kız bu karısı öldüğüne göre Ciwan ağa artık resmi nikah kıyar Dila’ya.”
“Ben Ciwan ağanın yerinde olsam veririm başka bir ile gelin defederim başımdan. Koca kız ne töre bilir ne adet. Havaalanında amcasına laf etmiş de amca oğlu tokadı yapıştırmış. Asi belli ki.”
“Bu gavur dinine inanıyor olmasın?”
“O ne?”
“Süryani işte anlasana.”
“Olur mu olur? Oralara gidip de müslüman kalacak değil ya. Kiliseye gidiyordur kafir.”
“Kız bunun anası yıllarca gavur memleketteydi. Kesin birilerini almıştır koynuna.”
“Sus kız, biri duyar da laf olur. Yapmıştır elbette. Durur mu öyle kuduruğu.”
Dilşah'ın duyduğu gir bir sözde gözleri biraz daha büyüdü. İçindeki öfke katlandı ve acısı perçinlendi. Hala dedikodu yapan kadınlar konuşamaya devam ederken birden ayağa kalkan kız kürtçe “Siz benim anneme de namusuna da ölüsüne dirisine de bana da kurban olun. Üç kuruşluk aklınızla ne ölüye saygınız var ne diriye. Utanmadan bir de iftira atıyorsunuz. Yazıklar olsun sizin gibi insana. Töreniz de bu mu var? Ölmüş bir kadına iftira mı var? Müslümana gavur kafir demek mi? Siz önce dininizi iyice bir öğrenin. Yalan söylemeyin der din. Hakka girmeyin, iftira atmayın, gıybet yapmayın. Ama siz bunları yapıp bir de benim inancımı mı eleştiriyorsunuz? Hiç mi utanmanız arlanmanız edebiniz adabınız yok. Babamın hanesine gelip önünüzdekini zıkkımlanırken nasıl olur da onun eşi konusunda dedikodu yapar namusuna laf edersiniz? Dua falan etmeyin edilene de amin demeyin. Sizin yüzünüzden okunan duanın da hayrı kaçmasın.” dediğinde kadınların ağzı bir karış açık kalmış amcalarının hanımları kız kuzenleri ve diğerleri ayıplayarak bakar olmuştu.
Kalkıp kadınların olduğu kısımdan çıktı. En üste terasa kendini zor attığında duvar dibine çöküp ağlamaya başladı. Çok fazlaydı duydukları peki ya annesi ve kendi bu insanlara ne yapmış olabilirdi ki? Annesi sadece aşık olmuş ve evlenmişti. Neden bu kadar karşı ve nefret doluydular ki?
Peki bundan sonra o ne yapacaktı? Burada üvey annesi ve kardeşleri ile mi kalacaktı yoksa babasını ikna edip geri mi dönecekti? Muammalar büyük cevaplar şaibeli sonuçlar can yakan cinstendi.