Acı nedir diye Dilşah’a sorsalar gözünün önünde karısının yüzüne gülen çocuklarının başını okşayan babasını izlemek derdi herhalde. Annesi öleli tam üç hafta olmuştu. En son o sabaha karşı mezarın başında anne diye ettiği feryatlar yeniden panik atak geçirmesine ve üç haftalık bir süreçte susmasına neden olmuştu. Konuşmak içinden gelmiyordu. Arkadaşları ile yazışıyordu ama sesli aramalara asla dönmüyordu. Babası dahi birkaç kez konuşması için itiraz etmiş ama sonunda o da vazgeçmişti.
Babasının farklı bir yüzü ile karşılaşıyordu. Sanki öküz öldü ortaklık bitti gibi bir şeydi şu an yaşadığı. Annesi, onun mutlu olmasına engelmiş de şimdi öldüğü için mutluluğu yakalamıştı. Acı bir tebessüm dudak kıyılarına oturduğunda Evin’in saçını çeken Karwan koşarak “Abla kurtar beni” deyip arkasına saklandı. Evin ise “Ya sana kaç kere dedim yapma diye. Gel buraya.” Dediğinde küçük çocuk omuz silkti.
“Banane ya. Hem ablam beni korur. Çimdikleyemezsin.”
Dilşah omuzunun üzerinden oğlan çocuğuna bakıp tek kaşını kaldırırken Karwan “Şey yani ablacım hani sen büyüksün ya o yüzden dedim. Korursun beni değil mi?” deyip masum masum baktı. Evin ise “O bir kere büyük abla. Bende kız kardeşiyim. Sen saçımı çektiğine göre seni değil beni koruyacak. Değil mi abla?” derken merakla onu izliyordu.
Dilşah, bir kıza bir oğlana baktı. Babasının karısı elinden içtiği kahve ile keyif yapışı irislerine takıldığında ayağa kalkıp Karwan’a hafifçe kaş çattı ve parmak salladı. Evin’in ise omuzuna kolunu atıp odasına yürüdü. Evin bunun heyecanı ve mutluluğu ile geri dönüp kardeşine dil çıkarırken burukça tebessüm eden Dilşah kıza sende fenasın he bakışı atıp kafa salladı.
Odaya girdiklerinde kolunu evinden çeken kız yatağa oturdu. Meraklı olan küçük kız ise yanına oturup “Abla hiç konuşmayacak mısın?” diye sordu. Bilmem der gibi omuz silken genç kız iç çekti.
“Kahvaltı da yapmadın. Acıkmadın mı?”
Geçen bu süreçte Dilşah doğru dürüst yemek yiyemediği için kilo vermiş az biraz yanaklarında var olan tombulluk da kaybolmuştu. Yanında getirdiği kıyafetleri bile bol gelince anlamıştı lakin içi almıyordu. Sanki haram oluyordu her bir lokması. Başını sağa sola salladı. Küçük Evin “Ama yemeden olmaz ki? Sabah anamla börek yaptık. Bana da gösterdi bende yaptım. Sana ondan getireyim mi? Az şekli bozuk ama tadı güzeldi. Bir de çay koyarım yanına mis gibi olur.” Dediğinde ablasına hevesle ve üzüntüyle bakıyordu.
Genç kız yine itiraz edecek gibi oldu ama iç çeken Evin “Anası ölen insan çok acı çekermiş üzülürmüş. Biliyorum ben. Sınıfımızda bir kız var adı Sema. Şehir dışından gelmiş o da. Arsa yüzünden dayıları annesini öldürmüş. Kız ruh gibiydi. Bazen oturduğu yerde ağlar bazen de senin gibi hiç konuşmaz. Yardımcı olmak istiyoruz ama o kendi dünyasında gibi. Bende hayal ediyorum anamın ölümünü de şurama öyle bir ağrı giriyor ki nefes alamıyorum.” Derken sol göğsünü tuttu. Sonra gözleri dolarken uzanıp ablasının da sol göğsüne elini koyup “Senin de buran acıyor değil mi?” dedi.
Dilşah yanağından süzülen yaşı silerken başını olumlu anlamda salladı. Küçük el göz yaşını silerken “Ağlama abla. Anne seni izliyorsa üzülür. Onu üzme. Anneler üzülmez. Babam hep öyle der bize. Annemize yaramazlık yapmayalım onu yormayalım diye uyarır hep nasihat eder. Hadi sende üzme anneni de ben sana börek getireyim.” Dediği gibi kalktı ve odadan çıktı. Dilşah düşündü. Kendi istemsiz bir kıskançlık yaşıyordu. Annesinin hak ettiği hayatı saygıyı ve düzeni Dila yaşıyordu. Kendi yaşaması gereken aile ortamında iki küçük çocuk yetişiyordu. Belki de annesi ile o babası için bir yükten öte değildi. Kim bilir belki annesi ile evlenmesi ailesine bir baş kaldırıştı ama sonra bundan pişman oldu. Sonuçları da ortadaydı.
