Zaman geçer ve insan birçok şeye alışır. Dilşah odasına çıkmış, duş almış sonra da üzerini giyinip yatağa girmişti. Gece sabaha döndüğünde genç kız yine uyuyordu. Bir ara uyandı. Lavaboya gitti ve komodinin üzerindeki sudan içip geri yatağa yattı. Evin, onu yemek için çağırdığında istemediğini söyledi. Ve genç kız için babasının konağında açlık grevi başladı.
Üç gün boyunca Dilşah yemek yemedi ya da odasından çıkmadı. Evin, yine sabah onu odadan çıkarmaya ikna etmek için geldiğinde kapıyı çaldı ama ses gelmedi. Dila bu durumdan çok rahatsızdı ve korkuyordu. Ciwan ise artık eskisi kadar konuşup dahil olmuyor “Acıkırsa yer üzerine gitmeyin” diyordu.
Dijvar karısı Bejna ve Aram ile kahvaltıya davet edilmiş herkes masada bir ihtimal genç kızın gelmesini bekliyordu. Evin odaya girdi ama yatağında kıvrılmış yatan kızla dudak büzdü. Yanına gidip omuzunu sallarken “Abla, abla hadi kalk. Bak börek yaptık yine anamla ondan da yersin. Hadi uyan ama” diyordu ama genç kız gözlerini açmıyordu. Dudakları hafiften çatlamıştı. Yüzü solgundu. Teni ise ılıktan biraz serin.
Evin sonunda biraz daha sert sarstığında kızın kolu yana cansız bir vaziyette düştü. Başı ne eğilmiş nefesi durulmuyor gibiydi. Telaş anında bunun fark edemeyen kız çocuğu “Abla!” diye çığlık attı. Odadan ok gibi fırladığı an ince koridorun korkuluklarına yaslanıp aşağıya doğru canhıraş “Baba! Ana! Ablama bir şey oldu yetişin!” diye bağırdığı an büyük masada olan iki yaşlı adam birbirine baktı.
Dila hemen kalkarken Aram da ayaklandı ve koşarak üst kata kızın odasının olduğu yere çıktılar. Odaya ilk dalan Dila oldu. Dilşah'ın cansız bedeni ile ellerini ağzına kapayıp “Allah’ım sen koru!” derken Aram yatağın baş ucuna geçti ve kızı sırt üstü yatırıp nefesini dinledi. Ardından hemen telefonu çıkardı ve tanıdığı doktor arkadaşını çağırdı. On dakika gibi bir sürede gelen adam kızı kontrol ederken Ciwan Ağa kapının dışında sedire oturmuş iyi haber bekliyordu. Dijvar Ağa ve karısı Bejna de yanındaydı. Kadının yüzünden memnuniyetsizlik akarken homurdanmadan duramıyordu. Dila doktorla birlikte içeriden çıktığında yüzü düşüktü.
Ciwan Ağa “Kızımın nesi var doktor de hele?” dediğinde “Yetersiz beslenme ve psikolojik olarak yaşadığı çöküş sonrası bedeni de epey yıpranmış. Anlayacağınız açlıktan zafiyet geçirmiş. Ben her ihtimale karşı kan aldım. Sonuçlar çıksın daha net konuşuruz. Şimdilik vitamin takviyeli bir serum taktım. Bittiğinde ikinci torba takılacak bu nedenle bir hemşire yollayacağım. Uyandığında fazla yüklenme yapmadan hafif bir çorba ve az meyve ile yemeğe başlasın. Yemek sonrası mide ağrısı çekebilir ona göre de ilaç göndereceğim. Ama tavsiyem psikolojik destek alması şart.” diyen doktor müsaade istedi ve gitti.
Yaşlı adam odaya girdiğinde kapıyı kapadı. Solgun yüzlü kızı öylece gözü kapalı yatıyordu. Kolunda serum biraz iyi gelsin diye dua ediyordu. Dudaklarındaki hafif çatlaklar, göz altlarındaki kararmalar ve yüzdeki çöküş canını yakmaya fazlasıyla yetiyordu.
Yatağın kıyısına oturduğunda yaşlı elleri titreyerek kızının pamuk gibi ellerine dokundu. Aklına ilk doğduğu zamanlar geldi. Küçücük elleri kendi iri elleri arasında kaybolup gidiyor ara sıra parmağını sıkıca tutup güç almak ister gibi bırakmıyordu. Yaşadığı coğrafya erkek çocuğuna daha fazla önem verirdi ama Ciwan kızını çok sevmişti.
Tüy kadar hafif okşadı tenini ve yanağından bir damlanın düşmesine engel olamadı. Yüzünde beliren buruk bir tebessümle “Babanı belki de hiç affetmeyeceksin kızım ama benim tek istediğim senin yaşaman. Nefes alman. Bunu benden nefret ederek mi yapacaksın? Olsun. Canın sağ olsun da var beni baba diye sayma.” dedi. Eğildi ve kızının saçlarından öptü. Kokladı. Yüreği sızladı. Dilşah annesi gibi kokuyordu. Çiçek kokardı saçları sevmelere kıyamazdı. Şimdi de kızında devam ediyordu çiçek kokuları.
Biraz daha kızının yanında durup çıktı. Misafirleri vardı ayıp olmuştu. Evin ablasının yanında kaldı. Masaya indiklerinde Bejna Dila ile mutfağa geçip oradaki büyük sedire kuruldu.
Çalışan kızlar kahve yapıp verdiğinde Dila küçük bir kaş işareti ile çıkmalarını sağladı. Baş başa kaldıklarında Bejna konuştu. Çok bile tutmuştu içinde.
“Dila, bu kız başına bela oldu demedi deme. Bir de kaçtığı duyulursa kimsenin çenesi kapanmaz.”
“Niye bela olsun Bejna abla? Dilşah iyi kız. Sadece acısı büyük. Bilmediği bir yerde bilmediği kurallarla yaşamaya çalışıyor. Herkes de üzerine gidince bocalıyor. Gitmek istemesi normal değil mi? Tüm düzeni evi hayatı oradaydı.”
Yüzü buruşan yaşlı kadın “Bizim zamanımızda kızlar atası ne derse onu yapar karşısında konuşamazdı bile. Bu bildiğin saygısız edepsiz. Babasına nasıl da konuştu öyle. Allah başa vermesin böylesini. Bir de Aram’ın başına sardılar. Evladım nasıl başa çıkacak bakalım.” derken derince soludu. Bazı şeyler işine gelecek gibiydi.
Dila ses etmedi ama bu evlilik olursa Dilşah’ın çok çekeceğini tahmin etmek zor değildi. Kendi çektiklerini düşününce içinden dua etti. Dilşah’ın hakkını savunan dik duran bir kadın olmasını diledi.
Akşam olurken biraz olsun kendine gelen Dilşah, gözlerini açtığı gibi nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Başı çok ağrıyordu. Midesi bulanıyordu. Yutkunurken acıyan boğazı da cabasıydı. Kolundaki serum iğnesini gördüğünde yüzü buruştu. Bakışları tekli koltuğun üzerinde otururken uyumuş olan Evin’i gördü.
Sesi pürüzlü çıksa da “Evin” diye seslendi. İkinci seslenmesinde uyanan kız önce gerindi. Ardından uyanan ablasını görünce hemen ayağa kalkıp yanına geldi.
“Abla iyi misin? Kendini nasıl hissediyorsun?”
Dilşah, bir kez daha yutkunup can acısı ile yüzü buruşurken “İyiyim. Ne oldu? Bu da ne?” dediğinde kolundaki serum iğnesini gösterdi. Gözleri dolan kız “Abla sabah geldik. Baygındın. Aram abiler buradaydı. O hemen doktor olan arkadaşına haber verdi. Doktor geldi serumu taktı. Uyanınca da hafif bir şeyler yesin dedi. Anama haber veriyim ben” diyerek koşup odadan çıktı.
Oturmaya çalışan kız gücü olmadığını hissedince gözlerini kapadı ve iç çekti. Dudakları ağlamak üzere olduğunu belli edercesine titrediğinde birbirine bastırdı. Kısık bir sesle “Anne” dediğinde gözlerini tavana dikti. Neyin içindeydi ya da ne yaşıyordu ki? Bunu kaç kez düşünmüştü bilmiyordu ama içine düştüğü kuyuda yankılanan tek ses buydu.
Kapı açılıp Dila içeri girdiğinde elinde çorba kasesi ve az ekmek olan bir tepsi vardı. Tepsiyi masanın üzerine koyan kadın yatağın kıyısına oturup kızın elini tutarken “Nasılsın canım? Kendini nasıl hissediyorsun?” dediğinde iç çeken kız “Kötü” dedi.
“Midem bulanıyor. Başım aşırı zonkluyor.”
“Biliyorum kızım. Doktor açlıktan dolayı olabileceğini söyledi. Az sonra bir hemşire gelecek serumu değiştirmek için. İlaçta yollayacak. Hadi kendini az biraz zorla şu çorbayı iç miden yemek görsün. İlacını da içince rahat edersin.”
“İstemiyorum.”
Bunu söyleyen kız koluna dikkat ederek yan döndü. Kaşları çatılan Dila “Ne demek istemiyorum. Kızım, açlıktan ölüyordun az daha. Ne hale geldiğine bak. Kime ceza veriyorsun peki? Kendine mi? Babana mı? Bize mi? Yazık değil mi şu canına. Annen burada olsa ona ne cevap verecektin. Onu neden üzüyorsun kabrinde. Huzurla uyusun istemez misin? Olmaz öyle. Hemen oturuyorsun ve çorbanı içiriyorum. Ben, varlığım ile anneni çok üzdüm istemesem de ama sen bana ondan emanetsin. En azından ona bunu borçluyum.” deyip avucundaki eli biraz daha sıkıp kalkması için çekti.
Dilşah, Dila’nın annesi için söylediklerinden sonra istemsiz ona bakıp oturur hale geldi. Midesi hala ağrırken kucağına tepsiyi alan kadın kaşığı çorbaya daldırdı ve ağzına uzattı. Dilşah “Ben yerim” dese de “Aç bakayım ağzını” diye kızan kadınla mecbur açtı. Hepsini bitiremedi ama olabildiğince de yedi. Midesi acıdığında inlediğinde Dila yan yatırıp sırtını okşadı. Hemşire geldiğinde serumu değiştirdi. Büyük torba olduğu ve az açıldığı için gece boyunca damlamaya devam edecekti. Bir şeyler yiyebildiği için de ilacını aldığında uyuması kolaylaştı.
Gece yarısına doğru çocuklar yattı. Dila, şalını omuzuna alıp kızın odasına geçtiğinde Ciwan Ağa sabah ezanına kadar uyumadı. Düşündü. Neyi nasıl yapacağını kafasında bir kez daha dolandırdı. Bazı şeylerin olması için katı bir tutuma ihtiyacı vardı ve bunu da yapacaktı.
Sabah, saçlarının okşanması ile uyanan Dilşah biraz daha iyiydi. Dila'nın kızarmış gözlerle ona baktığını ve bir anne şefkati ile saçlarını okşadığını gördüğünde gözleri doldu.
“Hayırlı sabahlar kızım.”
“Günaydın Dila abla.”
“Nasılsın bakalım? Daha iyisin değil mi?”
İç çeken genç kız “İyiyim abla.” dediğinde ayaklanan kadın gülümsedi.
“O zaman ben sana bir kahvaltı tepsisi hazır edeyim de ilacını al. Hemşire gelip damar yolunu çıkarak zaten.”
Oturur hale gelen kız başını sallayıp zoraki bir tebessüm etti. Kadın gittiğinde kalkıp serum direğini tutarak lavaboya girip iğneye dikkat ederek işini halletti. İğne kolunda olduğu için elini yüzünü zorlansa da yıkadı. Geri odaya döndüğünde babası tekli koltukta oturuyordu. Gözleri kızını baştan ayağa süzdü.
“İyi misin kızım?”
Ne de çok duymuştu bu soruyu ama en çok da babasından duymak isterdi en başından beri. Şimdi ise duyduğu soru samimiyetsiz geliyordu. Dikkat ederek yatağa oturduğunda soruyu duymazdan gelerek uzandı ve üzerine örtüsünü çekti.
“Dilşah Serçiyan. Sana bir soru sordum.”
Bakışları babasına dönen kız umursamaz bir edayla “İyi değilim. Umarım yeterince açık olmuştur.” dediğinde kaşları çatılan adam “Saygısızlık yapma karşında baban var.” dedi.
“Benim bir babam mı varmış? Allah Allah hiç farkında değildim.”
“Dilşah.”
Adamın uyarı dolu sesiyle soluğunu bırakan kız “Ne istiyorsun benden?” dedi. Cebinden yeni telefon çıkarak adam yatağın üzerine kızın hemen yanına attı.
“Bu Türkiye hattın. Yeni. Almanya ile bağ kurman yasak. Pasaportun dahil gitmek için ne lazımsa hepsi bende. Bundan böyle kalacağın tek yer Mardin. Aram ile burada yaşayacaksın. O gitmek isterse birlikte İstanbul’a gideceksiniz ama yurt dışına çıkman yasak.”
Gözlerini kısan Dilşah “Yasak?” derken sesindeki o tını insanın içine işliyordu.
“Aynen öyle. Yasak.”
“Kim koyuyor bu yasakları?”
“Baban.”
“Uyacağımı kim söyledi?”
“Uyacaksın.”
“Mecbur değilim.”
“Mecbursun. Hem de bal gibi mecbursun. Bir ay içinde nişan düğün hepsi olacak. Anladın mı? İtiraz istemiyorum. Kendini aç bırakarak sadece kendine zarar verirsin bunu da anla. Bir an önce toparlan. İki gün sonra istemeye gelecekler. Sözün verildi ama adetler yerini bulacak.”
Dilşah, kolundaki serum iğnesini sertçe çekip kolundan çıkarırken kanamasını ya da acımasını umursamadı.
“Sen, sen ne yaptığını zannediyorsun? Ben kimseyle evlenmiyorum. Bu iş olmayacak. Sana diyorum ki yolla beni. Sende bende kurtulalım.”
Ciwan Ağa kızının dibine kadar girdi. Onun solgun yüzüne karşı gür bir tonla “Ne diyorsam o? Anladın mı? Konu bitti. Ev- le- ne- cek- sin. Yaşamak istiyorsan zorundasın!” değip arkasını döndü ve odadan çıktı. Hemen arkasından Dila elinde tepsi ile girerken kaşları merakla çatılmıştı.
Kızı gördüğünde ise tepsiyi hızla masaya bıraktı ve yanına koşup kanayan koluna baktı. Bir şeyler söylüyordu ama onu duymuyordu.
“Yaşamak istiyorsan zorundasın. Evleneceksin. Mecbursun.” kulağında yankılanan cümleler ile ellerini yumruk yaptı ve yatağa oturup ağlamaya başladığına yatağın üzerindeki telefona gelen bildirim sesi bile dikkatini dağıtamıyordu.