İnsan kaçıncı hayal kırıklığında artık bunu yaşamaya alışması gerektiğini kendine söyler. Kaçıncı da bunda da fena yanılmışsın işte aptalmışsın diyerek kendi içini yüzüne vurur? Dilşah için babası kahramanken kötü adama dönüşüyordu. Kim bilir belki de kötüydü ama kimse görmek istememişti.
Dila'nın yüzüne mahcup bir ifade ile bakarken “Ben çok özür dilerim. Böyle yapacağını bilmiyordum. Benim yüzümden oldu.” dediğinde başını eğen kadın gidip sedirin köşesine oturdu. Gözünden yaşın düşmesine izin verse de hemen sildi.
“Olsun kızım ben doğru gördüğümü yaptım senin suçun yok. Abileri yine beynine girmiş besbelli. Etkilenmiyorum onlardan der ama istemese de etkilenmiş olur. Sen bakma ona içine atıyor acısını sinirini. Sonra bize patlıyor. Ama kızım bir abla tavsiyesi babana karşı çıkma.”
Dilşah “Sana vurması başlı başına hatta. Onların lafına sözüne geliyor kanıyorsa kendi hatası. Oturup ne doğru ne yanlış düşünsün. Herkesin hayatına karar veriyorlar. Neyin hakkı bu anlamış değilim.” Derken öfkeyle soludu. Annesi amcalarına dedesine düşman olmaması için çok çabalamıştı ama genç kız onlara tahammül bile edemiyordu.
Yine de babasının onları dinleyip kendi hanesinde böyle huzursuzluk çıkarması canını fazlasıyla sıkmıştı. Dila kendini toplayıp sakince mutfağa geçerken Dilşah da odasına çıktı. Kapıyı kapayıp yatağına oturduğunda ellerini yüzüne kapayıp ağlamaya başladı. Çok bunalmıştı. Babasının bu değişimi belki de aslında hep böyle oluşu ama ona hiç yansıtmayışı ciğerine işliyordu.
Ne kadar zaman geçti bilmiyordu ama kapısı tıklandı ve Evin biraz tedirgin bir tonla “Benim abla” dedi. Ona karşı kendini istemsiz şekilde suçlu hisseden kız “Gel Evin gel” dediğinde iç çekti. Odaya giren kız “Abla Dijvar amcalar geldi. Babam aşağıya gelsin dedi.” derken kabul etmeyecek diye çok korkmuştu.
Göğsü şişip hareket edecek kadar büyük bir soluk alan kız “Geliyorum canım” diyerek kalktı ve saçlarını düzeltip lavaboya geçerek yüzünü yıkadı. Ardından biraz olsun yüzünü renklendirmek adına allık ve dudak rengine yakın ruj sürüp son kez aynada kendine baktı ve Evin ile odasından çıkıp büyük salona indi. Kapıdan girdiklerinde sedirlerin üzerlerinde oturanlarla bir an duraksadı. Dijvar ve hanımı Bejna baş köşede babasının yanındaydı.
Adem ile Berzan genç kızı görünce tebessüm etti. Yüzlerindeki o ağır başlılık ifadesi yerli yerinde olsa da bakışları sıcaktı. Dilşah sırayla hepsinin elini öpüp başına koydu ve hoş geldiniz dedi. Adem, kızın avucundaki elini bırakmadan “Maşallah kardeşime. Ne güzel büyümüş Ciwan amca. Daha şu kadardı sümüklü sümüklü dolanırdı peşimizde.” derken Berzan da “Sorma abi. Aram onunla oynamıyor diye mi ne taş atmıştı. İzi hala belli gözünün kıyısında.” diye devam etti.
Dilşah tebessüm edip sessiz kalmayı seçti. Berfin “Biz seninle aynı yaştayız galiba. Ben seni hayal meyal hatırlıyorum” dediğinde ona bakan kız “Galiba” dedi. En küçükleri olan Rojin kalkıp kıza sarılırken “Ben Rojin abla. Memnun oldum tanıştığıma.” deyip geri çekildi. Bu sıcak tavra karşı gerçekten gülümseyen kız “Bende Emma Dilşah canım.” diyerek yanlarına oturdu. Aram'a başı ile selam verip “Hoş geldin” dedi.
Berfin “Emma?” dediğinde “Almanya da Dilşah ismi telaffuz bakımından biraz zor. Emma annemi evlatlık alıp büyüten kadının adıymış. Oraya yerleşince annem ve okul arkadaşlarım bana Emma diye seslendi. Öyle işte.” cevabını verdi.
Bejna Hanım küçümser gibi bakarken Dila’ya kısık bir tonla “Başınıza kaldı desene Alman artığı” dediğinde kaşlarını çatan Dila kadına yapma der gibi baktı. Kimse duymamıştı ama Aram annesine kaşlarını hafiften çatarak baktı.
