CAN ACISI

1133 Words
DİLŞAH Dün ne yaşadıysa insan bugün de onun devamı gelirmiş. Yeni gün yeni umutlar yeni bir hayat olmuyormuş. Dilşah, o gece bir daha insanların içine karışmadı. Bir ara babası geldi yanına çünkü Dila olanları anlatmıştı. “Kızım? Neler oldu aşağıda?” “Baba, ben geri dönmek istiyorum. Bu kadar kötü niyetli iğrenç ruhlu insanın içinde yaşayamam. Ya benim annem öldü. ÖLDÜ. Ölü kadının ardından etmedikleri laf kalmadı. Ne gururu kaldı ne gururu ne de namusu. Senin Dila’ya kıyacağın resmi nikahtan beni vereceğin kocaya kadar her şeyi konuştular. Uğursuz muşum ben, annem de öleymiş. Huzursuz edecek mişim seni aileni.” Ciwan Ağa kaşlarını çatarken dişlerini sıktı. “Dilşah, kızım sende benim ailemsin. Kendini dışarıda neden görüyorsun?” “Sence baba. Geldim buraya yıllar sonra ama beni karşılayan karın ve çocukların oldu. Senin karındı ama benim annem değildi. Bu nasıl hissettirdi haberin var mı? Bilmek ayrı görmek çok ayrıymış onu anladım.” Ciwan Ağa burnundan soluğunu alıp verirken “Uzatma artık Dilşah. Burada he birlikte yaşayacağız. Dila kötü biri değil. Zamanla tanıdıkça sende görürsün. Evin ile Kawran da öyle asi çocuklar değil. Seni ablaları olarak bilip saygı duyuyorlar. Sende sorun çıkarmazsan rahatça yaşar gideriz.” deyip kızının yanından ayrıldı. Babasının arkasından gözleri büyüyen kız hayal kırıklığı içinde baktı. Uzatma. Sorun çıkarma. Sus. İtaat et. Babası da başlamıştı sınırlar çizip içinde yaşa demeye. Annesi ile rahattı. Konuşup ikisi de birbirini anlıyordu ama burada bu mümkün değildi. Duvar dibinde oturmaya devam etti. Karanlıktı. Kapının yeniden açıldığını duydu. “Bunaldım anasını satayım ya.” Homurtu sesleri terasın ucuna kadar gitti. Yanan çakmak ışığı ile genç bir adamın yüzü az biraz da olsa aydınlanırken tek ses yanan sigaranın ucundan gelen yanan tütünün sesi bir de sert soluklar. Dilşah bir an ne yapacağını bilemedi. Ses etse olmazdı. Burada da duramazdı. Hoş onluk bir mevzu yoktu ama bu coğrafya da bir kızla erkek baş başa böyle yerde olursa sonrasında sorun çıkabilirdi. Kalkıp gitmek için bir adım attığında “Neden sesini çıkarmadın?” diyen adamla adımı havada kaldı. Omuzunun üzerinden geri baktığında iri yapılı bedenin ona döndüğünü fark etti. “Ben, rahatsız etmek istemedim.” “Senin hanende ben neden rahatsız olayım.” “Bilmem. Buraları bilirsin. Yanlış anlaşılabilir. O yüzden gitmeyi seçtim.” Karşısına kadar gelen adam ellerini cebine sokarken dik ifadesiyle “Bilmez miyim? Buralar insanı köreltir. Bende o yüzden kaçıyorum ya.” Derken genç kız anlamak ister gibi baktı. Duruşu konuşması rahatlığı buranın insanına benzemiyordu. Sorgular gibi bakarken gözlerini kısan adamın elini uzatması ile tek kaşı havalandı. “Ben Aram. Aram Avcıoğlu. Dijvar Avcıoğlu’nun oğlu.” Bu defa kaşlarını kaldırıp bakan kız tanımak ister gibi baktı. “Aram?” “Dilşah?” İkili bir dakika kadar birbirine bakarken dudağının ucunu hafiften havalandıran adam kaşının kıyısındaki yarayı okşadı. “Mührünü unutmuşsun.” “Mührüm?” “Taşla yaptığın izden bahsediyorum. Sana kızdığımda da muhtar mührü işte değip dil çıkar mıştın.” Dilşah, memleketinden gittikten daha doğrusu sürüldükten sonra geçmişinde çoğu şeyi zihninde silmişti. Anıları puslu duvarlar arkasına saklanmıştı. Oysa şimdi o duvarın kıyısından ona bakan bir erkek çocuğu gülüyor kaşındaki yarayı tutup kızıyordu. Eli hala havadayken “Sıkacak mısın? Kolum tutuldu.” Değip gözüyle kolunu işaret etti. Genç kız soluğunu bırakıp elini tuttu ve sıktı. “Kusura bakma tanıyamadım. Malum kafam pek yerinde değil.” “Sorun değil. Böyle bir günde sana gönül koyacak değilim. Başın sağ olsun.” “Teşekkür ederim.” O sırada kapı gürültü ile açıldı. Dilşad, çatık kaşlarıyla ikiliye bakarken hala elleri tokalaşır vaziyetteydi. Sinirle soluyan genç adam “Ne yapıyorsunuz lan siz