Başını sağa sola salladı. Şakaklarından giren migren ağrısı ile yüzü buruştur. Migren atakları buraya geldiğinden beri daha da artmıştı. Kalkıp odasının camından dışarı bakarken Evin yerine Dila elinde tepsi ile geldi.
“Dilşah, eğer müsaaden olursa biraz konuşalım mı?”
Gözlerini kapayıp derince soluyan kız başını sallayıp yatağa bağdaş kurdu. Dila tepsiyi önüne bıraktıktan sonra o da yatağın kıyısına oturup başındaki yazmayı çıkardı ve elinde tutmaya başladı.
“Biliyorum. Bana da çocuklara da babana da çok kızgınsın. Belki de kırgın. Sizin yerinizi aldığımızı düşünüyorsun. Ne haklısın diyebiliyorum ne de haksızsın. Şartlar öyle bir noktaya getirdi ki bizi baban sevdiği kadından ayrı kaldı ben sevdalandığım adama kuma oldum.”
Dilşah başını kaldırdığında burukça tebessüm eden kadınla göz göze geldi. Kaşlarını hafifçe sorar gibi çatarken bir yanı öğrenmek istemediği için kendini kapatıyordu.
“En başından anlatayım mı? Böylelikle benim ve çocuklarımın sana rahmetli annene düşman olmadığını bil.”
Genç kız büyükçe yutkunurken sessizliğini korudu. İçindeki o kırık çocuk annene ihanet etme onunla konuşma dese de dinledi.
“Ben Ciwan Ağaya sevdalandığımda Evin’den büyüktüm ama yine de evlenecek yaşta değildim. Bir düğünde halay çekiyordu. Öyle yakışıklı babayiğit bir adamdı ki askerden yeni gelmişti. Annenle evlenmeden öncesi işte. Çocuk sayılırdım elbette ama sevda bu. Uzaktan uzağa izledim. Yoldan geçişlerini gözledim. Ben büyüdüm ama baban annenle evlenmiş ama baba ocağında huzurları yoktu. Rahmetli babaannen çok dedikodusunu yaptı sağda solda. Buranın çoğu insanını düşman etti annene. Yalan yok bende kızmıştım hanenin huzurunu bozdu diye ama rahmetli annem dini bütün bir kadındı. Hiç kulak asmadı. Beni de hep uyardı. Dorşin Ana yani babaannen için kötülük ediyor hakka giriyor. Ona uyanında vebalini alıyor derdi.”
Bakışlarını kaçıran kadın aklar düşmeye başlamış saçının öne gelen kısmını kulağının arkasına itti. Güzel kadındı Dila. O da çok çekmişti belli ki. Soluğunu alıp veren kadın devam etti.
“Sonra sen on yaşlarındayken annenle seni alıp giden baban sonrası buralar karıştı. Deden Firaz Ağa büyük Amcan Baran Ağa kan davası yüzünden herkesi toplayıp gitti. Giderken de babaannen beni babana istedi. Anam yok dedi ama babam verdi. Yani Dilşah daha senin baban Almaya’dayken ben onun imam nikahlı karısı olarak Maraş’a gittim. Baban gelince çok olay çıkardı istemedi ama el mahkum kabullendi. Gel zaman git zaman Evin’e gebe kaldım. Kız doğdu diye Dorşin Ana canıma okuduydu rahmetli. Sonra beş yıl kadar bebem olmadı. O sürede baban beni sevmedi elbette ama sağ olsun saygı duydu. Ezdirmedi. Hakkını ödeyemem. Sonuçta sevdalı olduğum adamdı ne dese gönlümü alırdı.”
Bunları söylerken utanmış gibi koca kadın başını eğmişti. Çocukları yaşı ileriyken olduğundan fazladan yorulmuştu. Bir de kendi içinde savaşı vardı ki o yıllardır bitmiyordu.
“Sen şimdi dersin nasıl kabul etti evli adamla olmaya. Bazen sevmek insanda ne gurur bırakır ve düşünce. Seversin işte. Neden olmaz. Anneni kıskandım çokça ama üzüldüm de. Buraların adeti huyu suyu farklıydı. Karı koca hayatı yaşardık ama bilirdim uyurken uyanıkken aldığı nefeste içtiği suda anneni seni düşünür. Evin kendini anlayacak aklı erecek yaşa gelince senin resimlerini gösterdi. Ablan var uzakta ama seni çok seviyor ilerde gelecek diye. Bende annemin yolundan gidip Allah’tan korkarak ne senin hakkında ne de rahmetli annen hakkında tek kötü laf etmedim. Hepimiz Serçiyan’lara kurban olduk. Karwan doğunca sevindiler elbet. Erkek çocuk sonuçta. O zaman bana saygı duymaya başladılar. Bir de baban altmışında baba olunca Karwan daha da kıymetlendi. Ben doğum zor olunca ölmek üzereyken rahmimi almışlar. Yumurtalıklar da alınmış. Böylelikle buraların değimi ile yarım kadın oldum lakin baban Allah razı olsun onların da ağzını kapadı. Belki tüm çilesini ailesini hayatının yükünü çektim diye belki kendini suçlu hissetti diye ama kem laf etmedi.”
Kızın gözlerine baktığında onun savaşını da görebiliyordu. Ne dese bu kıza haksızlık olacaktı.
“Annenin hastalığını öğrendiğimizde çok üzüldüm. Hemen gitmesini istedim. Çünkü sizin ihtiyacınız vardı. Şimdi bana ya da çocuklara belki içten içe düşmansın ya da kızıyorsun ama elimizden başka türlüsü gelmedi. Ama bildiğim bir şey varsa amcalarının ve dedenin hükmü babanın üzerinde son yıllarda daha fazla olmaya başladı. Geri Mardin’e döndüğümüze sevinsek de sıkıntı ne boyutta bitti ne oldu bilemiyorum. Mevlit zamanı o konuşan insanların büyükleri de onlar da babaannenden sizi kötü dinlediği için öyle konuştular. Tepkinde de dediklerinde de hakkın vardı. Allah korkusu olan da bunu anlar zaten. Benim diyeceklerim bu kadar kızım. Can acını anlıyorum. Ana kaybetmek çok zordur. Ana demeni istemem çünkü kanına dokunur bilirim ama abla dersen bir sıkıntın olduğunda gelip benle paylaşırsan büyüğün olarak sözüme kıymet verirsen çok mutlu olurum. Yaşımız ilerliyor. Çocuklarımın geleceğini evlenip çoluk çocuğa karıştıklarını büyük ihtimalle göremem ama onları ablalarına emanet edebilirim.”
Son sözlerini söylerken dudaklarını birbirine bastırdı ve kırışıklık oluşmuş yanaklarını kuruladı. Biliyordu. Oğlu askere gitmeden belki de ölmüş olacaktı. Dilşah iyi huylu bir kızdı Ciwan’ın anlatmasına göre. Kardeşlerine sahip çıkabilirdi.
Dilşah ise hem çoğu şeyi anlıyordu hem de anlayamıyordu. Ruhuna yetişmesine tersti lakin bu coğrafya da doğan ve oraya hapsolan yanı ise Dila için üzülmüştü. Sessizliği devam ederken babasındaki değişimin amcalarından ve dedesinden kaynaklandığını da anlamıştı.
Dila, “Akşama Dijvan Ağalar yemeğe gelecekler. Hazırlıklara bakayım. Sende böreğini ye. Kızım diye demiyorum ama Evin’in el lezzeti çok iyi.” Dedikten sonra odadan çıktı. Dilşah ise hem ağladı hem de zorla böreklerden yedi. Boğazına dizilse de kırmadı ayağına kadar gelen kadını ve küçük kız kardeşini.
Akşam olduğunda Dila elinde bir hediye paketi ile kapısını tıkladı. Dilşah kalkıp kapıyı açtığında gülümseyen kadın “Dilşah eğer kabul edersen ben sana bir elbise aldım. Onu giyer misin?”dediğinde paketi alan kız tebessüm etmeye çalıştı. Paketi yatağın üzerinde koyup açtığında gördüğü lacivert elbise ile iç çekti.
Dijvan amcasının karşısına kot tişört çıkmak istemediğinden elbiseyi giydi. Saçlarını omuzlarına doğru salık bırakıp solgun bir yüzle odadan çıktı. Büyük salona girdiğinde çocuklar yanına gelip sarıldı. Karwan “Abla çok güze olmuşsun” derken Evin “Saçların yumuşacık” diyordu. Dila Hanım başını yana eğip “Maşallah çok yakışmış. Ama bir şeyler eksik gibi” diyerek salondan çıktı. Geri geldiğinde elinde çok hoş işlemeli bir kemer vardı. Onu beline taktığında beğeni ile kızı süzdü.
“Maşallah sana maşallah.”
Bir anne sıcaklığında genç kıza sarılıp sırtını okşadı. Geri çekildiğinde gözlerine bakıp “Annen de seni izliyordur. Ne de güzel bulmuştur seni şimdi.” Derken tebessüm etti. Dilşah iç çekerken bakışlarını kaçırdı. Kadının iyiliği resmen vicdan azabı gibi üzerine çöküyordu. Hakkında kötü düşündüğü zamanların suçluluğunu yakasına yapıyordu.
Salona giren Ciwan Ağa kızını gördüğünde bir an durdu. Başını yana eğip baştan ayağa kızını süzdüğünde beğeni dolu bir mırıltı dudaklarından çıkarken “Maşallah benim kızıma. Ne giyse yakışır elbet ama bu kıyafetler ayrı yakışmış. Yarın Dila ananla çıkın da yeni kıyafetler alın. Buradaki odanı istediğin gibi düzenle. Artık hep bir aradayız.” Dediğinde Dilşah duraksadı. Dila Hanım kocasının sözlerinden sonra “Ana değil ağam ablasıyım ben onun.” Diye düzeltti. Yaşlı adam neyse tamam der gibi elini sallayıp yeniden “Neyse ne. Siz yarın Evin’i de alın alışverişe çıkın. Dilşah için ne lazımsa A dan Z ye hepsini alın. Odası için yeni mobilya isterse onlara da bakın. Ben Reşit’i katarım yanınıza o halleder taşıma işlerini.” Deyip yerine büyük sedirin baş köşesine geçti.
Otantik bir konakta yaşıyorlardı. Koltuk takımlarından ve yeni model eşyalardan azadeydi. Sedirler, yer minderleri, oymalı cilalı çeşit çeşit masalar sehpalar, eski dönemlere ait objeleri, duvarlar da halı desenli örtüler.
Dilşah ise “Baba, ben Almanya’ya dönmek istersem göndermeyecek misin?” dediğinde aslında büyük bir kavganın ve olaylar silsilesinin ilk fitilini ateşlemişti. Haftalardır ilk kez konuşmuştu. Sorusunun cevabı ise camdan kulelerinin yıkılmasına yetmişti.
Kaşları çatılan Ciwan Ağa “O da nereden çıktı? Oraya bir daha gitmeyeceksin kızım. Hem ben oradaki evi kapattırdım. Burada benim yanımda bu konakta yaşayacaksın. Düzenine alışsan iyi edersin.” Deyip oturdu. Dila, kız konuştuğu için sevinse de kocasının yine abilerinin tarafından doldurulduğunu anlamış üzüntüyle başını sağa sola sallamıştı.
“Ne demek kapattım? Baba orası bizim evimiz. Annemle ilgili tonla anım var. Ne hakla kapatırsın?”
“Ev benim. İster kapatırım ister satarım. Ayrıca evi sattım demedim. Kapattım dedim. Kimse yaşamayacak. Öylece duracak. Annenin anılarını senin kadar bende önemsiyorum.”
Dilşah inanamıyormuş gibi güldü. Ardından “Önemsiyor musun gerçekten baba? Üç haftadır tek kelime etmedim. Edemedim. Sadece bir iki kez yanıma geldin sonra da sıkıldın gittin. Bu kız annesini kaybetti. Amcaları kuzenleri yengeleri düşmanlık ediyor, benden başka kimsesi yok biraz olsun üzerine düşeyim demedin. Benim ciğerim yanarken sen bu konağın avlusunda amcamları ağırlayıp bana tokat atan Dilşad’a el öptürdün. Millet annem hakkında ileri geri konuştu namusundan şerefine kadar laf etti kimseye tek kelime etmedin. Gelip bana düşündüğünü mü söylüyorsun.” Dediğinde ayağa kalkan Ciwan Ağa kızının dibine kadar girdi ve kolunu dirseğinden tutup sıkarken “Karşında atan var senin o diline hakim ol biraz. Sana mı soracağım kime ne yapacağımı. Sınırlarını aşma. Benim da asabımı bozma. İki gram huzurumuz var huzurumuzu kaçırma. Git odana gözüm görmesin seni.” Diye bağırdı.
Gözleri dolup taşan kız kolu acısa da çekmedi. Babasının irislerine bakarken yaşadığı hayal kırıklığının hiçbir dilde anlatımı yoktu. Dila araya girip “Etme ağam kıza niye yüklendin şimdi.” Derken “Kes sesini” diyen adam elinin tersi ile tokat attı. Çocuklar birbirine sarılmış köşede duruyordu. Dila’ya atılan tokat sonrası kolunu babasının elinden çeken kız çatılmış kaşlarla hemen kadının yanına adımladı ve araya girip “Sakın bunu bir daha yapma” diye babasını uyardı.
Ciwan Ağa bir an karşısında Helen’i görür gibi oldu. Zamanında abisi yengesine sırf onu savundu diye tokat attığında o da araya girip itiraz etmiş aynı bakışlarla abisine bakmıştı. Bu durum sarsılmasına ve geri adım atmasına yetmişti. Büyük salondan çıkarken geride bıraktığı yıkımı biliyordu ama işte o kocaman ama öylece ortada duruyordu.