Sonra masaya geçildi. Dijvar Ağa sürekli genç kıza bakıyor aklındaki düşüncenin gerçekleşmesi için zeminin oluşmasını bekliyordu. Gece sakin ama Dilşah’ın kırgın bakışları altında biterken odasına çekilen kız sabaha kadar düşündü. Burada yapamazdı. Babasının değişen huyu, çevre, annesi hakkında söylenenler derken boğuluyordu.
Arkadaşı Lena ile konuştu. Orada çalışabileceği bir klinik ile görüşmesini istedi. Bir hafta içinde geri Almanya’ya dönmeliydi. Bu süreçte babasını ikna edecekti. Edemedi. Arkadaşı ile konuştuktan sonra geçen dört günün sonunda yine babasıyla terasta tartışıyordu.
“Dilşah, kaç gündür ne huzur bıraktın ne rahat. Gitmeyeceksin diyorsam gitmeyeceksin. Burada benim dizimin dibinde olacaksın.”
Gözleri dolsa da burnundan aldığı solukla ağlamasını bastıran kız “Baba. Madem huzur bırakmıyorum o zaman yolla beni. Hem sen alışsın benim uzak olmama. Erkek çocuğu da değilim sizin için kıymetli olayım. O halde burada niye kalayım ki? Benim kim istiyor burada söylesene. Ölmüş anama bir avuç toprağı çok gören dedem mi amcalarım mı bana senin önünde tokat atabilen amcaoğlum Dilşad mı?” derken babasının irislerinden gözlerini çekmedi.
Ciwan Ağa kızına bir hışım yanaştı ve kolunu tutup sıkarken “Madem istenmiyorsun biraz olsun buraya uy da istemelerini sağla. Seni gönderirsem elalemin ağzını nasıl kapatırım ben. Bu hane de bir kız çocuğu var. Onun da namusuna halel gelmez mi? Ya Karwan? Onun işiteceği laflara delikanlı olunca yutmaya devam eder mi sanıyorsun? Son sözüm Dilşah. Burada kalacaksın. Bitti. Biraz daha uzatırsan yapmak istemeyeceğim şeyler yaptırma bana.” deyip sıktığı kolu bıraktı.
Bu durum genç kızın kaşlarını çatmasına neden olurken kolunu ovaladı.
“Elalem ben Almanya’ya dönersem ardımdan namussuz mu diyecek? Senin çocukların da bundan etkilenecek diye ben buraya mahkum olacağım öyle mi? Sen, sen gerçekten benim babam mısın? Benim tanıdığım, hasretini çektiğim, anneme karşı savunduğum. Söylesene baba bu sen misin? Benim annem yaşadıklarına dayanamadı da kanser olup öldü. Biraz olsun durup düşünmek varken bana gelip söylediklerin doğru mu?”
Ciwan Ağa sinirleniyordu çünkü kızı haklıydı. Daha sabah Abisi Baran “Kızına çeki düzen ver. Babam, eğer bize uyarsa onu kabul edecek. Dediklerimizi yaparsan Midyat da huzurumuz olur. Yapmazsan nasıl ki bize inat aldığın kadına gün yüzü göstermedik kızına da göstermeyiz. Ona göre ayağınızı denk alın” dediğinde tek kelime edememişti. Kızı asiydi. Annesine çok benziyordu. Bu da başını sıkıntıya sokardı. Onu korumalıydı. Daha çocukken bile gittiklerinde abisinin ve babasının adamları hep çevrelerindeydi. Yine öyle olmasından daha kötüsü canını almalarından çok korkuyordu. Diğer yandan doğru olan bir şey vardı ki gitmesine izin verirse çevrenin dili o kadar zehre bulanırdı ki yeniden kavuştukları memleketlerine hasret ölüp giderlerdi başka bir yerde.
“Ne o baba sustun? Yoksa kardeşlerinle baban sana emir vermedikçe konuşamıyor musun?”
Dilşah damarına basmayı ve onu kovmasını bekliyordu. Haksız da değildi. Ciwan Ağa ise öfkeyle kızına döndüğü gibi elini kaldırdığında Dila yanlarına çıkıyordu. Kapıdan girdiği an gördüğü manzara ile “Ağam” dediğinde eli havada kalan adam ona irileşmiş gözlerle bakan kıza baktığında havadaki eli yumruk oldu. Dilşah bir adım geri attı. Yutkunurken gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarını yıkarken inecek elin çoktan kalbine çarpıp oradaki camı paramparça etti.
Bir baba kızına kahramandı. Şimdi diğerlerinden farkı kalmamıştı. Onu ve annesini sürgün eden dedesinden ve amcalarından, ona bir karış toprağı çok görenlerden, onun arkasından konuşanlardan. Kısacası babasının bir yabancıdan farkı yoktu. Ona el kaldırabilmişti. Yanağına inmese de kalbinde büyük bir yıkım yaratmıştı.