burada?” dediğinde birkaç adım atıp hızla Aram’ı itti. Dilşah bu hareketi sonrasında araya girme gereği hissetti. Dilşad’ı az çok biliyordu. Aynı hanede büyümüşlerdi ama amcası ve yengesi asla onunla oynamasına asla izin vermezdi. Sanki hep büyük bir duvar vardı aralarında. Oysa, çocukken tüm yasaklara rağmen bazen kısa kısa oyunlar oynarlardı. Şimdi ise resmen düşman kesilmişti. “Dilşad, geri çekil. Bir şey yok sadece konuşuyoruz.” Bir adım gerileyen Dilşad “Ne konuşması lan? Herifin elini tutuyordun. Anan ölmüş az edebini bil be. Gavur memleketten gelip burada ucuzluk yapamazsın” dediği an Aram “Dilşad, ağzını topla dişini toplamak zorunda kalma.” Diyerek konuştuğunda kızla Dilşad’ın arasına girmişti. “Sen karışma Avcıoğlu.” “Niye? Dilşah’ı hırpalamana engel mi oluyorum.” “Onu savunma. Yaptığı edepsizliği bilmeli.” Aram kaşlarını çattı. Omuzunun üzerinden kıza baktığında gözlerinin sinirden kızardığını ve dişlerini sıktığını fark etti. Yeniden Dilşad’a döndüğünde “Önce sesini keseceksin. Büyüğün varken SEN edepsizlik etmeyeceksin. Ben Dilşah’ın çocukluktan arkadaşıyım bu bir. Senden büyüğüm ikidir edepsizlik ediyorsun sineye çekiyorum bir daha çekmem bu iki. Dilşah’a hareketlerinden nefret ettim bir daha görmeyeceğim bu da üç. Cenaze evinde koca karılar gibi laf edip sorun çıkarma. Hadi dön babanın dizinin dibine. Aklındakilere de hakim ol.” Dediğine tam bir ağa gibi dik durmuş kıza kol kanat germişti. Dilşad, burnundan solurken başını ben sana sorarım der gibi salladığında arkasını dönüp gitti. Genç kız “Gerek yoktu. Ben ağzının payını verirdim.” Dese de “Seni ne yazık ki kale almaz ama ben konuşursam mecbur susup gider. Bu kadın erkek ayrımı değil diyemem bu nedenle içinde bastırdığın gizli feministi daha sıkı tut.” Diyen Aram omuz silkip “Ben gitsem iyi olacak. Seni gördüğüme sevindim. Kendine dikkat et. İyi akşamlar.” Dedi. O gittiğinde Dilşah nefesini bıraktı. Ne yaşadığını sorguladı. O daha bu gün annesini toprağa koymuştu ama daha onun acısını sindiremeden, ruhunun ızdırabı ile cebelleşirken halden anlamazların arasında sıkışıp kalmıştı. Göğsü sıkışırken elini sol yanına bastırdı. İçinden geçen her şeyi bir bir kusmak istese de sustu. Dilini ısırdı ve annesi ile yaptığı konuşmaları hatırladı. Kendine bunu defalarca kez söyledi. Odasına geçtiğinde arkadaşları onu bekliyordu. Lena, telefonda konuşurken sesi sıkkın çıkıyordu. Yatağa oturduğunda “Neler oluyor?” diye sordu. Telefonu kapayan kız Almanca küfrederken yatağa Dilşah’ın yanına oturdu. “Sorma. İş yerinde sorun çıkmış. Acil gitmemiz gerekiyor ama eğer gitme dersen kalırız. Seni yalnız bırakacak değiliz.” Marie başını olumlu anlamda salladı. Haklıydı. Onu bırakmazlardı. Dilşah ise işlerin sıkıntılı olduğunu bildiğinden “Sorun yok. Elbette işinizin başına döneceksiniz. Bakmışsınız birkaç aya bende belirim.” Diyerek onları rahatlatmaya çalıştı. Üç kız sarıldı birbirine ve dostluklarının bir bağı daha sımsıkı düğümle düğümlendi. Sabaha kalmadan buldukları bilet ile küçük çantaları toplarken Dilşah babasına durumu izah etti. Onları sabaha karşı alandan yolcu ederken dik durmaya çalıştı ama arabaya binip konağa geri dönerken başını cama yaslayıp içli içli ağladı. Yalnız kalmıştı. Babası konağa adım attığı an sanki onların etki alanına girmiş ve sözleri tavırları değişmişti. Mezarlığın önünden geçerken göğsü öyle bir sıkıştı ki “Dur. Durdur arabayı!” diye bağırdı. Babası, yorgun ve bitkin bir halde “Ne oluyor Dilşah?” dediğinde “Nefes alamıyorum. Durdursunlar arabayı. Anneme gideceğim” deyip cama vurdu. Araba durdu. Hemen inen Dilşah mezarlığa koşarken korku yoktu. Yeni kazılmış mezarın yağmurdan ıslak toprağına sarıldığında “Anne!” diye haykırdı. İşte şimdi can acısı yüreğinin tam artasından irin gibi akıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD